KONTRGERİLLA YOKTUR DİYENLER
28 Ocak-9 Şubat 1995, Akit gazetesi, yazı dizisi - Kontrgerillanın varlığını reddedenler de var. Bu kişilerin görüşleriyle
bunlara karşı yapılmış bazı eleştirileri bu bölümde sizlere aktarmaya
çalışacağız.
CUMHURİYET, 13 KASIM'90, Süleyman Demirel şöyle diyor:
"Bizim hükümet ettiğimiz dönemlerde, benim bilgim dahilinde böyle
bir örgüt yoktur. Böyle bir örgüt yoktur diyemiyorum. Böyle bir örgüt
olsa bilgimiz olması lazımdır. Ama bizim hükümet ettiğimiz süre içinde
bizden habersiz böyle bir örgüt varsa, onu da çok üzüntüyle karşılarım.
O zaman bir takım sorumsuz işler cereyan ediyor demektir ki, bu durumda
devletlerin kaç başlı olduğu düşünülmeye değer." "Kesinlikle
böyle bir örgüt yoktur" diyemediğini ifade eden Demirel, "Çünkü
bakarsınız bir sürprizle karşı karşıya kalınabilir" dedi..."
11 gün sonra...
ZAMAN, 24 KASIM'90, Demirel şöyle diyor:
"..Devlet esrarengiz teşkilatlar vasıtası ile cinayet işlettirmiş
diyen varsa ben dahil herkesin yakasına yapışılsın. Benim bu çağrımdan
sonra hiçbir şey yapmazlarsa bütün bu töhmetleri, bütün bu kötülemeleri
hiçbir şey yapmayanların üstüne bırakırım." Demirel, Ecevit iktidarının
iddialarını ispatlamadığını söylüyor ve ekliyor, "Bugünlerde
gazetelerde yine Sayın Ecevit'in bu çeşit beyanlarını görüyoruz. Kendisi
1978-79 yıllarında hükümet oldu. Soruyorum Ecevit devletin bir takım
esrarengiz teşkilatlar vasıtası ile cinayetler işlediğine katılıyor mu?
Evvela bugünkülere soruyorum. Böyle Türkiye'de esrarengiz cinayetler devlet
tarafından işlenmişse görev sizin, bulun çıkarın, işlenmemişse kesin bu
tartışmayı. Bir Gladio tartışması ile Türkiye'yi şaşkına çevirmenin
manası yok... Bir şey daha var. 1980 sonrasında bir çok kimse mahkemeye
gitmedi mi? Madem bu cinayetleri esrarengiz biçimde devlet işlettirdi,
meclisin önünde duran 267 idam olayı ne? Yani mahkemelere gittiği zaman bu
cinayetleri işleyenler devlet olduğuna göre; bu işleyenler bize bunları
filanca işlettirdi dediler de siz onun yakasına mı yapışmadınız? Yok, böyle
şey olmaz arkadaşlar. Türk halkını bu çeşit şüphelerden kurtarınız."
Kontrgerillanın varlığını kesinlikle yalanlıyor Sayın Demirel, oysa 13
Kasım 1990 tarihli CUMHURİYET gazetesinde,
"Kesinlikle böyle bir örgüt yoktur diyemiyorum. Çünkü bakarsınız
bir sürprizle karşı karşıya kalınabilir." diyordu. Hatta bu örgütün
kendi hükümeti zamanında dahi var olabileceğini ima edip,
"Arşivler elimde değil ve devlette soracağımız kimse yoktur. Ama
bizim hükümet ettiğimiz süre içinde bizden habersiz böyle bir örgüt
varsa, onu da çok üzüntüyle karşılarım. O zaman bir takım sorumsuz işler
cereyan ediyor demektir ki bu durumda devletlerin kaç başlı olduğu düşünülmeye
değer." diyordu. 13 Kasım'da bunları söylerken 24 Kasım'da, yani 11 gün
sonra tam tersini söylüyor!..
Ecevit'i, devlet arşivleri-devlet mekanizması elinde olup da iddiaları
ispatlamamakla suçlayan Demirel, 'arşiv elimde değil, devlette soracağımız
kimse de yoktur' diye kendini savunuyor. Oysa hem bu sözleri söyledikten kısa
süre sonra tekrar hükümete gelmiştir, hem de geçmişte hükümet etmiştir
zaten. Yani arşivler eline geçmiştir. Ecevit'i suçladığı hususlar aynen
kendisi için de geçerli olmuş oluyor. Demek ki o da Ecevit gibi konunun üstüne
varamıyor. Kaldı ki konunun üstüne varmak istediği konusunda kamuoyunda şüpheler
bulunmaktadır.
1990 yılı sonunda verilen kontrgerilla konusunda meclis araştırması önergesine
kendileri de yani partisi de hararetle katılmıştı. Önerge bir entrika
garipliğiyle bir yıl sonraya, görüşülmek üzere ertelendi. Daha sonra
iktidara geldiler ama önerge konusunda sesleri çıkmadı. Hatta kontrgerillayı
tekrar yadsımaya başladılar.
Demirel'in 267 idam konusunda ya demagoji (=laf kalabalığı) yaptığı ya
da kontrgerilla iddialarının içeriğini bilmediği düşünülebilir.
Hangisinin olduğu belli. Türkiye'deki tüm siyasi cinayetlerin kontrgerilla
tarafından işlendiği, işlettirildiği iddia edilmiyor ki! Bizzat kendisinin
haber verdiği Ecevit'e suikast ihbarındaki o, 'seçimden fayda ummayan güçler'
iddia konusudur! Taksim'deki otellerin birinden suikast yapılacak diyor, sonra
gerisi gelmiyor. Failler niye yakalanmadı? Şüphelerden birisini bizzat
kendisi ortaya koyuyor, sonra da kalkıp, 'devleti bu şüphelerden kurtarın'
diyor!?
Demirel, devletin cinayet işletmeyeceğini savunuyor. Evet, bugünkü
devletin kontrgerillaya mal edilen o cinayetleri açıkça işletmeyeceği
tabiidir. Ama, zaten bu anlamda bir iddia da yok ki! Sözkonusu olan,
"Devlet içinde olduğu iddia edilen, ama devletin en üst makamındaki kişisinin
dahi haberinin olmadığı bir organize"nin cinayet işlettirdiği iddiasıdır.
Demokrat olduğunu iddia eden bir devletin, denetlenebilir yapısıyla cinayet işletmesi
düşünülemez. Ama, denetlenemez yapıdaki bir "devlet içinde yuvalanmış
örgüt"ün cinayet işletebileceği düşünülebilir. Denetlenemezse,
halka kapalıysa, yasalarla kurulmamışsa, hatta başbakanlardan ve
milletvekillerinden bile gizlenmişse, cinayet işletebileceği söylenebilir.
Hele bir de terör çıkarmayı, kargaşa doğurmayı bilen, gizli silahlara
sahip ve belli bir ideoloji karşıtı insanlardan oluştuğu şeklindeki resmi
ve gayriresmi açıklamalar düşünülürse, onun cinayet işletmeyeceği değil
de cinayet işleteceği ihtimali daha ağır basar. "Hayır, onlar
vatanseverdir" şeklinde söylenen sözlere inanılması beklenmemelidir.
Hele hele bazı olaylarda son derece profesyonelce düzenlenmiş, ordu yapısı
bomba ve hiç ele geçmemiş silahlar kullanılmış, failleri yakalanmamış,
bir ipucu dahi ele geçirilmemiş, soruşturmalarında gariplikler olmuş, zanlıları
sıkı korunan askeri cezaevlerinden kaçırılmış cinayetler varsa ve bunların
tümü de adi olmayıp siyasi nitelikli ise, işte o zaman, karanlık gibi görünen
tüm bu olayların ve faillerinin hemen hemen aydınlandığı iddiası ciddiyet
kazanır.
Kennedy'nin öldürülmesi, devlet içindeki bir devletin pekala cinayet işletebileceğini
gösterir. Fert bazında, bir suçlu suçunu itiraf edebilir, ama organize bir
gizli örgütün kalkıp da cinayetler işlediğini itiraf etmesi beklenemez,
komik duruma düşülür beklenirse. Bu tür örgütlenmelerin nasıl mümkün
olduğu, Avrupa'daki GLADIO tartışmaları esnasında görüldü. Devlet zan
altındadır, bağrında muhtemelen barındırdığı bu örgütten dolayı. Suçluyu
gösteren tüm parmaklar kendisine yönelmiştir. Yapılacak tek iş, yarım
yamalak olmayan ve her bilgi kaynağından istifade eden bir meclis soruşturması
ile iddiaların araştırılmasıdır. Başbakanları halk seçiyor, ama seçilen
bu insanlara kurulan bir teşkilat bildirilmiyor. Türkiye'nin düşmanı
Amerika ile içimizden bazılarının gizli köşelerde başbaşa vermesiyle, içeriği
gizli, halkın haberi ve rızası olmayan bazı anlaşmalar imzalanıyor, bazı
teşkilatlar kuruluyor. Kurtuluş Savaşı’ndaki
tavrı pek düşmanca olan Amerika ile yıllar sonra
mandacılığı çağrıştıran, bağımsızlığa aykırı bazı anlaşmalar
imzalandığı söyleniyor da, bırakın vatandaşları, başbakanların dahi
haberinin olmadığı iddia ediliyor!.. Örneğin üst taraftan gelen baskılarla
son verilen Hürriyet gazetesinin yazı dizisine konu olan 55 adet Türk-ABD
gizli ikili anlaşmasından birisi aşağıdaki gibi miydi?.. Başka gizli anlaşmalar
var mıydı?..
GLADIO, Leo A. Müller, S.38:
“Böylelikle ABD arşivlerindeki
yeni ifşaatlar ve tesadüfi açıklamalar öğrenildi. National Security
Council’in 3 Ocak 1951 tarihli yazısı bir sözleşmeydi.
Sözleşme bu tarihten önce İtalya ve öteki NATO devletleriyle imzalanan
gizli sözleşmelerin metniydi. Buna göre ; Birleşik Devletler, Sicilya’ya
ve Sardunya’ya -Komünistler hem bölgede hem de İtalya’nın
tümünde iktidara gelirlerse- saldırma hakkını kendinde görüyordu. Anlaşmanın
5'nci bölümü şöyleydi:
“Komünistlerin legal yoldan hükümete
gelmeleri ve hükümeti kontrol etme tehlikesinin olduğu
durumda, ya da hükümetin dış komünist tehdit gibi içerden gelecek tehdide
karşı direnişte en azından kararlı bir güç olarak görünmesi durumunda
ABD önlemler almak zorundadır...(Bu bölüm arşivlerde okunamaz duruma
getirilmiştir. Bu durumda kullanılacak araçların listesi açıkça görülüyor.)
komünist egemenliği engellemek ve komünizmin işgalini kırarak İtalya’nın
yeniden özgürleştirilmesi amaçlanıyor...”
GÜNEŞ, 18 KASIM'90, "Türkeş'ten Yorum Yok":
"Soru : Sayın Ecevit, Türkiye'de kontrgerilla örgütlenmesinin olduğunu
söylüyor.
Türkeş: Biz dört yıl hükümette bulunduk, böyle bir teşkilattan hiç
haberimiz olmadı.
Soru : Bu kuruluşun, hükümetlerin bilgisi dışında faaliyet göstermesi
olasılığı yok mu?
Türkeş: Türkiye devleti aşiret devleti değil ki. Hükümetin malumatı dışında
böyle bir şeyin olmasını ben mümkün görmüyorum... Yok böyle bir şey. Türkiye'de
böyle bir kontrgerilla da yok. Devletin teşkilatı bellidir. Belli olan teşkilatların
dışında Türkiye'de başka teşkilat yoktur. Olsa mutlaka hükümet bilir.
Soru : Gizli olduğu için hükümetler açıklamıyor olamaz mı?
Türkeş: Açıklanması icap etmeyen şeyler bile açıklanıyor da bunlar açıklanmaz
mı? Olsa açıklarlar... Yapılan kanun dışı şeyler vardır. Bu, devletin
çeşitli organları ve amirleri tarafından kanuna aykırı olarak yapılmıştır..."
Bu tür örgütlerin, üst düzey yetkililerden saklandığı Avrupa'daki
gladio tartışmalarında ortaya çıktı. Hala kalkıp da bu tür bir gizli örgütlenmenin
imkansız olduğunu söylemek inandırıcı olamaz. Yol geçen hanı gibi. Ağca'yı
cezaevinden kaçırıyorlar, olay aydınlanmıyor. Taksim'de 38 kişi öldürülüyor,
yüzden fazlası yaralanıyor, ama tek kişi bile yakalanmıyor. Ecevit'e
suikast girişimleri oluyor, aydınlanmıyor. 11 Eylül 1980'de Kızılay Meydanı'nda
yüze yakın bombalı pankart asılıyor. Bu pek anlamlı hareket aydınlanmıyor.
Sadece orduda bulunan tipteki patlayıcılarla bombalama eylemleri yapılıyor,
failleri meçhul. Öğleden önce sağcıyı vuran silahla öğleden sonra solcu
vuruluyor. Bu cinayetlerin benzerleri 12 Eylül'den sonra da devam ediyor.
Aksoy, Emeç, Üçok, Dursun, Abas, Mumcu, Anter, Sincar, profesyonelce
vuruluyor, failleri meçhul kalıyor.. Böyle bir teşkilatın varlığını Türkeş
mümkün görmüyormuş, olabilir, bir çok kişi ise mümkün görüyor.
Devletin çeşitli organlarının ve amirlerinin karanlık işler çevirdiğini
kendisi söylüyor, örneğin Nokta-18 Mart'90, "Resmi Görevliler
mi?" veya Zaman- 22 Kasım'90, "Mızrak çuvala..." haberlerinde
belirttiği gibi. Hatta daha da ileri giderek Ağca’y ı
cezaevinden kaçıran bir devlet örgütünden bahsediyor (TBMM Faili Meçhul
Cinayetleri Araştırma Komisyonu Raporu, 8. bölüm, 3. sh.-Milliyet, 2 Mart
1995, Umur Talu, Dipsiz Kuyu-Bir Devlet Örgütü). Böylece iddialara paralel açıklama
yapmış oluyor. Böyle bir teşkilatın içinde devlet kademelerinden insanların
da bulunduğu iddialara dahildi, yani sadece askeri yapıdadır denilmiyor. Savcısından
doktoruna, politikacısından öğretim görevlisine, amirinden memuruna,
polisinden askerine kadar devletin her kademesinden insanların bulunduğu söyleniyor.
Bu tip bir örgüt yapısı, soruşturmaların karanlıkta kalmasını,
cinayetlerin profesyonelce işlenip katillerin izlerini kaybettirmesini,
yakalanan zanlıların da kaçırılmalarını, kısaca, faillerin meçhul
kalmasını çok iyi açıklıyor.
MİLLİYET, 23 EYLÜL'92, Taha Akyol'un yazısından:
"Yazar Musa Anter'i kim öldürdü?.. Bir teoriye göre, 'kontrgerilla'
işliyor bu cinayetleri! 'Kontrgerilla'nın amacı ne olabilir? Teoriye göre
'kontrgerilla'nın amacı 'Kürtleri sindirmek'tir. Ama Vedat Aydın'ın
katledilmesi, doğurduğu büyük ve haklı tepkilerle ve bu tepkilerin PKK
tarafından kullanılmasıyla, ayrılıkçı hareketi 'sindirmek' şöyle
dursun, temelli büyütmedi mi? Eğer 'kontrgerilla', bu tecrübeye sahip olduğu
halde, Vedat Aydın'dan sonra, Musa Anter gibi tanınmış bir ismi de katletmişse,
PKK'ya hizmet ediyordur! Yine teoriye göre, 'kontrgerilla'nın amacı, askeri
darbe ortamı hazırlamak için bölgedeki yarayı kaşımaktır. Aynı çevreler,
'katil, hükümettir' demeyi de ihmal etmiyorlar. Demek ki, 'Özal'lar,
Demirel'ler, İnönü'ler', kendilerine karşı darbe yaptırma hazırlığı içindeler!.."
Kontrgerillanın, bu tür eylemlerle düşmanı olduğu ideoloji/hareket üyelerini
sindirmeyi amaçladığını zaten kimse iddia etmemişti. Kontrgerillanın amacının
karşı görüşteki insanları birbirine karşı kışkırtmak olduğu iddia
ediliyor. Bunu doğrularcasına 12 Mart ve bilhassa 12 Eylül öncesinde bir çok
olay yaşandı. Bu kışkırtmalar neticesinde, halkın sulh ve sükunu arar
hale geleceği tabiidir. Görünen köy kılavuz istememektedir. Kürt halkı
galeyana getirilir ve ayaklanmaya kışkırtılırsa bunun askeri bir darbeyi
getireceği kuşkusuzdur. Sağcı-solcu, laik-müslüman ve alevi-sünni çatışması
başarılamadı. Bugün taraflar, bunların oyun olduğunu pek iyi görmektedir.
Geçmişten ders alındığı görülmektedir. Bugün göle çalındığında
tutacağı umulan en önemli darbe mayalarından birisi Türk-Kürt çatışmasıdır.
PKK'nın buna ne kadar yatkın olduğu bellidir. Türk tarafı adına da eylem
yapacak, reaksiyonu tıpkı 12 Eylül öncesinde olduğu gibi hızlandıracak
bir güce de ihtiyaç vardır. Apo'nun MİT'le bağlantısı hususunda ciddi kanıtlar
bulduğu söylenen Mumcu'nun cinayete kurban gitmesi bu açıdan anlam kazanıyor.
Hem Mumcu'nun araştırmasının önüne geçildi, hem de suç müslümanlara yüklenerek,
darbe yolunda -ki bu darbenin askeri olması gerekmez, sivil darbenin güçlendirilmesi
de düşünülebilir-iki adım atılmış oldu denilirse, gerçeğe daha yakın
görünen bir açıklama yapılmış olur. Kısaca özetlenirse kontrgerillanın
fikir babalarından David Galula'nın önerileri meçhul değildir. Bu önerilerde,
ülke şuurlu ve şuursuz terörizmle bir kaosa sürüklenmeli, ta ki halk sulh
ve sükunu ister hale gelsin ve askerler de buna binaen yönetimi ele alsınlar.
Sonuçta da sosyal uyanış durdurulup emperyalist Amerika'nın sömürüsü sürsün
gitsin.
MİLLİYET, 28 EYLÜL'92, Süleyman Demirel şöyle diyor:
"Ben 30 yıldır devletin içindeyim. Kontrgerilla iddiası eskiden beri
yapılır. Devletin meşru hiyerarşisinin yanında güç kullanması söz
konusu değildir. Devlet meşru yetkisini aşan hiçbir güç kullanmamıştır,
kullanamaz. Kontrgerilla iddiasını ortaya atanlar daha sonra iktidar da
oldular. O zaman ben onlara 'işte iktidar oldunuz, hadi ispatlayın, ortaya çıkarın'
dedim, ama hiçbir şey ortaya koyamadılar. Kontrgerilla diye birşey
yoktur."
Sayın Demirel, MİT'in darbeleri kendisine haber vermediğini, bu durumdan
kendisinin de şikayetçi olduğunu, darbeleri devletin bir organının yaptığını
ve kendisinin de bunu eleştirdiğini, bir türlü içine sindiremediğini
defalarca dile getirdiğini, Evren'den Özel Harp Dairesi'ni anarşiye karşı
kullanmasını istediğini herhalde unutmamışlardır. Tüm bu yapılanları
"devletin meşru yetkisi"ne dahil ediyorsa diyecek birşey yok. Aksi
takdirde şu ihtimaller söz konusu olmaktadır:
"Devlet, meşru yetkisini aşan hiçbir güç kullanmamıştır"
derse, gerçeklerle çelişkiye düşer, çünkü bal gibi de kullanmıştır.
Kendisi laf yapmayı pek sevdiğinden, insanın gözünün içine baka baka
"kullanmamıştır" demesine şaşılmaz. Sayın Demirel'in bu özelliği
meşhurdur. Literatürümüze, "dün dündür, bugün bugündür"
deyimi sayelerinde girmiştir.
Eğer "kullanmamıştır" kelimesini dil sürçmesi ile söylemiş,
aslında "kullanamaz" demek istemişse kendisine hak verilir. Tabii ki
devlet, meşru yetkisini aşan bir güç kullanamaz.
Eğer "devlet" kelimesini "hükümet" anlamında kullanmışsa
ya da açıklamasında "hükümet" demiş de gazetede yanlışlıkla
"devlet" yer almışsa kendisine yine katılınır. Çünkü hükümetin
denetlenmesi mümkündür ve hükümetin meşru yetkisini aşan bu tür bir güç
kullanması da bu açıdan imkansızdır ya da tevessül edilse bile bilinir, görülür.
Ama ya devlet böyle bir yetki aşımına girmişse nereden bileceksiniz? MİT'te
neler döndüğünü tam biliyor mu? Bilmiyor ve üstelik de bilmediği o birim
başının yenmesine sessiz kalıyor. Tecrübe sahibidir bu konuda. Devlet, hükümet
kadar denetlenemez tam olarak ve o denetlenemeyen kısmı da tıpkı MİT örneğinde
olduğu gibi, onun bunun ve ülkenin başını pekala yiyebilir. Ayrıca şikayet
konusu yapılan kontrgerilla, "devlet içinde devlet" olarak iddia
ediliyor. Yani devletin tümü değil, çok daha denetlenemez bir bölümü
sorumlu tutuluyor. Tüm devlete şamil bir örgütlenme sözkonusu olsaydı, bu
mekanizma içinden bazı, hatta birçok kimseler bunu sızdırır ve sonunda ifşa
olurdu. Devlet mekanizması çok geniştir. Komünisti var faşisti. Müslümanı
var laiki. Böyle bir ortamda kontrgerilla tipi bir örgütlenme yürümeyeceğine
göre devlet olarak bu geniş çaplı mekanizmanın bu cinayetleri işleyebileceği
düşünülemez. İşte laf kalabalığı da bu noktada devreye sokuluyor. Sayın
Demirel, söz konusu olan zaten böyle geniş bir mekanizmayla devletin kendisi
değildir. Söz konusu olan, devlet mekanizması içinde yuvalanmış, ayrı ve
küçük bir mekanizmadır! İddialara göre bu "devlet içindeki
devlet"in, savcısından doktoruna, askerinden polisine, politikacısından
memuruna vs.vs. kadar her konumdan elemanı vardır. Hatta mafyadan dahi üyeleri
vardır. Bu korkunç iddialar, kurgubilim filmlerini hatırlatacak kadar hayali
görünse de, ne kadar gerçekçi oldukları Gladio skandalı ile ortaya çıktı.
Tüm Nato üyesi ülkelerde varlığı anlaşılan, kamuoyunun, karanlık terör
olayları ile bu örgütler arasındaki ilişkiler üzerine ciddi şüphelere
kapıldığı, demokrasi beşiği Avrupa'da birbirleriyle organize cirit koşturan
bu "gizli Nato terör örgütleri"nin bir uzantısının da bizim ülkemizde
bulunmadığını düşünmek zor. Hem "Nato'nun en hassas üyesi"
olacağız, ülkemizde en çok ve en şiddetli, karanlıkta kalmış, ancak ve
ancak devlet desteği ile karanlıkta kalması mümkün olan siyasi terör
olayları olacak, hem de bu örgütlerin bir benzeri bizde olmayacak!?.
Sayın Demirel, "Kontrgerilla iddiasını ortaya atanlar daha sonra
iktidar da oldular. O zaman ben onlara 'işte iktidar oldunuz, hadi ispatlayın,
ortaya çıkarın' dedim, ama hiçbir şey ortaya koyamadılar. Kontrgerilla
diye birşey yoktur." diyor. Madem öyle de, kendisi niye kontrgerilla
iddialarına katılıp önerge vermiştir? (GÜNEŞ, 30 Kasım 1990) 12 Eylül
öncesinde de sonrasında da tavrı hep çelişkili olmuştur. Muhalefette iken
iddia edip, iktidara gelince reddediyor. Madem öyle neden Ecevit'e suikast
yapacak "seçimden fayda ummayan güçler"den bahsetmiştir başbakanken?
Gerçekçi iddialar varken, meclis önergesi verilmişken, neden araştırmamıştır?!!
CUMHURİYET, 26 EYLÜL'92, Demirel'in basın toplantısından:
"..Musa Anter'in öldürülmesini kınayan Demirel, kontrgerilla
iddiaları konusunda, 'TC devletinin bir tane legal gücü vardır, kontrgerilla
falan yoktur...' dedi."
Evet, devletin bir tane legal gücü vardır. Fakat sözkonusu olan, devlet içinde
yuvalanmış illegal bir güçtür Sayın Demirel? İddia edilen kontrgerilla
zaten legal değil ki, illegal!.. Kamuoyu neden sözediyor, siz neden
bahsediyorsunuz?!.
ZAMAN, 22 KASIM'90, Türkeş şöyle diyor:
"..12 Mart dönemini bilmiyorum, ama 12 Eylül öncesinde, bu işleri
yapanlar bazı polislerdi, MİT'ten karışanlar olmuştur..."
Sayın Türkeş, önemli olan bu örgütün adının ne olduğu değil. Önemli
olan, organize ve devlet içinde yuvalanmış bir terör örgütünün var olması.
Adı ÖHD olmuş, kontrgerilla olmuş ya da bir başkası. Bu önemli değil. Önemli
olan bu örgütün varlığı. Varsayılsın ki bu faili meçhullerden bazısı
ferdi harekettir. Yani, örneğin bir polis Ecevit'e öfke duymaktadır şahsi
olarak ve onu öldürmek istiyor. Çiğli'de fırsatını buluyor, ateş ediyor,
ama vuramıyor, neyse... Ama ya Taksim 1 Mayıs katliamına ne demeli?
Kahramanmaraş olaylarına ne demeli? Demirel'in ihbar ettiği Taksim'de
Ecevit'e yapılacak suikast girişimine ne demeli? Daha bir çok olay sayılabilir
ki bunlar ferdi hareketler olarak değerlendirilemez. Eğer polis ve MİT'ten
bazı elemanların karışımı ile bu eylemler düzenlenmiştir denirse, zaten
ileri sürülen kontrgerilla iddialarına paralel bir iddiada bulunulmuş olur.
Çünkü, zaten söz konusu olan husus da, böyle bir organize örgütün var
olmasıdır. Adının ne olduğunu kimse o kadar önemsemiyor. Fakat şu da var
ki, ÖHD'nin yeraltı kanadı birinci derecede zanlı konumundadır. Çünkü
demokratik denetime kapalı gizli yeraltı yapılanması bu tip karanlık işlere
kaymaya müsaittir. ÖHD'nin yeraltı kanadına terör yöntemleri öğretiliyor
ki, işgal durumunda işgalcilere karşı terör yapsın diye. Yani hali hazırda
terör çıkarmayı bilen resmi bir yeraltı grubu var. Bunların barış zamanında
da terör çıkarmadığı ne malum? Terör yöntemlerini biliyorlar, yeraltına
gömülü silahları var. Bir eylem sonrası durdurulduklarında gösterebilecekleri
resmi-askeri kimlikleri var. Belli bir ideolojiye karşı diş biledikleri de
bir gerçek. Şu halde birinci derecede zanlı sayılmaları için tüm şartlar
var!
|