28 Şubat sürecinde polis-asker karşıtlığını işleyip polisi darbeci askerlere pasifize ettirtmeyi başaran Enis Berberoğlu, Ergenekon davasının pasifize edilmesi için tekrar kameralar karşısına geçti ve altın vuruşunu yaptı.
04.12.2008 15:57 28 Şubat sürecinde polis-asker karşıtlığını işleyip, polisi darbeci askerlere pasifize ettirtmeyi başaran Enis Berberoğlu, Ergenekon davasının pasifize edilmesi için tekrar kameralar karşısına geçti. Türk medyasındaki 23 kişilik istihbaratçı gazeteci listesi, son günlerde yeniden tartışılıyor. Gizli istihbaratçı gazeteciler olduğu gibi açık istihbaratçılar da var. Köşelerini bir Kontr Terör Merkezi gibi kullanır, onlarca görevliyle yapılamayacak operasyonları tek yazıyla yapabilirler. Susurluk / 28 Şubat sürecinde yazdığı tek yazıyla suyun akışını değiştiren Enis Berberoğlu, Ergenekon Davası aleyhine pek çok şey söyleyip yazmıştı. Ancak ?altın vuruş? değildi hiçbiri. Hürriyet´in Ankara Temsilcisi olan Enis Berberoğlu, geçtiğimiz Cumartesi günü nihayet ?altın vuruş?unu yaptı ve kılıcını kınından çıkardı. Bu; Ergenekon Davası´nda çok ciddi bir noktaya gelindiğinin kritik göstergesi.
Berberoğlu´nun ?altın vuruş?una geçmeden, sizi Berberoğlu tarihinde bir yolculuğa çıkarmak istiyorum. Yıl 1997... Ülke Susurluk Kazasının depremiyle çalkalanıyor, Refah Yol iktidarda, Asker-Hükümet ilişkileri berbat, Emniyet Özel Harekat timleri PKK´ya yönelik operasyonlarıyla halkın gözdesi... Ve Emniyet İstihbarat Dairesi´nin başına demokratlığıyla bilinen, aynı zamanda da Mehmet Ağar´la yıldızı hiçbir dönem barışmamış olan Bülent Orakoğlu atanıyor. Orakoğlu atandıktan yaklaşık bir hafta sonra, yani 17 Mart 1997 tarihinde bahsettiğimiz yazı geliyor. Enis Berberoğlu köşesinde, 28 Şubat tarihli kritik Milli Güvenlik Kurulu toplantısı günü, isminin saklı kalması koşuluyla üst düzey bir emniyet yetkilisinin gazetecilere artık Askeri darbe olmayacağını söylediğini ve şöyle konuştuğunu yazıyor:
?Üstelik darbe için 167 bin kişilik polis gücünün desteğinin de alınması gerekli. Çok özel eğitim gören, gerilla taktiğiyle savaşan 7 bine yakın özel tim görevlisi var. Polisin desteği alınmazsa iç savaşa bile neden olabilirler.... Ankara´da herkes bu meçhul polisin kimliğini merak ediyor. Ve bu polis şefinin Bülent Orakoğlu olduğu konuşuluyor. Ama biz ihtimal vermiyoruz. Askerle polisin savaşacağına inanan bir dangalağı 4 bin istihbaratçının başına hiç getirirler mi? O vatan haini polisin Orakoğlu olması mümkün değil. Zaten Genelkurmay bu polisin kimliğini tespit ederse, savcılığa suç duyurusunda bulunacak. Refahyol´u ülkesinden çok seven o malum polisin işi çok zor, çok´
Susurluk gündemi ve 28 Şubat´ın göbeğinde yazılan bu yazı, Türkiye´de asker ve polis arasındaki ipi kopardı.28 Şubat´ın Paşaları Emniyet´i topa tutmaya başladı, Bülent Orakoğlu hedef tahtası haline geldi. Orakoğlu defalarca bu sözleri yalanladı ama yazı yazılmış, operasyon yapılmıştı. Çünkü Orakoğlu o sırada bir şey yapmaktaydı: Darbeyi Deşifre... Sözkonusu süreçte Orakoğlu önce Batı Çalışma Grubu´nu deşifre etmiş, sonra da hazırlanmakta olan darbeyi ifşa ederek çökertmişti. Orakoğlu, işin sonunda mavi tulum giydirilip, kelepçelenip, askeri cezaevine atılsa da önemli bir iş yapmıştı. Berberoğlu´nun yazısının kopardığı asker-polis arasındaki ilişkiler ise daha da gerginleşmiş ve Emniyet Özel Harekat Birlikleri´nin dağıtılmasına ve polislerin bütün ağır silahlarının alınmasına varan süreç işlemişti. Bülent Orakoğlu, Hanefi Avcı´yla bir ekip kurmuştu ve bu ekipten nefret eden biri vardı: MİT Kontrterör Daire Başkanı Mehmet Eymür...Nitekim Hanefi Avcı TBMM Susurluk Komisyonu´nda , Eymür´ün bulaştığı kirli ilişkiler hakkında bildiklerinin tamamını anlatmış, telefon dökümleriyle YEŞİL´le olan bağlantılarını ortaya çıkarmıştı. Eymür´ün, Orakoğlu´nu sevmemesi elbette ki Enis Berberoğlu´nun da sevmemesi demekti. Berberoğlu&Eymür aşkının derinliğine birazdan geçeceğiz ama önce filmi ileri sarıp geçen haftaya dönelim....
28 Şubat´ın en kritik yazısına imza attığını yukarıda okuduğunuz Enis Berberoğlu geçtiğimiz Cumartesi günü Ergenekon Davası´yla ilgili altın vuruşunu yaptı. Okuyalım: ?Ergenekon davasının ekseni artık kaydı. Savcılığın önünde iki yol kaldı: 1) Ya Ergenekon´u darbe soruşturmasına dönüştürürler, 2) Ya da generallerin dosyasını ayırıp Genelkurmay´a yollarlar. Bakalım hangi yolu seçecekler?? Berberoğlu iki seçenek sunuyor ama aslında ikisi tek seçenek. Hangisinden gidilirse gidilsin Ergenekon Davası´nın kapatılması demek. Berberoğlu´nun, yol haritası 28 Şubat´taki gibi...
-97´deki darbecilerin karşısındaki Orakoğlu...
-2000´li yıllardaki darbecilerin karşısındaki Ergenekon savcıları...
-Orakoğlu´nu biçen o yazı ve Ergenekon savcılarına yönelik bu yazı...
Ergenekon Davası´nın zamanlaması için ?midemi bulandırıyor? diyen Berberoğlu´nun yazısının zamanlaması bu... İki yıla yaklaşan süredir alt perdeden ilerleyen Berberoğlu´na ne oldu da bir anda bu seviyede devreye girdi? Berberoğlu, altın vuruşundan sonra Salı günü de NTV´de Can Dündar´ın programındaydı. Ergenekon Davası hakkında ağır ifadeler, dalga geçme, küçümseme, hafife alma, bulandırma dahil her şeyi yaptı. Ama konuşmasında önemli bir an vardı; Mehmet Eymür´le ilgili konuştuğu an... Berberoğlu, MİT´in son açıklamasındaki Eymür´le ilgili vurguları eleştirdikten sonra bir an durmak zorunda kaldı ve ?savunuyor değilim yanlış anlamayın? dedi... Devamında ise Eymür´ün Susurluk´taki rolünü övmeye devam etti. Aslında Berberoğlu´nun Eymür´ü savunması ya da övmesi yeni bir şey değil. Mehmet Eymür´ü Yeşil´le olan bağlantıları konusunda temize çıkarmak için yazdığı 8 Temmuz 1997 tarihli yazısına göz atmanız bile yeterli.
Berberoğlu, Salı akşamı NTV´de Mehmet Eymür´ü temize çıkartırken; ertesi gün yani Çarşamba günü Mehmet Eymür, sahibi olduğu atin.org sitesine yeni bir yazı koydu. Pekçok kişiye ve kuruma karşı eleştiriler sıralayan Eymür, tesadüfe bakın ki yazısında Enis Berberoğlu´nu övüyordu... Hem de ne övme: ?...Mesela Enis Berberoğlu´nun 30 Kasım 2008´de yazdığı,?Önce tarihe bakın? başlıklı yazısı. Ajan gazetecilere, fabrikatörlere, sulandırma, yönlendirme görevi yapanlara, ön yargılılara, tahlil yeteneği olmayan, palavracı naylon gazetecilere okumalarını tavsiye ederim... Bir bilgi nasıl tahlil edilir öğrensinler.? Tahmin edeceğiniz üzere Mehmet Eymür´ün ballandıra ballandıra övdüğü Enis Berberoğlu´nun 30 Kasım 2008 tarihli yazısı kendisi hakkında. İşte, Enis Berberoğlu´nun aniden Ergenekon Davası´na Hürriyet´ten ?altın vuruş? yapması ve NTV´den ?yakında hamamcılara, kebapçılara da operasyon yapılacak? biçiminde aşağılaması bu bağlantılardan. Yani, MİT´in geçtiğimiz hafta yaptığı açıklamadan...
Eymür´ün uyandığı anla Berberoğlu´nun uyandığı anın zamanlaması aynı
Ergenekon´un kilit ismi Tuncay Güney´le ilgili açıklamada MİT, direkt olarak Mehmet Eymür´ü ve onun kurduğu Kontrterör Merkezi´ni hedef almıştı. Eymür´ün ismi Ergenekon´a bulaşıyordu... Aslında bunun olacağı belliydi... 3 yıldır Atin.org sitesini yenilemeyen Eymür, geçtiğimiz haftalarda bir anda uykudan uyanmış ve sitesini güncellemeye başlamıştı. Eymür´ün uyandığı anla Berberoğlu´nun uyandığı anın zamanlaması, midenizi mi bulandırıyor; zihninizi mi? (Cevheri Güven / AktifHaber)
(Enis Berberoğlu´nun 08 Temmuz 1997´den itibaren tüm yazılarının başlıkları ve linkleri şu adreste: http://www.hurriyet.com.tr/index/enis_berberoğlu/)
BERBEROĞLU, 28 ŞUBAT KÖSTEBEĞİNİ DARBECİLERE İHBAR ETTİ
28 Şubat sürecinde Berberoğlu´nun tetikçiliğiyle darbeci askerlerin polisi pasifize etme operasyonunu diğer bir gazeteci yazar Şamil Tayyar´ın kaleminden hatırlayalım. Tayyar, 13 Ekim 2008 tarihli yazısında Berberoğlu hakkında şu satırları kaleme alıyordu:
28 Şubat sürecindeki kritik tartışma konularından biri, kuşku yok ki köstebek vakasıydı. Kavganın çıkış noktası ise Hürriyet Yazarı Enis Berberoğlu´nun 17 Mart 1997 tarihinde yayınlanan yazısı oldu. Berberoğlu, kimliği meçhul bir polis şefinin, 167 bin kişilik polis teşkilatı ve 7 bin kişilik özel timin askeri darbe karşısındaki en önemli güç olduğu yolundaki açıklamasına yer verirken, bu polis şefinin Bülent Orakoğlu olduğu iddiasını yazısına ekledi.Orakoğlu, Berberoğlu´nun yazısındaki bu iddiayı yalanladı ancak macun tüpten çıkmıştı. Askeri kesim, Orakoğlu´na öfke püskürüyordu.Öfkenin sıcaklığı henüz soğumadan Mayıs içinde başka bir tartışma alevlendi. Askerliğini Deniz Kuvvetleri Komutanlığı´nda yapan emniyet istihbarat mensubu onbaşı Kadir Sarmusak´ın Batı Çalışma Grubu´nun faaliyetleriyle ilgili ´gizli´ belgeleri sızdırdığı iddiası gündeme düştü. Bu iddia, Milli Güvenlik Kurulu´nun 31 Mayıs tarihli toplantısının da önemli gündem maddesiydi.
Gazeteci Hakan Akpınar, ´28 Şubat Post Modern Darbenin Öyküsü´ kitabında Genelkurmay Başkanı Karadayı´nın hükümete şu uyarısını yazdı: ´Bir süredir Genelkurmay ve bazı askeri birliklerimizin polis tarafından gözetlendiği yolunda duyumlarımız var. Bu bizi fazlasıyla rahatsız etmektedir.´Askere göre Sarmusak, emniyet adına casusluk yapıyor ve Genelkurmay ile kuvvet komutanlıklarının faaliyetleri hakkında rapor hazırlıyordu. Orakoğlu, toplam ´174 bin kişilik emniyet ordusu´ ifadesinin kendine ait olmadığını ısrarla söylese de o günlerin heyecanlı konularındandı. O iddia, Refahyol sonrası dönemde emniyetin zayıflatılmasına yönelik operasyonun ´gerekçesi´ oldu.
Polise ağır darbe
Refahyol döneminde Emniyet İstihbarat Daire Başkanı Bülent Orakoğlu´na atfen piyasaya yayılan ´Darbe ihtimaline karşı TSK karşısında emniyetin güçlendirildiği´ iddiası, Mesut Yılmaz hükümeti döneminde yeniden depreşti. Askeri ve sivil fişlemeye paralel olarak emniyetin etkisizleştirilmesi projesi, Genelkurmay tarafından devreye sokuldu. Yılmaz ise kayıtsız kaldı. Genelkurmay Başkanlığı, 4 Şubat 1998 tarihinde Emniyet Genel Müdürlüğü´ne bir yazı göndererek, ´TSK sefer planlarının gözden geçirilmesi ve güncelleştirilmesi hazırlıkları kapsamında bölgemizdeki gelişmeler ve genel siyasi ortam dikkate alınarak´ planlama yapıldığını bildirdi. Bu nedenle Emniyet Genel Müdürlüğü envanterinde bulunan ağır silah, mühimmat ile araç ve malzemenin muhtemel bir seferberlik-savaş halinde askeri maksatlarla kullanılabilecek olanların envanterinin çıkarılmasını istedi. Bu silahların TSK sefer planlarına dahil edileceği duyuruldu. Duyuruda yer alan ´...genel siyasi ortam dikkate alınarak...´ ifadesi özellikle dikkat çekiciydi. Yazı üslubuna genel olarak bakıldığında, emniyetin kontrolsüz büyüdüğü ve TSK açısından tehdit oluşturduğu sinyalini almak mümkündü.
Terörle mücadele artık fiilen askerin işi, artık sana ihtiyaç yok, o nedenle elindeki ağır silah ve araçları teslim et
Bu yazıdan sonra Genelkurmay ve Emniyet yetkilileri, 11 Şubat 1998 günü bir araya gelerek, ağır silahlarla ilgili envanter çalışması başlattılar. Toplantıdan 6 gün sonra, DTP kontenjanından hükümette Başbakan Yardımcısı ve Milli Savunma Bakanı olarak görev alan İsmet Sezgin, İçişleri Bakanlığı´na gönderdiği (17 Şubat 1998) yazıda, emniyet envanterindeki ağır silahların bir bölümünün terörle mücadele ve OHAL Yasası kapsamında 1993 yılında alındığını ancak bu işlemlerin yasada açık hüküm bulunmasına rağmen Milli Savunma Bakanlığı´nın izni alınmadan gerçekleştirildiğini öne sürdü. Sezgin´in yazıda bir iddiası daha vardı: ´1997 yılından itibaren OHAL bölgesindeki iç güvenlik sorumluluğunun fiilen Kara Kuvvetleri Komutanlığı´na geçmesi ve 1993 yılındaki koşulların ortadan kalkması nedeniyle Emniyet Genel Müdürlüğü´nün ağır silah ve araçlara ihtiyacının olmayacağı değerlendirilmektedir.´ O halde? Sezgin, yazının son bölümünde ağzındaki baklayı çıkardı: ´Askeri amaçlı savaş silahı olarak mütalaa edilen EK-A´daki silahların 3212 sayılı yasanın ihtiyaç fazlası mal ve hizmetlerin satış, hibe, devir ve elden çıkarılması kapsamında Genelkurmay Başkanlığı´na devredilmesini rica ederim.´Polise deniyordu ki: Terörle mücadele artık fiilen askerin işi, artık sana ihtiyaç yok, o nedenle elindeki ağır silah ve araçları teslim et...
İşte o silahlar
Sezgin, bu mektubu ayrıca, ilgi için Genelkurmay ve İçişleri Bakanlığı´na, bilgi için de Başbakanlık ve MGK Genel Sekreterliği´ne gönderdi. Mektuba eklenen ve Topçu Kurmay Albay Güneş Önal tarafından hazırlanan listede teslimi istenen ağır silah ve mühimmatın dökümüne yer verildi.
Ağır silahlar:
1- 60 havan (28 ilde, 326 adet)
2- RPG-7 roket (35 ilde 377 adet)
3- 40 Launçher (43 ilde, 1.634 adet)
4- MG 3 Makineli tüfek (38 ilde, 438 adet)
5- 12.7 Makineli tüfek (39 ilde, 239 adet)
6- M-60 Makineli Tüfek (19 ilde, 50 adet)
7- FN-240 Makineli Tüfek (25 ilde, 75 adet)
8- 40 MM Laun MK/19 (38 ilde, 114 adet)
Mühimmat:
1- RPG-7 mühimmatı (5.700 adet)
2- Uçaksavar mühimmatı (12.7 mm, 140 bin adet)
3- MG-3 mühimmatı (MG-3 mm, 440 bin adet)
4- Laun MK/19 Bombaatar (40 mm, 2 bin 300 adet)
5- Havan mühimmatı (60 mm, yok)
6- M-203 bombaatar (40 mm, 7 bin 300 adet)
Bu yazıdan hemen sonra emniyet envanterindeki bu ağır silah ve mühimmat, periyodik olarak Genelkurmay´a devredildi. Askerle birlikte terörle mücadelede önemli pozisyonu olan emniyete, ´artık senin bu silahlara ihtiyacın kalmadı´ denilerek elindeki ağır silah ve mühimmatın alınması, hele bu girişimin Genelkurmay adına bir bakan tarafından yapılması o döneme ait unutulmaması gereken bir dersti... (Şamil Tayyar / Star)
Ergenekon soruşturmasında kontrgerillacılar kuyruğundan yakalanmış
Doğan Grubu´nun Ergenekon paniği dikkat çekmeye devam ediyor. Mahkemesi süren Ergenekon davasında hakimlerin beraat kararları vereceğinden emin olamayan çevrelerin endişeleri artıyor. Neredeyse her gün mağdur müdahillerin katılımıyla giderek genişleyen ve bu yönüyle başlangıçta 3-5 kişiyle başlayıp zamanla 3500 kişilik bir davaya dönüşen İtalya´daki gladio davasına benzemeye başlayan Ergenekon dava sürecinin özellikle bu yönü bazı çevrelerin tedirginliğini artırıyor. Bu çevrelerin mahkeme sürecindeki bir davaya tamamen tek taraflı yaklaşımları dikkat çekiyor. Operasyon ve davayla ilgili tüm gelişmeler anında hemen tek taraflı yorumlanıyor. Polis teşkilatına ve davanın savcılarına suçlamalar, dolaylı tehditler savruluyor. Ergenekon dava kapsamı yukarıda da belirtildiği gibi neredeyse her gün genişliyor. Acaba kendileriyle ilgili gelişmeler mi bekliyorlar operasyonlar sürecinde. Sebep bu olabilir mi? Eğer değilse neden Ergenekon olayına böyle şiddetle ve tek taraflı tepki gösteriyorlar? Olay dava sürecinde. Suç ve suçlular varsa herhalde mahkeme sürecinde ortaya çıkacaktır. Ayrıca halkın nabzı tutulduğunda yaygın kanaat, davanın Şemdinli davası gibi çözümsüz kalacağı, bir şekilde akamete uğrayacağı yönünde. Öyleyse niçin tedirgin bu çevreler? Şemdinli davasında olduğu gibi suçlular tespit edilirse ve mahkeme üyeleri Van mahkeme heyeti gibi korkmadan bunu ilan eder, cezalar verirse artık geri dönüşümüz olmaz, yargıtay veya başka güçler müdahale etse de işimize yaramaz, çünkü kritik eşik aşılmış olur diye mi düşünüyorlar?.. (Abdullah Harun)
(04 Aralık 2008, 15:57)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER:
Kontrgerilla Medyası
Ergenekon davasını engelleme girişimleri
Ergenekon iddianamesinde arama yap