Londra'da sahte bayrak operasyonu
Garbis Altınoğlu, 9-10 Temmuz 2005
http://www.temizeller.com/?s=haberler&id=752
7 Temmuz günü Londra metrosunun üç istasyonunda ve bir belediye otobüsünde
meydana gelen bir dizi patlamada, son belirlemelere göre
50'den fazla insan öldü ve önemli bir kısmı ağır olmak üzere yüzlerce kişi
yaralandı. Saldırıları, adı şimdiye kadar duyulmamış olan ve
kendisini "Avrupa'daki Gizli El-Kaide Örgütü" olarak adlandıran bir örgütün
üstlendiği ileri sürüldü. (Tıpkı Lübnan eski başbakanı Refik
Hariri'nin öldürülmesini, adı daha önce hiç duyulmamış bir örgütün –"Suriye ve
Lübnan'da Zafer ve Cihat"- üstlenmesi gibi.) Bir İslami vebsitede yayımlanan açıklamasında adıgeçen örgüt, saldırıların amacının
"Britanya'nın Irak ve Afganistan'da işlemekte olduğu
suçlardan ötürü Britanya Siyonist haçlı hükümetinden intikam alma" olduğunu
söyledi. Bu saldırılar, dünyanın en zengin 7 ülkesinin
yanısıra Rusya'nın da içinde yer aldığı G-8 grubunun İskoçya'da yapılan ve çok
sayıda küreselleşme karşıtının da bir dizi eylemle
protesto ettiği toplantısının ilk gününe denk geldi.
Emperyalist ikiyüzlülük
Masum insanları hedef alan ve nefretle kınanması gereken bu saldırıların
ardından, emperyalist şefler, tekelci medya ve onların
Türkiye gibi ülkelerdeki uzantıları suçlayıcı parmaklarını hemen, ne idüğü
belirsiz Arap ve Müslüman teröristlerine yönelttiler. Onlar,
-tıpkı İstanbul ve Madrit'te meydana gelen patlamalarda olduğu gibi- daha resmen
şu ya da bu grubu suçlayacak kanıtlar ortaya çıkmadan
sanıkları belirlemiş ve lanetlemişlerdi bile. Başta George W. Bush olmak üzere,
G-8 toplantısına katılan liderler gündemlerini bir yana
bırakarak "terörizm"le savaşımda ne denli kararlı olduklarını açıklarken, NATO
ile BM Güvenlik Konseyi'nin, gündemi Londra
saldırıları olan özel toplantılar yapacakları ve ABD ve Batı Avrupa ülkelerinde
"terör"e karşı alınan önlemlerin arttırılacağı açıklandı.
Uzun sözün kısası, hemen hemen herkes, Londra'daki bombalama eylemlerinin
kurbanları için –genellikle sahte ve ikiyüzlü bir- üzüntü
belirtme ve terörü kınama yarışına girdi.
Burada öncelikle, emperyalist burjuvazinin ve onun uşaklarının görülmemiş
ikiyüzlülüğünün altının kalın bir çizgiyle çizilmesi
gerekiyor. ABD ve ortaklarının 7 Ekim 2001'de Afganistan'a ve 20 Mart 2003'de
Irak'a saldırıya geçmelerinin ardından bu iki ülkede, çoğu
sivil 100,000'den fazla insan yaşamını yitirir, yüzbinlerce insan yaralanır ve
sakatlanır, milyonlarca insan evlerinden olur, işgalci
güçler, yerli uşaklarının katılımıyla kurdukları ölüm mangalarıyla terör
estirir, yüzbinlerce insanı işkenceden geçirir, gözaltına alır
ve zindanlara doldurur, sivil halka karşı napalm, kimyasal silahlar, misket
bombaları, seyreltilmiş uranyumlu mermiler gibi uluslararası
anlaşmalarca yasaklanmış silahlar kullanır, bu ülkelerin zaten önemli ölçüde
yıpranmış olan altyapılarını tahrip eder, maddi
zenginliklerinin ve petrolünün yanısıra tarihsel, arkeolojik ve kültürel
mirasını örgütlü bir biçimde yağmalar, aydın ve
akademisyenlerini katlederken ne BM'in, ne de tekelci medyanın herhangi bir bir
itirazı duyulmadı. Üstelik bu emperyalist savaşlar,
uluslararası burjuva hukukuna göre de gayrımeşru ve BM'in Sözleşmesine de aykırı
olduğu halde.
Sorumlu Kim?
Gelelim sorunun özüne. Acaba 7 Temmuz saldırıları kim tarafından ve hangi
amaçlarla gerçekleştirildi; bu eylemler hangi sınıfların ve
siyasal güçlerin çıkar ve hesaplarına hizmet etti ve ediyor? Eylemlerin
arkasında kimin bulunduğu konusunda kesin bir şey söylemek
olanaklı değil; bu asla açığa çıkmayabilir de. Bilindiği gibi dünya, 22 Kasım
1963'te öldürülen ABD devlet başkanı J. F. Kennedy'nin kim ya
da kimler tarafından öldürüldüğünü hala tartışıyor. Gene de dikkate değer
bir-iki olguya değinmekte yarar var.
1970'lerde ve 1980'lerde İrlanda Cumhuriyetçi Ordusu'nun (=IRA) Britanya
topraklarında gerçekleştirdiği ya da onun adına İngiliz
istihbaratının yaptığı sonradan açığa çıkan bombalama eylemlerinden ötürü zaten
"terör"e karşı genel bir hazırlığı olan Londra, özellikle
11 Eylül saldırısının, Afganistan ve Irak halklarına yönelik emperyalist
savaşın, İstanbul ve Madrit'teki bombalama eylemlerinin
ardından en üst düzeyde güvenlik önlemlerinin alındığı kentlerden biriydi.
Britanya devlet ve polis yetkilileri, Londra'da böyle bir
terör eyleminin her an gerçekleşebileceğini epey bir süredir söylemekteydiler.
Bu faktörlere bağlı olarak Londra çoktandır, tam 4.5
milyon CCTV (=kapalı devre televizyon) kamerasıyla sürekli gözetim altında
tutuluyor. Britanya polisi ve iç (MI5) ve dış (MI6) istihbarat
servisleri, kuşkulu gördükleri –özellikle Müslüman kökenli- kişi ve grupları,
Müslüman azınlık arasına yerleştirdikleri ajanlarının da
yardımıyla sürekli bir biçimde izlemekteler. Ayrıca onlar; kuşkulu olarak
niteledikleri kişilerin elektronik posta, telefon vb.
haberleşmelerini ve her türlü olası patlayıcı ya da diğer tehlikeli madde
transferlerini de aynı biçimde izlemekteler. Bunlara, kentin
dörtbir yanında ve özellikle havaalanları, metro, büyük alışveriş merkezleri
gibi duyarlı yerlerde görev yapan çok sayıda sivil ve resmi
güvenlik görevlilerini ekleyebiliriz. Dahası, İskoçya'nın Gleneagle kentinde
başlayan G-8 toplantısı nedeniyle güvenlik önlemleri daha da
arttırılmıştı. Bu koşullarda, herhangi bir devlet-dışı terörist grubun,
böylesine önemli bir tekniksel uzmanlık ve planlama ve
koordinasyon yetisi gerektiren bir dizi patlama eylemini
gerçekleştirebilmesinin, olanaksız değilse de son derece zor olduğu söylenmeli.
El Kaide ve benzeri örgütlerin açıklamalarını duyuran Jihad Unspun adlı
vebsitede 8 Temmuz'da Hatice Abdül Kaher imzasıyla bir yazı
yayımlandı. "Who's Behind the Bombings in London Town?" (=Londra Kentindeki
Patlamaların Arkasında Kim Var?") başlıklı yazısında yazar,
bombalamaları üstlenen "Avrupa'daki Gizli El Kaide Örgütü" adına yapılan
açıklamaya ilişkin gariplik ve tutarsızlıklara dikkati
çekiyordu. Ona göre, El Kaide'nin açıklamaları kural olarak, önce Arap basınında
yer alıyor ve ancak daha sonra Batılı basın ajanslarına
ulaşıyordu. Bu sefer ise, tam tersi olmuştu. İkincisi, El Kaide'nin açıklamaları
düzgün ve doğru bir Arapça ile yazılırken, "Avrupa'daki
Gizli El Kaide Örgütü"nün Londra eylemine ilişkin açıklaması hatalı bir
Arapçayla kaleme alınmıştı. Ve üçüncüsü, El Kaide'nin
açıklamalarında Kuran'dan aktarılan ayetler eksiksiz ve doğru bir biçimde
verilirken bu sözde örgütün açıklamasında yer alan ayetler
eksik ve yer yer de yanlış bir biçimde sunulmuştu. Bunlara ek olarak, Irak'a
karşı girişilen savaş öncesinde İngiltere ve
özellikle Londra işçi sınıfı ve halkının dünyadaki en büyük savaş karşıtı kitle
eylemlerini düzenledikleri olgusuna dikkat çekmek
gerekir. İslami eğilimli direniş örgütlerinin bunu bilmedikleri ve dikkate
almayacakları düşünülemez. Zaten kapsamlı bir kuşatma ve
saldırı ile yüzyüze bulunan bu örgütlerin, Britanya tekelci burjuvazisinin
saldırganlığı ve terörizminin intikamını sıradan işçi
ve emekçileri hedef alan ve üstelik kendilerinin daha da fazla yalıtılmalarına
yol açacak böyle bir eyleme girişerek almaya
kalkmaları düşünülemez. İslami eğilimli direniş örgütlerinin aksine, gerici
amaçlarına ulaşmak için bireysel ve kör terörü bir araç olarak
kullanmakta ve "kendi" işçi ve emekçilerinin yaşamına kastetmekte asla ve
zerrece kararsızlık göstermediği tarihsel deneyimlerle kanıtlanmış
bulunan emperyalist burjuvazinin ve özellikle ABD-Britanya-İsrail şer ekseninin
–en azından kısa erimde- böylesi bir eylemden yarar umması
için bir dizi neden bulunuyor. Dolayısıyla, Irak ve Afganistan direnişini
yürüten örgüt ve grupların işine yaramayacağı, onların
siyasal etki ve yedeklerini zayıflatacağı apaçık belli olan bu eylemin doğrudan
ABD, Britanya, İsrail gibi saldırgan devletlerin istihbarat
örgütleri ya da onların içine sızdığı, yönlendirdiği ve etkisi altına aldığı bir
sözde İslami direniş örgütü tarafından
gerçekleştirildiğini, en azından güçlü bir varsayım olarak ileri sürebiliriz.
İsrail Bağlantısı
7 Temmuz saldırılarının altından Siyonistlerin kirli ellerinin görünmesi
beklenirdi ve nitekim öyle de oldu. O günlerde Londra'da
bulunan İsrail Maliye Bakanı ve azılı faşist Binyamin Netanyahu'nun
patlamalardan birinin olduğu Liverpool Street metro istasyonu
yakınındaki bir binada yapılacak bir ekonomi konferansına gitmesi gerekiyordu.
Associated Press ajansının Kudüs'ten geçtiği 7 Temmuz
tarihli bir habere göre, İngiliz polisi patlamalardan kısa bir süre önce
Londra'daki İsrail elçiliğini arayarak kentte bazı terör
saldırılarının olabileceği yönünde istihbarat edindiklerini söylemişti. (British
police had warned the Israelis) Bu yüzden
Netanyahu kalmakta olduğu otel binasından ayrılmamış ve İsrail tarafından
düzenlenen sözkonusu konferansa gitmemişti. Ama bu arada,
sözkonusu gelişmelerle ilgili olarak Britanya halkı ve kamuoyuna herhangi bir
bilgi verilmiyor ve metrodaki "olay"ın elektrik enerjisi
sistemindeki bir sorundan kaynaklandığı söyleniyordu! Yeni Zelanda'da yayımlanan
Scoop Independent News ise 8 Temmuz 2005
tarihli haberinde aynı konuda şunları söylüyordu: "Edinilen en son haberlere
göre, ABD Kara Kuvvetleri Radyosu,
doğrulanmayan güvenilir kaynaklara dayanarak Scotland Yard'ın (=İngiliz
Emniyeti- G. A.), gerçekleşmelerinden kısa bir süre önce
saldırılarla ilgili istihbarat uyarısı aldığını gösteriyor." Haberde daha sonra,
İsrail elçiliğinin uyarıldığı ve böylelikle Netanyahu'nun
toplantıya gitmemesinin sağlandığı bilgisi yineleniyor. Tahmin edileceği üzere
Londra'daki İsrail elçiliği, kendilerine böyle
bir uyarı yapıldığını reddetti. Bu arada AP haber ajansı da verdiği haberi
değiştirdi. Haberin yeni biçimine göre, İsrail elçiliği
patlamalardan ÖNCE değil, ilk patlamadan SONRA uyarılmıştı! ABD ve Britanya
emperyalistlerinin ve İsrail'in dezenformasyon, provokasyon
ve teröre ilişkin kabarık sicili dikkate alındığında, bu açıklamaların büyük bir
ihtiyat ve kuşkuyla karşılanması ve ardından yeni soru
işaretlerine yol açması hiç de abartılı bir tutum olarak algılanmayacaktır.
Şer ekseni Londra eylemini hangi amaçlarla gerçekleştirdi?
ABD-Britanya-İsrail neo-faşist blokunun neden böylesi bir saldırıya gerek
duyduğu sorusu sorulabilir. Bu soruyu şöyle yanıtlayabiliriz:
1. Özellikle artan askeri kayıplara bağlı olarak Irak ve Afganistan halklarına
karşı sürdürülen emperyalist terörizme verilen kamuoyu
desteğinin azalmasının önüne geçmek ve/ ya da bu süreci tersine çevirmek.
Dünyanın en büyük TV-radyo kuruluşlarından biri olmakla
kalmayıp Afganistan ve Irak savaşının en öndegelen borazanlarından biri olan ve
Rupert Murdoch'un medya imparatorluğuna bağlı Fox
News'tan Brian Kilmeade, bu patlamalar için, "halkın hep birlikte böyle bir
deneyim yaşamasının, Batı dünyasının… işine yaradığı"nı
söylemesi, olayın failleri konusunda şimdiden bir ipucu verir gibidir. Irak'a
gönderecek asker bulmakta büyük ölçüde zorlandıkları, bu yüzden
asker adaylarına ilişkin standartları sürekli olarak düşürdükleri ve Irak ve
Afganistan'da görev yapan askerleri arasında moral
bozukluğunun ve buna bağlı olarak firarların, intiharların ve uyuşturucu
kullanımının artmakta olduğu koşullarda ABD ve Britanya
kaçırılması ve öldürülmesi- bunun tipik örnekleridir. Ülkemiz de gerek daha
önceleri ve gerekse 12 Eylül 1980 askeri darbesinin öngününde
egemen sınıfların ya da onların bir bölümünün/ askeri kliğin gerçekleştirdiği
-6/7 Eylül 1955 olaylarından 1 Mayıs 1977'deki
Kontrgerilla saldırısına kadar- pek çok sahte bayrak operasyonuna tanık oldu.
Belleklerimizi bir kaç örnekle tazeleyelim:
ABD emperyalistlerinin yetiştirmesi Türk Kontrgerillasının şeflerinden
Tümgeneral M. Cihat Akyol, Mart 1971'de, yani Özel Harp
Dairesinin başında bulunduğu sırada Silahlı Kuvvetler Dergisi'nde yayımlanan
"Gayrinizami Kuvvetlere Karşı Harekat" adlı yazısında şöyle
diyordu: "Halkı mukavemetçilerden (=direnişçilerden- G. A.) ayırmak için, sanki
ayaklanma kuvvetleri yapıyormuş gibi, müdahale kuvvetlerince zulme
kadar varan haksız muamele örnekleri ile sahte operasyonlara başvurulması
tavsiye edilir." (Aktaran M. Emin Değer, CIA,
Kontrgerilla ve Türkiye, Ankara, 1978, s. 145) 7 Nisan 1978'de Ankara'dan
PTT yoluyla Malatya Belediye Başkanı
Hamit Fendoğlu'na ve Pazarcık CHP ilçe başkanı Memiş Özdal'a birer bombalı paket
gönderilmesi ve bombalardan birincisinin patlaması sonucunda
Fendoğlu ile gelini ve iki torununun ölmesi tipik bir Kontrgerilla
operasyonuydu. Türk gericileri, biri Sünni, diğeri Alevi kökenli iki
tanınmış politikacıyı öldürmek suretiyle Alevi-Sünni gerilimini daha da
tırmandırmak ve böylelikle bir yandan Aralık 1978'de
gerçekleştirecekleri Maraş katliamının, bir yandan da 12 Eylül...
(Not: Bu yazı forum bölümüzde yer almaktadır. Ancak yazının kalan kısmı sanıyoruz forumumuza
eksik girilmiş 'HH' isimli ziyaretçimiz tarafından.)
|