Tahşiyeciler isimli gruba kumpas kurulduğu iddiasıyla yürütülen soruşturmanın iddianamesi mahkemece kabul edildi. 15 tutukludan 5'i tahliye edildi. İlk duruşma 22 Aralık'ta Silivri'de. Mahkeme Gülen hakkında gıyabında tutuklama kararı verdi.
04.10.2015 11:20 Tahşiyeciler isimli gruba kumpas kurulduğu iddiasıyla yürütülen soruşturma kapsamında hazırlanan 333 sayfalık iddianame, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edildi.
"14 Aralık Soruşturması" olarak da bilinen Tahşiye soruşturması İstanbul Cumhuriyet Savcısı Hasan Yılmaz tarafından yürütülüyordu. Soruşturma kapsamında 15'i tutuklu 33 kişi hakkında dava açıldı. Mahkeme, iddianame kapsamında haklarında çeşitli suçlardan hapis cezaları istenen 5 sanığın tahliyesine karar verdi. Haklarında ise yurtdışına çıkış yasağı getirildi.
-Kazım Aksoy tahliye olamadı-
Tahliye edilen isimler şunlar: Tufan Ergüder, Kazım Aksoy, Yasin Koyuncu, Selçuk Ocaktan, Ufuk Yıldırım. Mahkeme kararının cezaevi savcılığına ulaşmasının ardından eski Emniyet Müdürü Tufan Ergüder ile polis memurları Yasin Koyuncu, Selçuk Ocaktan ve Ufuk Yıldırım tahliye edildi. Eski Emniyet Şube Müdür Yardımcısı Kazım Aksoy ise başka bir davadan daha tutuklu olduğu için serbest bırakılmadı.
Mahkeme iddianameyle ilgili yargılama tarihini 22-24 Aralık 2015 günü saat 09.30 olarak belirledi. Yargılama Silivri'deki duruşma salonlarında, İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nde yapılacak.
-Gülen için tutuklama kararı-
Mahkemesi, davada "1 numaralı şüpheli" olan Fetullah Gülen'in yokluğunda tutuklanması ve hakkında "kırmızı bülten" çıkarılması için Adalet Bakanlığı'na yazı yazılmasına karar verdi.
Kararda, Fetullah Gülen hakkındaki adalet bakanlığı uluslararası yakalama emrinin kaldırılmasına hükmeden mahkeme heyeti, Gülen'in, "kaçak olması, kuvvetli suç şüphesi varlığını gösteren olguların ve saklanacağı şüphesi uyandıran somut olguların bulunması, suçların vasıf ve mahiyeti ile adli kontrol tedbiri kararının yetersiz kalacak olması" gerekçeleriyle yokluğunda tutuklanması kararı verdi.
Kararda ayrıca, Fetullah Gülen hakkında "kırmızı bülten" çıkarılması ve ABD'deki yetkili adli makamlarından iadesi prosedürüne esas olmak üzere, Adalet Bakanlığı Uluslararası Hukuk ve Dış İlişkiler Genel Müdürlüğü'ne yazı yazılmasına hükmedildi
PARALEL MEDYADAN TEPKİ: HİZMET HAREKETİ!
Tahşiye iddianamesinin kabul edilmesi paralel medyada tepkiyle karşılandı. Paralel medya olarak adlandırılan Gülen cemaati medyasının konuyla ilgili haberlerine bakıldığında gerçekten de adeta örgütsel bir dayanışmayı ispatlarcasına konunun en uç yönlerinin ele alındığı, savcı ve iddianameyle alay edildiği, örgütsel yapılanmanın "Hizmet Hareketi" diye savunulmaya çalışıldığı açıkça gözleniyor. Sorumlu yayıncılık gereği, ve belki bizim göremediğimizi okuyucularımız görebilir diye bu tepkileri de aynen aktarmak istiyoruz.
------------------------------------------------------------------------------
Buna dair bir örnek olarak iddianamenin reddedilmesini isteyen Büşra Erdal'ın "Tahşiye iddianamesinde delil yok, mahkeme iade etmeli" başlıklı 29 Eylül tarihli Zaman'daki yazısı gösterilebilir. İşte o yazı:
"Tahşiye iddianamesinde delil yok, mahkeme iade etmeli
Özgür basını susturmayı amaçlayan Tahşiye iddianamesinde suç delili yok. Bunun yerine köşe yazıları, dizi replikleri, internetteki sohbetler, emniyetin yasal işlemleri ‘delil' diye sunuldu. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 174'üncü maddesine göre delil olmadığı için mahkemenin iddianameyi savcıya iade etmesi gerekiyor.
Diziden terör örgütü çıkaran Tahşiye iddianamesi, Ceza Muhakemesi Kanunu (CMK) açısından tarihe geçecek bir ibret vesikası. Savcılık, kurgu bir diziden hayali bir terör örgütü çıkardı. Dizi repliklerini, köşe yazılarını, emniyet ve yargı birimlerinin kanunlara göre yaptığı işlemleri ‘suç delili' olarak sundu. Kanuni çerçevede açılmış bir dava, sanıkların şikayeti dışında somut bir delil sunulmadan 5 yıl sonra ‘kumpas' iddiasıyla suçlama konusu yapıldı. İstanbul Başsavcılığı tarafından hazırlanan bu metnin, CMK'daki düzenlemelere uygun olup olmadığı irdelendiğinde ise iddianamenin hukuki ve kanuni vasıflardan uzak olduğu, savcıya iade edilmesi gerektiği anlaşılıyor.
Suçlama konusu ‘Tahşiye dosyası', kanunen yetkili ve görevli savcılığın, adli kolluk olarak hareket eden emniyet mensupları eliyle yürüttüğü Tahşiye soruşturmasının, yine kanunlara göre yetkili ve görevli mahkemece davaya dönüştürülmüş hali. İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesi ‘önleyici dinleme' ile yapıyı takip etmiş. Somut delil bulununca da soruşturma açılmış. Milli İstihbarat Teşkilatı ve Genelkurmay da bu yapıyı mercek altına almış. Bu noktada bazı iktidar yandaşı yazarlar “MİT, Tahşiye ile ilgili bilgi notunu Emniyet'le paylaşmamış. Emniyet nasıl Tahşiye'ye delilsiz soruşturma açar?” diye güya zekice (!) bir soru yöneltiyor. Polis Vazife ve Selahiyetleri Kanunu (PVSK) ek 7'nci madde, polisin istihbarat görevini düzenliyor. Polis, MİT talimatı ya da bilgi notu ile soruşturma yürütmez. Savcıların talimatı ve mahkeme kararıyla işlem yapar.
Darbe delilleri: 4 köşe yazısı, 2 dizi repliği, internetteki 1 sohbet konuşması
Kanuna uygun açılmış bir davadan ‘kumpas' ve ‘terör örgütü' çıkaran savcı, 333 sayfalık iddianamesinde buna dair hangi delilleri sunmuş? Şüpheli avukatlarının tespitine göre, ‘silahlı bir terör örgütü' suçlamasına 15 ayrı delil gösterilmiş. Bunların dört tanesi iki ayrı gazetede yer alan köşe yazısı, iki tanesi bir dizide yer alan konuşmalar, bir tanesi internette yer alan sohbet konuşması, geri kalanlar ise emniyet tarafından yapılan yasal işlemler. ‘Tahşiye kumpası'nın temellendirildiği iki ana iddia da operasyon talimatının dizi aracılığıyla verildiği ve operasyon yapılan evde bulunan bombaların polis tarafından konulduğu. Bu iki iddia ispatlanmazsa iddianame çökmüş olur. Nitekim ‘dizi ile operasyon talimatı' iddiasının mantıksız olduğunu bizzat savcı kendisi ifade ediyor. Aynı şekilde, ‘bombaları polis koydu' iddiasının ispatlanamadığını da yine savcı söylüyor. Hal böyleyken, “Tahşiye kumpası iddianamesi çöktü” tespiti sıradan bir tanımlama değil. CMK 174'e göre “Suçun sübûtuna etki edeceği mutlak sayılan mevcut bir delil toplanmadan düzenlenen” iddianamelerin iadesi zorunlu. İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin Tahşiye kumpası iddianamesini davaya dönüştürmeden savcısına iadesi etmesi gerekiyor.
İddianamede ‘darbe teşebbüsü' suçlamasına tek delil Yargıtay 9. Ceza Dairesi'nin, Ekim 2013'te verdiği Balyoz kararı. Tahşiye savcısı, delil olarak ‘silah ya da silahlı bir eylem' gösterilmeyen iddianamesinde, Hizmet Hareketi için Yargıtay'ın bu kararını delil olarak sunup ‘manevi cebir ve şiddet unsurlarına sahip olması nedeni ile aynı zamanda silahlı terör örgütü olarak vasıflandırılması' gerektiğini öne sürüyor. Savcı Hasan Yılmaz, bu unsurların nasıl gerçekleştiğine dair tek bir açıklama yapmıyor. Halbuki Yargıtay'ın Balyoz kararında TSK'ya mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmadığı tespit ediliyor. TSK için yapılmış bu değerlendirme, sivil toplum kimliğindeki Hizmet Hareketi'ne nasıl emsal teşkil edebilir? Bugüne kadar üç darbe yapıp, muhtıralarla Türk demokrasi hayatına kasteden bir güç ile bir sivil yapı nasıl eş tutulabilir? Zaten bu mantıksızlık ortada olduğu için savcı hiç ayrıntıya girmeden doğrudan karara atıf yapıp mahkemeyi ve kamuoyunu kandırmaya teşebbüs ediyor.
‘Ebcet' hesabı iddianamede!
Savcı Yılmaz'ın ilginç girişimleri bunlarla sınırlı değil. Bir müştekinin Hizmet Hareketi'ni ‘ebcet' hesabıyla ‘paralel yapı' yapan tespitini de iddianameye delil diye koymuş. Tabii hayal gücünün yüksek olması iyidir, düşünceyi zenginleştirir. Ama iddianameler hayal gücüyle değil delille yazılır. En azından CMK bunu emreder. Aksi halde savcı değil polisiye roman yazarı olmaları gerekir. CMK madde 174, hayal gücü ile yazılmış iddianamelerin davaya dönüştürülemeyeceğini düzenliyor."
------------------------------------------------------------------------------
"DELİL YOK YALAN ÇOK"!!!
İddianameye yönelik diğer bir tepki de yine Zaman gazetesinde yer aldı. İddianamenin reddedilmesini isteyen Göksel Genç'in 23 Eylül 2015 tarihli ve "Kumpas iddianamesinde silah, delil yok, yalan çok; Savcı, TSK, MİT ve Emniyet raporlarını görmedi!" başlığıyla yayınlanan haberi şu şekilde:
"Kumpas iddianamesinde silah, delil yok, yalan çok; Savcı, TSK, MİT ve Emniyet raporlarını görmedi!
Özgür medyayı susturmak amacıyla düzenlenen Tahşiye operasyonu sonrası hazırlanan iddianamenin içi boş çıktı.
Emniyet İstihbarat [Link], Genelkurmay İstihbarat [Link] ve MİT'in Tahşiye grubuna ilişkin "terör örgütü" raporları, resmi açıklama ve resmi yazılarını görmezden gelen Savcı Hasan Yılmaz, hiçbir hukuki karşılığı olmayan, herhangi bir mahkeme kararına dayanmayan müfettiş raporuyla Hizmet hareketini terör örgütü ilan etmeye kalktığı anlaşıldı.
Evlerinde el bombası, patlayıcı, silah ve çok sayıda mermi bulunan Tahşiye grubunu [Link] masum insan olarak tanımlayan savcı Yılmaz, söz konusu yapıya ilişkin dönemin İstanbul Valisi Muammer Güler'in yaptığı "El Kaide bağlantılı terör örgütü" [Link] açıklamasına da değinmedi. Halen yargılaması devam eden Tahşiye sanıklarının tamamının müşteki yapılarak "Yargılamayı etkilemeye teşebbüs" suçunu alenen işleyen savcı Yılmaz, 332 sayfalık iddianamesinde Hizmet hareketini terör ile ilişkilendirecek tek bir somut delil sunamadı.
SİLAHI OLMAYAN, SİLAHLI ÖRGÜT İDDİASI
Özgür basını susturmak amacıyla düzenlenen Tahşiye operasyonu 14 Aralık 2014 Pazar günü savcı Hasan Yılmaz'ın talimatı ile gerçekleşti. Fetullah Gülen Hacaefendi “Silahlı örgüt kurmak ve yönetmek” ile ve Hidayet Karaca [Link] ise “silahlı terör örgütüne üye olmak” ile suçlanıyor. Ancak iddianamede 'silah nerede?' sorusunun cevabı yok. Eski polis müdürleri Tufan Ergüder, Ali Fuat Yılmazer, Erol Demirhan, Yurt Atayün, Ömer Köse gibi Emniyet müdürleri ise ‘Silahlı terör örgütüne üye olma' ‘iftira' ve ‘resmi belgede sahtecilik' ile itham ediliyor.
NUH METE YÜKSEL'DEN KOPYALANMIŞ RAPORU DELİL YAPMIŞ
Fethullah Gülen, Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ve 31 polisin yer aldığı dosyada savcı Hasan Yılmaz, darbe iddialarına ilişkin delil bulamayınca 28 Şubat döneminde mütedeyyin insanlara yönelik Nuh Mete Yüksel'in hazırladığı iddianamenin aynısını tekrar etmiş. Gülen'e yönelik silahlı terör örgütü kurma iftirasını belgeleyemeyen savcı, tıpkı savcı Yüksel gibi devletin tüm kurumları tarafından denetlenen kolej, dershane ve yurt gibi eğitim müesselerini terör örgütü merkezi olarak göstermesi skandal olarak yorumlandı.
Daha ilginci hiç bir mahkeme kararına dayanmayan Emniyet Genel Müdürlüğü'nün hazırladığı 4 Mart 2015 tarihli Zeki Çatalkaya imzalı ve tartışmalı sözde paralel yapı raporu iddianameye delil diye girmesi. Oysa Çatalkaya'nın hazırladığı ve hiçbir mahkeme kararına dayanmayan hayali ithamlara dayalı terör suçlamasının aynısı 28 Şubat döneminde Nuh Mete Yüksel tarafından kaleme alınan asılsız iddialarının da bir kötü kopyası olarak değerlendirilmişti.
PROF. DR. ÖZGENÇ UYARMIŞTI: POLİS RAPORUYLA HİÇ BİR GRUP TERÖR ÖRGÜTÜ İLAN EDİLEMEZ [Link]
Yine Türk Ceza Kanunu'nun mimarlarından Prof.Dr. İzzet Özgenç, mahkeme kararına dayanmayan hiçbir rapor ya da belge ile bir grup yada topluluğun terör örgütü ilan edilemeyeceği uyarısı yapmıştı. Geçtiğimiz aylarda tartışılan Çatalkaya raporu ve Ankara savcılığının işlemlerinin ulusal ve uluslararası hukuki temellerden yoksun bulunduğunu, bu şekilde raporlarla suçlama yöneltenlerin yargılanmaktan kurtulamayacağı uyarısı yapmıştı.
BERAAT EDİLEN İDDİALARLA AYNI DAVA AÇILAMAZ
Hizmet hareketine yönelik iftiralarını iddianamesine taşıyan savcı Yılmaz, daha önce Yargıtay Genel Kurulu tarafından oy birliği ile beraat eden “Devleti ele geçirme” iddiasını da tekrar etmiş. Türk Ceza Kanuna göre bir kimse beraat ettiği iddialardan tekrar yargılanamazken Yılmaz, Gülen hakkında bu kanunu uygulamayarak ayrı bir hukuk skandalına imza attı.
SAVCI, DELİL BULAMAYINCA, İADE TALEBİNDEN VAZGEÇMİŞ [Link]
İddianamede delil olmaması nedeniyle Gülen'in Amerika'dan iadesini istemenin mümkün olmadığını bilen savcı Yılmaz, ABD'den ret cevabı almamak ve “Gülen'i ABD iade etmiyor” şeklindeki algı operasyonlarına devam edebilmek için Hocaefendi'nin hukuken iadesini istemedi.
DEVLETİN RESMİ RAPORLARI İDDİANAMEYİ YALANLIYOR
Diğer yandan savcı Yılmaz iddianamede inanılmaz bir maddi hataya imza attı. Savcı Yılmaz, terör örgütü El Kaide bağlantılı Tahşiye grubuna yönelik operasyonunun talimatını Fethullah Gülen Hocaefendi'nin 14 Eylül 2009 tarihli sohbetinde verdiğini iddia ediyor. Ancak İstanbul Emniyeti İstihbarat Şube Müdürlüğü'nün Tahşiye grubuna [Link] ilişkin 3 Aralık 2008 tarihinde birçok ilin istihbarat şubelerine tahşiye grubuna ilişkin yazısını görmezden geliyor.
SAVCI GERÇEKLERİ GİZLEMİŞ, BU ANAYASAL SUÇ
Savcının bir iddianamedeki maddi gerçeği gizlediği ve alenen suç olan bir iddiası da İstanbul İstihbaratı'nın Türkiye'deki diğer illere Tahşiye grubuna ilişkin yazı göndermeden önce bu illegal yapıya ilişkin herhangi bir çalışma olmadığı. Bu iddia da MİT'in raporu ile çürüyor. İstanbul Emniyetinin tahşiye grubuna dikkatinin çekilmesi ve uyarılmasını MİT, 14 Mart 2008 ve 16 Ekim 2008 tarihli iki raporuyla sağlanıyor. Ancak savcı tüm iddialarını çökertecek bu belgeleri iddianameye koymadığı görüldü.
El Kaide bağlantılı Tahşiye grubuna ilişkin çalışma yürüten bir diğer devlet kurumu da Genelkurmay Başkanlığı İstihbarat Dairesi [Link]. Tahşiyecileri yakından takip eden Genelkurmay İstihbarat'ın başında o dönem ileride Ergenekon davasında yargılanan İsmail Hakkı Pekin bulunuyor. Pekin'in 13 Martı 2009 tarihli hazırladığı 6 sayfalık raporda Taşhiye grubunun El Kaide bağlantılarına dikkat çekiliyordu."
Bir başka örnek yine paralel medyanın merkez yayın organı olmakla itham edilen Zaman'dan.. Metin Ormancı'nın "Tahşiye iddianamesi kabul edildi: 5 tahliye" başlıklı 3 Ekim tarihli haberinde şu satırlar yer alıyor:
"Dizi senaryosundan ‘terör örgütü' çıkartan Tahşiye iddianamesi mahkeme tarafından kabul edildi.. Samanyolu Yayın Grubu Başkanı Hidayet Karaca ve emniyet görevlileri hakkında delil bulamayan Yılmaz, diğer algı operasyonlarının verilerini kendi dosyasına eklemişti. İddianame, skandallarla dolu olmasına rağmen yolsuzluk soruşturmalarında görev alan polislerin davalarına bakmak üzere HSYK tarafından ‘özel' olarak kurulan İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edildi.."
------------------------------------------------------------------------------
GÜLEN'İN AVUKATLARINDAN TEPKİ
İddianameye tepki kapsamında aktaracağımız diğer bir haber yine Zaman'dan. "Fethullah Gülen'in avukatları açıklama yaptı, Tahşiye İddianamesindeki zıtlıkları sıraladı" başlıklı 29 Eylül tarihli haber aynen şu şekilde:
"Tahşiye örgütüne mensup kişilerin şikâyeti gerekçe gösterilerek başlatılan özgür medyaya darbe operasyonunun iddianamesi hukukçuların tepkisini çekiyor.
Tahşiye iddianamesinde suç delili yok. Bunun yerine köşe yazıları, dizi replikleri, internetteki sohbetler, emniyetin yasal işlemleri ‘delil' diye sunuldu. Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 174'üncü maddesine göre delil olmadığı için mahkemenin iddianameyi savcıya iade etmesi gerekiyor. Öte yandan, Fethullah Gülen Hocaefendi'nin avukatları da, iddianameyle ilgili olarak açıklama yaptı.
“İddianame, Sayın Fetullah Gülen ile diğer zanlıların suçlu ön kabulüyle hazırlanmış ve 17 -25 Aralık sonrası oluşan siyasi atmosferde iktidar mensupları tarafından dile getirilen mesnetsiz suçlamalara dayanak yapılmaya çalışılmıştır.” denilen açıklamada, Tahşiye İddianamesindeki zıtlıklar sıralandı.
İşte Fethullah Gülen'in avukatları tarafından yapılan o açıklama:
TAHŞİYE İDDİANAMESİ ZITLIKLARI
İddianame, Sayın Fetullah Gülen'in ve diğer zanlıların suçlu ön kabulüyle hazırlanmış ve 17 -25 Aralık sonrası oluşan siyasi atmosferde iktidar mensupları tarafından dile getirilen mesnetsiz suçlamalara dayanak yapılmaya çalışılmıştır.
Dünya hukuk tarihinde emsali görülmeyecek şekilde, yargılamaları devam eden Tahşiye grubu mensubu oldukları ifade edilen kişiler iddianame ile aklanmış, yaptıkları eylemler ve ele geçirildiği belirtilen silah ve mühimmat suç unsuru olarak değerlendirilmemiş, haklarında soruşturma olmayan müvekkilim ve diğer zanlılar neredeyse mahkum edilmek istenmiştir.
İddianamenin tamamında yer alan, ‘değerlendirilmektedir', ‘inanılmaktadır', ‘düşünülmektedir', ‘anlaşılmaktadır', ‘şüphesini uyandırmaktadır', ‘tespit edilememiştir', ‘değerlendirilmiştir', ‘desteklediği' ve benzeri tarzda cümle ve ifadeler; bir iddianame içeriğinde bulunması olağan sayılamayacak nitelikte olup, bu durum suçlamanın somut delile göre yapılmadığını göstermektedir.
İddianamede düşünceyi açıklama özgürlüğü kapsamında ki ifadeler, yazılar, tv dizisi ve sanatsal faaliyetler var olduğu iddia edilen terör örgütünün delili olarak kabul edildiği görülmektedir.
Silahlı bir terör örgütü suçlamasına delil olarak gösterilen 15 ayrı delilden 4 tanesi İki ayrı gazetede yer alan köşe yazısı, 2 tanesi bir dizide yer alan konuşmalar, 1 tanesi internette yer alan sohbet konuşması, geri kalanı ise emniyet tarafından yapılan yasal işlemlerden ibarettir.
İddianamede müvekkilim tarafından cebir ve şiddet kullanıldığına ya da kullanılması istenildiğine dair somut bir tespit sunulmadığı gibi, tam aksine cebir ve şiddet kullanılmadığı belirtilmiştir. Yani cebir ve şiddet kullanmayan bir terör örgütü suçlaması ile karşı karşıya kalınmıştır.
İddianamede, Balyoz davası olarak bilinen yargılama ile ilgili Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından verilen karar delil gösterilmek suretiyle ‘Hizmet hareketi adı verilen oluşumun manevi cebir ve şiddet unsurlarına sahip olması nedeni ile aynı zamanda silahlı terör örgütü olarak vasıflandırılması gerektiğinin değerlendirildiği' belirtilerek cebir ve şiddet unsurunun gerçekleştiği iddia edilmiştir. Ancak, Yargıtay kararı doğru anlaşılmadığı gibi manevi cebir ve şiddet unsurlarının nasıl gerçekleştiği de izah edilmemiştir.
Balyoz davası ile ilgili Yargıtay kararında, ‘Sanıkların Türk Silahlı Kuvvetlerinde mevcut olan ve başka bir birimde bulunmayan zorlayıcı, korkutucu, cebri gücü başta plan kapsamındaki istihbarat çalışmaları olmak üzere diğer çalışmalar sırasında da kullandıkları görülmektedir.
Esasen yurt savunması ile görevli olan, sahip olduğu teşkilat, teçhizat ve personeliyle uluslararası alanda bile caydırıcı bir gücü bulunan, Devlet düzeni dışındaki suç örgütlerinden gelecek saldırılara karşı iç güvenlik kapsamında emniyet ve asayişi teminle de görevlendirilen Türk Silahlı Kuvvetlerine mensup sanıkların kullanabilecekleri cebre karşı, icra organının mukavemet edebilme imkan ve kabiliyeti bulunmamaktadır.' denilerek, Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarıyla ilgili özel bir değerlendirme yapıldığı açık olarak anlaşılmaktadır. Bu kararın müvekkilim hakkında terör örgütü suçlamasına delil gösterilmesi kararın okunmadığını ya da anlaşılmadığını göstermektedir.
Ayrıca, yasada açık olarak “cebir” unsurunun yanında “şiddet” unsurunun da getirildiği ve cebir ile şiddetin birlikte bulunması gerektiği hususu da değerlendirilmemiştir.
İddianamede, tahşiye grubu olarak nitelenen kişilerden elde edilen silahlar bile onlar açısından silahlı bir örgüt kapsamında değerlendirilmemesine rağmen, hayatının hiçbir döneminde tek bir silahla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan müvekkilime silahlı örgüt kurucusu demek hukuksuzluk bir tarafa insafsızlıktır.
Tahşiye grubu olarak ifade edilen grupla ilgili yapılan değerlendirmelerin tam aksi müvekkilim ve diğer zanlılar için yapılarak, çok ibretlik bir iddianame ile karşılaşılmıştır.
KONU AYNI DEĞERLENDİRMELER ZIT
1-Tahşiyecilerin faaliyetleri, mevcut anayasal düzene sert eleştiri ve devlet yöneticilerinin gerekli vasıfları taşımadıklarına ilişkin görüş ve değerlendirme olarak kabul edilirken, Sayın Gülen'in sohbet ve kitapları silahlı terör örgütü faaliyeti olarak kabul edilmekte,
2-Tahşiyecilerle ilgili olarak tahşiye yahut başka bir adla örgüt üyeliğine dair önceden bir soruşturma yokken soruşturmaya başlanması suçlamanın kanıtı olarak sunulmuş. Sayın Gülen ya da emniyet mensupları ile ilgili bundan önce bir soruşturma mı vardı ki o insanlar masum Sayın Gülen suçlu kabul edilmekte,
3-Daha önceden adları, eylemleri ve görüşleri ile terör örgütü olarak kabul edilmeyen ve bu yönde bir tespit bulunmayan tahşiyeciler hakkında, sohbetten sonra soruşturma başlatılmış olması dikkat çeken bir husus olarak nitelendirilirken, İsimleri, eylemleri ve görüşleri ile daha önceden terör örgütü olarak kabul edilmeyen Sayın Gülen ve emniyet mensuplarının Cumhurbaşkanı tarafından meydanlarda örgüt olarak ilan edildikten sonra haklarında soruşturma başlatılması dikkat çekici bir husus olarak değerlendirilmemektedir. Oysa, ikisi arasında mantık itibariyle bir fark bulunmamaktadır.
4-Yine, tahşiye grubuna yönelik soruşturma kapsamında ele geçirilen malzemelerle ilgili olarak, birbiriyle uyumsuz tabanca ele geçmesi, 387 adet mermiye rağmen silahların ele geçmemesinin hayatın olağan akışına aykırı olduğu kabul edilirken, Sayın Gülen ya da diğer şüphelilerde herhangi bir silah, mermi ya da başkaca bir suç unsuru elde edilmemesine rağmen bu insanların silahlı bir örgüt kurmuş olmaları hayatın olağan akışına uygun kabul edilebilmektedir.
5-Yine, başka somut işlem ve eylemleri olmamasına rağmen Tahşiye şüphelisi Turgut Yıldırım'a ait evde ele geçirilen mühimmat ve ele geçen silahlar nedeni ile silahlı terör örgütü kurucusu yöneticisi ve üyesi olduklarının belirtilmesinin doğru olmadığı ve suç olduğu belirtilmesine rağmen, Sayın Gülen ya da diğer zanlılarda ele geçen tek bir silah ya da mühimmat olmamasına rağmen silahlı bir örgüt suçlamasında bulunulabilmesi doğru kabul edilebilmektedir.
6-Yine, tahşiye grubuna ait olan ve toplatma ya da yasaklama kararı olmayan eser ve dokümanların suç unsuru olarak kabul edilmesi suç olarak kabul edilirken, aleyhlerine yasaklama, toplatma kararı olmayan gazete yazıları, dizi film ve internette yayınlanan sohbet, suç delili olarak kabul edilebilmiştir.
7-Yine, maddi gerçeğe aykırı yorumlar yapılarak ve sahte oluşturulduğu değerlendirilen delillerle tahşiye grubu mensuplarının suçlandığı kabul edilmesine rağmen, Sayın Gülen'le ilgili maddi gerçeğe aykırı yapılan değerlendirmeler, dizi senaryoları, köşe yazıları ve sahte oluşturulan telefon konuşmaları gerekçe yapılarak suçlama yapılması doğru kabul edilmiştir.
Yapılan bu birbirine zıt değerlendirmeler dikkate alındığında aynı mantıkla, şüphelilerin mağdur iktidarda bulunan ve soruşturmada görev alan kişilerin ise şüpheli kabul edilmesi mümkündür."
------------------------------------------------------------------------------
07.10.2015 22:56 İddianameye bir başka tepki, paralel kesimin diğer medya organı Bugün'den geldi. "Tahşiye iddianamesindeki savcının delilleri kendi iddiasını çürüttü" başlıklı 7 Ekim tarihli haber aynen şu şekilde:
"Tahşiye örgütüne yönelik kumpas kurulduğu iddiasıyla hazırlanan iddianamede Hizmet Hareketi'nin silahlı terör örgütü şeklinde suçlanmasını, bizzat delil diye dosyaya konulan argümanlar çürütüyor.. İddianamede silahlı terör örgütüne dair hiçbir somut delil yer almadı. Savcılık, ‘silahlı terör örgütü’ iddiasına delil gösterirken, “Hocayı kızdırma” sözünü sözde silahlı örgütün “şiddet” unsuru olarak saydı.
Fetullah Gülen, gazeteci Hidayet Karaca ve aralarında Ali Fuat Yılmazer, Yurt Atayün, Ömer Köse, Ertan Erçıktı'nın da bulunduğu bazı polislerin silahlı terör örgütüyle suçlandığı iddianame hukuk metni olmaktan uzak, soyut iddialarla dolu bir evrak olduğu ortaya çıktı. Savcı Hasan Yılmaz tarafından hazırlanan iddianamede silahlı terör örgütünün somut delilleri yer almazken düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamına giren köşe yazıları da silahlı terör örgütü delili olarak sunulmuş.
KUŞKUYA YER BIRAKILMAZ
Hukukçular yasalara göre düşünce ve ifade özgürlüğü kapsamına giren faaliyetin terör örgütü suçunu kapsamadığını belirtiyor. 3713 Sayılı Yasa’ya göre düşünce açıklamak, yorum yapmak, sorunların çözümü için öneride bulunmak ve bu şekilde oluşan düşünceler etrafında örgütlenmek, suç örgütü ve terör örgütü kapsamının dışında tutuluyor. Hukukçulara göre 3713 Sayılı Yasa kapsamında örgüt suçu oluşturabilmesi için şiddete yönelik tahrik ve teşvik eylemlerinin bulunması gerektiği belirtiliyor Yasalara göre eyleminin “terör eylemi” sayılması için, eylemin demokratik düzeni yıkmaya, “siyasal iktidar düzenini” değiştirmeye yönelik olması gerekiyor. Bu nedenle, şiddet eyleminin, anayasal düzeni değiştirmek, “demokratik sistemi çökertmek” amacıyla işlenmesi ve failin, bu konudaki “özel kastı”nın, ya da “amaç ve saiki”nin kuşkuya yer bırakmayacak biçimde kanıtlanması gerekiyor.
'KIZDIRMA' KOMEDİSİ
Dosyada Fethullah Gülen’in silahlı terör örgütü kurup yönetmek suçlamasına yönelik tek bir somut delil bulunmuyor.
Savcı iddianamede, Tahşiye örgütüne mensup Mehmet Nuri Turan’ın yazdığı ihbar mektubunda, ev araması sırasında bir polisin “Sen hocayı kızdıracak ne halt ettin” şeklindeki, doğruluğu bile ispat edilmemiş bir iddiayı terör örgütünün “şiddet” delili olarak gösteriyor. Kimi kastettiği dahi belli olmayan “Hocayı kızdırdın” ifadesinin gerçekten kullanılıp kullanılmadığına dair somut bir delil de iddianamede delil yer almıyor. Bu ifadenin kullanıldığı kabul edilse dahi bu ifadeyi kullananlarla, Gülen arasında bir ilişkinin olduğuna dair de hiçbir delil dosyada yer almıyor.
KORKUTMA VE SİNDİRME
Gülen’e yönelik olduğu iddia edilen “Hocayı kızdırma” ifadesinde, “kızdırma” sözü “korkutma ve sindirme” olarak kabul edilerek bu ifade gerekçesi ile terör örgütünün şiddet unsurunun gerçekleştiğini kabul etmenin, ülkede herkesi terör örgütü üyesi ya da yöneticisi konumuna yerleştirilebileceğine dikkat çekiliyor.
HUKUK KAOSUNA YOL AÇAR
Bu anlayışla herkesin terör örgütü kurucusu, yöneticisi ve üyesi yapılabileceğine dikkat çeken hukukçular, “Şu an ülkede idarecileri kızdırmaktan korkan binlerce insan bulunmaktadır.
Soruşturmayı yürüten anlayışa göre idarecilerimiz terör örgütü kapsamında değerlendirilebilir. Fethullah Gülen’le ilgili kabul edilecek bu şekilde bir anlayış, hukuk kaosuna yol açacaktır” uyarısında bulunuyor.
DELİLLER 'SİLAHLI ÖRGÜT' İDDİASINI ÇÜRÜTÜYOR
Savcı Hasan Yılmaz tarafından hazırlanan iddianamenin delilleri de silahlı örgüt suçlamasını çürütüyor. İddianamede 15 ayrı delilden 4 tanesi iki ayrı gazetede yer alan köşe yazısı, 2 tanesi bir dizide yer alan konuşmalar, 1 tanesi internette yer alan sohbet konuşmasından ibaret.
RESMİ YAZI SUÇ SAYILDI
Bir de İstihbarat Şube Müdürlüğü tarafından yazılan resmi evrak, Cumhuriyet Başsavcılığı’ndan soruşturma istenmesine dair resmi yazı, soruşturma izninin alındığına dair resmi evrak ve mahkeme kararları ile yapılan teknik takip kararları terör örgütü suçlamasına delil gösteriliyor. Hukukçular, “Arama kararı, soruşturma izni, teknik takip kararı gibi yazışmadan ibaret belgelerle terör örgütü suçlamasında bulunulmak, başlı başına suçlamanın haksız ve hukuksuz olduğunu gözler önüne seriyor” tespitinde bulunuyor.
SOHBET KONUŞMASI ŞİFRE TALİMATMIŞ
14 Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilen iddianamede Fethullah Gülen Hocaefendi’nin sohbetlerinin gazetelerde yayınlandığı, daha sonra da sohbetlerdeki konuşmaların gizli bir talimat olarak polisler tarafından uygulandığı ileri sürülüyor.
TESPİT EDİLEMEDİ
Gülen tarafından nasıl bir şifre kullanıldığı, bu şifrenin nasıl çözüldüğü konusunda bir değerlendirme ise iddianamede hiç yer almıyor. Örgüt üyesi olduğu iddia edilen emniyet mensupları ile Gülen arasında ne tür bir irtibat tespit edildiği, örgütsel anlamda nasıl bir ilişki olduğu değerlendirmesinin delilleri de savcının hazırladığı iddianamede bulunmuyor.
HERKES SUÇLU SAYILIR
Ayrıca iddianamede emniyet mensuplarının Samanyolu televizyonunda açıklama yapmaları Gülen ile irtibatlarının gerekçesi olarak sunuluyor. Hukukçular, bu mantığa göre Samanyolu televizyonunda konuşan herkesin terör örgütü üyesi olarak suçlanabileceğine dikkat çekiyor.
SOMUT DELİL YERİNE AFAKİ DEĞERLENDİRMELER
İddianamede savcı örgüt olarak somut bir tanım ve delil koyması gerekirken ‘değerlendirilmektedir’, ‘inanılmaktadır’, ‘düşünülmektedir’, ‘anlaşılmaktadır’, ‘şüphesini uyandırmaktadır’, ‘tespit edilememiştir’, ‘değerlendirilmiştir’, ‘desteklediği’ şeklinde ifadeler ve cümleler kullanması dikkat çekiyor. Hukukçulara göre bu ve benzeri tarzda cümle ve ifadeler; bir soruşturmada bulunması olağan sayılamayacak nitelikte olup, bu durum suçlamanın somut delile göre değil şahsi değerlendirmelere göre yapıldığını göstermekte. Bu anlayışla herkesin terör örgütü kurucusu, yöneticisi ve üyesi yapılabileceği belirtiliyor.
SİLAHLI ÖRGÜT İDDİASI HUKUKEN DE FİİLEN DE DOĞRU DEĞİL
İddianamede savcının silahlı terör örgütü iddiasının da hukuksuz olduğu ortaya çıktı. Silahlı örgüt üyelerinin silah taşıyan örgüt anlamına gelmediğini vurgulayan hukukçular, silahlar bilfiil örgütün elinde ve kontrolünde bulunması gerektiğini kaydediyor.
TEK BİR SİLAH YOK
Hukukçulara göre emniyet mensuplarının soruşturmanın şüphelisi oldukları ve emniyetçi olmaları nedeniyle silahlarının olması, silahlı bir örgütün varlığı için gerekçe yapılamaz. Gülen’in ya da soruşturma altında bulunan kişilerin var olduğu iddia edilen örgüt faaliyetleri kapsamında kullanılmak üzere bulundurdukları tek bir silah dahi yokken, silahlı bir örgütün var olduğu iddia edilemez.
TABAN TABANA ZIT
Tahşiye operasyonunda ele geçirilen silahları bile silahlı örgüt suçu olarak kabul etmeyen savcılık, hayatının hiçbir döneminde tek bir silahla uzaktan yakından ilgisi bulunmayan Gülen’i silahlı terör örgütü kurucusu olarak gösteriyor. Emniyet fezlekesinde yer alan ve birbirine taban tabana zıt değerlendirmelerle birileri masum kabul edilirken, Gülen suçlu kabul ediliyor."
Paralel yapı-14 Aralık (2014) 'Tahşiye kumpası' soruşturması manşetlerimiz
(04 Ekim 2015, 11:20), son güncel.: (07 Ekim 2015, 22:56)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: