Ankara'da, 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak' suçundan yargılandığı davada, sanıklar ve avukatlarının esas hakkındaki savunmalarının alınmasına devam edildi.
17.03.2018 17:15 Ankara'da, 28 Şubat dönemine ilişkin 103 sanığın 'Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak' suçundan yargılandığı davada, sanıklar ve avukatlarının esas hakkındaki savunmalarının alınmasına devam edildi.
13 Mart'ta Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki 104. duruşmaya sanıklar, müştekiler ve tarafların avukatları katıldı.
Davada, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanlığı Eğitim ve Doktrin (EDOK) komutanı emekli Korgeneral İzzettin İyigün, esas hakkındaki savunmasını yaptı. Sincan'da 4 Şubat 1997'de tankların yürütülmesiyle ilgili savunma yapan İyigün, 'Dönemin Kara Kuvvetleri Kurmay Başkanı Orgeneral Doğu Aktulga, 3 Şubat'ta saat 20.00 sularında beni arayarak, 80 tank ve 80 zırhlı araçla sabah Akıncı bölgesine bir eğitim yürüyüşü yapılacağını, Kara Kuvvetleri Komutanının bu konudaki emrini Zırhlı Birlikler Okulu ve Eğitim Tümen Komutan Vekiline ilettiğini bildirdi.' dedi.
Aktulga'ya hava şartları ve personelin çoğunun evinde bulunmasından dolayı bu kadar kısa sürede hazırlanamayacaklarını söylediğini ifade eden İyigün, savunmasını şöyle sürdürdü:
'Bunun üzerine komutanımızla görüşmek istedim. Ancak komutanımız katarakt ameliyatından dolayı istirahatta olduğu için görüştürülmedim. Aktulga'ya perşembe günü zaten bir tümenin Akıncı'da rutin bir tatbikatı olduğunu hatırlatıp, istenirse sabahki yürüyüşü bu tatbikatla birleştirebileceğimizi söyledim. NATO ile angajman kuralları gereği buradaki özel silahları korumakla görevliydik. Bu teklifi komutana ileteceğini bildiren Aktulga, bir süre sonra beni arayıp komutana ulaşamadığını söyledi ve 'Ben tümene zaten emri verdim.' dedi. Tek başıma kaldım.
Ben astımı asla himayesiz bırakmam. Görevden de kaçmam. Telefonla tümen komutan yardımcısını aradım. 'Siz doğrudan doğruya Kara Kuvvetleri Komutanlığından bir emir aldınız mı?' dedim. Emri aldıklarını öğrenince yerine getirip getiremeyeceklerini sordum. Bu kadar kısa sürede hazırlanmalarının imkansız olduğunu söyledi. 'Neden emri verene bunu söylemediniz?' dedim. 'Çekindim' karşılığını verdi. Komutanı yanıma çağırdım. 'Perşembe günü görev yürüyüşümüz var mı?' diye sordum. 'Var' dedi. Yürüyüşün kaç araçla yapılacağını sordum, 80-100 karşılığını verdi. Ben de bunun üzerine, 'O zaman ne kadar çıkarabilirsen onu çıkar. Tümeni zorlama. Evinde bulunan askeri çağırma. Hazır personelle yap. Çıkışı kolay araçlarla çık.' talimatını verdim. Eğitim yürüyüşü talimatına uygun hareket etmeleri ve her tankta bir rütbeli personel bulundurulmasını istedim. Bu, her sene yaptığımız bir faaliyetti.'
'Biz hiç böyle bir şey düşünmedik'
Komutana M-74 tank kurtarıcısını çıkarmama tavsiyesinde bulunduğunu anlatan İyigün, 'Çünkü bu aracın kendisi kurtarılmaya muhtaçtı. Nitekim sözümün doğruluğu ortaya çıktı. Bu araç yolda kaldı ve basına malzeme oldu.' diye konuştu.
İyigün, 4 Şubat'ta önceden planlı bir denetlemesi olduğu için Polatlı Topçu ve Füze Eğitim Merkezine gittiğini, 17.00 sularında kışlaya döndüğünde kurmay başkanının eğitim yürüyüşünün tamamlandığı, M-74'ün yolda kaldığı bilgisini kendisine iletildiğini söyledi. İyigün, 'Herkes özellikle bırakıldı şeklinde algıladı. Biz hiç böyle bir şey düşünmedik. Böyle bir şey düşünüldüğünü de görmedim, duymadım.' dedi.
Komutan olarak üzerine düşen tüm sorumluluğu yerine getirdiğini savunan İyigün, şöyle devam etti:
'Mutluyum, huzurluyum. Büyük bir sorumluluğu üzerime aldım, o gece birliğimi korudum, kolladım. Komutanın emrini de yerine getirdim. Bu eğitim yürüyüşü 1960'lı yıllardan beri ülkemizin NATO'nun angajman kuralları gereği yüklendiği bir görevdir. Bizler bunun uygulayıcısıyız. Hem bu anlaşmanın gereğini yerine getirdik hem de hava şartları ve personel yetersizliğinden dolayı verilebilecek zayiatı önledik.
Askerlik hayatımda devletime ve milletime karşı herhangi bir kötü düşüncem olmadı. 5 ay Sincan cezaevinde yattım. Bir gün oradan nefret etmedim. 'Benim vatanım' dedim. 'Bu bir kadermiş' diye düşündüm ve hiç sorun yapmadım. Anlattıklarım gerçeklerin ta kendisidir. Hiçbir eksiği fazlası yoktur.'
Mahkeme başkanının sorusu üzerine, 4 Şubat'ta planlanmış askeri bir yürüyüş olmadığını, yürüyüşün perşembe günü yapılacağını söyleyen İyigün, 'Ben risk alarak, 'Komutanın emri yapılmadı.' denmesin diye perşembe günü olan yürüyüşü öne aldım.' diye konuştu.
Mahkeme başkanının, 'Bu yürüyüşün daha önce de erkene alındığı oldu mu?' sorusuna karşılık İyigün, yürüyüşün erkene alınmasının normal olduğunu söyledi.
'Davamız yönlendirilmeye çalışılıyor'
Sanıklardan dönemin Genelkurmay Başkanlığı Muhabere Elektronik ve Bilgi Sistemleri (MEBS) Başkanı olan Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Hayri Bülent Alpkaya da MEBS başkanlığının teknik bir birim olduğunu, irticayla ilgili görev ve sorumluluğunun olmadığını belirtti.
Alpkaya, '23 Şubat-7 Mart 1997 tarihlerinde izinli ve karargah dışındaydım. 28 Şubat'taki MGK kararlarını izindeyken basından öğrendim.' dedi.
Suni delillerle davaya dahil edildiğini öne süren Alpkaya, Refahyol hükümetini düşürmek üzere Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) kurulmasının konuşulduğu 7 Nisan 1997'de yapılan toplantıya katılmadığını öne sürdü.
Alpkaya, 'Genelkurmay 2. Başkanının yazılı emriyle BÇG'ye teknik destek için görev yapmak üzere bir subay görevlendirmek dışında BÇG ile hiçbir ilgim olmamıştır. Genelkurmay'da üslenen FETÖ mensuplarıyla FETÖ'cü hakim ve savcıların müşterek hareketle kurguladıkları sahte CD ve belgelerle davamızın yönlendirildiği açıkça görülüyor.' dedi.
Duruşmanın öğleden sonraki bölümünde, dönemin Genelkurmay Plan ve Prensipler Başkanı emekli korgeneral Vural Avar esas hakkındaki savunmasını yaptı.
Suçlamaları kabul etmeyen Avar, Türk Silahlı Kuvvetlerinde (TSK) en küçük konular için dahi çalışma grupları kurulduğunu belirterek, şöyle devam etti:
' Batı Çalışma Grubu (BÇG) dediğimizde, maalesef sizlere, müşteki avukatlarına, medyaya ne olduğunu anlatamadık. Bu da askere gelenlere, çalışma grubu adabını öğretmememizden kaynaklanıyor. BÇG maalesef, çok kişiyi rahatsız eden bir durumda cereyan etmiştir, yanlış anlaşılmıştır. BÇG'nin kuruluşunda görüşü alınan hiçbirimiz buna itiraz etmedik, komutanımızın emrini uyguladık. Ben kendi suçsuzluğuma inandığım kadar, kendi başkanlığımdan iddianamede adı geçen personelimin suçsuz olduğuna da inanıyorum. Mahkeme suçlu arıyorsa onların amiri olarak, benim olmam gerekir. Kaldı ki BÇG, yasa dışında faaliyet gösteren bir oluşum değil. TSK'da herkesin aşina olduğu bir grup çalışmasıdır.'
Müştekilerin BÇG'den şikayetçi olduklarını, ancak BÇG'nin hangi eyleminden zarar gördüklerini zaman ve yer belirterek dile getirmediklerini öne süren Avar, 'Ankara'ya geldiğimde ilk gördüğüm acayip şey, Kızılay'da aşağıdan yukarıya, yukarıdan aşağı yürüyen, boydan boya giyinmiş kız gruplarıydı. Başlarında tas gibi bir şey. Rivayete göre bu kişileri parayla dolaştırıyorlardı.' diye konuştu.
Tartışma
Avar'ın bu sözlerine bazı izleyiciler ve müşteki avukatları tepki gösterdi. Bir izleyici, 'Kışla sanıyor burayı' derken, avukat Necip Kibar, 'Tanklarınız çıktığı zaman korkmadık.' dedi.
Bir başka avukat ise Avar'ın kendilerine hakaret ettiğini söyledi.
Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy, 'Duruşmanın sonuna geldik. Bugüne kadar hiçbir avukatı dışarı çıkartmadım. Savunma hakkı kutsal. Bundan sonra müdahale ederseniz, dışarı çıkarmak zorunda kalırım. Sanık savunmasını yapamazsa dava uzar.' dedi.
Müşteki avukatlarını dönen Avar, 'Hakaret etmedim, belki sizlerin de tanık olduğu bir durumu anlatıyorum.' ifadelerini kullandı. Başkan Yiğitsoy, Avar'ı, 'Bana bak, oraya bakma. Savunmanı buraya yap.' diyerek uyardı.
Avar, 'Şayet bana müdahale olursa savunmamı başka güne bırakmak üzere çeker giderim.' dedi.
Yiğitsoy, bu söze, 'İster yapın, ister yapmayın.' diye karşılık verdi.
'İddianamenin yok sayılması gerekir'
Savunmasına devam eden Avar, 'tesettürlü oldukları için üniversiteye alınmayanların dahi TSK ve BÇG'den şikayetçi olduklarını' kaydederek, 'Bu husus tamamen YÖK'ün sorumluluğundadır. Yargı kararlarıyla ilgilidir.' diye konuştu.
İddianameyi hazırlayan savcılar ile soruşturma dosyasına evrak gönderen eski Genelkurmay Adli Müşaviri Muharrem Köse'nin FETÖ'den tutuklandığını anlatan Avar, bu nedenle iddianamenin yok sayılması gerektiğini söyledi.
Avar, '28 Şubat davasının kumpas davalarının son halkası olduğunu' öne sürerek, dönemin Başbakanı Necmettin Erbakan'ın 28 Şubat'tan 'darbe' olarak bahsetmediğini savundu.
Dava dosyasında sanıkların lehine belgelerin olmadığını söyleyen Avar, 'Bazı gazeteciler ve yazarlar algı operasyonunu kullanarak, bütün suçu askere yüklemişlerdir. Zaman geçtikçe 5'li şebekenin rolü ortaya çıkmış, bazı gazeteciler ve yazarlar, onların da suçunu ortaya çıkarmış ama siyaset bizimle yetinmeyi uygun görmüştür.' iddiasını dile getirdi.
Suçsuz olduğunu belirten Avar, beraat talebinde bulundu.
Duruşmaya daha sonra bir süre ara verildi.
SANIK ÇEVİK BİR
Davada, dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli orgeneral Çevik Bir, esasa ilişkin savunmasını yaptı.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen davaya, sanıklar, müştekiler ve tarafların avukatları katıldı.
Savunmasına 28 Şubat 1997'de düzenlenen Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararlarını okuyarak başlayan Bir, toplantıda, esasları ve nitelikleri Anayasa'da belirlenmiş, Atatürk milliyetçiliğine bağlı, demokratik, laik ve sosyal hukuk devleti ve Cumhuriyet rejimini yıkmak, onun yerine bir siyasal dini düzen kurmak amacıyla yürütülen yıkıcı faaliyetler ve yapılan beyanlarla bunların oluşturduğu tehdit ve tehlikelerin gözden geçirildiğinin bildirildiğini söyledi.
Çevik Bir, Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) söz konusu MGK'da alınan kararlar doğrultusunda faaliyette bulunduğunu öne sürdü.
28 Şubat'taki MGK kararının dönemin başbakanı Necmettin Erbakan, Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller, Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı, Milli Savunma Bakanı Turhan Tayan, İçişleri Bakanı Meral Akşener, kuvvet komutanları ve sivil MGK üyeleri tarafından imzalandığını dile getiren Bir, 'MGK kararı doğrultusunda BÇG'nin kurulması emri, 10 Nisan 1997'de Genelkurmay Başkanlığınca hazırlanmış, komuta katının oluru alınarak, şahsımın imzasıyla kuvvet komutanlıklarına gereği, MGK Genel Sekreterliğine de bilgi olarak gönderilmiştir.' diye konuştu.
10 Haziran 1997'de Genelkurmay İstihbarat Başkanlığınca, Genelkurmay Başkanı'ndan onay alınarak yargı mensuplarına brifing verildiğini belirten Bir, bu brifingin Yargıtay üyeleri, tetkik hakimler ve savcılardan gelen istek üzerine 12 Haziran 1997'de tekrarlandığını, ertesi gün gazetelerde çıkan haberlerle tüm Türkiye'nin BÇG'nin kurulduğunu öğrendiğini söyledi.
Genelkurmay Başkanlığınca, 17 Mart 1998'de, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'e makamında 'İrtica ne durumdadır' konulu bir brifing verildiğini dile getiren Bir, 'Demirel, 27 Mart 1998'de yapılacak MGK'nın gündemine bu konuyu aldırttı. Devletin sivil ve asker tüm makamları BÇG'yi öğrendi.' diye konuştu.
BÇG'nin MİT dahil devletin birçok kurumuyla yazışmalar yaptığını ifade eden Bir, 28 Şubat süreciyle ilgili suçlandıkları çalışmaların gizli olmadığını, BÇG'nin Genelkurmay Başkanlığının yasal bir çalışması olduğunu savundu.
'Erbakan'ın istifasını Çiller istedi'
Dönemin Başbakanı Erbakan'ın, başbakan olmak isteyen Tansu Çiller'in telkinleri sonucu 18 Haziran 1997'de istifa ettiğini öne süren Bir, Erbakan'ın istifasına ilişkin yaptığı konuşmada, DYP ile aralarındaki protokol gereği istifa ettiğini söyleyerek, istifanın sebebi açıkça ortaya koyduğunu ifade etti.
Bir, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in basın mensuplarına yaptığı 'Şimdi 28 Şubat'a darbe diyorlar. Neresi darbe? Ne edilmiş? Siyasi partiler mi kapatılmış? Milletvekilleri mi tutuklanıp götürülmüş? Bunların hiçbiri yapılmamış. Hükümet görevinin başında.' ifadelerine atıfta bulunarak, o dönem yaşananların parlamento dinamikleri içerisinde demokratik olarak gerçekleştiğini savundu.
'Benim annem de türbanlıydı'
Davanın FETÖ'nün kumpas davası olduğunu ileri süren Bir, görevde olduğu dönemde FETÖ hakkında dönemin Cumhurbaşkanı'na brifing vererek durumu arz ettiğini belirtti.
Brifingin konusunun, FETÖ okulları ve örgütün TSK'de oluşturduğu tehdit olduğunu ifade eden Bir, 'O dönem Gülen'e ait yurt içinde ve yurt dışında, toplam 448 yurt, 346 dershane, 181 okul, 3 özel üniversitenin bulunduğunu söyledim. TSK'yi Fethullahçı, Nakşibendici ve Kürtçü-İslamcı, subaylar ve astsubaylar olarak, bölmek suretiyle TSK'nin birlik ve beraberliğini ortadan kaldırmanın amaçlandığını ilettim.' diye konuştu.
Davanın, sahte delillere dayandığını, FETÖ kumpas davası olduğunu savunan Bir, 'Davamızla ilgili bazı savcı ve hakimler, FETÖ bağlantısı nedeniyle ya ihraç edilmiş ya da tutuklanmıştır. Genelkurmay Başkanı'nın avukatı davamızın Anayasa Mahkemesine yönlendirilmesini gündeme getirmiş, kabul edilmemiştir. Çok sayıda mağdur ve müşteki, başsavcılıklara başvurarak, davamızı sözde 'bir milli dava' haline getirilmiştir.' diye konuştu.
Başörtüsü yasağında BÇG'nin hiçbir ilgisi olmadığını savunan Bir, 'Benim annem de türbanlıydı. Hepimiz öyle büyüdük. Muhterem bacılarımın bunu böyle bilmesini istiyorum. 28 Şubat döneminde, TSK'den ilişiği kesilenler Fetullah Gülen teşkilatı mensuplarıdırlar. BÇG'nin tek kişi fişlemesi olmamıştır. BÇG, 28 Şubat 1997 tarihli MGK kararının, zamanın hükümetinin aynen kabul etmesiyle 14 Mart 1997'den sonra kurulmuştur. Dönemin hükümetinde görev almış Meral Akşener, Şevket Kazan ve Hasan Ekinci mahkemede bizlerden, şiddet ve baskı görmediklerini beyan etmişlerdir.' ifadelerini kullandı.
Soruşturma sürecini eleştirdi
28 Şubat davasının soruşturma safhasına ilişkin eleştirilerini dile getiren Bir, savunmasını şöyle sürdürdü:
'28 Şubat davası, FETÖ'cü savcılar Mustafa Bilgili ve Tamer Tatar tarafından, GATA'da göz doktoruyken 1997'de Fetullah Gülen cemaati mensubu olması nedeniyle YAŞ kararıyla ordudan ihraç edilen Tamer Tatar'ın getirdiği belgelere dayanarak açılmıştır. Tamer Tatar, diğer kumpas davalarında olduğu gibi belgelerin Çorlu Devlet Hastanesi'nde çalışırken 2011'de bir kargo firmasıyla kendisine geldiğini söyledi. Kargonun gönderen hanesinde Ahmet Yılmaz ismi yer alıyor. Kargo, Ankara'nın Yenimahalle ilçesinden yollanmış. Kargoda 1 klasör, 2 CD/DVD ve imzasız bir mektup bulunuyor. Tatar, hemen ertesi gün kargoyu İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığında savcı Hüseyin Ayar'a götürüp teslim etmiş. Ayar, belgeleri savcı Fikret Seçen'e vermiş. Seçen, bu belgeleri, Balyoz Davası'ndan bir yıl önce Gölcük'te bulunan birtakım belgeleri de ekleyerek 21 Aralık 2012'de özel bir kuryeyle Ankara'ya savcı Mustafa Bilgili'ye göndermiş. Bilgili, CD/DVD'leri 9 ay sonra adli emanete teslim etmiş. 9 ayda CD/DVD'lerin başına neler geldiğini, klasöre ne gibi sahte belgeler eklendiğini, savcı Bilgili'den başkasının bilmesi mümkün değil. TÜBİTAK görevlilerinden oluşan bilirkişi heyeti, 4 gün içinde 6 bin 355 sayfalık belgeyi incelemiş ve 'CD/DVD'lerin içindeki bilgiler doğrudur. Manipülasyon yoktur. Delil olarak kullanılabilir' şeklinde 42 sayfalık bir rapor yazmış. Talebimiz üzerine Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesince tayin edilen ODTÜ'lü 3 kişilik bilirkişi heyeti, aylarca süren çalışmanın ardından 'CD/DVD'lerin manipüle edilmiş olabileceği ve bu haliyle delil olarak kabul edilmeyeceği' şeklinde rapor hazırladı.'
'Bilgili ve Köse birlikte çalıştı'
Dosyaya daha sonra başka belgeler de eklendiğini belirten Bir, 'Savcı Bilgili, belgeler arasında bulunan 7 Nisan 1997 tarihli, imzasız, Genelkurmay yazışma usulleri yönergesine aykırı bir toplantı tutanağını delil olarak göstererek 1997'de Genelkurmay karargahında görev yapan 20 kadar general/amiral ve subayı tutukladı. Biz kargo zarfı üzerindeki parmak izlerinin alınmasını talep ettik ancak adli emanette poşet ve zarflar bulunamadı.' diye konuştu.
Savcı Bilgili ile dönemin Genelkurmay Adli Müşaviri FETÖ sanığı Muharrem Köse'nin soruşturma sürecinde ortak hareket ettiğini öne süren Bir, belgelerin sahte olduğunun ispat edilmesi üzerine Köse'nin, Genelkurmay Genel Sekreterliğinin çekmecesinde bulunduğu öne sürülen bir tutanağın fotokopisini mahkemeye gönderdiğini söyledi.
7 Nisan 1997'den belgenin bulunduğu öne sürülen tarihe kadar 5 genel sekreterin değiştiğini dile getiren Bir, bu belgenin önceki genel sekreterler tarafından bulunamayıp, aradan geçen onca yıldan sonra çekmecede bulunmasının hayatın olağan akışına aykırı olduğunu öne sürdü. Bir, şöyle devam etti:
'Savcı Mustafa Bilgili, iddianamede, Cumhurbaşkanı'nın hükümetin kurulması görevini Tansu Çiller yerine Mesut Yılmaz'a vermesinin bir çok DYP milletvekilinin istifasına neden olduğunu belirterek, TSK'nin bu milletvekillerine cebir, şiddet ve baskılar uyguladığını ileri sürmüş ama ispatlayamamıştır. Mahkeme heyeti DYP'den istifa ederek Anavatan'a geçen milletvekillerini tanık olarak çağırdı ve her birine DYP'den istifa etmeleri için askeri cenahtan bir baskı, tehdit alıp almadıklarını sordu. Mahkememizde ifade verenler arasında başta Meral Akşener, Hasan Ekinci, Turhan Tayan ve Mesut Yılmaz ile 10'a yakın eski DYP milletvekili, mahkemeye o dönemde kendilerine hiçbir cebir, şiddet olmadığını beyan etmişlerdir.
28 Şubat'ın sembol isimleri Müslüm Gündüz, Fadime Şahin, Ali Kalkancı gibi şahısların 'irtica tehdidi yaratmak amacıyla askerlerce kullanıldığı' iddialarının tamamen saptırmaca olduğu, ne TSK'nin bu şahıslarla ne de bu şahısların TSK ile hiçbir bağlarının olmadığı, dönemin İçişleri Bakanı Akşener ve Adalet Bakanı Şevket Kazan'ın da ifadeleriyle çok net biçimde açığa çıktı.
Davanın bir 'darbe davası', iddianamenin de bir 'darbe iddianamesi' değil 17 Ocak 1997 ve 17 Mart 1998 tarihli brifinglerde yer alan 'FETÖ ve irtica ile neden mücadele ettiniz' davası ve iddianamesi olduğu, intikam için açıldığı tüm çıplaklığı ile ortadadır.'
'Davamızın bavulcusu Tamer Tatar'dır'
Bir, 28 Şubat davasının, askerlere yönelik diğer davalar gibi, FETÖ'cü siyaset ve yargı kurumlarının el ele vererek askerler üzerinde itibarsızlaştırma, susturma ve intikam amaçlı kumpas davalarının sonuncusu olduğunu ileri sürerek, şunları söyledi:
'Bu davada da süreç, tıpkı öteki davalarda olduğu gibi, sözde kimliği bilinmeyen kişilerin savcılığa bilgi ve belge ulaştırmasıyla başlamış, ıslak imzalı tek bir doküman olmadan, üzerinde tahrifat yapılan düzmece CD ve belgelerle yüzlerce asker gözaltına alınıp tutuklanmış, kendi ayakları ile ifade vermeye gelenler bile, kaçma şüphesi var denilerek tutuklanmış ve bir kısmı 2 yıla yaklaşan sürelerde cezaevlerinde yatmışlardır. Cezaevlerinde de bizlere çok iyi davranılmıştır. Ama bütün şartlara da uyuyorduk, ne zaman dışarı çıkılır, ne zaman yemek yenir... Daha ziyade orada kaldığımız sürede rahatlamış hissetmişizdir.
Bugüne kadar yapılan duruşmalarda kuşku götürmez bir gerçek olarak anlaşılmıştır ki 28 Şubat kesinlikle bir darbe değildir. BÇG, kesinlikle yasa dışı faaliyet gösteren bir cunta kuruluşu değildir. TSK'nin darbe niyeti olmamıştır. Cumhurbaşkanı Demirel bunu açıkça dile getirmiş ve o dönemde bir darbe olmadığını, her şeyin toplumun gözü önünde demokratik olarak yürütüldüğünü net bir şekilde ispatlamıştır.'
Bir, 28 Şubat davasını, Balyoz ve Ergenekon davalarına benzeterek, 'Her 3 davanın da bavulcusu vardır, davamızın bavulcusu Tamer Tatar'dır. 3 dava da Fetullah Gülen'in onayı alındıktan sonra başlatılmıştır.' dedi.
Bu davalarda sanıklar aleyhine deliller oluşturulduğunu, Genelkurmay adli müşavirlerinin, savcılarla birlikte çalıştığını, Genelkurmay Başkanları ve Kuvvet Komutanlarının Yüce Divan'da yargılanmadıklarını anlatan Bir, '28 şubat dönemi ile suçlanmakta olan bizlerin, yani TSK'nin 21 yıl önce irtica tehdidi konusunda, devletin yönetiminin aldığı MGK kararına dayalı yaklaşımının ne kadar haklı ve doğru olduğu apaçık ortaya çıkmıştır. Bu yaklaşımın doğruluğu, son olarak yaşanan 15 Temmuz olaylarında da belgelenmiştir.' diye konuştu.
Bölücü terör örgütüyle mücadele için kurulan Güven Çalışma Grubu için suçlama yöneltilmezken irticayla mücadele için kurulan BÇG'nin suçlanmasının kabul edilemeyeceğini savunan Bir, 'Suçlandığımız BÇG, zamanın Cumhurbaşkanı, hükümeti, komuta katı, MGK üyeleri ve vermiş olduğumuz brifingler vasıtasıyla basının ve ülke halkımızın tamamının duymuş olduğu, yasal bir Genelkurmay Başkanlığı çalışmasıdır.' dedi.
TÜRBAN SÖZLERİNE SALONDAN TEPKİ
Bir, yaklaşık 2 saat süren savunması sırasında 'Türban yasağı ile ilgili BÇG'nin hiç bir alakası yoktur. Benim annem de türbanlıydı' sözlerini sarf etti. Bu sözleri salonda bulunanlardan bazılar 'yuh' sesleri ile tepki gösterdi.
HAKİMDEN BİR'E KRİTİK SORU
Savunmasının ardından Mahkeme Başkanı Mustafa Yücesoy, Bir'e, '97'de ikinci başkansınız. Sincan'da tanklar yürüyor ve basında bazı haberler çıkıyor. Siz 'rutin tatbikat' diyorsunuz. Ama büyük gazetelerde tam tersi haberler çıkıyor. Genelkurmay Başkanı ile bunu görüşüp 'bu haberleri tekzip edelim' demediniz mi? Özellikle büyük basın yayın organları, 'Sincan'da tanklar yürüdü, asker darbe yapıyor' diye yazıyor. Siz de 'normal tatbikat' diyorsunuz. Siz bunları Genelkurmay Başkanı ile konuşmadınız mı? 'yalanlayalım, adli müşaviri devreye sokalım' gibi' sorusunu yöneltti. Bir soruyu 'Yapmaz olur muyuz efendim' diye cevapladı.
Bir, Yiğitsoy'un bu sorusuna, 'Genelkurmay Başkanı konuyu Cumhurbaşkanına arz etti' cevabını verdi. Yiğitsoy, bu cevap üzerine 'Kamuoyu ile paylaşmadınız mı?' diye sordu. Bir ise 'hatırlamıyorum' karşılığını verdi.
Mahkeme, duruşmayı 13 Nisan'a erteledi
Bir'in avukatının esas hakkındaki mütalaaya karşı savunmasının ardından mahkeme heyetinin ara kararını açıklayan Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy, 'Savunma yapmayan sanık veya müdafisi kalmadı. Son 4-5 celsenin SEGBİS çözümleri yapılacak. O çözümlerde hem sanıklar ve avukatlarının savunmalarını, hem de katılanların beyanlarını ve iddia makamını dinledik. Bundan sonraki celsede bir eksiklik görmezsek bir sonraki duruşmada bunları değerlendireceğiz. Bu nedenlerle duruşmayı 13 Nisan saat 14.00'a erteledik' dedi.
Çiller davayı sarstı: 28 Şubat darbedir
28 Şubat davası duruşmaları
28 Şubat soruşturması manşetlerimiz
28 Şubat süreci manşetlerimiz
28 Şubat davasında 'paralel' tartışması
28 Şubat iddianamesinde arama yap
(17 Mart 2018, 17:15)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: