Ankara'da, kamuoyunda 'amirallerin Montrö bildirisi' olarak bilinen açıklamada imzası bulunan 103 emekli amiral hakkında açılan davaya devam edildi.
09.06.2022 15:56 Ankara'da, kamuoyunda 'amirallerin Montrö bildirisi' olarak bilinen açıklamada imzası bulunan 103 emekli amiral hakkında açılan davaya devam edildi. Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı, 4 Nisan 2021'de, bazı emekli amirallerin yayımladığı "Montrö bildirisi"ne ilişkin soruşturma başlatmış, 103 sanık hakkında, "devletin güvenliğine veya anayasal düzene karşı suç işlemek için anlaşma" suçundan 3 yıldan 12 yıla kadar hapis cezası talebiyle düzenlediği iddianame Ankara 20. ACM tarafından kabul edilmişti.
24.03.2022 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmada sanık savunmalarına devam edildi. Sanıklardan Erol Adayaner savunmasında, 'Şahsıma isnat edilen atılı suçu reddediyorum. Ortada düşünceyi açıklama ve yaymaya yönelik bir suçlama varsa bu Anayasal hakların kullanılmasından ibarettir ve ortada hiçbir suç yoktur. Emekli büyükelçilerin Montrö konusunda yaptığı açıklamaya imza koyanlardan biriyim. 2 yıl arayla aynı konuda yapılan açıklamada 2. açıklama nedeniyle hakkımda dava açıldı. Montrö konusu ülkemizin güvenliği için son derece hassas bir konudur. Montrö Sözleşmesi, 85 yıldır Türkiye'nin Karadeniz'deki güvenliğini sağlayan uluslararası bir sözleşmedir. Montrö'nün münakaşa konusu bile yapılması ülkemiz açısından büyük sıkıntı taşır. 2. konu ise sarıklı bir amiralin kamuoyuna yansıyan görüntüsüdür. Ben Anayasa'da sağlanan haklar kapsamında bir duyuruya katıldım. Söz konusu WhatsApp grubuna dahil değilim. 3 Nisan akşamı bir arkadaşım beni aradı ben de bu şekilde duyuruya katıldım. Açıklamanın hazırlanmasına katkıda bulunmadım. Onay verdiğim metinde 'Yüce Türk milleti' ve 'Aksi halde' ifadeleri var mıydı hatırlamıyorum' ifadelerini kullandı.
'METNİ GÖRMEDİM'
Sanıklardan Gürkan İnan da 'Söz konusu WhatsApp grubunda bugüne kadar hiç mesaj atmadım. Grupta paylaşılan metni görmedim. Söz konusu duyurunun yayınlanmasından önce emekli Amiral Ergun Mengi tarafından arandım. Montrö konusunda basın duyurusu şeklinde açıklama yapmak istediklerini söyledi. Ben de şu ana kadar kaç amiralin onayladığını sordum. 70-80 kişinin onayladığını söyledi. Ben de anayasal hakkımı kullanmaya karar verdim ve ismimin duyuruya yazılmasına onay verdim. Duyuruyu 4 Nisan'da basında gördüm. Görülen tepkiler üzerine Ergun Mengi'yi aradım. Kendisine konunun kamuoyunda yanlış anlaşıldığını söyleyip, 'Bu bir felakettir. Amacın en kısa sürede kamuoyuna açıklanması gerekir' dedim. Kendisi de 'En kısa sürede sizi bilgilendireceğim' dedi. Üzerime atılı suçu kabul etmiyorum' beyanlarında bulundu.
'SABAH YAYINLANACAĞINI BEKLİYORDUM'
Hasan Nihat Doğan ise işlemediği bir suçtan yargılanmaktan büyük üzüntü duyduğunu ifade ederek, 'Duyurunun yayınlanmasının ardından tamamen önyargı ile hakaret ve iftira kampanyası başlatılmıştır. Orduevlerine girişlerimiz yasaklanmış, pasaportum geçersiz kılınmıştır. Açıklamanın hazırlanmasına bir katkım yoktur. Açıklamada herhangi bir suç unsuru yoktur. Bu duyuru ile Anayasa tarafından korunan bir yurttaşlık hakkı kullanılmıştır' diyerek savunmasını yaptı. Bir diğer sanık Hayati Bilgiç de 'İnternet medyasında yer alan bir haberde bazı büyükelçilerin Montrö konusunda açıklama yaptıklarını görmüştüm. Montrö tartışmalarıyla birlikte bir amiralin cübbeli fotoğrafının medyada yayınlandığı dönemde Ergun Mengi bana telefon üzerinden ulaşarak emekli amiraller olarak duyuru hazırladıklarını söyledi. Kısa süre içerisinde okuduğum metinde suç unsuru herhangi bir şey görmedim. Yazıyı kimlerin kaleme aldığını bilmiyorum. Duyurunun ertesi sabah medyada yayınlanacağını beklerken gece damadımın araması sonrasında bu saatte yayınlandığını öğrendim. İsnat edilen suçlamayı kabul etmiyorum' dedi.
Sanıklardan Haluk Sayın da 'Duyuruyu 3 Nisan akşamı Ergun Mengi'nin attığı mesajla öğrendim. Duyuruda herhangi bir suç unsuru olmadığını değerlendirdim. Duyuruya imza atmamın birinci sebebi Montrö Sözleşmesine ilişkindir. İkinci sebep ise cübbeli amiralin medyada dolaşan fotoğrafıdır. Üniformanın böyle bir görüntüyle medyaya yansıması beni son derece üzdü.” diye konuştu. Tanzar Dinçer de savunmasında şunları söyledi: 'Yapılan açıklama bir bildiri ya da hükümete karşı bir muhtıra değildir. Ortada ne bir suç ne de bir suç için anlaşma vardır. Açıklamamızda Montrö Sözleşmesi ve askerliğin disiplin kurallarına uyulması konuları var. ADMEK-2 WhatsApp grubuna üye değilim ancak üye olsam bile bir şey değişmeyecek. Yayınlanan metinden 4 saat önce haberim oldu. Bugün olsa yine bu metinde ismimin yer almasına onay veririm.'
25.03.2022 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 20'nci Ağır Ceza Mahkemesi'nde pazartesi günü (21 Mart) başlayan ilk duruşmanın bugün devam eden oturumunda mahkeme ara kararını verdi.
Mahkeme heyeti, Cumhurbaşkanlığı'nın katılma talebini kabul etti, Milli Savunma Bakanlığı ile Bülent Gürkut'un müdahil olma taleplerini reddetti.
Savunma yapanların yurt dışı çıkış yasağı ve adli kontrol tedbirinin kaldırılmasına karar verildi.
Tutuksuz yargılamaların devamına karar veren mahkeme, duruşmayı 29 ve 30 Mart 2022'ye erteledi.
29.03.2022 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen davanın bugünkü 6'ncı celsesinde, emekli Tuğamiral Ali Sadi Ünsal savunma yaptı.
Savunmasının başlangıcında -nefes almakta zorlandığı için- ceketinin önünü açıp açamayacağını soran ve Başkan'ın izninin ardından konuşan Ünsal, öncelikle iddianamede bazı siyasilerin kendilerine yönelik tepkilerinin yer almasını şu sözlerle eleştirdi:
“Örneğin daha 2004 yılında Genelkurmay Başkanı, kuvvet komutanları, ordu komutanları ve tüm general/amirallere ‘siyasi iktidarın uyarılmasını' talep eden bir mektup gönderen MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'nin beyanlarına ihtiyaç duyulması çok yanlış değil midir? İddianame sadece bu yönüyle acı bir tebessümü hak etmiyor mu? Bir yanda ‘hocaefendisine' şükran sunan, bir yanda gerçekleri söyleme cesaretini gösteremediğini ikrar eden, bir yanda ‘fikir özgürlüğü' masalı anlatan Ahmet Davutoğlu'nun ciddiye alınarak, beyanlarına yer verilmemeliydi. İddianamede; 2013'te ‘Bu çalışmalara istikamet veren, ilham kaynağı olan çok değerli Fetullah Gülen hocaefendimize şükranlarımı sunmak istiyorum.' diyen DEVA Partisi Genel Başkanı Ali Babacan'ın tepkilerine yer veriliyor da dönemin Adalet Bakanı Abdülhamit Gül'ün açıklamalarına, yüksek yargı organları olan Yargıtay ve Danıştay'ın bildirilerine neden yer verilmiyor? Öte yandan CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, Saadet Partisi Genel Başkanı Temel Karamollaoğlu, Zafer Partisi Genel Başkanı Ümit Özdağ ve Yargıtay Onursal Başkanı Sami Selçuk gibi isimlerin duyuru hakkındaki tarafsız veya lehte açıklamalarına yer verilmemesi hukuka, tarafsızlığa uygun mudur?”
İddianamede; “tepkilerin büyüklüğü” ve “kahir ekseriyet” ifadelerinin kullanıldığını da hatırlatıp bunların nasıl ölçüldüğünü soran Ünsal, sosyal medyada Erdoğan başta olmak üzere önemli isim ve kurumların takipçi sayısı ile kendilerine gösterdikleri tepkiye gelen beğeni oranlarını tek tek karşılaştırıp, “Resmi Twitter hesabında 18.285.316 takipçisi olan Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın tepkisini beğenen sayısı 42.700, yani sadece yüzde 0.23'tür.” dedi.
Ünsal, yine iddianamede geçmişteki darbe ve müdahalelerden söz edilmesine şu sözlerle tepki gösterdi:
“1960 darbesinde bebektim. O darbenin bildirisini okuyan MHP'nin ilk Genel Başkanı Alparslan Türkeş'tir. Hesap sorulacaksa, MHP'nin şimdiki Genel Başkanı Bahçeli'ye sorulsun. 1971 Muhtırasında ilkokul, 1980 darbesinde Harbiye 4. sınıf öğrencisiydim. 28 Şubat sürecinde binbaşı, 27 Nisan e-muhtırasında da albaydım. Ne ilgim var, bunların hesabı bana niye soruluyor? 27 Nisan e-muhtırasında dönemin Genelkurmay Başkanı Yaşar Büyükanıt'a sorulmayan hesap niye bana soruluyor? Oturmuş, canı sıkılmış, yazmış. O makam aracıyla huzurlu hayat sürdü, bize cezaevi yolu gözüktü.”
Özel ve Akar'ı Eleştirdi
Kumpaslar döneminde çoğu askerin emekli edildiğini, cezaevinden çıkarken sadece 6 general ve amiral kaldığını, bunları da dönemin Genelkurmay Başkanı Necdet Özel'in Erdoğan'ı ikna ederek emekliye sevk ettiğini, yerlerine de kiralık katillerin geldiğini vurgulayan Ali Sadi Ünsal, “Ben ne yaptıklarımı anlatıyorum. Onların yapmadıkları da ortada.” diye konuştu.
Ünsal, Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar hakkında ise şunları söyledi:
“Hulusi Akar'ı tutuklu olduğumuz Hasdal Cezaevi'nin bağlı olduğu 3. Kolordu Komutanı iken tanımıştık… O dönem Korgeneral Hulusi Akar, Balyoz kumpasından tutuklanan amirallere, cezaevi müdürü ile kısa bir mektup yollamıştı. Mektubunda, ‘Değerli arkadaşlarım. Geçmiş olsun. Sizler görmek isterdim, ama izin vermediler. Biliyorsunuz, cezaevinin kuralları var. En kısa zamanda özgürlüğünüze kavuşmanız dileğiyle gözlerinizden öpüyorum.' ifadeleri yer almıştı. Kendileri, kendilerinin emrindeki cezaevine izin alamadığı için giremediğinden yakınıyor ve ‘kurallar var' diyerek de anlayış gösterilmesini istiyordu… Daha sonra da ziyarete gelen Tümamiral Soner Polat'a ‘İdari sorunlar (cezaevinde yaşanan sorunlar) her ne ise bir gün nasıl olsa çözülür. Bu nedenle sen Ankara'ya döndüğünde, Komutanlara işin özüyle ilgilenmelerini söyle. Bu arkadaşların oradan çıkarmanın bir yolu bulunmalı.' diyecek, Tümamiral Polat'ın, ‘Nasıl bir yol bulunabilir?' sorusuna ise, ‘Bilim ve fenni eğitimle öğrenebilirsin, ama Komutanlık sanatı fıtridir.' şeklinde cevap verecekti… Kendisinin ne demek istediğini anlamamız uzun sürmedi. Kumpas davalar hakkında peş peşe beraat kararları geldiği günlerde Genelkurmay Başkanlığı 29 Şubat 2016'de kamuoyuna bir açıklama yayımlayarak, başından itibaren kumpas davaların farkında olduğunu itiraf etti. Bu arada hâlâ TSK'de FETÖ üyeleri olmadığı (!) için hiçbir adım atılmıyordu… Biz ise Sessiz Çığlık'larda gelen tehdidi haykırıyorduk. Şu oldu; Genelkurmay hakkımızda suç duyurusunda bulundu, 3.5 ay sonra da 15 Temmuz yaşandı. Daha 3.5 ay önce, ‘Hiçbir yasa dışı, emir-komuta hiyerarşisi dışı oluşum ve/veya harekete taviz verilmesi söz konusu değildir.' açıklaması yapan ve aksini savunanlar hakkında suç duyurusunda bulunan dönemin Genelkurmay Başkanı Hulusi Akar, karargâh'ında esir alındı. 15 Temmuz'da kendilerinin karargâhı başta olmak üzere TSK'da bir kısım karargâhlarda/birliklerde yaşananlar utanç verici ve kapkara bir leke değil midir? İfade ettikleri, ‘Bilim ve fenni eğitimle öğrenebilirsin, ama Komutanlık sanatı fıtridir' yaklaşımını bu gerçeğin ışığında nasıl anlamalıyız? Bütün uyarılara rağmen toz kondurmadıkları, terfi ettirdikleri, görev sürelerini uzattıkları, çeşitli ortamlarda övgüler yağdırdıkları şahıslar TSK mensubu değil, FETÖ'nün kiralık katilleri çıkmıştı.”
15 Temmuz'un Sorumlusu Kim?
Ünsal, dönemin Genelkurmay Başkanlarına yönelik eleştirilerini şöyle sürdürdü:
“Ben yaptıklarımın/yapmadıklarımın hesabını verirken, ihanete karşı mücadele edip bedeller öderken, yıllarımı cezaevlerinde geçirirken, mesleğimden olurken bahse konu Genelkurmay Başkanlarının görevlerini bile ihmal etmedikleri nasıl söylenebilir? Anıtkabir'de görevli 2 subay şemsiye tuttukları için görevden alınıyor, görev yerleri değiştiriliyor da vatan toprakları bombalanıyor, halk kurşunlanıyor, gelinen aşamasının sorumlusu yok mu? Yıllar önce dönemin Kara Harp Okulu Komutanı olan Tümgeneral Doğu Aktulga'nın mezuniyet töreninde yapmış olduğu konuşmada yer alan şu sözlerinin ne kadar değerli ve önemli olduğu açıktır: ‘Atama ile lider olamazsınız. Kanunlar, yönetmelik ve yönergeler sizi lider yapmaz. Bu statüyü bilgi ve becerilerinizle büyük uğraşlar vererek, siz kendiniz yaratacaksınız.' 15 Temmuz bir neden değil, bir sürecin neticesidir. Sorumluların hesap vereceklerine, süslü ve hamaset dolu cümlelerin örtüsü altına saklanmaya çalıştıklarını görmezden gelemeyiz, kabul de etmeyiz. 15 Temmuz öncesi her şeyi toz pembe gösterip, ‘Her şey kontrolümüz altında' nutukları atanlardan, bugün aynı davranışları sergilediklerinde farklı neticeler beklenemez. Bunu anlamak için bir ihanetle daha yüzleşmeye gerek yoktur. FETÖ ile mücadele edenlere/bedel ödeyenlere, fedâkarlık edenlere, topluma katkı sağlayanlara cezaevlerinin yolunu gösterip, FETÖ ile işbirliği yapanlara/teslim olanlara makamlar vermenin erdemi olmaz. Bizlere, ‘Gerçeğin yanında yer almak bir komutanın ahlâki sorumluluğudur. Sakın unutmaya, mazeret bulmaya kalkmayın.' diye öğretildi. Gündemde Montrö konusu vardı. Bu konuda görüş bildirmek, elbette en çok biz Bahriyelilere düşen bir görevdi. Bu süreçte devletin aracını şahsi arabası gibi kullanan, üniformasının üzerine başka kıyafetler giyerek, üstlerine ve emrindekilere kendince mesaj vermek için fotoğraf çektirme cüretini de gösterip, meydan okuyan şahsın servis ettiği fotoğraflar basında çıktı. Belli ki, birilerine özenmiş ve bir boşluğu doldurmanın/kullanmanın öncülüğünü yapıyordu. Önceki benzerleri gibi dokunulmaz olduğuna inanmıştı. Bu eylem Türk Silahlı Kuvvetleri'ne yönelik bühtandı. Bunca yaşananlardan sonra yeterince ders alınmadığı gerçekti. ‘Aynı şeyleri yapıp farklı sonuçlar beklenemez' gerçeğinden hareketle, uzmanlık alanımızla ilgili toplumu bilgilendirdik. Hepsi buydu. Bizi anlayın, size yaranmaya çalışmıyorum. Benim fazla zamanım yok.”
Cübbeli Amiral Furkan Vakfı'ndan Olsaydı
Bu sözlerinin ardından, “O şahıs Furkan Vakfı/cemaati/grubunun karargâhında bu fotoğraf karesini verseydi, bugün içinde bulunduğumuz durum nasıl olurdu? Kıyamet kopacak ve bizim duyuruyu duyan-gören olmayacak, o şahıs da hâlâ tutuklu olacaktı. Aslında bu soru tek başına konunun özünü ve tehlikeyi yeterince anlatmıyor mu?” diye soran Ünsal, savunmasını şöyle tamamladı:
“Denizciler Mavi Vatan için gece gündüz çalışırken FETÖ yapılanmasının saldırıları karşısında yapayalnız bırakılmışlardır. Hak ve hukukları korunmamıştır. Bu görev ve sorumluk Genelkurmay Başkanlığı'nındır. Bu sorumluluğun yerine getirilmediğine inanıyorum. Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu ve Yönetmeliği masal mıdır? Masal değilse yaşadıklarımız nedir? Bu duyuruyu jeopolitik alanda yapılan hataların tekrar edilmemesi için, toplumu aydınlatarak yönetenleri sorgulamalarına katkı sağlamak ve Mavi Vatan'ın koruyucusu, kahramanı denizcilerimizin bizim yaşadıklarımızın benzerlerini yaşamamaları için imzaladım. Asla pişman değilim. Hiç olmazsa, iddianamede ‘rütbelerin sökülmesi' ifadelerine yer verilmemeliydi. Tarafsız ve adil hakim-savcılarımız kürsülerde bulunsun diye bedel ödeyen, bu kapsamda 3 yıl cezaevinde yatan, mesleği elinden alınan, maddi manevi kayıplar yaşayan, buna rağmen mücadeleden vazgeçmeyen bir Bahriyeli olarak kalbimi çok kırdınız. Bunun nedeni sanmayınız ki rütbelerimin sökülmesi. Bilmenizi isterim ki, ben zaten Balyoz kumpası kararları onandığında Er olmuştum. Makamlar, rütbeler ne kadar onurlu, haysiyetli, dürüst ve adaletli kalınabileceğinin sınandığı konumlardır. Ben çocuklarıma unvan ve rütbe değil onurlu bir geçmiş bırakıyorum. Er olmak şerefli bir iştir. Bu şerefi taşımaktan onur duyarım. Er olmayı bizleri küçültmek için kullanan bilinç yoksunlarının söylemlerine iddianamede yer verilmemeliydi.”
Montrö'yü İhlal Teşebbüslerini Yaşadım
Sanıklardan duruşmaya SEGBİS bağlantısıyla katılan emekli Tabip Tuğamiral Arif Vehbi Alpman da, “76 yaşındayım. 17 yıl önce emekli oldum. 52 yıllık doktorum, Nöroloji uzmanıyım. Emekli bir tabip amiralin darbe ile suçlanması komedi filmlerine bile konu olamaz. Çok masum bir bilgilendirmenin bildiri olarak nitelendirilmesini ve darbeyle ilişkilendirilmesini adaletsiz buluyorum. Ukrayna savaşı, metnin çok doğru ve yerinde olduğunu ve bu konuda haklılığımızı göstermiştir.” diye konuştu.
Emekli Tuğamiral Nazım Çubukçu ise Montrö ve cübbeli amiral konularında kamuoyunda paylaşılan temelsiz ve yanlış görüşlerin kendisini endişelendirip rahatsız ettiğini, zira topluma her iki konunun da önemi hakkında doğru bilgi verilmeyip sıradan bir olay gibi davranıldığına dikkat çekerek şunları söyledi:
“Yabancı ülkelerin birçok sözde masumane, insani, sosyal, askeri ve politik gerekçeleri bahane ederek Montrö'yü ihlâl etme teşebbüslerini yaşamış ve her teşebbüs altındaki esas amacı akamete uğratmış bir deniz subayı olarak bu konudaki temelsiz tartışmalara açıklık kazandırılması gerektiğini düşünüyordum. Sözkonusu duyuru, ölünceye kadar devam edecek mesleki sorumluluğumuzla yurdumuza ve milletimize karşılıksız hizmet aşkımızın yansımasıdır.”
Alpman, ''76 yaşında, sokağa çıkma yasağı bulunan birinin, dönem itibariyle darbe yapma iddiası çok üzücüdür. Rusya ve Ukrayna arasındaki savaşta da görüldü ki; Montrö konusundaki haklılığımız kesindir.. Makam aracı ve üzerindeki sarığı cübbesi ile cemaat evine giden amirale tepki verdiğim doğrudur. Emekli parlamenter ve Büyükelçilere yapılan ayrıcalık bize suç olarak isnat edilmiştir. Bizim açıkladıklarımızla bir bir örtüşen benzer konuşmaları Cumhurbaşkanı ve Hulusi Akar da defalarca yapmıştır. Top, tüfek ve tank ile yapılan darbelerin sadece bir denizaltı ile yapılacağı iddiası komedi filmlerine konu dahi olamaz'' diye konuştu.
Ata ve baba yadigarı 4 kuşak denizci bir aileden geldiğini ve buna dayanarak tepki verip duyuruya onay verdiğini söyleyerek söze başlayan Nazım Çubukçu ise, ''1999 Gölcük Depreminde üstlerimiz ve tersanelerimiz yeterince zarar gördü; üstüne de Ergenekon, Balyoz ve Kumpas davaları ile en güzide personelini kaybeden Deniz Kuvvetlerinin maddi ve manevi zararları telafi edilmediği gibi, şahsımca önümüzdeki 15-20 yılda da telafi edilecek gibi durmamaktadır'' derken, muhtıraların bir otorite ve yaptırım gücüne bağlı olduğunu; yaşlı, koruma gücü olmayan ve farklı şehirlerde yaşayan subayların bir muhtıra yayımlayıp darbe yapması mümkün müdür' diye sordu.
Barışçıl bir metnin, kamuoyuna kötü niyetli bir eylem olarak yansıtılıp karalanması konusundaki üzüntüsünü ifade ederken, siyasilerin eleştirileri üzerine niyet okunarak suç isnat edilmeye çalışıldığını; beraatini ve yurt dışına çıkış yasağının kaldırılmasını talep etti.
Bu Olay Kumpasın Devamı mı Rövanşı mı?
Bugünkü celsede savunma yapan son isim emekli Tuğamiral Turgay Erdağ oldu. Gözaltına alınmalarının üzerinden daha 1 yıl geçmeden yaşanan Ukrayna savaşının Montrö konusundaki hassasiyetlerinin ne kadar doğru olduğunu ortaya çıkardığını, bu duyuruyu yaptıkları için kendilerini kınayan birçok yetkilinin de şimdi Montrö'nün önemine işaret ettiğini belirten Erdağ, “Bu sonuç bir anlamda vicdanen beni rahatlatmıştır. Montrö duyurusu da zaten kamu menfaati hedeflenerek, kamuda farkındalık yaratmak için yapılmış bir açıklamaydı.” dedi.
Savunmasının devamında, barışçıl bir duyuru sebebiyle kendisine reva görülen davranışlara değinirken, bu dönemde yaşadıklarını Balyoz kumpası döneminde dahi yaşamadığını vurgulayan Erdağ şunları anlattı:
“Neden sabaha karşı bakıma muhtaç 90 yaşlarındaki anne ve babamın evinde, onların korku ve panik dolu bakışları önünde gözaltına alındım? O ihtiyarların gözyaşları ülkemize ne kazandırdı? Neden bütün suçun FETÖ'ye yüklendiği o karanlık dönemde bile yapılmayan yapıldı da bileklerime kelepçe takıldı? Bu olayın, kumpas döneminin devamı ya da rövanşı olarak algılanması mı istendi? Neden bir terör suçlusu gibi emniyette FETÖ ve PKK şüphelileri ile aynı hücrede günlerce nezarette tutuldum? Bir mesaj mı verilmeye çalışıldı? Neden ayağıma elektronik kelepçe takıldı? Neden yurtdışına çıkış yasağı kondu? Başka bir vatanım olduğu mu hayal edildi? 15 Temmuz öncesinde hemen her platformda, ‘Darbe olasılığı var, tedbir alın.' dediğimiz için o zaman TSK'yı yönetenler, bu açıklamaların TSK'nın mensuplarının moralini bozduğunu, onları rahatsız ettiğini belirtip hukuki işlem başlatıldığını açıklamıştı. Bugün de TSK'yı yönetenler emekli amirallerin bu açıklamasına ‘Bedeli neyse ödeyecekler.' diye teki gösterdi. Biz o zaman doğruları söylemiş ve bedelini ödemiştik. Bugün de doğruları söylüyoruz ve yine bedel ödemekle tehdit ediliyoruz. Bu tavır, yanlışta ısrar etmek değil midir? Ya 15 Temmuz öncesinde olduğu gibi yanlışta ısrar edilecek ya da ülkemiz için doğru olan yol seçilecektir. O karanlık dönemin bütün suçu FETÖ'ye yüklenmişti. Peki bugün yaşadığımız hukuksuzlukların sorumluluğunu kim üstlenecek? Biz geçmişte ne yaşadık? ‘Darbe yapacaklardı.' diye suçlandık, üretilmiş sahte delillerle hapishanelere atıldık, TSK'dan tasfiye edildik. Peki darbe kalkışmasını kim yaptı? ‘Darbe yapacaklardı.' diye bizi suçlayan zihniyet yaptı. Şimdi aynı suçlamayla karşı karşıyayız. Geçen sefer yapılacak olan bir darbeye engel olmak için bizi yok etmek istemişlerdi. Bu sefer emekli olmamıza rağmen neye engel olarak görüldüğümüzü çok merak ediyorum. Bu duyuru nedeniyle yargılandığımızı düşünmüyorum. Bu dava bir insan hakları ve demokrasi davasıdır. Mahkeme, Anayasa'da yazılı bir hakkı kullandığım için benimle ilgili bir karar vermeyecektir. Verilecek karar, başka konularla ilgili olacaktır. Mesela ülkemizde Anayasa'nın yürürlükte olup olmadığına, emekli amirallerin de diğer vatandaşlar kadar eşit ve özgür olup olmadıklarına, ülkemizde demokrasinin olup olmadığına, Anayasa'ya bağlılığın ve vatanseverliğin suç olup olmadığını karar verilecektir.”
Avukatların savunmalarının ardından, ara karar verilmeden geri kalan sanıkların 30 Mart 2021 Çarşamba günü saat 10.00' da dinlenmesine ve duruşmanın ertelenmesine karar verildi.
30.03.2022 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 20. Ağır Ceza Mahkemesi'ndeki duruşmaya, bazı tutuksuz sanıklar ile avukatları katıldı.
Sanıklardan Ahmet Serdar Akınsel, savunmasında, Montrö Boğazlar Sözleşmesi'ne ilişkin tartıştırmalar nedeniyle görüşlerini kamuoyuyla paylaşmak için dava konusu açıklamayı yaptıklarını belirtti.
Açıklamanın, fikir ve ifade özgürlüğü kapsamında değerlendirilmesi gerektiğini belirten Akınsel, suç işleme amacıyla hareket etmediklerini söyledi.
Suçlamaların soyut iddialara dayandığını kaydeden Akınsel, beraat talebinde bulundu.
Sanık avukatlarının beyanlarının alınmasının ardından ara kararı açıklayan mahkeme, dün ve bugün savunma yapanlar hakkındaki yurt dışına çıkış yasağı şeklindeki adli kontrol hükmünün kaldırılmasına karar verdi.
Sanıklardan Ali Sadi Ünsal, Arif Vehbi Alpman, Nazım Çubukçu ve Turgay Erdağ dün savunmalarını yapmışlardı. Böylece geçen hafta görülen duruşmada savunmasını tamamlayan 24 kişi ile birlikte adli kontrol tedbiri kaldırılan sanık sayısı 29 oldu.
Duruşma, 27 Haziran'a ertelendi.
Muhtıracı 103 Amiral davası manşetlerimiz
(09 Haziran 2022, 15:56)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: