ÖZEL HARP DAİRESİ KONTRGERİLLA MI?
28 Ocak-9 Şubat 1995, Akit gazetesi, yazı dizisi - Bu bölümde, Özel Harp Dairesi'nin kontrgerilla örgütünün kendisi ya da
onu perdeleyen bir teşkilat olduğunu ileri süren iddialar aktarılacaktır.
Aslında 'Deliller' sayfası ile bu sayfa birbiri içine sıkı sıkıya
geçmiş durumdadır. Çünkü, kontrgerillanın varlığına inananlar, adresi
olarak da büyük çoğunlukla ÖHD'yi göstermektedirler. Bu yüzden bu iki
gruba ait iddiaları ayrı ayrı ortaya koymak güç olsa da, böylesi daha
uygun görüldüğünden bu iddialar mümkün olduğunca ayrı ayrı bölümlerde
toplanmaya çalışılmıştır. Kimisine göre ÖHD masumdur, sadece bazı
elemanları teröre bulaşmıştır. Kimisine göre de ÖHD kontrgerillanın
kendisidir. Genelkurmay brifingindeki "din devrimine de karşıdır" cümlesi
de bu kanıyı çağrıştırıyor. Her neyse...
Özel Harp Dairesi Anasayfa |
Özel Harp Dairesi manşetlerimiz |
TBMM tarafından hazırlanan ÖHD raporu
Özel Harp Dairesi teknik bilgiler ve tarihçe |
Görevli subayların anlatımlarıyla Özel Harp Dairesi
Özel Harp yarbayının ses kaydı ÖHD ve Ergenekon bağlantısını tartışmaya açtı
CUMHURİYET, 22 KASIM'90, İlhan Selçuk'un yazısından:
"..Genelkurmay'a bağlı bir "ÖHD"nin kurulması ve geliştirilmesi
doğal sayılmalı... Sorun bu değil. Nedir sorun? Türkiye'de çeyrek yüzyıldan
beri terör sürüyor. Kimi zaman "kent gerillası", kimi zaman
"kır gerillası" gibi adlarla da anılan terörün "iç savaş"a
doğru tırmanan boyutlar kazandığı da oldu. Terör nedeniyle ülke iki kez
askeri darbeye itildi. Ne var ki ne sıkıyönetim dönemlerinde, ne de doğrudan
askeri yönetimde terörün önü alınabildi, kökü kazınabildi. Bu nedenle
ülkenin ileri gelen hükümet adamları, politikacıları, aydın çevreleri
ile birlikte geniş bir kesimin kuşkusu gün geçtikçe büyüyor: Türkiye'deki
terör, devlet içinde yuvalanmış bir terör örgütü eliyle mi yürütülüyor?
"Özel Harp"in Türkiye'deki talimnamesi, "FM 31-15 rumuzlu
Amerikan Talimnamesi"nden harfi harfine çevrilerek benimsenen "ST
31-15" simgeli bir kitapçık... Askerlik sanatında ilerlemiş ülkelerde
yayımlanan talimnamelerden yararlanmak doğaldır. Ne var ki 1964'te Türkçeye
çevrilerek bizim orduya dağıtılan Amerikan özel harp talimnamesi, yalnız
"teknik" değil, "ideolojik" temelleri de saptıyor; bu
"ideolojik esaslar" bizim subayımız ve askerimize belletiliyor, bir
tür beyin yıkanıyor; düşmanımızı Amerikan gözlükleriyle görmeye başlıyoruz.
Ancak bu da yetmiyor; bizdeki ÖHD'nin parasal ödeneğini Amerika veriyor.
Genelkurmay'ın ÖHD'si, CIA kaynaklı ödenekle mi çalışacak ve yurdu
koruyacak?.. Çeyrek yüzyıldan beri teröre kurban giden önemli kişilerin
katilleri bulunamıyor. 1960'lar, 1970'ler ve 1980'lerde işlenen en büyük
cinayetlerin "failleri meçhul"dür. Bugünkülerin üstünü de bir
sis perdesi örtmüştür. Kuşkular büyüyor, sorunun işareti kasap çengeli
gibi kıvrılıyor. ÖHD'ne bağlı sanılan kimi kuvvetler, terör eylemlerini
yönetip yönlendiriyorlar mı? Katiller neden bulunamıyor? Devlet içinde
yuvalanmış bir "gizli" örgüt, askeri darbe ortamı hazırlayıp
orduyu istenmeyen bir yükümlülüğe itmek için planla, programla terör
etkinlikleri mi körüklüyor?"
CUMHURİYET, 17 KASIM'90, Ecevit şunları diyor:
"..Özellikle 1977 yılında çok ilginç bazı olaylar oldu. Çok kuşku
uyandırıcı, karanlık olaylar oldu. Bunların en önemlisi kuşkusuz, 1 Mayıs
1977'de Taksim Alanı'nda, 30'u aşkın insanın ölümü ile sonuçlanan olaydı.
Bu gözler önünde yapılan bir kışkırtma sonucu çıkmış bir olaydı. Kışkırtmanın
nereden, kimlerden geldiği, herkesin gözü önünde cereyan ettiği için
belliydi. Ve ciddi olarak üstüne yüründüğü taktirde bu olayın sorumlularının,
kışkırtıcıların mutlaka ortaya çıkması gerekirdi.
Biz o sırada ana muhalefet partisiydik. Bu olayları soruşturmak için bir
araştırma komisyonu kurduk. Ama bir noktadan sonra izler kayboluyordu. Adeta
bir bilgi boşluğu ile, direnişlerle karşılaşıyorduk. Yıllarca üzerinde
durduğumuz halde, olayın içyüzü anlaşılamadı. O olayın faillerinin
saklanmak istediği daha ilk günlerden itibaren belli olmuştu ve çok acayip
bir şekilde tezgahlanan bir olay olduğu görülüyordu. Onun için benim aklıma
bir olasılık olarak bunun, Özel Harp Dairesi'nin sivil uzantısıyla bir bağlantısı
olabileceği olasılığı geldi... Ve bunu Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk'e
bildirmeyi, bu kaygımı sunmayı görev bildim. Kendisiyle görüşerek Özel
Harp Dairesi ile ilgili bilgileri aktardım. Taksim olayının arkasında bu
kuruluşun sivil uzantısının bulunabileceğini söyledim. Korutürk bunu
benden yazılı olarak da istedi. Korutürk, bu konuyu dönemin Başbakanı Süleyman
Demirel'e de açmış. Demirel buna büyük tepki gösterdi."
Taksim olaylarının, 1977 seçimleri öncesinde "muhalefeti toplantı
yapamaz ve halkı toplantılara katılamaz hale getirebilmek amacını güdüyor
olabileceğini" vurgulayan Ecevit, kendisine 29 Mayıs 1977 tarihinde İzmir'de
yapılan suikast girişimi ile ilgili olarak da şunları anlattı:
"Arkadaşımız Mehmet İsvan'ı yaralayan silah, anlaşıldı ki
balistikte çalışan uzmanların da görmediği, varlığından haberdar olmadığı
son derece tehlikeli bir füze. Bacağının, dizkapağının içinde parçalanmış
arkadaşımızın vücudunu zehirliyor. O füzenin parçalarını çıkarttı
doktorlar. Bazı emniyet görevlileri ısrarla o parçaları doktorlardan almak
istediler. Ama doktorlar vermemişler.
Anlaşıldı ki güya bizi korumakla görevli bir polis, otobüsün yanı başında,
onun silahından çıktı. Bizlerin ısrarlı takibi ve balistikte çalışan
arkadaşların objektif çalışmaları sonunda ortaya çıktı.
Evvela Türk polisinin elinde ve Türkiye'de böyle bir silah bulunmadığı
iddia edildi. Sonra bu silahtan bulunduğu fakat bunun gizli olduğu, çok
tehlikeli olduğu ortaya çıktı. Fakat yıllardır üstünde durduğumuz,
izini sürmeye çalıştığımız halde 'kim o silahı vermiştir, nasıl vermiştir,
bu kadar gizli bir silah, nasıl bir koruma görevlisine verilebilir', bütün
bunlar ortaya çıkmadı ve bir noktadan sonra izler kayboldu. O polis de
kurtuldu göz göre göre, olaydaki rolüne rağmen. Bu olay bende Özel Harp
Dairesi çağrışımı yaptı."
Haziran 1977 seçimlerinden birkaç gün önce Süleyman Demirel'in
kendisine, CHP'nin Taksim'de düzenleyeceği bir miting sırasında Sheraton
Oteli'nin çatısından ateş açılacağına ilişkin bir mektup gönderdiğini
anımsatan Bülent Ecevit, 1978 yılında iktidara gelince bu konuyu araştırdığını
söyledi. Ecevit sözlerini şöyle sürdürdü:
"Ben 1978'de hükümeti kurduğumda, merak ettim, dosyalardan arattım,
neye dayanarak Sayın Demirel bana bu uyarıyı yaptı diye. İmzasız,
antetsiz, üzerinde hiçbir örgütün işareti bulunmayan bir kağıt
getirildi. Orada bu bilgi veriliyor. Ne Emniyet Müdürlüğü, ne MİT, hiçbir
şey. Ve görünüşe göre sorulmamış da kim verdi bu bilgiyi diye. Ve bizim
öğrenmemiz de mümkün olmadı. Ve bu da bende gene Özel Harp Dairesi çağrışımı
yaptı."
MİLLİYET, 15 KASIM'90, "Yerli "Gladio", kontrgerilla":
Eski Genelkurmay Başkanlarından Emekli Tümgeneral Celil Gürkan 70'li yıllardaki
kontrgerilla tartışmaları sırasında şöyle diyordu:
"ÖHD'nin müspet düşünen kimseler için varılmak istenen amaç doğrultusunda
çalıştığına kani değilim. Çok çarpıtılmıştır."(Milliyet,13 Şubat'78)
MİLLİYET, 16 KASIM'90, Talat Turhan'la röpörtajdan:
"Soru : "Yani siz, kontrgerillanın adresi ÖHD'dir mi
diyorsunuz?"
Turhan: "Şimdi bakınız, kontrgerilla lafını ilk kez Erenköy görevlilerinin
çıkardığını söyledim. Onlar gerçekten ÖHD'nin adamları mıydı? Bu
sorunun kesin yanıtı henüz verilmiş değil. Yalnız, eskiden beri bir iddiam
var. Bir örgüt, eğer kendini temize çıkarmak isterse, adına yasadışı
kirli iş yapanlardan hesap sorar. Bakıyoruz, Erenköy görevlileri hala
etkinliğini sürdürüyor. Devletin ya da ÖHD'nin, kendi adına kirli iş
yapmamışlarsa, bunlardan hesap sorması gerekirdi."
Soru : "ÖHD'nin kuruluş amacı neydi?"
Turhan: "ÖHD, bir düşman istilasına karşı memleketi korumak ve
milli direnişi örgütlemek, yardımcı olmak amacıyla kuruldu. Bir örgütün
kuruluş amacı kutsal olabilir. Ama devlet adına yeraltı örgütü kurarsanız,
o sizin elinizden kayar ve yeraltının hertürlü pisliğine bulaşır. Türkiye'de
20 yıldan beri olan karanlık ve herkesin kafasını bulandıran bu olayları
kim yaptı?"
Soru : "Siz, 'Savunma-1' adlı kitabınızda, ÖHD'ye ait resmi
talimnameden bazı bölümleri yayınladınız. Yayınlanan bölümlerde bu örgütün,
adam öldürme de dahil hertürlü kanunsuz işi yapabileceği belirtiliyor. Nasıl
olur bu?"
Turhan: "..Yani Sahra Talimnamesi-31'e göre gayrı nizami harp unsurları
yerüstü ve yeraltı olmak üzere iki gruptan müteşekkil. Yeraltı grubu, işte
bu bahsedilen ve bütün NATO ülkelerinde ortaya çıkarılmaya başlanan örgütün
kendisidir. Baktığınız zaman bu örgütün içinde ne var? Köye kadar inmiş
bir örgütlenme bu. İstihbarat birimleri, sabotaj birimleri, cinayet birimleri
var. Bakınız faaliyetleri arasında neler var? Resmi talimnameden aynen
okuyorum: 'Adam öldürme, bombalama, silahlı soygunculuk, işkence, kötürüm
haline getirme, adam kaçırmak suretiyle tedhiş ve olayları tahrik, misilleme
ve rehinelerin alıkonulması, kundakçılık, sabotaj, propaganda ve yalan
haber yayma, zorbalık, şantaj.' Ve yine talimnamede bu örgüt için şöyle
bir ayrıcalık var. Yine resmi talimnameden aktarıyorum: 'Bir gayrınizami
kuvvetin yeraltı unsurları kaide olarak kanuni statüye sahip değillerdir.'"
Soru : "Nasıl olur? Resmi bir kuruluş kanuna nasıl tabi olmaz?"
Turhan: "Ben bunları 17 senedir söylüyor ve yazıyorum. Bugüne kadar
kimse çıkıp da bu söylediklerin yanlıştır diyemedi. Diyemez, çünkü
bunları devletin resmi yayınlarından aktardım."
Soru : "Türkiye'de bu talimnameyi kim yayınladı?"
Turhan: "Söz konusu ettiğim ST-31.15 nolu kontrgerilla talimnamesini
Kara Kuvvetleri Komutanlığı yayınladı. Girişinde de, o zamanki komutan Ali
Keskiner'in imzası var. Anayasal bir ülkede, resmi bir gizli örgüt cinayet işler
diye yazarsanız, suçlusunuzdur. Adamı mezardan çıkarıp asarlar. Sadece
Kara Kuvvetleri sorumlu olmaz. Devrin Genelkurmay Başkanı Cevdet Sunay da,
devrin Başbakanı S. Demirel de bundan sorumludur. Bugün 'vardır-yoktur' diye
lafı gevelemekle olmaz bu iş. Olay bu boyutta... ST-31.15 talimnamesinde bir
yeraltı örgütü var. O yeraltı örgütünün yapacağı işler arasında
adam öldürme de var. Öldürülenin sağcı ya da solcu olması farketmez.
Yeter ki cinayet bu örgütün amacına hizmet etsin. Şimdi, devlet içindeki
bir örgütün kuramında adam öldürme varsa ve o ülkede faili meçhul siyasi
cinayetler işleniyorsa, kuşkunun birinci odağı bu örgüt olur."
CUMHURİYET, 17 KASIM'90, Uğur Mumcu'nun yazısından:
"..ST 31-15 Kara Kuvvetleri Sahra Talimnamesi, özel harbi soğuk savaş
dönemlerinde de geçerli bir savaş yöntemi olarak kabul eder. Konunun can alıcı
noktası da budur... "Gayrı nizami kuvvet" nedir? Sıkıyönetim dönemlerinde
gözaltına alınan sanıklar eğer "gayrı nizami hareket" üyeleri
ve yandaşları olarak görülüyorsa, sorun işte bu noktadan kaynaklanır.
Sorun, kendilerini "kontr-gerilla" örgütü olarak tanıtan asker ve
sivil sorgucuların sıkıyönetim dönemlerindeki etki ve yetkileridir. ÖHD görevlileri
bu sorgularda görev aldılar mı, almadılar mı? Sorun budur. Sorun, ÖHD'nde
görev alanların savaş ve işgal dışında görev yapıp yapmadıklarıdır...
Özel Harp bir Sovyet saldırısı karşısında kullanılmak üzere sivil halkı
işgale karşı örgütlemeyi amaçlayan NATO destekli bir askeri kuruluştur.
12 Eylül öncesi ve sonrasında ele geçen, sayısı 804 bin 197'yi bulan silahın
onda dokuzu NATO ülkelerinde üretilen silahlardı. Bu olgu bile yaşadığımız
ve daha da yaşayacağımız olaylarda ipucu olmalıydı."
Kaş Yapayım Derken Göz Çıkardın Netekim!
Özel Harp Dairesi üzerinde kuşkuların yoğunlaşmasına en büyük katkılardan
birini, belki de istemeyerek, eski Genelkurmay Başkanı Kenan Evren, aşağıya
alıntılanan iki açıklamasıyla yapmıştır. Anılarının 431. sayfasında
Demirel'le 5 Mayıs 1980 günkü görüşmesini şöyle aktarıyor:
"..(Demirel) Özel Harp Dairesi'ndeki personeli teröristlerle mücadelede
kullanmamızı ve onlarla çete savaşı yapmak suretiyle öldürülmelerini,
vaktiyle de bu teşkilatın böyle kullanıldığını söyledi (1971 Sıkıyönetim
dönemindeki Kızıldere olaylarında kullanılan personeli kastediyordu). Bu
hal tarzına şiddetle karşı çıktım. Büyük emeklerle kurulan bu teşkilatın
görevinin bu olmadığını, vaktiyle yanlış kullanıldığını, ben
Genelkurmay Başkanı olduktan sonra Özel Harp Teşkilatını esas görevine yönelttiğimi,
tekrar kontrgerilla söylentilerinin ortaya atılmasına müsade edemeyeceğimi
söyledim.."
26 Kasım 1990 günü "Hürriyet"te yayınlanan bir demecinde ise
Evren, açıklamalarını daha da ileri götürüyor:
"Benim Genelkurmay Başkanlığım sırasında, dönemin Başbakanı Süleyman
Demirel bana geldi. Özel Harp Dairesi'nin anarşi ve terörle mücadelede
kullanılmasını istedi. Ben 'Olmaz' cevabını verdim. Demirel, 'Ama 1971'deki
sıkıyönetim döneminde bu amaçla kullanılmıştı' dedi. Ben yine
kullanamayacağımı söyledim. Kanaatim o ki, Genelkurmay Başkanlığım sırasında,
bu teşkilat görevi dışında kullanılmadı. Ama belki, bana intikal
ettirilmeden, bazı yerlerde gayrı resmi olarak teşkilattan bazı kişiler bu
işe bulaşmış olabilir. Bunu bilemem."
Sayın Evren, Özel Harp Dairesi'ni asıl amacına yönelttiğini söylüyor,
yani daha önce sapmalar varmış, bu biir...
Yine Sayın Evren, Genelkurmay Başkanı iken Özel Harp Dairesi'nin resmen görev
dışı kullanılmadığını, ama gayrı resmi olarak ve teşkilattan bazı kişilerin
bu işe bulaşmış olabileceğini kabul ediyor, bu ikii...
Şimdi bu iki açıklama akla şunları getiriyor:
1. Evren, Genelkurmay Başkanı olmadan evvel ÖHD anarşik olaylara ve hem
de resmen bulaşmış. Bunların ne olabileceği o kadar önemli değil. İster
sol ideolojinin halkın gözünden düşmesi için - ki ÖHD için bu, vatani
vazifedir, yani kutsal bir iştir - sol adına terör eylemleri düzenlenmiş
olsun - ki banka soymaktan bombalamaya, adam öldürmekten kahve taramaya kadar
her türlü terör eylemi olabilir-, ister Ecevit'e suikast girişimleri
olsun... Nasıl olsa bir seçimle Ecevit veya sol tasfiye edilemeyecekti. Yani
"seçimlerden fayda umulmuyordu"!.. Şimdi kalkıp da kim bu olayların
ardında şu teşkilat bu teşkilat var deyip de resmen ispat edebilir?.. Çünkü
bunları yapanların amacı vatanı savunmaktır. Bu tip insanlar tüm devlet
kademelerine, kurum ve kuruluşlara, özel ve devlet sektörüne kök salmışlardır.
Tüm bunlara rağmen bu olayı, kontrgerillayı ortaya çıkarmak bugünkü
iktidarlar için imkansızdır Türkiye'de. Çünkü İtalya'da bile, Cumhurbaşkanı
Cossiga Gladio konusunda ifade vermekten kaçındı. Türkiye'de ise değil
Cumhurbaşkanının ifade vermesi, savcı beylerin kontrgerilla konusunda yazılan
ve söylenenleri ihbar kabul edip soruşturma başlatması dahi söz konusu
olmamaktadır!..
2. Evren Genelkurmay Başkanı iken bile, ÖHD'den bazı kişiler anarşik
olaylara karışmış olabilirler. Ve bu da Genelkurmay Başkanı olan
kendisine, yani en üst komutanlarına intikal ettirilmemiştir!.. En üst
komutanları dahi - tamamen olmasa bile - bu daireden bazı kişilerin teröre
bulaşmış olabileceğini ifade ediyor!.. Normal vatandaşlarca bazı şeyler
iddia ediliyordu da, bazı çevreler hep, 'bunlar maksatlı iddialar, belli bir
ideoloji mensuplarının iddiaları... Amaçları orduyu yıpratmaktır vs.
vs...' diyorlardı. Ya Evren'in sözlerine ne diyorlar? En üst komutanları
bunu söylüyorsa, ÖHD'den bazı kişilerin teröre bulaştığı kabul
edilmelidir.
DEMOKRASİNİN SONBAHARI, Cüneyt Arcayürek, S.371:
CHP'nin eski Milli Savunma Bakanı Hasan Esat Işık, Cüneyt Arcayürek ile
yaptığı görüşmede şunları söylüyordu:
"..Fikir planında geçerli ve doğru. Kontrgerilla her ülkede var...
Yalnız şu durumlar var: 1- Fikri ABD vermiş. 2- Finansmanını yapmış. 3-
Bu örgüte sızmalar olmuş. Bu sızmalar, Pentagon'dan başlar CIA'nın sızmasına
kadar sürer."
Bu Bölüm 01 Ağustos 2008 tarihinde eklenmiştir.
ÖZEL HARP DAİRESİ HAKKINDA TEKNİK BİLGİLER:
Kurtuluş Karadeniz
http://www.kibris1974.com/ozel-kuvvetler-komutanligi-t12222.html
İkinci Dünya Savaşının ardından başlayan kutuplaşmalar devletlerin güvenlik
açısından yeniden organize olmalarını gerektirmiştir.Bu gereksinimler
özellikle soğuk savaş döneminde ordularında kendi bünyesi içinde asimetrik
tehditleri analiz edip karşı koyabilecek yeni birimler oluşturmasını
sağlamıştır. Bu maksatla 1952 yılında dönemin Yüksek Savunma Kurulu'nun
kararıyla Milli Avcı Birlikleri kurulmuştur.Kuruluş aşamasında özellikle
Amerika Birleşik Devletleri'nin desteği alınmış birliğin temel eğitimi ve
teçhizat ihtiyacı A.B.D.den karşılanmıştır, Kurulduğu dönemde görevi kabaca,
silahlı kuvvetlerin düşman hatları ötesindeki faliyetlerini kolaylaştıracak
çalışmalar yapması olarak belirlenmiştir,bu kaba tanımlama kısaca ordunun
ihtiyaç duyduğu istihbarat bilgilerinin toplanması ve cephe ötesinde
belirlenen kilit operasyonlarda görev almak olarak açıklanabilir.İlerleyen
zaman içerisinde Milli Avcı Birlikleri gelişimini modern çağın gereklerine
uygun olarak sürdürmüş ve Türk Silahlı Kuvvetleri'nin reorganizasyonu
kapsamında 1992 yılında Özel Kuvvetler Komutanlığı adını almıştır.
Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın Görevleri
Özel Kuvvetler Komutanlığı sıcak çatışma,asimetrik tehditlere karşı
koyma,düşman hatlarının ötesinde istihbarat toplama,düşman derinliklerinde
özel harekat,arama-kurtarma gibi görevlerin yanı sıra seferberlik ve savaş
hallerinde halkın örgütlenmesi silahlandırılması ve kontrolü gibi görevler
üstlenir.
Özel Kuvvetler Komutanlığı Personelinin Genel Özellikleri
Özel Kuvvetler Komutanlığı'nın personel ihtiyacı gönüllülük esasına göre
kıtalardan ve sınıf okullarından karşılanır. Subay ve astsubaylardan oluşan
personelin seçiminde ağır görev şartlarına uyum sağlayabilecek bedeni ve
fikri yeteneğe sahip kişilerin aranması esas alınır. Özel Kuvvetlere seçilen
her personel 42 ay sürecek zorlu eğitim sürecini başarıyla tamamladığı
takdirde bu komutanlık bünyesindeki özel birliklerde görev almaya hak
kazanır.
Halk arasında Bordo Bereliler olarak bilinen bu birliğin mensupları
üstün savaş yeteneklerine sahip şartlar ne olursa olsun verilen görevi
yerine getirme konusunda uzman politik ve ekonomik konuları çok yakından
takip eden gerektiğinde diplomatlık görevi üstlenebilecek kadar devlet-dünya
siyasetine yakın,farklı kültürlere çok kolay adapte olabilen bunun yanında
komando, paraşüt, hayat-ı idame,su altı savunma-taaruz istihbarat
konularında uzmanlaşmış elit askerlerdir.
Yurt içinde 72 haftalık temel nitelik kursu gören personel, akabinde ihtisas
alanına göre 10-52 hafta arasında değişen yurt içi ve yurt dışı ihtisas
eğitimi alır.Bu süre zarfında aldıkları eğitimler şunlardır;
-Muharebe temel eğitimi
-Göğüs göğüse muharebe
-Uzak mesafeli keşif devriye
-Sızma
-Teşhis- tanıma ve tanımlama
-Hayatı idame
-Kaçma kurtulma
-Hedef tarifi - Ateş tanzimi
-Psikolojik Harekat
-Tahrip
-Paraşüt
-Kurbağa adam
-Gayri nizami savaş
-Özel harekat türleri
-Yer ekip komutanlığı
-Tahrip teknikleri - mayın ve bubi tuzakları
-İlk yardım
-Cerrahi müdahale teknikleri
-Mühimmat imha
-Hafif ve ağır silah uzmanlığı
-İstihbarat uzmanlığı
-Muhabere kursları
-Psikolojik harekat kursları
-Ranger
-Hava İndirme
-Sivil İşler
-Halkla İlişkiler
-En az bir yabancı dil eğitimi
-Yöresel dil ve kültürel eğitimler
Ayrıca 2000 yılında Özel Kuvvetler Komutanlığı bünyesinde kurulan Doğal Afet
Arama Kurtarma (DAK) birliği her türlü doğal afetde arama-kurtarma
faliyeti icra edecek kabiliyete sahiptir.DAK timleri yurdun her köşesine 3
saat gibi kısa sürede ulaşıp afet bölgesinde hem halkın güvenliğini
sağlayacak çalışmaları organize eder hemde elindeki modern cihazlarla
arama-kurtarma çalışmalarda yer alır. Bordo Bereliler, ileri teknoloji ürünü
cihazlar ve silah sistemleri ile donatılmış üstün eğitim ve esnek bir komuta
sistemine sahip çok maksatlı bir kuvvettir.
ÖZEL HARP DAİRESİ’NİN BAŞLANGIÇTAN GÜNÜMÜZE TARİHÇESİ
Gök Yeleli Bozkurt
http://www.kibris1974.com/ozel-kuvvetler-komutanligi-t12222.html
İkinci dünya savaşı İtalya ve Nazi Almanya’sının yenilgisinin yanı sıra,
Amerika’nın atom bombası atarak Hiroşima ve Nagazaki’de gerçekleştirdiği
kitlesel ölümle son buldu derken ikinci dünya savaşını patlayan bu
bombalarla ortaya çıkan soğuk savaş takip etti. Bu savaşın temelinde, Doğu
Avrupa ülkelerinin de komünizmi tercih etmesi ve Amerika’yı Sovyetler
Birliği’nin yanı sıra komünizmin de tehdit etmesi yer aldı. ABD, Sovyetler
Birliği ile işbirliğine gitti hatta kontrolü altına alarak tehdidi bire
indirdi ama komünizmin Batı Avrupa ile sınırlı kalmayıp Afrika ve Asya
ülkelerinde de hızla yayılması tehdidin ne kadar büyük olduğunu gözler önüne
seriyordu. Amerika, düşmanın önünü kesme yolunu istihbarat örgütleri ve
gizli ordular oluşturarak bunları kullanmakta buldu. Nitekim Ulusal Güvenlik
konseyi NSC ve Merkezi haber alma teşkilatı CIA ’yı kurdu. Aslında
Amerika’nın stratejik hizmetler bürosu OSS isimli bir istihbarat merkezi
mevcuttu ama artık komünizm isimli bir düşman vardı ve Amerika’nın gerekirse
örtülü operasyonlar yapabilecek bir gizli servise ihtiyacı vardı.Bu amaçla
CIA kuruldu ve komünizm ile savaşta ana rol CIA ‘ya verildi.
Bu gizli orduların oluşturulma fikri ise Nazi subayı olan Reinhard Gehlen’e
aitti. Gehlen’e göre Hitler’den sonra komünizm ile sadece Amerika baş
edebilirdi. Bu amaçla 1945’te Amerika’ya teslim oldu. Kızılordu ve Stalin
hakkında bir takım belgeleri sundu ve 129 sayfalık bir sunum verdi.
Gehlen’den etkilenen Amerika, Gehlen’i CIA ‘nın başına geçirilen Allen
Dulles ile temasa geçirdiler. Gehlen’in kuracağı gizli ordu Almanya da yeni
bir hükümet kurulana kadar Amerika tarafından finanse edilecekti.
Gehlen, gizli ordularını kurmakla meşgulken gitgide yayılan komünizm
Amerika’yı her geçen gün daha da korkutmaktaydı. Bu amaçla stratejik
noktalarda bulunan ülkeler ile işbirliği arayışındaydı ve akla gelen ilk
isim Türkiye idi. Soğuk savaşın başlamasıyla Amerika’nın Türkiye’ye askeri
ve maddi yardımı da başladı. Amerika’nın asıl amacı Sovyetler Birliği’ne
karşı Türkiye’yi tampon bölge yapmaktı. 5 ekim 1947 de genel kurmay başkanı
Salih Omurtak başkanlığındaki heyet Amerika’ya gönderildi. Bu görüşme bir
dönüm noktası oldu. Alınan karar Türk subaylarının Amerika’ya gönderilip
komünizme karşı gerilla eğitimi alması.
Türkiye’de solculara karşı olan baskı gittikçe artarken Alparslan Türkeş ve
Turgut Sunalp’in liste başı olduğu ekip özel harp eğitimi görüyordu. Bu
sırada subaylarını Amerika’ya eğitime gönderen Türkiye NATO’ya girmek
istiyordu. Yalnız Türkiye’nin ilk talebi kabul edilmedi ama ısrarcı davranan
Türkiye talebini sürekli yeniliyordu. Tam bu sırada Amerika yanlısı Kuzey
Kore 38. paralelde yer alan Güney Kore topraklarına girdi. Bu Türkiye için
Amerika’ya yaranmak adına eşsiz bir fırsattı. 25 Temmuz 1950’de Tuğgeneral
Tahsin Yazıcıoğlu komutasında bir tugay gönderildi. Bu sırada Güney Kore’de
gönüllü olarak askere katılan 2000 Çinli ülkemiz için zor anların başlangıcı
oldu ve tugay ilk ağır kayıplarını verdi.
Buna karşılık ikinci bir tugay Kore’ye gönderildi. Tugay komutanı ise
Amerika’daki eğitimini tamamlamış Turgut Sunalp’ti. Amerika’da ki eğitimini
tamamlayan bazı subaylar da bu tugay içinde özel harp tekniklerini pratiğe
dökmek amacıyla Güney Kore’ye yollandı ama ikinci tugayın çok şiddetli bir
çatışma fırsatının olmaması durumundan daha çok Amerika’ da öğretilen
istihbarat ve sorgulama tekniklerini kullanma fırsatını bulabildiler.
Savaş sona erdiğinde NATO bünyesindeki ülkeler Sovyetler Birliği’nin Batı
Avrupa ülkelerini işgal etme çabasında bulunacağı korkusu sarmıştı. Bu durum
Amerika ve ingiltereyi yeni yollar arayışına götürdü ve gizli orduların
kurulmasında karar kıldılar. Bu gizli orduların kuruluşunu CIA ve MI6
üstlendi. Profesyonel askerlerin katılımı dahilinde gizli orduların
kurulmasında ülkelerin askeri ve istihbarat birimleri etkin rol aldı.
Örgütlerin kurucuları Amerika’da eğitimden geçti. Teknik destek silah
yardımı hatta bu silahların saklanacağı gizli depolar oluşturuldu. Bunların
tüm kaynağı Amerika’ydı. Özel harbin tek unsuru askerler değildi. İşgal
sırasında yer altı operasyonları düzenleyebilecek siviller de mevcuttu. Bu
siviller meslek grubu ayırt edilmeksizin seçildi. Kamplarda sıkı bir özel
harp eğitiminden geçirilen sivillere örgüte yeni siviller bularak katma
yetkisi verildi.
Nato ülkelerinde oluşturulan bu gizli ordulara tarihine bulundukları konuma
vb. göre isimler verildi. NATO’ya bağlı ilk gizli ordu İtalya da oluşturuldu
ve adı roma kılıcı anlamına gelen “Gladio” oldu. Fransa’da da İtalya’daki
kadar etkin bir komünist hareket vardı. Fransa’da kurulan gizli ordunun adı
rüzgar gülü anlamına gelen “Rose Des Vent” konuldu. İtalya ve Fransayı
Portekiz takip etti ve bu gizli ordu “Aginter Pres” yani aginter yayıncılık
adını aldı. Ardından Belçika da kurulan gizli ordunun adı İtalya’nın ki ile
aynı anlama gelen “Glavie” adını aldı.Norveç in gizli örgütü “Rocambole” ise
Özel Harp Dairesi’ne yakın bir tarihte kurulmuştur. Danimarka’daki gizli
ordu ise adını mitolojik kahraman “Absalon” dan almıştır. Ortaçağ’da elinde
kılıcıyla Rusları yenilgiye uğratan bir psikoposun adıydı. Fransa’nın hemen
ardından gizli bir ordu kuran Yunanistan’ın gizli ordusunun adı ise “Koyun
Postu” oldu. Nato üyesi olmayan İsviçre’nin gizli örgütünün adı “Gizli
Müdaafa Örgütü”, Avusturya’nın ki “Gezici Spor ve Dostluk Birliği”, İsveç’in
ki ise “Silah Kardeşliği” idi.
Sonunda Türkiye Kore’ye asker gönderme amacına ulaşmış, 19 Eylül 1951’de
NATO, Türkiye nin katılımını onaylamıştır. Artık NATO üyesi olan Türkiye ise
Soyvetler Birliği işgaline karşı bir gizli örgütün kurulması gerekçesini
kabul etmiştir. Amerika ve İngiltere’nin rehberliğinde oluşturulan bu
ordular daha önce İtalya, Fransa, Almanya, Yunanistan ve Belçika’da
kurulmuştu.
Sovyetler Birliğine en yakın ülke Türkiye idi ve en kolay istihbarat Türkiye
üzerinden sağlanabilirdi. Diğer ülkelerde de olduğu gibi Amerika’nın
rehberliği ile kurulan gizli ordulardan biri Türkiye’de de kuruldu ve adı
“Özel Harp Dairesi” oldu. Gizlilik nedeni ile kağıt üzerinde “Seferberlik
Tetkik Kurulu” olarak gösterildi. Kurulan harp dairesi diğer gizli ordular
ile aynı işi görecekti. Komünizm ile mücadele, Özel Harp Dairesi kurulduktan
hemen sonra genelkurmay ikinci başkanlığına bağlandı ki bu da gizliliğin
boyutunu ortaya koyuyor.
Özel Harp Dairesi’nin başına Daniş Karabelen komutan olarak atandıktan sonra
yavaş yavaş dairenin kadrosu oluşturulmaya başlandı. Karabelen, genelkurmay
tarafından tam yetkili ilan edildi. Dolayısı ile dairede görev yapacak subay
ve astsubayları kendisi seçiyordu.
Özel Harp Dairesi’ni oluşturan askeri unsurların oluşturulması için İzmir
Menteş kampı Özel Harp Dairesi kampı olarak kuruldu ve başına yine Karabelen
getirildi. Eğitilen personele Kore’de uygulanan özel harp ve örtülü
operasyon teknikleri öğretildi. Görevleri ise komünistlere karşı halkı
örgütlemek, direniş ağı kurup tüm ülkeye yaymak, sabotaj, suikast ve benzeri
yıpratma operasyonları yapmaktı.
Özel Harp Dairesi’nde, Sovyetler Birliği’ne karşı cephe gerisinde direnişte
askeri unsurların yanı sıra sivil unsurlara da görev verildi. Örgütün ikinci
unsurunu oluşturan sivillerin kaydı Özel Harp Dairesinde kod isimler ile
yapılıyor, özel harpçi siviller kesinlikle birbirini tanımıyordu. Her tür
meslek grubundan seçilip bir çoğu lise ve yüksekokul bitimi dönemlerinde
daireye alınıyor, Amerikalıların gösterdiği özel harp teknikleri sivil
unsurlara da öğretiliyordu. Daha önemli bir durum ise Amerika’nın yardımı
ile oluşturulan silah depolarını bölgeye ait görevi bulunan siviller de
biliyordu. Görevleri işgal durumunda bu silahları depolardan çıkarmaktı.
İlerki yıllarda askeri unsurlar bordo bereliler ismini alınca sivil
unsurlarda beyaz kuvvetler ismini almıştır.
Özel harp, soğuk savaşa uygun taktik ve strateji içeren yöntemlerden
biriydi. Zaman zaman gayri nizami harp, sınırlı harp, özel savaş,
kontrgerilla savaşı gibi adlarla anılan özel harp de askeri bir terimdir.
Ancak burada orduların her türlü saldırı ile karşı karşıya kalması durumu
söz konusu olduğundan olay sadece askeri boyut ile sınırlı değil siyasal ve
ekonomik boyutları da kapsayan bir işlevi var.
Türkiye’nin NATO’ya üyeliği sadece silahlı kuvvetlerde yapısal
değişikliklere yol açmadı. Silahlı kuvvetlerden sonra en büyük yapısal
değişiklik dönemin istihbarat teşkilatı Milli Amele Hizmetleri (MAH)’de
oldu.NATO’ya bağlı tüm ülkelerin gizli ordularının kuruluşunda ülkenin
istihbarat servisleri etkin görev almıştı ama Özel Harp Dairesi’nin
kuruluşunda MAH yer almadı. Ancak Özel Harp Dairesi kurulduktan sonra
Amerikalılar MAH’a da el attılar ve ilk Özel Harp Dairesi ve MAH’ın ortak
çalışmasının temeli atılmış oldu. Bu ortak çalışma Tümgeneral Behçet
Türkmen’in MAH’ın başına geçirilmesi ile oldu.
Kurtuluş savaşı yıllarında istihbarat çok da koordineli olmayan başka
örgütler tarafından yürütüldü. Savaştan sonra ise bu faaliyetler genelkurmay
istihbarat dairelerine ve ordu müfettişliklerine verildi. Cumhuriyetin
kuruluşundan sonra ise Türkiye güçlü bir istihbarat örgütü kurmanın ilk
adımlarını attı, Almanya’dan yardım istendi ve bu amaçla albay Walter
Nikolai 1926 yılında Türkiye ye gelerek çalışmalara başladı. Bu
faaliyetlerin sonuç vermesi ile MAH, 6 ocak 1927 de kuruldu.
Alt yapı kadrosu asker ve sivillerden oluşan MAH’ın ilk başta espiyonaj,
kontrespiyonaj, propaganda, teknik ve destek faaliyetleri olarak
adlandırılan dört ana şubesi vardı. Özellikle espiyonaj şubesi tamamen
askerlerden oluşuyordu. Bu nedenle teşkilat, Genelkurmay Başkanlığı’na
bağlıydı. Dolayısıyla MAH uzun yıllar Genel Kurmayın bir birimi gibi
çalıştı.
Yaşanan gelişmeler ve özellikle MAH’ın kuruluşundan beri dillerde dolanan
MAH, CIA kontrolünde mi gibi söylentilerin detayları 27 mayıs 1960
darbesinden sonra Yassıada yargılanmalarında su yüzüne çıktı. CIA’dan alınan
paralar yargılamanın örtülü ödenek bölümünde ortaya çıktı.
CIA’nın denetimine girmesi ve Özel Harp Dairesi ile ortak çalışmasından
itibaren MAH için de artık asıl düşman komünizmdi. Amerikalıların isteği
MAH’ın sadece istihbarat faaliyetinde değil ayrıca operasyonlar da
düzenleyecek kabiliyete sahip olmasıydı. Bu nedenle anılan kararla MAH
bünyesindeki subayların da özel harp eğitiminden geçirilmesine karar verildi
ve 1954 yılında dört subay Amerika’ya gönderildi. Dört subay içinde en
rütbeli olan ise yüzbaşı Fuat Doğu’ydu.
Yaklaşık bir yıl süren eğitimin sonunda Türkiye’ye dönen ekibin şimdiki
görevi bu teknikleri diğer personele öğretmekti. Bunun için CIA tarafından
hemen Emirgan’da bir okul kuruldu. Adı İstihbarat Okulu olan bu özel harp
eğitim merkezinin baş öğretmeni Fuat Doğu’ydu. Her bir detaya değinilerek
verilen bu eğitimler sonucu artık MAH personeli operasyon da yapabilecek
kabiliyete sahip oldu. Türkeş gibi daha gençken İsmet İnönü’nün ismini
bildiği Fuat Doğu, 14 eylül 1954 te MAH’a geçti.
Adnan Menderes hükümeti zamanında 1950’li yılların ortasında gündemde Kıbrıs
sorunu vardı. Yunanistan, 25 Temmuz 1955’te Birleşmiş Milletler’den Kıbrıs
konusunu gündemine almasını isteyerek sorunu uluslararası platforma taşıdı
ki akabinde sorun uluslararası büyük bir anlaşmazlığa dönüştü ve artık
Kıbrıs Türkiye’nin iç politikasını belirlemeye başladı.
Bu dönemde Ermeni, Yahudi ve Rum vatandaşları rahatsız eden gelişmeler
yaşanıyordu. İstanbul’daki Rum ve Ermeniler kapılarında haç işareti ile
karşılaştılar. Aynı günlerde İstanbul’un bazı semtlerinde bazı kişiler
tarafından Kıbrıs’ın tamamen Türk olduğunu gösteren haritalar dağıtılıyordu
ve bu kişileri kimse tanımıyordu.
Bu olayların yanı sıra Özel Harp Dairesinde’de gerginlik ve hareketlilik
hakimdi. Özel Harp Dairesi başkanı Karabelen görevden alındı, 28.Tümen
komutanlığı yardımcılığına atandı. Yerine de yeni komutan atanmadı.
Karabelen’in yeni göreve başladığı sıralarda Expres gazetesinde Atatürk’ün
Selanik’teki evine bomba atıldığı haberi yayımlandı ve gazete kentin belli
bölgelerinde hızla dağıtıldı. Öte yandan Taksim meydanında izin alınmadan
bir miting yapıldı. Mitingin ardından olaylar çıkmaya başladı.
Gayrimüslimlerin sıklıkla yaşadığı bölgelerde iş yerleri taşlandı ve evlere
saldırılar düzenlendi. Olayların gidişatından elde edilen izlenim bariz
olarak saldırgan grupların hedefleri önceden bildiğini gösteriyordu. Yağma
gruplarının ellerinde adresler olduğu kesinliğe kavuştu. Bu adresler MAH ve
Özel Harp Dairesi’ne verilen listelerdi. Ev ve dükkanların yanı sıra kilise
ve mezarlıklara da saldırılar düzenlendi, korkunç zararlar verildi.
Saldırılar İstanbul’un akabinde gazetede yayımlanan haber doğrultusunda
İzmir’e de sıçradı ve saldırının hedefi Konak meydanına çekilmiş Yunan
bayrağı oldu.
Gayrimüslimlerin evlerinin işaretlenmesinden bu yana İstanbul polisi
alarmdaydı. Olaylar başladığında polisler seyretmekle yetindi. Ne kadar
yardım istense de polislerin verebildiği tek cevap bir şey yapamam oldu.
Polise hırsızlık ve yangın olayları dışındakilere göz yumun emri gelmişti.
Olayların başlamasının ardından sıkı yönetim ilan edildi. Sıkıyönetim
komutanı Nurettin Aknoz, İstanbul’u Beyazıt, Beyoğlu ve Kadıköy olarak 3
bölgeye ayırdı. Yağmalama eylemlerine katılanları yargılamak adına bu üç
bölgede askeri mahkemeler kuruldu ama tüm yargılananlar hakkında bir süre
sonra iddialar ve dosyalar düşürüldü.
Adnan Menderes’in komünistlerin kışkırtması olduğunu belirtmesi üzerine
sıkıyönetim komutanı Aknoz’un talimatıyla komünist avına çıkıldı. Polis çoğu
bilindik isimler olmak üzere tahrik etmek ve yağmaya katılmak suçlamasıyla
48 kişiyi göz altına aldı. Bunun yanı sıra Aknoz’da tüm yayınların
komünistler tarafından yapıldığının yazılması talimatı verdi. NATO ve üyesi
ülkeler, sıkı yönetim ve hükümet aleyhine kesinlikle yazı ve haber yer
almayacaktı.
Öte yandan bombalama haberini veren istihbaratçı Mithat Perin’in sahibi
olduğu Expres gazetesinin o sayıyı yayına hazırlayan Gökşin Sipahioğlu,
olayların istihbarat örgütü MAH tarafından organize edildiğini yazıyordu.
Hemen ardından yıllar sonra konuşan bir isim vardı. Orgenerel Sabri
Yirmibeşoğlu. Yaptığı açıklamayla 6-7 Eylül olaylarının ayakta alkışlamaya
değer bir şekilde koordine olmuş bir özel harp işi olduğunu belirtmiştir.
Özel Harp Dairesi’nin ilk gizli eylem alanı Kıbrıs oldu. Özel Harp Dairesi
elini çabuk tutmuş üç ay önceden adaya gidilip sivil unsurlar örgütlenmeye
başlamıştı bile. Öte yandan Yunanistan gizli ordusu “Koyun Postu” da
Kıbrıs’taki Rumları örgütleme yoluna gitti. Dolayısı ile Özel Harp Dairesi,
Yunanlıların sivillerden kurduğu EOKA örgütü ile karşı karşıya geldi.
Türkler de sivillere eğitim vererek “kara çete”, “volkan” gibi örgütler
kurdular ancak bu örgütler EOKA’ya karşı organizede sıkıntı çekiyordu.
İstenen, Türkiye’den askeri ve silah desteği verilmesiydi. Sonunda Adnan
Menderes hükümeti de adada gizli bir örgütün kurulmasını istedi. Amaç adanın
bir bölümünde Türk devleti kurulmasını sağlamaktı.
Gizli örgütün kurulma çalışmalarına başlayan İsmail Tansu, detaylı bir proje
hazırladı. İçeriğinde kurulacak gizli karargahlara kadar en detaylı bilgiler
yer aldı. Bu sırada örgütün liderliği yarbay Rıza Vuruşkan’a verildi.1
ağustos 1958’de kurulan yavru özel harekat timi TMT’nin ilk dört kişilik
hücresi oluşturuldu. İlk etapta ise adaya 5 subay 14 de yedek subay
gönderildi.
Adaya giden özel harpçilere maske görevler bulunarak kamufle sağlandı. TMT
lideri Vuruşkan’ın maske görevi müfettişlikti. Hiç bir yasal dayanağı
olmayan bu örgütün silah ve cephane teminatı ile Milli Savunma Bakanı Ethem
Menderes ilgileniyordu. Bakanlık, ilk olarak adaya gönderilecek silahlara
çürük raporu çıkartıyor daha sonrada depolardan çıkartılıyordu. Sonradan da
adaya sevk ediliyordu. Bunun akabinde ada ile Ankara Özel Harp Dairesi
arasındaki iletişimde kullanılmak üzere Türkiye’ye olası bir Sovyetler
işgalinde NATO ile temas kurmak için verilen telsizler kullanıldı.
Amerikalıların denetimde telsizlerin yokluğunu farketmemeleri için kutular
peynir kalıplarıyla doldurulup tekrar gömüldü.
Kıbrıs’ta TMT içinde görev alacak siviller uçakla adadan Türkiye’ye
getiriliyor eğitim veriliyor ve tekrar adaya getirilirken yenileri
Türkiye’ye getiriliyor, hiç bir boşluk yaşanmıyordu.
Özel Harp Daires’nin özel harp tekniklerini uyguladığı ilk yer Kıbrıs oldu
bunu da kendi bünyesindeki TMT ile yaptı.
27 Mayıs 1960’ta Milli Birlik Komitesi’ni oluşturan 38 subayın yönetime el
koyduğu açıklanarak Türkiye ileride daha şiddetlilerini yaşayacağı ilk
askeri darbeyi gördü. Orgeneral Cemal Gürsel liderliğindeki komite ordu
içinde tasfiyelere başladı, dört bin subay emekli edildi. İlginç olan ise
Amerika’nın tüm masraflarını karşıladığı Özel Harp Dairesi’nin başında
bulunan Karabelen’de emekliye sevk edilen subaylar arasındaydı.
Bu darbe, Özel Harp Dairesi için bir dönüm noktası niteliği taşıyordu. Çünkü
Özel Harp Dairesi bünyesinde emekli edilen tek subay Karabelen değildi.
Bunun yanı sıra onu aşkın subay emekli edildi ve yerlerine yenileri
atanmadı. Milli savunma bakanlığından gelen ödenek de kesildi. Bu nedenle de
dairenin tüm yükü Yarbay İsmail Tansu üzerine kalmıştı. O da bunun üzerine
harekete geçerek daire ile ilgili planları öğrenmek istiyordu. Bu nedenle
Başbakan Müsteşarı Alparslan Türkeş’ten randevu aldı. Türkeş, tüm bu olanlar
doğrultusunda dairenin komünizm ile mücadeleden uzaklaştığı, Menderes’in
istihbarat örgütü olarak çalıştığı izlenimini edinmişti.
Tansu ise Kıbrıs konusundaki hassasiyetten adadaki faaliyetlerde deşifre
olma tehlikesi ile karşı karşıya olduklarını dile getirdi. Bunun üzerine
Türkeş, dairenin kapanmayacağını ve tüm isteklerin karşılanacağının
garantisini verdi. Aradan üç gün geçti. Ne paradan ne subaylardan haber
yoktu. Bunun üzerine Tansu tekrar Türkeş ile görüşmeye gitti. Sorunların
hallolmadığını gören Türkeş, Dışişleri Bakanı Selim Alper’i çağırarak
ödeneğin teminini hemen sağladı ve dairenin sorunları çözüldü.
Darbeden sonra görevden alınan Karabelen’in yerine uzun süre komutan
atanmadı. Emekliye sevk edilen subaylar arasında dairenin kurmay başkan ve
başkan yardımcısı da olduğundan dolayı neredeyse dairenin başı boş gibiydi.
Üstüne, Alparslan Türkeş’in sürgün edilmesinden sonra Milli Savunma
Bakanlığı’ndan gelen para da kesildi ama Amerika’dan gelen parada hiç bir
aksaklık söz konusu değildi. Yedi ay sonra Özel Harp Dairesi yeni komutanına
kavuştu, Emekli Albay Faruk Ateşdağlı. Yalnız bu, Faruk Ateşdağlı’nın
istediği bir görev değildi. Bu yüzden daire işleri ile pek ilgilenmedi. Yine
tüm sorumluluk İsmail Tansu’nun omuzlarında devam etti. Bu ilgisizlikten
dolayı kısa süre içinde Ateşdağlı görevden alındı hemen ardından dairenin
gördüğü en düşük rütbeli subay göreve atandı.
Kurmay Binbaşı Şaban Başsoy, yaklaşık iki yıl Özel Harp Dairesi görevini
yürüttükten sonra yerine 27 Mayıs’ın en aktif üyelerinden Albay Sezai Okan
atandı.
27 Mayıs darbesini en sancılı atlatan askeri birlik Özel Harp Dairesi oldu.
Bir sürü subay görevden alındı, yenileri atanmadı. Daireye gelen örtülü
ödenekte aksamalar oldu hatta kesildi. Dairenin başı boş kalmasın diye
atanan üç komutan da daire ile pek ilgili olmadı. Bu sıralarda Türkiye kendi
içinde önemli gelişmeler yaşıyordu. Yassıada’da idama mahkum edilen Adnan
Menderes, Fatin Rüştü Zorlu ve Hasan Polatkan darağacına yollandı.
Referandum ve seçim yapıldı, en önemlisi ise genelkurmay başkanlığı
koltuğuna Cevdet Sunay oturdu. Türkiye için adeta yeni bir dönem başlıyordu.
Bu yeni dönemin baş düşmanı yine komünizmdi, çünkü 27 Mayıs anayasasının
yarattığı ortamda sosyalist fikirler tartışmaya çok açıktı. Bu sebeple
özellikle öğrenciler arasında sol görüş hızla yayılıyordu. Bu durumdan
rahatsız olan Cevdet Sunay, devleti kurtarma planını yürürlüğe koydu. Düşman
yine aynıydı ve bu sefer komünistlere karşı devletin yeni silahı
islamcılardı. Her yerde devlet desteği ile Türkiye’nin menfaatleri için
dinci dernekler açılıyordu. Tüm bu olaylar sürerken genel seçimler geldi ve
Süleyman Demirel başbakan oldu. Yeni hükümet göreve başlar başlamaz iki
kurumda önemli değişiklikler oldu. MİT ve Özel Harp Dairesi. Özel Harp
Dairesi başına Tuğgeneral Recai Engin atandı. Yeni kamplar açıldı, ödenek
arttırıldı. Özel Harp Dairesi yavaş yavaş eski ihtişamına kavuşurken MİT’de
de köklü değişiklikler yapıldı. Fuat Doğu MİT müsteşarlığına getirilirken
istihbarat daire başkanlığına ise Cihat Akyol getirildi. Ne var ki bu iki
özel harp eğitimli subay da ileri zamanlarda her gün karşı karşıya gelmeye
başladı ve MİT’te gergin bir hava hakim olmaya başlamıştı. Cihat Akyol, MİT
müsteşarlığının kendi hakkı olduğunu savunmasına karşın Fuat Doğu’da Akyol’u
koltuğunda gözü olmasıyla suçluyordu. Sonunda Süleyman Demirel kavgaya
müdahale etti ve Cihat Akyol, Özel Harp Dairesi başına getirildi ve bunun
akabindeki bir değişiklikte dairenin adı Seferberlik Tetkik Kurulu yerine
Özel Harp Dairesi yani gerçek adını almıştı.
Cihat Akyol’un Özel Harp Dairesi başına gelmesi bir dönüm noktasıydı. Akyol,
dairede yeni bir yapılanmaya gitti. Varlığını bugün bile sürdüren Amerikan
askeri yapısı ve teknikleri ile birlikleri ve timleri yeniden dizayn etti.
Bu sırada da gün geçtikçe gelişen dairenin artık küçük kaldığı kanaatince
dairenin seviyesi tümene yükseltilmişti.
Bu değişiklikler etkisini kısa zamanda Türkiye üzerinde gösterdi. Yeniden
yapılanan Özel Harp Dairesi etkinliğini sol hareketi önleme eylemlerinde
gösterdi. İslamcıların ve ülkücülerin başrol oynadığı olaylar ve siyasal
cinayetler bu dönemde yaygınlaştı. Tüm bunlar Cihat Akyol’un daire başında
iken hazırladığı broşür ve kitapçıklarda yer alıyor, provokasyon eylemlerin
etkinliği detaylı olarak anlatılıyordu. Akyol’un tüm anlattıklarının en son
noktası darbe. 12 Mart ve 12 Eylül gibi. Bir çok gizli ordunun da kullandığı
bir teknik olduğu da aşikardır. Siyasal cinayetler işleniyor, bombalar
patlıyor, katliamlar gerçekleştiriliyor, sol görüşlü öğrenciler ile ırkçılar
karşı karşıya getiriliyor. Amaç ise halkın bıkması ve gelecek yönetime razı
olmasıdır.
Komünizmle mücadelenin bir parçası olan ülkücüler, Türkeş’in açtığı komando
kamplarında gördükleri eğitim sonrası militan örgütlenmeye gidiyorlardı ve
komünizme karşı şiddeti meşru sayıyorlardı. Onlara göre devlet komünizme
karşı hiçbir şey yapmıyordu, o halde onların bir şeyler yapması gerekiyordu.
Türkeş, açtığı kamplarda ülkücüleri hızla teşkilatlandırırken buradaki
çalışma programı detayları ile ilk kez 1970 yılında emniyet müdürlüğünün
hazırladığı raporda yer aldı. Raporda en göze batan ve en korkunç detay ise
silahlı eğitim veriliyor olması gerçeğiydi!
Özel Harp Dairesi başkanı Cihat Akyol, ABD başkanı Kennedy’nin soğuk savaş
süreci politikalarını sıkı takip ediyordu. Kennedy, o dönemde komünizm ile
mücadelede yeni bir askeri kuvvetten bahsediyordu. Özel kuvvetler!
Türkiye’de de Özel Harp Dairesi bünyesinde özel birimler kurulma girişimleri
başlamıştı. Ne var ki hızlı ilerleme kaydedilemiyordu. Bunun üzerine Cihat
Akyol ekibi ile birlikte Amerika özel kuvvetler komutanlığını görmeye gitti.
Akyol ve ekibi detaylı bilgiler ile geri döndü. Cihat Akyol bu bilgileri
Özel Harp Dairesi bünyesinde uygulamaya koyulurken komando kamplarında
militanlaşmaya giden ülkücüler sokaklara çıkmaya başlamıştı. Hedefleri solcu
öğrenciler, aydınlar ve bilim adamlarıydı. Amaç sol hareketin önünü kesmekti
ve buna kimse dur demiyordu.
Ülkücülerin sokaklara dökülmesinin ardından her gün yeni bir olay yaşanıyor,
peş peşe solcu öğrenciler öldürülüyordu. Bu dönemde kimler tarafından
işlendiği bilinmeyen cinayetler kayıtlara geçmiyordu. En son bir Tıp
fakültesini basan ülkücülerinin silahlarının ordu malı olduğu tespit edildi.
Cinayette kullanılan 6815296 seri numaralı silahın Jandarma Teğmen Mustafa
İlerisoy’a kayıtlı olduğu ortaya çıktı. İster istemez akıllara Özel Harp
Dairesi’nin sivil unsurları ülkücüler mi sorusu geliyordu.
1971 yılında Cihat Akyol’un kuramına uyan provokasyon eylemleri başladı.
Üniversite öğrencileri öldürüldü, bombalar patlatıldı, katliamlar
gerçekleştirildi, sivil unsurlar sokağa döküldü ve sonunda 12 Mart 1971 günü
darbe gerçekleştirildi. Sıkıyönetim ilan edildi, özgürlükler askıya alındı
hatta kullanılmaz hale getirildi. Darbe sola karşı yapıldı. Sürgünler,
gözaltılar, işkenceler başladı. Orduda kendi içinde sola karşı bir tasfiye
girişimine başladı. Amaç ülkeyi yeniden biçimlendirmekti.
Gözaltına alınan kişiler için özel işkenceler ve sorgu merkezleri
hazırlandı. İstanbul’daki merkez Ziverbey Köşkü’ydü. Sorgu ekibini özel harp
eğitimi almış subaylar ve emniyetten bazı isimler oluşturuyordu. Köşkte sol
görüşü savunduğu için gözaltına alınan birçoğu tanınmış isimler işkencelere
maruz kalıyordu. Köşkteki işkenceci komutanlardan biri tanıdık bir isimdi,
Turgut Sunalp. Sunalp, emekli olduktan sonra verdiği demeçlerde sorgulara
katıldığını açıkladı. Üstelik işkenceli sorguları yapanların özel eğitimli
olduğunu da itiraf etti.
27 Mayıs’taki gibi Özel Harp Dairesi, 12 Mart darbesinden de etkilendi ve bu
sefer hedefte iki önemli isim vardı. Fuat Doğu ve Cihat Akyol. İlk görevden
alınan Fuat Doğu oldu, iki ay sonra Lizbon büyük elçiliğine atandı. Cihat
Akyol ise tasfiye edileceğini anlamasının üzerine bir dilekçe ile kıtaya
çıkmak istediğini beyan etti ve talebi hemen kabul edilerek yeni görev yeri
Trakya Tümen Komutanlığı’na ataması yapıldı. Cihat Akyol’un yerine ise hiç
vakit kaybedilmeden Tuğgeneral Kemal Yamak atandı.
1973 yıllarına gelinmesine rağmen iki yıl önce gerçekleşen darbenin etkileri
hala sürüyordu. Bu iki yıldan beri Özel Harp Dairesi’nin başkanlığını Yamak
yürütüyordu. Sıkı yönetim komutanı ise Akyol’dan önce Özel Harp Dairesi
başkanlığını yapan Recai Engin.
Tüm generallerde olduğu gibi Kemal Yamak ve Recai Engin’in de gözleri
yapılacak olan Yüksek Askeri Şura’daydı. Her ikisi de görevlerinde kalmak
istiyordu ve neticede istedikleri oldu.
Bu sırada gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçiminde koltuğa oramiral Fahri
Korutürk oturdu. Yeni cumhurbaşkanını seçmiş olan Türkiye için kritik bir
dönemdi. Çünkü genel seçimler de yaklaşmıştı. Kritik olan ise iki yıldır
yönetimin askerin elinde oluşu, yönetime gelecek isimlerin bu yüzden çok
önemli oluşuydu. Bu seçimlere sert konuşmalarıyla damga vuran bir isim
vardı.Bülent Ecevit. Bu konularla ilgili ilk açıklamasını MİT için yaptığı
karanlıktır diyerek istihbarat teşkilatı hakkında yapmıştı ki seçim tarihi
yaklaştıkça açıklamalar da sertleşiyordu. Bu kez Ziverbey’deki olaylarla
ortaya çıkan kontrgerilla ve işkencecilerden hesap soracağını söyledi ve
seçim zamanı geldiğinde açılan sandıklardan CHP çıktı. Dolayısı ile
Başbakanlık koltuğu Ecevit’in oldu.
Seçim meydanlarında kontrgerilladan hesap soracağız diyen Ecevit zamanla
büyük sürprizlere şahit oldu. İlk önce Ecevit’in makam telefonunun MİT
üzerine kayıtlı olduğu ortaya çıktı. Başbakanı bile rahatça dinliyorlardı.
Bu konu, Ecevit’in, konuştuklarımda sakınca içeren bir şey yok açıklamasıyla
kapatıldı. Asıl sürpriz ise, Ecevit’in kontrgerilla olarak bildiği
varlığından dahi haberdar olmadığı Özel Harp Dairesi’nin, Ecevitin ayağına
gelmesiydi. 1974 yılından beri her yıl alınan ödenek pek sağlıklı olmadı.
Yamak’ın Amerikalı yetkililerle görüşmesi pek sağlıklı olmadı. İhtiyaç olan
yeni silahların haberleşme sistemlerinin yenilerinin verileceğini yalnız bu
maliyetin ödenekten kesileceğini belirttiler.Özel Harp Dairesi ödeneği
alamadı. Akabinde gerekli paranın örtülü ödenekten sağlanması teklifi ortaya
sürüldü. Yalnız bir sorun vardı. Bu ödeneğin kontrolü başbakanın elindeydi.
Teklifin kabul edilmesi çok zor bir ihtimaldi ama yine de Genel Kurmay
Başkanı Semih Sancar randevu alarak Bülent Ecevit ile görüşmeye gitti. Bu
görüşme, dairenin deşifre olduğu andı.
Ecevit, ilk defa gizli bir kuruluştan haberdar oluyordu. Semih Sancar
yanında Özel Harp Dairesi’ne ait evraklar da getirmişti. İstenilen paranın
yüksek olması nedeniyle bir düşüneyim diyerek evrakları Sancar’dan aldı. Bu
Ecevit için eşi bulunmaz bir fırsattı. Ödeneği sağlaması, Özel Harp
Dairesi’ni kontrol altına almak demekti. Ödeneği verecekti ama Özel Harp
Dairesi’nin tüm girdi çıktılarını öğrenme şartını sunuyordu. Ecevit, hemen
Özel Harp Dairesi hakkında bir brifing istedi. Genelkurmay Başkanı Semih
Sancar Ecevit’i arayarak brifing verileceğini söyledi. Ecevit, daire
hakkında brifing alacak ikinci siyasetçiydi. Brifing çok gizli tutulmuştu.
Semih Sancar ve Kemal Yamak eşliğinde brifing başladı. Yalnız bir nokta
Ecevit’in kuşkularına kuşku eklemişti. Bunun sebebi Özel Harp Dairesi’nin
sivil uzantılarının olmasıydı.
Özel Harp Dairesi’nin varlığından artık haberdar olan Ecevit dairenin sivil
unsurlarını iptal etmek için girişimlerde bulunduysa da bu konu askıya
alındı, çünkü daha önemli gelişmeler yaşanıyordu. Ecevit’in başbakanlık
koltuğunda TSK, 20 temmuz 1974’te Kıbrıs’a çıktı. Adada aktif görev alan
birimlerden biri ise Özel Harp Dairesi’ydi. Daireye ek bir görev de tahsis
edildi. Adadaki tüm istihbarat faaliyetlerini Özel Harp Dairesi yürütmeye
başladı. Ancak hareketin son günlerine yaklaşılmasına rağmen Genel Kurmay’a
da Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na da bir bilgi gelmiyordu. Sonunda görevi
Genel kurmay İstihbarat Dairesi üstlendi ve Deniz Kuvvetleri’ne istihbarat
sağlandı. Yamak’a göre Deniz Kuvvetleri Komutanı Kemal Kayacan’ın istediği
tüm bilgiler albüm halinde gönderildi ancak çok gizli damgalı olduğundan
askerler tarafından ilgili komutanlıklara gönderilmek yerine arşive
kaldırılmıştı. Özel Harp Dairesi’nin istihbarat toplamaması nedeniyle ilk
gece genel kurmay ile adaya çıkmaya çalışan birlikler arasında irtibat
sağlanamadı. Ancak bir sonraki gün irtibat sağlanabildi.
Harekatın birinci aşamasının sonunda barış görüşmeleri başladı. Ama
konferanslar devam ederken Rumların oyalama taktiğini uyguladıkları görüşünü
edinilmesi üzerine Türk birlikleri, adanın üçte birlik alanını kontrol
altına aldı. Özel Harp Dairesi’nin harekat sırasında hiç bir istihbarat
sağlamaması Kıbrıs nedeniyle dairenin üstüne gitmeyen Ecevit’te pişmanlık
yarattı.
Kıbrıs harekatı devam ederken Özel Harp Dairesi Başkanı Yamak’da Cenevre’de
konferanstaydı ama kulağı Türkiye’deydi. Nedeni ise tayin haberini
bekliyordu. Konferans sırasında Yamak’a Özel Harp Dairesi başkanlığından
alındığı haberi geldi. Yamak’ın yeni görev yeri 4. Zırhlı Tugay Komutanlığı
oldu. Hiç beklemeden yerine Tuğgeneral Sabri Yirmibeşoğlu atandı.
Sabri Yirmibeşoğlu’nun Özel Harp Dairesi başkanlığına geçtiği sıralarda
ülkücülerin eylemleri yeniden başladı. 12 Mart darbesinden sonra bu eylemler
kesilmişti ama komünizm tekrar diriliyor gerekçesiyle ülkücüler yeniden
harekete geçiyorlardı ve bunun önünü açan siyasi gelişmeler yaşandı.
Milliyetçi cephe hükümeti kuruldu. Hükümetin kurulmasıyla Özel Harp
Dairesinin savaş dönemi için eğittiği ve ülkücüler arasından seçilen sivil
unsurlar da sokağa çıktı. Kapatılan komando kampları yeniden açıldı, sivil
unsurlar bombalı eğitime dahi tabi tutuldu. Kamptan çıkan yer altı
unsurlarını oluşturan vatansever ülkücüler artık üniversiteler ve
sokaklardaydı.
1976’dan itibaren ise vurucu güç olarak yaklaşık 50 kişilik bir ekip ortaya
çıktı. Ekibin lideri ise Abdullah Çatlı’ydı. Abdullah Çatlı ile ilgili
karanlık bilgiler Özel Harp Dairesi’nde görevli bir subay olan Korkut
Eken’in itirafıyla ortaya çıktı. En önemlisi ise Korkut Eken’in Abdullah
Çatlı’nın Özel Harp Dairesi’nin sivil unsurlarından olduğu itirafıdır.
Sabri Yirmibeşoğlu, Özel Harp Dairesi görevini iki yıl sürdürdü ve dairedeki
çalışmaların çizgisini hiç bozmadan başarıyla devam ettirdi. Özel Harp
Dairesi’nde görevini devam ettirirken 1 Eylül 1976 tarihinden itibaren
Türkiye’ye verilen NATO İstihbarat Daire Başkanlığı boşalıyordu. Askeri
şurada bu göreve Yirmibeşoğlu’nun getirilmesine karar verildi ve Özel Harp
Dairesi görevinden alındı. Yerine ise örgütçü ve askeri disiplini ile ön
plana çıkan Tuğgeneral Atilla Erdoğan atandı.
Bu sırada tekrar faaliyete geçen komando kamplarındaki eğitimlerden çıkan
sivil unsurların yarattığı katliamlar gittikçe artıyordu. Bunun yanı sıra
sol muhalefet de kendini hissettirmeye başlamıştı. Özellikle işçiler
sokaklara dökülüyordu. Tam bir direniş sergiliyorlardı ve sol, bu
hareketliliğini en güçlü şekilde 1 Mayıs 1977 kutlamalarında gösterdi.
Herkesin korkusu bu kutlamayı solcuların greve dönüştürmesiydi ve öylede
oldu. Bu sırada Ecevit tekrar meydanlardaydı ve en çok vurgu yaptığı konu
yine Kontrgerilla’ydı. Özel Harp Dairesi adını zikir etmese de kontrgerilla
hakkında mitinglerde konuşarak Türkiye’nin önündeki seçimler için epey oy
topluyordu.
1 Mayıs 1977 günü geldiğinde sol gruplar yavaş yavaş büyük bir coşkuyla
Taksim meydanına ilerliyordu.Her yer bayraklarla doluydu. Herkes büyük bir
coşku içindeyken bir el silah sesi duyuldu, ardından iki el. İnsanlar ne
olduğunu kestiremiyor panikliyordu. Çok geçmeden yaylım ateşi başladı. Sol
grupların kaçabileceği tüm yollar kapatılmıştı. Özellikle dikkatleri çeken
sular idaresinin üstünden ateş açan tetikçilerdi. Resmen bir ölüm tuzağı
kurulmuştu. 20 dakika süren provokasyon amaçlı saldırıda 34 kişi öldü ve bir
çok kişi yaralandı.
1 Mayıs vahşetini gerçekleştirenler amacına ulaşmıştı. Terörün boyutu halkı
korkutmuş, kimseler sokağa çıkmaz olmuştu. Bu durum yaklaşan seçimlerde
iktidar olması beklenen CHP’nin işini zorlaştırıyordu. Bu durum Bülent
Ecevit’i rahatsız ediyordu ve bu vahşette hiçbir iz bırakılmaması, kusursuz
bir plan olması nedeniyle aklına ilk olarak Özel Harp Dairesi geliyordu.
Bunun akabinde Ecevit Cumhurbaşkanı Fahri Korutürk’ü daire hakkında
bilgilendirmeye karar verdi. Bunun için 6 mayısta Çankaya köşküne çıktı
ancak Korutürk Ecevit’ten anlattıklarını yazılı olarak göndermesini istedi.
Ecevit Korutürk’ün isteğini yerine getirerek bir mektupla durumu Korutürk’e
bildirdi. Bu mektup Türkiye için dönüm noktalarından biriydi. Sır gibi
gizlenen Özel Harp Dairesi artık Cumhurbaşkanlığında’ki resmi belgelere
girmiş oldu. Ecevit’in mektubu çok önemli bilgiler içeriyordu. Özel Harp
Dairesi’nin tüm inceliklerini mektupta belirtmişti. Bunun üzerine
Korutürk’de mektuba resmiyet kazandırarak birer kopyasını genelkurmay
başkanı Sancar ve başbakan Süleyman Demirel’e gönderdi.
1 Mayıs katliamından sonra Özel Harp Dairesi’nin eylemlerini gündeme getiren
Ecevit’de hedefti artık. Yaklaşan seçimler dolayısı ile meydanlara çıkan
Ecevit’in peşini saldırılar bırakmıyordu. Bu yüzden Ecevit gittiği her yerde
önemli derecede güvenlik önlemleri aldırıyordu.
Artık seçimlere beş gün kalmışken ve Ecevit çalışmalarına devam ederken
önemli ve herkesi şaşırtan bir gelişme oldu. 1 haziran 1977 günü Kara
Kuvvetleri Komutanı Namık Kemal Ersun emekliye sevk edildi. Üstelik iki ay
sonra yapılacak askeri şura beklenmeden. Bir süre sonra açıklama yapan
Genelkurmay Başkanı Sancar TSK macera peşinde koşanlara asla iltifat
etmeyecektir açıklamasını yaptı. Ancak bir yıl sonra bu sözlerin anlamı
ortaya çıktı. Namık Kemal Ersun, CHP’nin iktidara gelmesini önlemek için
darbe hazırlığına girişmişti. Sık sık darbe girişimi için İstanbul’a giden
Ersun, Özel Harp Dairesi çıkışlı generaller subaylar ile bir araya
geliyordu. Seçim kararının alınmasından sonra terör hızlandı, olaylar artış
kazandı ve 1 Mayıs vahşeti gerçekleştirildi. Dolayısı ile 1 Mayıs
katliamının arkasında Ersun ve ekibi vardı. Darbe girişiminin arkasındaki
fiili isim ise Alparslan Türkeş’ti. İki ay sonra askeri şura yapıldı ve
Ersun’un ekibinin tasfiyesi kararı alındı. Akabinde 850 subay ordudan
atıldı. Atılanlar arasında Özel Harp eski başkanı Recai Engin ve Korgeneral
Musa Öğün’de vardı.
5 haziran 1977 de Ersun emekliye sevk edilerek özel harpçilerin darbe
girişiminin önüne geçilmiş oldu. Başbakan Süleyman Demirel darbecilerin
önünün tamamen kesildiğini düşünüyordu. Ancak Ecevit’in hükümeti kurmasıyla
özel harpçiler tekrar harekete geçti. Unutulan bir isim vardı. Orgeneral
Vecihi Akın. Özel Harp Dairesi’nin de kendisine bağlı olduğu Akın’ın Ersun’a
çok yakın olduğu biliniyordu. Ama ne diğerleri gibi emekliye sevkedildi ne
de kızağa çekildi. Ancak Doğan Öz cinayetinden sonra Akın, İzmir’de NATO
karargahına atanarak kızağa çekildi. Nedeni ise yeni bir darbe hazırlığıydı.
Gizli toplantılar ve girişimler oldu. Bu darbe girişiminin istihbaratını ise
MİT sağladı. Yine bir sonuç alınamamış bir darbe girişimi oldu.
1978’li yıllara gelinmişti. Büyük Reis Abdullah Çatlı’nın liderliğindeki 50
kişilik ekibin yarattığı terör hızını gün geçtikçe arttırıyordu. Büyük
eylemler, cinayetler hatta alışılmamış tarzda, adrese bomba yollamak gibi
bir sürü eylem gerçekleştiriyorlardı. Bu sırada sivil unsurların hedefi
haline gelen Ecevit 1978 yılının yazında Sarıkamış’taydı. Bunun üzerine
Kahramanmaraş’taki sivil unsurlar Türkiye tarihindeki en büyük katliam
planlarından birini uygulamaya başladı. Siyasal cinayetlerden katliamlardan
sonra sıra inanç ayrımcılığı yaratmaktı. Bu katliam da tıpkı 1 Mayıs gibi
özel harp tarzı bir olaydı. Bu kez hedef Alevilerdi.
Türkiye’yi 12 eylül darbesine götüren olaylardan biri Kahramanmaraş
olaylarıdır. Bu dönemde Türkeş başbakan yardımcısıydı ve MİT ve diğer
istihbarat örgütlerinin tek hakimiydi. Türkeş bu dönemde bir planı devreye
soktu. Bu plana göre Kahramanmaraş gibi kentler Türklüğün kökenlerinin
bulunduğu kentlerdi ve bu kentlerdeki alevi ve solcular dokuyu bozuyordu. Bu
kentler ülkücü örgütlenmenin cephesi yapılmalıydı. Olaylar hemen başladı.
Eylemler başladı, bombalar atılmaya başlandı. Hiç ara verilmeden olaylar
ikinci günde devam etti. Alevilerin evleri dükkanları yağmalandı. En ilgi
çekeni de güvenlik güçlerinin ortada olmamasıydı. Olaylar aynı 6-7 eylül
olaylarını andırır nitelikteydi.
Hemen 13 ilde sıkıyönetim uygulandı. Sonunda yönetime asker de aktif şekilde
dahil oldu. Bülent Ecevit’e göre Kahramanmaraş olaylarının asıl amacı
hükümeti sıkıyönetime mecbur bırakmaktı. Evet amaç kesinlikle buydu.
Kahramanmaraş olaylarının aynısı Çorum’da da organize edildi. Yine hedef
Alevilerdi. Evleri tarandı, yağmalandı, kayıplar verdirildi ama
Kahramanmaraş olayları kadar aktif bir durum olmamıştı. Kusursuz bir
organizasyon ile sivil unsurlar istediği noktaya ulaşmıştı.
1980 yılında suikastler doruk noktasına ulaştı. Kahramanmaraş ve Çorum’un
yanı sıra öyle katliamlar oluyordu ki resmen darbeyi çağırır nitelikteydi ve
sonunda çağırılan darbe 12 Eylül sabahı geldi. Siyasi partiler sivil toplum
kuruluşları kapatıldı, meclis feshedildi. Yüzlerce kayıp verildi idamlar
oldu işkencelerde ölenler oldu. Bu kez darbeden MHP’de nasibini aldı ancak
Çatlı ve Oral Çelik gibi devletle bağlantılı darbeye ortam hazırlayan
kişiler çoktan yurtdışına kaçmıştı.
Sivil unsurlarının darbeye ortam hazırladığı Özel Harp Dairesi darbede de
aktif görev aldı. Darbeyi hazırlayan Orgeneral Haydar Saltık’tı. Saltık
darbeden bir yıl önce çok özel bir birim kurdu. Çok gizli bir dosya
hazırladı ve komutanlara sundu. Bu darbe planı hazırlanırken üç kurumdan
yararlanıldı. Genelkurmay Harekat Başkanlığı, Genelkurmay İstihbarat
Başkanlığı ve Özel Harp Dairesi. Doğrudan Saltığ’a bağlı olması nedeniyle
istihbarat kaynağı Özel Harp Dairesi’ydi.
12 Eylül darbesi Türkiye’nin miladı oldu. Özel Harp Dairesi’nde 12 Eylül’den
sonra değişiklikler oldu. İlk değişen ise dairenin başkanı oldu. Tuğgeneral
Aydın İlter, Kenan Evren tarafından dairenin başına getirildi.
Özel Harp Dairesi’nin hareketli günleri darbeden sonra geride kaldı.
Yalnızca ASALA operasyonları yapıldı. Hedef olan komünistler yargılanmış
idam edilmiş, ceza evlerine konmuştu. Bu dönemde Özel Harp Dairesi’nin
kökeninde değişikler yapılıyordu. Operasyonel görevler üstlenecek özel
birlikler kuruluyordu. Sürekli eğitim gören bu birlikler herhangi bir
operasyonda verilecek görevi bekliyorlardı. İlter, Özel Harp Dairesi’nin
başındaki görevini 3 yıl sürdürdü. İlter, görevini 1983’te Tuğgeneral Cumhur
Evcil’e devretti.
Özel Harp Dairesi’nde her yıl bir ekip Amerikan özel kuvvetleri kamplarına
gönderiliyordu ve zamanla bu kamplara gönderilen subay sayıları arttı. Giden
yeni ekip arasında ilk sırada yer alan iki isim vardı. Korkut Eken ve Eşref
Hatipoğlu. Amerikan özel kuvvetlerinin aldığı eğitimin bire bir aynısını
aldılar.
Bu ekiplerin Amerika’dan dönmesiyle birkaç yıl önce kurulan ama pasif kalan
özel birlikler komutanlığı tam olarak aktif hale geçirildi. Bu komutanlık
başına ise Korkut Eken getirildi. 1984 yılında iki yıl süren bu sıkı
eğitimlerin sonunda bu timlerin sayısı dört olmuştu. Tamamen subay ve
astsubaylardan oluşuyordu.
Yeni timlerin oluşturulması çalışmaları sürerken Türkiye yepyeni bir
tehditle tanıştı, PKK terör örgütü. 15 ağustos 1984 günü akşam 21:00
sularında Siirt’in Eruh, Hakkari’nin Şemdinli ilçeleri silahlı bir grup
tarafından basılmıştı. Büyük bir şaşkınlık vardı, çünkü hiç kimsenin
beklemediği bir şeydi. Tüm yasadışı faaliyet yapacak kişiler darbe
dolayısıyla etkisiz hale getirilmişti. Bu tarih PKK terör örgütü ile
tanıştığımız tarih oldu ve örgüt Türkiye ye karşı gerilla savaşını
başlatmıştı. Bölgede ne polis ne de asker tam manasıyla bir direniş
gösterememişti. Akıllara gelen ilk isim Özel Harp Dairesi oldu ve hazırlanan
timlerin Güneydoğu’ya gönderilme kararı alındı. Ardından dört özel tim
bölgeye kaydırıldı. Timlerin başında ise Binbaşı Korkut Eken vardı.
Yıllardır illegal görevlerde yer alan Özel Harp Dairesi’nin artık resmi ve
legal bir görevi vardı. PKK terör örgütü ile çatışmaya giriyorlardı. Bu
artık yüz üstüne çıkmanın belirtileriydi. Bu çatışmalarda Astsubay Yüksel
Batır yaşamını yitirdi. Batır, Özel Harp Dairesi’nin ilk şehidi olarak kabul
edildi.
Artık Özel Harp Dairesi iyice yüz üstüne çıkmıştı. Hatta ilk defa basın
karşısına geçtiler. Özel Harp Dairesi Başkanı sıfatıyla basın karşısına
çıkan ilk komutan Tuğgeneral Kemal Yılmaz oldu. Kemal Yılmaz görevi
devraldıktan altı ay sonra korgeneral Doğan Beyazıt’la basın karşısına
geçerek soruları cevaplandırdılar ama soruların cevaplanması kontrgerilla
tartışmasının kapanması yerine daha da ateşlenmesini sağladı. Bu sırada
Genelkurmay Başkanlığı’na Doğan Güreş paşa getirildi. Güreş paşanın da
rahatsızlığı Özel Harp Dairesi’ydi, daire hakkındaki tartışmaların son
bulmayacağını görüyordu. Çünkü NATO bünyesindeki diğer gizli ordular
tartışmaların kurbanı olarak çil yavrusu gibi dağıtılmışlardı.
Ordu PKK terör örgütü ile mücadele için kullanılan Özel Harp Dairesini
kapatmak, sivil unsurlarını dağıtmak yerine yeni bir yapılanmaya gitti. Bu
yapılanma ile bizzat Güreş paşa ilgilendi. Bu yapılanma için Güreş para
İngiltere ardından Amerika’ya giderek iki benzer özel kuvvetleri görerek
Özel Harp Dairesi’nin yapısında da değişikliğe gitti ve 1991 eylülde
dairenin adı “Özel Kuvvetler Komutanlığı“olarak değiştirildi. Bu ismin
verilmesinin sebeplerinden biri kontrgerilla suçlamasının üstünü kapatmak.
Diğeri ise PKK terör örgütü terörüne karşı son teknoloji ile donanımlı özel
eğitimli askerlerle savaşmak.
Özel Kuvvetler Komutanlığı bugün üç unsurdan oluşuyor;
Bunlardan birincisi, işgal ve savaş durumunda cephe gerisinde düşmanı
bozguna uğratacak adı Seferberlik Tetkik Kurulu yani Özel Harp Dairesi’nin
ilk adı olan sivil unsurlar. Özel Harp Dairesi, Özel Kuvvetler
Komutanlığı adını aldığında sivillerin bağlı olduğu birim bir daireye
dönüştürüldü, sayılarında artışa gidildi.
İkinci temel yapı ise, savaş ve işgal sırasında geri örgütlenmeyi yapacak
askerlerden oluşuyor. Bu askerlerin bağlı olduğu yer, Muharebe Arama
Kurtarma (MAK) Birliği’dir. Özel kuvvetlerin en iyi yetişmiş subay ve
astsubaylarının yer aldığı bu birim savaş ve işgal durumlarında cephe
gerisinde çok kritik noktalarda görev yapmak için eğitiliyor.
Üçüncü temel yapı ise, terör olaylarında görev yapan timlerin bağlı
bulunduğu özel kuvvetler oluşturuyor. Tugay seviyesinde olan bu kuvvet
Amerikan özel kuvvetleri örnek alınarak yapılandırılmıştır. Bu kuvvet
Bordo Bereliler olarak da biliniyor ve bu kuvvetin eğitilmesine daha
fazla ağırlık veriliyor.
Silahlı kuvvetler içinde en seçkin birlik olan özel kuvvetler personeli
tamamen gönüllülük esasına göre seçiliyor. Eğitim tam 3.5 yıl sürüyor. iki
yılı temel özel harp eğitimiyle geçiyor ve eğitimdeki istihbarat dersleri
önemli yer tutuyor. Gizli haberleşme, Gizli faaliyetlere giriş, gizli
harekat tekniği, mülakat ve sorgulama, takip ve takipten kurtulma,
istihbarat ve istihbarata karşı koyma vb. Askeri derslerde gayri nizami harp
üzerine kurulu: keşif, dikiz ve gözlem, hedef analizi, tahrip, gerilla
harekatı, kurtarma kaçırma, psikolojik harekat, liderlik sabotaj, karadan
ikmal, gizli hava harekatı, gizli deniz harekatı, hayatı idame, sualtı
taarruz, paraşüt, sızma, suikast, sabotaj, komando, yakın dövüş, harita
okuma, taktik akın, kaçma kurtulma, pusu vb.
Temel kurslar harici eğitim sürecinin büyük bir bölümü tatbikatlarla
geçiyor. Bir yıl uzmanlaşacakları alan ile ilgili eğitim görüyorlar.
Eğitimin son altı ayında ise alana hazırlık olması açısından operasyonlara
geçiliyor. Bu süre zarfında çok sıkı bir yabancı dil eğitiminden
geçiriliyorlar. Kursların bitmesi eğitimin bitmesi anlamına gelmiyor. Timler
eğitimlerini sürekli tazeliyor ama PKK terör örgütü ile mücadele buna pek
fırsat bırakmıyor. Diğer ülkelerde yapay hedefler üzerinde çalışan
kuvvetlerin yanı sıra özel kuvvetlerimiz Güneydoğu’da aldığı tecrübeleri
kullanıyor. Her tür doğa koşuluna göre yetiştiriliyor, her tür teknoloji ile
donatılıyorlar. Subay ve astsubaylardan oluşuyor. Rütbelere göre A ve B
timlerine ayrılıyor. A timinde tamamen subaylar yer alıyor. Bu timde görev
alan subaylara geleceğin generalleri gözüyle bakılıyor. B timleri ise
astsubaylardan oluşuyor. Tim komutanı ise bir subay oluyor. Son dönemde ise
uzman çavuşlar da özel kuvvetlere alınmaya başlandı. Güneydoğu’da bugün PKK
terör örgütü ile bu timler çatışmaya giriyor.
|