Yargı darbesi ne hedefliyor, nasıl aşılacak?
Yasemin Çongar, Taraf
03.06.2008 - Yargıtay Başsavcısı’nın 14 martta Anayasa Mahkemesi’ne
yaptığı başvuru Türkiye’yi sarstı. Taraf, Ak Parti’yi kapatma girişimini
yüksek yargı üzerinden yapılmış bir darbe denemesi sayıyor ve soruyor:
Ak Parti’nin kapatılması kimin işine yarayacak ve neden? Bu girişimin
Türkiye’ye faturası ne olacak? Ekonomi nasıl etkilenecek? Avrupa Birliği
süreci aksayacak mı? Ak Parti ne yapmalı? Demokratlar ne yapmalı?
Darbeyi durdurmak mümkün mü? Seyfettin Gürsel (Bahçeşehir Üniversitesi,
Referans gazetesi), Cengiz Çandar (Referans gazetesi) ve Eser Karakaş
(Bahçeşehir Üniversitesi, Star gazetesi) bu soruları tartışırken “hukuki
değil siyasi bir girişim” saydıkları kapatma davasına ve olası
sonuçlarına geniş açıdan bakıyorlar. - 1 -
İttihatçı zihniyet iktidar mücadelesinde
“Ak Parti’yi kapatma davası 27 Nisan’da akim kalan, 22 Temmuz
seçimlerinde bertaraf edilen sürecin yeni şartlar içinde yeniden
canlandırılması girişimidir. Bu hukuki değil siyasi bir ylem. ‘Hukuka
saygılı olun, yargı sürecini bekleyin’ tavsiyelerinin amacı Ak Parti’nin
hiçbir karşı harekette bulunmadan kapatılmayı beklemesidi.”
SEYFETTİN GÜRSEL • Bu yapılanı basit bir hukuk prosedürü gibi görmek
mümkün değil. Savcı’nın 2003’ten beri kupür biriktirdiği söyleniyor.
“Ben bu partiyi izleyeyim, bunlar nasılsa laikliğe aykırı demeçler
veriyorlar, giderek ‘odak’ haline de dönüşürler. Şimdi de işte tam
zamanı geldi. 160 sayfa yeterince bir demeç konsantrasyonu ifade ediyor.
Dolayısıyla şimdi düğmeye bastım.” İşlerin bu kadar basit olması elbette
mümkün değil. Bunun Hasan Cemal’in deyimiyle ‘organize bir iş’ olması
çok yüksek ihtimal. AKP’nin iktidarı süresince ben hem çevremden hem de
bu iktidara karşı olan devlet kurumları çevresinden örneğin ordudan hep
şu işaretleri aldım: “AKP’den her halükarda kurtulmamız lazım.” 22
Temmuz 2007 öncesinde aslında bekledikleri şuydu: Ekonomi kötüye
gidiyor. Buna tabii, onlar karar vermişti. Daha doğrusu, ekonominin
kötüye gitmesi lâzımdı onlara göre. Çünkü IMF’nin yönettiği bir
ekonominin iyiye gitmesi mümkün değildi. Zaten birtakım köşe yazarları
da anlar anlamaz bu tezi destekliyorlardı. İşte efendim, “her gün gelir
dağılımı bozuluyordu memlekette, her gün işsizlik artıyordu, büyüme
vardı ama sanal ve zorlama bir büyümeydi, istihdam yaratmıyordu.”
Bunların hepsi palavraydı. Ama onlar inanıyorlardı buna. İnandıkları
için de “Nasıl olsa bunlar kasımda seçim olduğunda oy kaybedecekler,
iktidardan düşecekler, hatta büyük ihtimalle CHP-MHP koalisyonu olur”
diyorlardı. Hatta o zaman daha DYP buharlaşmamıştı memlekette, bazıları
sanıyordu ki en kötü ihtimalle AKP merkez sağ ile bir koalisyona
zorlanacak. Bu beklenti ve hesap biçimi kesinlikle vardı. Ben yakından
biliyorum. Burada tabii cumhurbaşkanlığı sorunu ortaya çıktı. O seçimle
manipüle edilebilecek bir durum değildi, çünkü normal seçim takvimine
göre daha öncesine denk geliyordu. İşte onu da bildiğiniz müdahalelerle,
367 kararıyla seçim sonrasına ertelediler. Bir kez daha altını çizmek
istiyorum, seçimden beklenen AKP’nin yüzde 34’ün altına düşmesiydi.
“Diğer partiler yüzde 10’u geçecek, ya AKP’den kurtuluruz ya da en kötü
ihtimalle yedeklenir” diye bir düşünce vardı. 22 Temmuz’da bu tümüyle
yattı. 22 Temmuz’da gerçek bir şok yaşadı AKP’ye karşı çevreler. Hiç
beklemedikleri bir sonuç çıktı. Oradan itibaren bir kere hem Abdullah
Gül’ü cumhurbaşkanı seçtirmeyi başardı AKP hem de yeni anayasayı gündeme
getirdi. Bence yeni anayasa, sivil anayasa deniyor, ben demokratik
anayasa demeyi tercih ediyorum... o noktadan itibaren bence artık geri
dönülmez bir noktaya doğru gidildiğini, 1960’lardan itibaren
kurumsallaşan bu vesayet demokrasisinin, Türkiye’nin ancak bu kadar
demokrasiye uygun olduğunu, sürekli denetim altında tutulması gereken
bir demokratik rejim olduğuna inanan devlet kurumları oradan itibaren
bence başka bir planı devreye soktular. Ben bu iddianame çıkışının bu
planın ilk aşaması olduğunu açıkçası düşünüyorum.
YASEMİN ÇONGAR • Tam olarak nedir o plan? Ak Parti’yi kapatma davası
yeter mi o planı hayata geçirmeye?
CENGİZ ÇANDAR • Bu dava bir başlangıç tabii, bir işaret fişeği. Hani
atletizmde yarışın başında atletler dizilir, havaya tabanca sıkılır ve
yarış başlar ya bu, tabancanın sıkılması hadisesi. Aslında bu
sürekliliği olan bir şey tabii. İktidar mücadelesi diye görebilirsiniz
bunu. Ya da Türkiye’deki cumhuriyet elitinin kaybettiği ve giderek geri
almasının imkansız olacağını düşündüğünü iktidarı geri almak için bir
hamlesi olarak görebilirsiniz. Biz siyaset mühendisliği projesi.
‘Organize işler’ dendiği zaman zaten bir siyaset mühendisliği
projesinden söz ediyoruz. 28 Şubat’ta açılan çığırın 2008 şartlarında
yeni bir halkasıdır diyebiliyoruz, bir 10-11 senelik aşamadan sonra.
Yine geriye kadar götürürseniz, 27 Mayıs’a, 12 Mart’a, 12 Eylül’e
uzatabilirsiniz. Nitekim şu anda söz konusu olan 12 Eylül’ün ortaya
koyduğu hukuki düzenin ortadan kaldırılması yönünde birtakım işaretler
olduğu için, o 12 Eylülcü güçlerin 12 Eylül’ün ifade ettiği güçler
dengesini tekrar tesis etmeye yönelik Cumhuriyet eliti dediğim benim,
bizim 60’lı yıllardaki terminolojide ‘sivil-asker aydın zümre’ diye
ifade ettiğimiz ve Ankara bürokrasisi dediğimiz, içinde askerin,
yargının, Ankara zihniyetli medyanın hep birlikte bir konfigürasyon
içinde yer aldığı geleneksel iktidar sahiplerinin ellerinin altından
kayan iktidarın bu kayışını önlemek, tekrar iktidarı konsolide ederek
geri almak çabası gibi ben bunu görüyorum. Ve bir sürecin başlangıcı bu.
O yüzden önümüzdeki bir iki senenin çok gerilimli ve çatışmaya uygun bir
zemin üzerinde cereyan edeceği kaygım var. Bu kaygım bu dönemin aynı
zamanda uluslararası bir ekonomik kriz ikliminde cereyan edecek
olmasının Türkiye’nin üzerine yıkacağı büyük ağırlıktan kaynaklanıyor.
Pire için yorgan yakma hesabı Türkiye’yi yakabilir. Ak Parti iktidarını
bertaraf etmenin ötesine gidip bu mücadelenin içinde yer alacağı
koşulların özelliği nedeniyle Türkiye’yi kaybetmeye başlayabiliriz. Beni
şu çok çarpıcı bir görüntü olarak ilgilendiriyor: Dava cuma günü
piyasalar kapandıktan ve iki günlük hafta sonunun tam arefesinde ilan
ediliyor. Ne zamandan beri Türkiye’de, Ankara’nın dışına çıkmamış, ya
Yozgat, ya bilmem Burdur, ye bilmem Gümüşhane’de tetkik hakimliği, sorgu
hakimliği yapıp gelmiş Ankara Hukuk mezunu kişiler birdenbire borsanın
kapanış saatini ve hafta sonunu hesap ederek hukuki bir süreç
başlatıyorlar? Az önce Seyfettin “Bazı şeylere inanıyorlar. Bütün bu
inandıkları palavra” dedi ama bunlar Ankara’daki bütün bu dar
görüşlülüklerinin içinde bir şeyi öğrendiler ki o da borsalar, piyasalar
diye bir kavram var. 27 Nisan günü de geçen yıl cumaya denk gelmişti. O
zaman da e-muhtıra, bir tür muhtıra yoluyla darbe girişimi olarak
algılanan gelişme gece yarısı internet sitesi yoluyla yapılmıştı.
Pazartesi yapmıyor, Salı yapmıyor, perşembe yapmıyor, cuma günü mesai
saatleri içinde yapmıyor. Laikliğe aykırı bir odak durumu varsa ve
Türkiye’deki geçerli hukuk kurallarına göre bir davayı gerektiren bir
durum ise Perşembe de verebilirsin bunu, pazartesi de verebilirsin ya da
cuma günüyse mesai saatlerinin içinde verirsin.
GÜRSEL • Zaten açıklanacağı gün saat 10’da verilir, teamül böyledir.
ÇANDAR • Burada zaten bizatihi bu girişimin başlatılış anı, o sekans
bunun hukuk dışı, hukukla doğrudan ilgili olmayan bir siyasi eylem
olduğunu bana anlatıyor ve herkese de anlatması gerekiyor. O anlamda Ak
Parti’yi kapatma davası 27 Nisan’da akim kalan, 22 Temmuz seçimlerinde
bertaraf edilen sürecin yeni şartlar içinde yeniden canlandırılması
girişimidir. 27 Nisan’la 22 Temmuz arası o girişimin ön planında kalan
kurum olan Silahlı Kuvvetler aslında büyük itibar yarası aldı. Türkiye
halkı sessizce oy sandığına giderek Silahlı Kuvvetler’in üst kademesinin
girişimini...
ESER KARAKAŞ • ...by-pass etti.
ÇANDAR • ... iptal etti. Güvenoyu vermedi; Silahlı Kuvvetler üst
kademesinin siyasete müdahalesini reddetti. Bunun Silahlı Kuvvetler
nezdinde bir itibar kaybı oldu. Şimdi o işlevi devletin çok önemli bir
kurumu, yüksek yargı üstlenmişe benziyor. Siyasi bakımdan belli bir
bağışıklık da getiriyor. İşte “Kuvvetler ayrılığı prensibi var ya,
hukukun üstünlüğü demiyor muyuz? Bırakın hukuk işini görsün” deniyor.
İddianamenin hukuki yeterliliğinin ne olduğunu bir yana bırakarak en
temel mantığı açısından şunu söylemek durumundayım. Dayandığı temel
prensip işte Ak Parti’nin “laiklik karşıtı eylemlerin odağı olması.”
Nereden anlıyoruz bunu? “Refah Partisi’nin ve Fazilet Partisi’nin
devamıdır Ak Parti.” O iki parti de zaten “laikliğe aykırı bir odak”
haline geldiği için kapatıldı. Bu mantığa göre inşa edilen bir mimari
var. Peki ama Refah Partisi’nin asıl devamı ve aynı zamanda Fazilet
Partisi’nin de son kongresine baktığımız zaman devamı niteliğinde olan
Saadet Partisi’dir bugün. Saadet Partisi hakkında “laikliğe karşı odak”
olduğuna dair başvuru yokken yüzde 47 oy alalı yarım yıl olmuş bir
iktidar partisi hakkında “laikliğe karşı odak” olduğunu nasıl
söylüyorsunuz?
GÜRSEL • Bunun bir iktidar mücadelesinin sonucu olduğu konusunda
hakikaten kimsenin tereddüt etmemesi lazım. “Hukuka saygılı olun, yargı
sürecini bekleyin” gibi AKP’ye tavsiyeler ya da pozisyonlar da bana
sorarsanız zaten AKP’ye karşıdır. İstenen AKP bunu başından itibaren
hukuki bir süreç gibi kabullenip hiçbir harekette bulunmayacak, sonunda
da kapatılacak, iktidardan düşecek. Bunu yapın diyorlar. Bunun ekonomiye
büyük zarar vereceği bence açık. Bunu tahmin de ediyor olabilirler,
büyük bir ihtimalle. Biraz önce Cengiz’in de söylediği gibi, o kadar da
ekonomiden bihaber değiller. Eğer bunu cuma akşamı, borsalar kapandıktan
sonra yapıyorlarsa...
ÇONGAR • Ekonomiye zarar vermeyi istiyor olabilirler mi?
GÜRSEL • Ekonomiye zarar vermek istiyor olabilirler ama sorumluluk
bunları üstüne kalmadığı takdirde.
ÇANDAR • Aynen öyle.
GÜRSEL • Çünkü eğer bunlar sorumlu tutulursa, o zaman AKP’yi bu yoldan
yıpratamazlar. Bence esas şüphe götürmeyecek yaklaşım, ekonominin
bunların umurunda olmadığı. Hani şimdi moda oldu bir laf: “Söz konusu
olan vatansa, gerisi teferruattır.” İşte bunların kafası da “Söz konusu
olan laiklikse gerisi teferruattır” diyor. Ekonomi batmış, işsizlik
artmış, milyonlarca insan yoksullaşmış bu çok önemli değil. Çünkü
laikliği kurtardıklarını düşünüyorlar.
ÇANDAR • Cumhuriyet’i kurtarıyorlar.
GÜRSEL • Hatta Cumhuriyet’i kurtardıklarını düşünüyorlar, dolayısıyla
ekonomiyi çok umursadıklarını sanmıyorum. Stratejileri şu: “Efendim, biz
sorumlu değiliz. Bunun ne ilgisi var siyasetle? Bu bir hukuki süreç.
Hatta AKP belki bu sürece karşı birtakım hareketlerde bulundukça ekonomi
bozuluyor. Yani sorumlusu biz değiliz, AKP.” Bunu anlatmaya çalışıyorlar
halka. Çünkü büyük bir belirsizlik yarattılar. Anayasa Mahkemesi bu
başvuruyu kabul ettiği gün ikinci şok yaşanacak. Birinci şok
iddianameydi, ikinci şok kabul edildiğinde yaşanacak. Büyük bir iktisadi
belirsizlik. Siyasal risk artmış olacak. İşte dövizdi, faizdi... bunlara
yansıyacak belirsizlik. Zaten tamamen iç dinamiklerle, 2006 mayıs ve
haziran faiz şokundan sonra büyüme dinamiği kırılmıştı Türkiye’de. Bu,
çok açıklıkla 2007’nin üçüncü çeyreğinden itibaren ortaya çıktı. Üçüncü
çeyrekle dördüncü çeyrekten itibaren işsizlik artmaya başladı. 2003-2004
yılından beri ilk defa işsizlik yükseldi. Şimdi bütün bunlar varken
üstüne bir küresel kriz geliyor. Bu kriz henüz daha tam etkilemedi. Bir
miktar döviz ve faiz aracılığıyla etkiledi ama bunların reel ekonomideki
yansımaları henüz ortaya çıkmadı. Avrupa Birliği’ne kriz yayıldığı
zaman, dış talep aracılığıyla bizi etkileyecek. Zaten Türkiye ekonomisi
bir düşük büyüme patikasına girmişken şimdi üstüne bu gelecek, daha da
beter etkileyecek. Ama burada, AKP’nin kapatılması sürecini savunanlara
sorarsanız, “Bu küresel” diyecekler. Sadece Savcı ve Cengiz’in Ankara
bürokrasisi dediği çevreler değil, işte bir sürü bakıyoruz, demokrat
olduğu söyleyen arkadaşımız, meslektaşımız da buna vakayı adiyeden bir
şey diye bakıyorlar. Normalmiş, hukuk mecrasında yürürmüş, AKP eğer
dikkatli hareket eder bundan sonra güvence verirse hatta kendini de
affettirebilirmiş. Böyle demiyorlar ama bunu demeye getiriyorlar bence.
Dolayısıyla buradan AKP ve tabii bu ekonomi yıpranmış olarak çıkacak.
Artı partinin üzerinde büyük bir Demokles’in kılıcı yerel seçimler
öncesine kadar gidecek. Şundan tam emin olamıyorum. Bu, sonunda
kapatmayla mı bitecek? Çünkü kapatma demek hakikaten büyük şok olur.
Esas üçüncü şok odur. Çünkü Avrupa Birliği’nin müzakereleri askıya
alacağı bence kesin. Türkiye’nin en temel bir kriteri, işleyen bir
demokrasi olma kriterini artık sağlamadığı sonucuna varacaklar. Onun
ipuçları, işaretleri ortada.
ÇANDAR • Joost Lagendijk bunu söyledi...
GÜRSEL • Onun dışında Olli Rehn ima etti. Avrupa Birliği’ni yakından
izleyenler bunun böyle olacağını söylüyorlar. Bu kapatma davasını
destekleyenler bunu da istiyor olabilirler. “Yerel seçimlerde bu parti
bir sarsılsın, oyları bir düşsün, zaten Demokles’in kılıcı gibi
tepesinde parti kapatma işi var. Bunu devam ettirebiliriz” diye
düşünüyor olabilirler. O nedenle Anayasa Mahkemesi’nin alacağı karar da
yerel seçimlerin ertesine kalabilir. Bu bir ihtimal. Ama bana daha güçlü
gelen senaryo şu: Daha kararlılar, sonuna kadar gitmek istiyorlar ve
yerel seçimler öncesi kapatacaklar, yasaklar gelecek ve oradan tabii ne
çıkacak? Bu büyük istikrarsızlıktan bir başka siyasal alternatifin
herhalde çıkacağını umuyorlar.
ÇANDAR • Yani yapıcı kaos teorisi. Ekonominin umurlarında olduğu
kanısında değilim. Tamamen Seyfettin’in söylediği gibi ekonomide
bozulmanın sorumluluğunun üzerilerine yıkılmayacağı bir görüntü vererek
ekonomiyi bozma niyetleri var. Kapatma davası başvurusunun zamanlaması
da sorumluluk bizim üstümüze kalmasın hesabını gösteriyor. “Sezer
anayasa kitapçığını Ecevit’in üstüne attı. Kriz patladı.” Bir onu
ezberlediler; dolayısıyla şu iş borsa kapandıktan sonra yapılmalıdır ki
ekonominin bozulacağı kesin de sorumluluk bizim üzerimizde kalmasın.
Ekonominin bozulması umurlarında olmadığı gibi, Yasemin’in sorduğu
şekliyle, bozulmasını da istiyorlar kanısındayım ben. Bir kere bu son
kalkışma Türkiye’deki İttihatçı zihniyetin mirasçılarına ait bir iş.
İttihatçılık’ta vardır bu. Öyle ki Balkan Harbi’nde sırf İstanbul’daki
hükümeti iç iktidar mücadelelerinde yıpratacak diye göz göre göre
Edirne’nin elden çıkmasına göz yumuyorlar. Bizim tarih tekrar eder.
Edirne’nin geri alınması Balkan Savaşı’nın ganimetini galip devletlerin
paylaşamaması sayesinde oldu. Yoksa tamamen o zamanki başkent
İstanbul’daki iktidar mücadelesinin gereği olarak Edirne’yi gözden
çıkardılar. Yani “Konu vatansa gerisi teferruattu” demiyor bunlar, “Konu
iktidarsa gerisi teferruattır” lafı daha doğrudur bu zihniyet için. Biz
kendi doğal çevremizde Ak Parti karşıtlarının bolca bulunduğu çevrelerin
içindeyiz. Geldiğimiz sosyal köken itibariyle, içinden çıktığımız eğitim
kurumları itibariyle, meslek ortamımız itibariyle sağımız solumuz Ak
Parti karşıtlarıyla dolu. 22 Temmuz seçimlerinin ortaya çıkardığı
aritmetik sonrası, sadece Ak Parti’nin yüzde 47 oy alması değil,
parlamentonun bileşimi, CHP’nin oy oranı ele alındığında, muhalefetin
bir iktidar adayı olabilme ihtimalinin giderek ortadan kalkması
değerlendirildiğinde, bir motto halinde söylenen şu: “Bunların
iktidardan gitmesi mümkün değil. Mevcut muhalefetin seçimler yoluyla
iktidarı alması mümkün değil. Seçim de daha yeni oldu. Dört sene daha
var. Bunları bir saniye bile iktidarda görmeye biz tahammül edemiyoruz.
Beri yandan askeri darbeyle bunların gitmesini savunmak da şık bir şey
değil. Ayrıca onun da ortamı yok. Bunları ancak bir ekonomik kriz
götürür. O ekonomik kriz bu partide çatlamalar yaratabilir. Ekonomik
krizin sonuçlarına Türkiye’de hiçbir siyasi organizma dayanamaz. Bunlar
da dayanamaz.” Bu, bir tespit olarak, bir gözlem olarak ifade
ediliyordu. Şimdi siyaset mühendisliğini yapanlar bu gözlemden yola
çıkarak attıkları adımın ekonomiye neler getireceğini ve o olumsuz
etkilerin de Ak Parti’yi yılda süpüreceğini düşünüyor ve temenni ediyor
olmalılar.
GÜRSEL • Ekonomi tabii çok önemli. Bir kere 22 Temmuz’un arkasında
önemli ölçüde ekonomi var. Eurobarometre’nin yaptığı anketlerde dahi bu
görülüyordu. AKP’nin başarısı ekonomik. Dolayısıyla Cengiz o açıdan
haklı; “Bundan biz başka türlü kurtulamayacağız. Dolayısıyla ekonomik
kriz çıksın da kurtulalım” diyor olabilirler. Fakat bu arada başka bir
şey oldu. Zaten ekonomik kriz çıkmayacaktı ama Türkiye’nin kendi iç
dinamikleri ve AKP’lilerin ekonomiyi bir yerde boşlamaları, büyümenin
bir otomatik pilota bağlı olarak böyle devam edeceği, dolayısıyla da
bunların böyle hep ekonomiden destek alacakları inancı çökmüştü. AKP
bunun farkına bundan birkaç ay önce vardı. Nasıl farkına vardı? Üçüncü
çeyrekte çok düşük bir büyüme çıktı, arkasından işsizliğin arttığı
görüldü. Bunlar telaşa kapıldılar. Şimdi bunu AKP gördüğüne göre,
diğerleri göremedi mi? Ya bunu böyle analiz etmiyorlar ya da, tabii Eser
başka bir görüş söyleyecektir, dediğim gibi ekonomiden çok fazla
anlamıyorlar. Gördükleri tek şey “Bunlar yüzde 47’yle geldi. Şimdi
anayasayı da değiştirecekler. Ondan sonra geri dönülmez bir noktaya
gelecek. Biz böyle ince hesaplara giremeyiz. Biz biliyoruz burada nasıl
olduğunu bu işlerin. Bu partiyi kapatalım.” Tabii oradaki büyük problem
şu. Türkiye’de çok parti kapatıldı. Ama her şeye rağmen bunların hiçbiri
iktidardayken kapatılmadı ve bu kadar oy alan, bu kadar desteğe sahip
bir parti yoktu kapatılanlar arasında. Bu yeni bir şey. Türkiye bunu
nasıl yönetecek, yönetebilir mi, bu kuşkulu.
ÇANDAR • Bizde böyle girişimler genelde partiler iktidar yorgunluğun
uğradığı sırada, o partiye karşı muhalefetin çok yaygınlaştığı bir
dönemde yapılır. Biraz meşruiyet zemini yaratılır. “Ama canım onlar
da...” diyecek bir sürü adam çıkar. Orta bloklar vardır iktidara karşı
biraz kızgınlık içinde olan. Yahu daha seçim yapılalı yarım yıl oldu.
Seçimin üzerinden yarım yıl geçtikten sonra Ak Parti ne kadar hata
yaparsa yapsın ki bence çok hatalar yaptı o ayrı mesele, ama yüzde 47 oy
almış, yarım yıl iktidarda, sen onu devirme girişiminde bulunuyorsun
kapatma yoluyla. Bu çok ciddi bir siyasi mühendislik işi. Bu 48 saatlik
bir iş değil. Bu bir süreci başlatıyor. Ve bu sürecin de yıpratıcı
olduğu ve Türkiye’nin iflahını keseceği apaçık ortada.
ÇONGAR • Eser Karakaş başından beri dinlemekle yetindi, sözü ona
verirken konuşmanın bundan sonraki bölümünde şu soruları da aklımızda
tutalım. Birincisi, buradaki iktidar mücadelesini belirleyen esas mesele
konusunda... “Laikliği koruma” amacıyla mı hareket ediliyor, iktidarı
“laiklik” üzerinden mi tanımlıyorlar? Hakikaten nedir durdurmak
istedikleri? Sivil anayasa mı, Ergenekon çetesinin üzerine gidilmesi mi?
Başka bir şey mi? Sınıfsal, kültürel bir çatışma mı var? İkincisi, “27
Nisan 22 Temmuz’da halkın iradesiyle by-pass edildi” dedik. Ak Parti’yi
kapatma girişimini toplumsal iradeyle, dış baskıyla vs. by-pass etme
imkanı var mı? Üçüncüsü de, Cengiz’in sözü bıraktığı noktada meşruiyet
zeminini sorgulamak. Daha yeni seçmenden büyük destek almış bir partiyi
kapatmanın toplumsal ve küresel desteğinin olmadığını görüyoruz. Bunun
meşruiyet zeminini sağlamak için başka şeyler de yapabilirler mi?
KARAKAŞ • Ben daha önce söylenenleri de bu sorulara bağlayarak
başlarsam, Cengiz’in ve Seyfettin’in söylediklerine genel çerçevede
katılıyorum tabii. Ama bazı çok ciddi itirazlarım var. Bir kere Cengiz,
AKP’nin kapatılması için “Bu bir starttır” dedi. Ben aynı kanıda
değilim. Uzun yıllardır süren bir zincirin bir halkası.
ÇANDAR • Ben de süreçten bahsettim.
KARAKAŞ • “Start” tabirini kullandın, ben ona takıldım. Burada çok uzun
bir süreç söz konusu. AKP’nin kapatılması tabii başlı başına vahim bir
olay. Ama bu sürece uzun vadeli baktığım zaman çok da hayati bir konu
değil. Bakın Özal’ın Avrupa Birliği’ne başvuru yapmasıyla bir süreç
başlıyor. 1987 bence bu açıdan çok önemli. O tarihten beri Türkiye’deki
yargı denetimi kurumlarının, Danıştay, Yargıtay ve Anayasa Mahkemesi’nin
özellikle ekonomiye ilişkin kararlarına çok serinkanlı bir şekilde uzun
vadede bakmak lazım. Şimdi böyle baktığın zaman ordunun kendine göre
tanımladığı çok çok belirgin çok köşeli çok programlı bir ekonomi
programı var. Bunun dışına çıkılmasına izin vermek istemiyorlar. Mümtaz
Soysal beyin açmış olduğu Telekom ile ilgili bir dava vardı ve Anayasa
Mahkemesi özelleştirmeyi biliyorsunuz iptal etti. Yirmi yıl sonra
baktığınız zaman bunun ne kadar saçma sapan bir iptal karar olduğunu
daha iyi görüyorsunuz. Bu kararı hem Danıştay verdi hem de Anayasa
Mahkemesi bunu konsolide etti. Neydi dert, o zaman yaklaşık 14 milyar
dolar ediyordu, 80’lerin sonunda şimdi Telekom diye bir şey kalmadı
ortada. Üç yıldır burada bir ders veriyorum “Hukuk ve Ekonomi” adında.
Vesayet demokrasisinden öte bir şey var yani, vesayet ekonomisi var ve
bunu kaybetmek istemiyorlar. Bütün kararlarında Danıştay, Yargıtay,
Anayasa Mahkemesi “kamu yararı” diye bir kavram kullanıyor devamlı.
Sıkışıyor, hukuk bitiyor, mantık bitiyor, “kamu yararı” diyor ve
kararını veriyor. Ve bu müthiş bir istikrar içinde geçiyor. 80’li
yılların ortalarında beri, aşağı yukarı 82 Anayasası’ndan sonra çıkan
kararlarda müthiş bir istikrar içinde giden bir kamu yararı kavramı var.
Peki bu “kamu yararı” kimin yararı, kamunun yararı olmadığı çok açık. Şu
anda tekrar parlamentoya gelen sosyal güvenlik kanununun daha önce geri
döndüğü Anayasa Mahkemesi‘nin “Bu kanunda memurlarla diğer çalışanları
aynı tuttunuz” diye gerekçesi var. Bunun Anayasa’da temelleri de var.
“Siz nasıl memurlarla daha korunmaya yönelik sosyal güvenlik
çalışanlarını aynı kefeye koyarsınız” diye kanun iptal edildi
Türkiye’de. İşte “kamu yararı” denen yarar bu. 11 Mart günü Anayasa
Mahkemesi’nin kararı var. Türkiye’de Türk kanunlarına göre kurulmuş,
Türk ticari siciline kayıtlı ama mülkiyeti yabancılara ait olan
şirketlerin Türkiye’de taşınmaz edinmelerini yasakladı. Burada bitti iş.
ÇANDAR • Bu çok önemli tabii. Türkiye’nin başvurusundan 11 Mart 2008
tarihine kadar gelen süreç böyle zincir zincir geliyor.
KARAKAŞ • Burada Seyfettin’e katılmadığım bir şey var. Bu sürecin doğal
uzantısı Avrupa Birliği meselesidir. AB meselesi güçlendikçe, konsolide
oldukça, her şeyi “kamu yararı” ile tanımlayan kesim zayıflıyor. Bence
bütün bu kavganın özünde AKP falan yok. Türkiye’nin en laik başka bir
partisi AB sürecini AKP gibi götürebilseydi, aynı şeyi ona da
yaparlardı, başka bir gerekçe bulurlardı. Laiklik falan bir mesele
değil. Seyfettin “Niye kendi kendilerine bırakmıyorlar” dedi, Tam da bu
yüzden bırakmıyorlar. AKP son derece pragmatik bir parti. Bugüne kadar
bir şekilde Seyfettin’in söylediği gibi otomatiğe bağlamış gibi
gidiyordu. AB sürecinin bunda büyük katkısı vardı. Küresel bir kriz
çıktı. AB süreci durdu. Üçüncü çeyrekten beri de büyüme yavaşlıyor. AKP
bunu kaldıramaz. Bir sene sonra yerel seçimler var. Bu konjonktür içinde
yeniden Türkiye’yi aynı büyümeye geri çekmek için AB sürecini
canlandırmak zorundalar. Bu, AB aşkından kaynaklanmıyor. Son derece
pratik nedenlerden, yabancı sermaye girişini tekrar 25-26 milyar doların
üzerine çekmek isteniyor. Şurada Seyfettin’e tümüyle katılıyorum. 22
Temmuz’u ekonomi belirledi, muhtemelen yerel seçimleri de ekonomi
belirleyecek. Seçimlere, düşen büyüme ile girmek istemedikleri için, hem
Cumhurbaşkanı Gül hem de Ali Babacan söyledi “2008 AB yılı olacak” diye.
AKP bunu yapacaktı. İşte tam orada diğer tarafın korkusu başladı. AKP
2008’de AB işini mecburen destekleyecekti. Bundan korktu diğerleri.
(22.03.2008)
- 2 -
Davacılar Avrupa Birliği’ni istemiyor
‘Laiklik elden gidiyor’ diye Ak Parti’yi kapatmak isteyen Cumhuriyet
kurumları Türkiye daha demokrat olursa, Avrupa Birliği yolunda ilerlerse
ne yapacaklarını bilmiyorlar. Ak Parti’nin Avrupa’ya yönelmesi
statükocuları ürküttü. Hükümetin reform ritmini yavaşlatması ise yargı
darbesini kolaylaştırdı.
KARAKAŞ • AKP’yi kapatma davasının laik-antilaik meselesi gibi
gösterilmesi bence bir bahanedir. Bu meselenin özü Avrupa Birliği
sürecidir. Eğer Yeni Demokrasi Hareketi bugün olsaydı ve Avrupa Birliği
sürecini AKP’nin götürdüğü gibi götürseydi onu da kapatırlardı. Yeni
Demokrasi Hareketi’nden Cem Boyner’e de, Cengiz Çandar’a da laikliğe
karşı odak oldukları gerekçesiyle dava açarlardı. Bu işin başında
AKP’nin olup olmaması önemli değil. Bir de tabii, basın da bu konuda çok
dikkat etmeli. Laikliği ve laik cumhuriyeti öne çıkartmak konusunda
basın da dikkat etmeli. Demokrasinin laiklikten daha önemli olduğunu
yazmalı basın. Açık söylüyorum, hukuk devleti ve demokrasiyi daha öne
çıkartmalıdır. Hukuk devleti zorunlu olarak laikliği içeren bir şeydir.
Ama tersi geçerli değildir. Cumhuriyet’in temel niteliklerinden biri
olan laiklik, hukuk devletini ve demokrasiyi dışlayabiliyor. En azından
basının, bizlerin, öğretim üyelerinin yapması gereken hukuk devleti
kavramını sürekli ön planda tutmaktır. Şu anda yapılan çok ciddi bir
şekilde hukuk devletinin ihlalidir. “Kamu yararı” tanımını dayatan
kesimin hukuk devletini ihlalidir. Aklı başında birisi, sokağa çıkıp
taksiye binen birisi Türkiye’de laikliğin tehdit altında olmadığını
görür.
GÜRSEL • Vatandaş değil, burada önemli olan. Önemli olan bu işleri
organize edenler. Asıl şu; biraz önce Cengiz de söyledi. Cumhuriyet’in
tümden elden gittiğine inanıyorlar. “Kamu yararı”yla falan ilgisi yok.
Türkiye küresel ekonomiye entegre olmuş. Ekonominin yüzde 50’si dış
ticaretten oluşuyor. Gümrük Birliği’ne girmiş. Geçmiş olsun.
KARAKAŞ • Hiç geçmiş olsun değil. Her an geri dönüş olabilir.
GÜRSEL • O başka bir şey. Bunlar 10-20 yıldır devam eden süreçler. Esas
rahatsızlık konusu AKP’nin tek başına iktidara gelmiş olmasıdır. 3 Kasım
2002’de rahatsızlık başlamıştır. Onun önünü kesebileceklerini
düşünüyorlardı. Cumhuriyet açısından, onların kafasındaki laiklik tanımı
açısından AKP’yi bir tehdit olarak görüyorlar. AKP’nin vesayet
demokrasisinin sonunu getireceğini düşünüyorlar.
KARAKAŞ • AKP laikliği tehdit etmiyor. Yok öyle bir şey.
GÜRSEL • Sana göre yok ama onlar öyle düşünüyorlar. Biraz önce Cengiz
Çandar, çevremizden söz etti, mahallemizden söz etti. Galatasaraylı
sınıf arkadaşlarımla yemek yedim. Bir bölümü, “Ordu hâlâ neden darbe
yapmıyor” diye çıkıştı.
KARAKAŞ • Onların da derdi vesayet ekonomisinin kayması. Laiklikle hiç
alakası yok.
GÜRSEL • Vesayet ekonomisi diye bir şey yok. Vesayet demokrasisi diye
bir şey var ama.
KARAKAŞ • “Esas olan kamu yararıdır” diye bir şey uydurmuş gidiyorlar
vesayet ekonomisini korumak için.
GÜRSEL • Devletin ekonomideki ağırlığı yüzde 50 idi. Bugün yüzde 10 bile
değil.
KARAKAŞ • Önemli sorun yargının ekonomiyi kontrol etmesidir.
GÜRSEL • Yargının denetleyeceği kamu iktisadi teşekkülü de kalmadı.
Ayrıca Avrupa Birliği sürecinde katılıyorum sana. Bunlar Avrupa
Birliği’ni istemiyorlar. Ne zamandan beri istemiyorlar.
ÇONGAR • Bunlar derken kastınız?
GÜRSEL • Bunlar derken, Cumhuriyet’in kurumları... Laik cumhuriyetin
elden gideceğine inanan yargının önemli bir bölümü. TESEV’in araştırması
bunu gösterdi. Zihniyetlerinin ne olduğunu gösterdi. Hepsi böyle
demiyorum. Ama büyük bir kısmı devlet diyor, hukuk demiyor. Bunlar
hakikaten iktidarlarının elden gideceği kanaatindeler. Bunların
ekonomiyi fazla önemsediğini, hatta ekonomik güç peşinde olduklarını
sanmıyorum. Zaten devlet ekonomide ciddi bir şey kaybetti. Ama Avrupa
Birliği açısından, kamusal ekonomik alanı daha küçültecek diye endişe
etmiyorlar. Avrupa Birliği demek daha çok özgürlük, daha çok demokrasi
demek. “Bu gidişat” diye yakınırken dedikleri bu. Daha fazla demokrasi,
onlar için daha fazla tehdit demek. Laiklik tehdit altında. Giderek Kürt
sorununu bizim usullerle çözemeyeceğimiz anlaşılıyor. Büyük ihtimalle
hiç düşünmediğimiz bir paradigma ile karşı karşıya kalınabilir. Türkiye
daha demokrat olursa, Avrupa Birliği yolunda ilerlerse ne yapacaklarını
bilmiyorlar. Kıbrıs konusunda, bir sürü konuda AB süreci paradigma
değişikliğine zorluyor Türkiye’yi. Bunlar nefret ediyorlar paradigma
değişikliğinden. Eski değerler eski usullerle Türkiye’nin gitmesini
istiyorlar.
KARAKAŞ • Tam da ekonomik olan da bu zaten.
ÇANDAR • Eser, sen de sadece bir “vesayet ekonomisi” ekseninde bütün
olan biteni işliyorsun.
KARAKAŞ • Özünde bu var.
ÇANDAR • Özünde bu var mı yok mu bilmiyoruz. Bu onun bir unsuru bir
parçası olabilir.
GÜRSEL • Tabii bu da bir unsur, bundan da rahatsız oluyorlar. Yabancılar
arsa alıyor filan.
ÇANDAR • Her şey ekonominin etrafında şekilleniyor dersek ideoloji
faktörünü gözönüne almamış oluruz.
KARAKAŞ • Peki niye yabancı sermayeye karşı çıktılar?
GÜRSEL • Yabancı sermayeye karşı çıkmıyorlar. Arsa, ev, toprak
satılmasına karşı çıkıyorlar. Abartma sen de.
ÇANDAR • Bir ekonomist olarak senin yorumun böyle olabilir. Ama onların
motivasyonu o mu acaba?
ÇONGAR • Ekonomik vesayetin elden gitmesi, diğer alanlarda da iktidar
kaybının başlangıcı değil mi zaten? Küresel entegrasyon Türkiye
koşullarında demokrasiyi de dayatmıyor mu?
ÇANDAR • Evet, ama Seyfettin’in dediği gibi rakamlara baktığın zaman,
iktisadi alandaki iktidar çoktan gitti.
KARAKAŞ • Teknik olarak katılmıyorum. Şu açıdan. Ekonomideki devletin
gücü KİT’lerle ölçülebilecek bir şey değil. Bu ne kadar kontrol
edebildiğine bakar...
GÜRSEL • Edemiyorsun artık. Dışa açık bir piyasa ekonomisi var.
KARAKAŞ • Hâlâ yabancı sermaye girişini engelliyor Anayasa Mahkemesi bir
kararla.
GÜRSEL • Yabancı sermaye girişini engellemiyor, nerede engelliyor?
KARAKAŞ • Arazi alamayan, kendi kuracağı fabrikanın arazisini alamayan
yabancı Türkiye’ye gelir mi?
GÜRSEL • Gelir tabii, Çin’de de böyle. 49 yıllığına kiralarlar. Gelir
gene. Ben bunu zayıf bir argüman olarak görüyorum.
ÇONGAR • En azından şunda anlaşıyorsunuz galiba: Bu bir iktidar
mücadelesi. İktidarda kalmak için (Eser Karakaş’a göre) vesayet
ekonomisinin devamını istiyorlar, (Seyfettin Gürsel’e göre) vesayet
demokrasisinin devamını istiyorlar.
ÇANDAR • Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin yürüyüşü, iktidarın işi o
noktalara getirmesi keşke mümkün olsaydı, o zaman parti kapatma
girişimini Avrupa Birliği yolunu kesmek gibi yorumlamayı ben de tercih
ederdim, Eser gibi. O zaman çok daha demokratik ittifaklar manzumesi
oluşurdu bu girişime karşı. Ama Ak Parti’nin AB meselesini savsaklaması
sebebiyle bu rasyonalizasyonu benimsemiyorum.
ÇONGAR • Ak Parti’nin AB’yi savsaklaması geçici bir durum değil mi?
ÇANDAR • Geçici olması temenni ediyoruz. Ya da bir rasyonalizasyon
yapılıyor Eser’in yaptığı gibi. AB sürecini canlandırmaya şu nedenlerden
dolayı mecburlar deniyor. Keşke öyle olsa, bunu bilmiyoruz. Ama en
azından 2005’ten bu yana ihmal edilmiş bir konu. Dışişleri Bakanı ve baş
müzakereci aynı kişi. Katılım süreci bu olan bir ülkede, baş
müzakerecinin bir gün bile Ankara’da oturmaması AB başkentlerinin her
birinde ve sadece hükümet mensuplarıyla değil, o ülkenin sivil toplum
mensuplarıyla, medyasıyla, finans şirketleriyle her gün görüşüyor olması
lazım. Şimdi siz Başmüzakereci’yi Dışişleri Bakanı yaparsanız
Başmüzakereci’nin sıfatını boşaltıyorsunuz demektir. Bunun sonucunda AB
sürecine ciddi bir şekilde asılmıyorsunuz demektir. 301 konusu iki buçuk
yıldır söyleniyor. Olli Rehn geldi geçen yıl; bir toplantıda bakanların
önünde, kalktı “Cut the bullshit short” (Bu saçmalığa son verin) dedi.
Kapalı bir toplantıydı. Bu ağır bir laftır. İngiliz Başkonsolosluğu’nda
yemekli toplantıydı. Avrupa Reform Politikaları’nın Feriye’deki açılış
yemeğiydi. Üç tane AKP’li bakan, milletvekilleri, konuyla ilgili
insanlar vardı. Tercüme edilirse daha ağır ne olabilir ki, 301’e ilişkin
bu. “Cut the bullshit short” dedi eylül ya da ekim ayında. Marta geldik
hâlâ 301 yok. Ha babam aynı şey. İşte “Gelecek, iki hafta sonra gelecek,
üç hafta sonra gelecek.” Bu yeni bir konu da değil. 301 simgesel olduğu
için önemli. 301 kalktığında Türkiye’de mükemmel bir demokrasi olacak
demek değil. Ama 301 bu hükümetin reform sürecine ve AB üyelik sürecine
sahip çıkıp çıkmayacağının bir delili. Bu bir simge haline geldi. Bunu
savsaklıyorlar. Bunu yapmıyorlar. İşte müzakereci meselesi ortada.
Milliyetçi söyleme ve simgelere sarılıyorlar.
GÜRSEL • Müzakere sürecinin bilançosu son derece zayıf. İki tane mi üç
tane müzakere başlığı açılmış durumda.
ÇANDAR • 2002-2005 arasındaki Avrupa Birliği ritmi olsa AKP’nin, biz
deriz ki bu iddianame karşısında, “Büyük bir şarlatanlık var bunun
laiklikle falan ilgisi yok. Bu, AB yolunu kesme girişimidir
Türkiye’nin.” Ama şu andaki hükümet tam da kendisine karşıt olanların
görmek istediği anlamda, AB sürecine muhalif bir hal aldı onlara karşı.
ÇONGAR • “Ak Parti’nin AB ritminin aksaması partinin kapatılma
girişimini haklı kılar” demiyorsun herhalde. Peki AB sürecinin
savsaklanmasının böylesi bir girişimi kolaylaştırdığı söylenebilir mi?
ÇANDAR • Operasyon konusundaki işbirliğine bakın. Seçimlerden sonra
büyük bir hevesle yeni anayasa süreci başlatırken, onu kestiler, türban
konusunu ön plana çıkardılar. Askerle işi hallettik, bir şey denmez
hesabına yattılar. Genelkurmay Başkanı’nın basın toplantısında, “Askerin
bu konudaki görüşü bellidir, malumu ilan etmenin gereği yoktur.” Bu
cümleyle meseleyi savuşturmasından cesaret aldılar, asker bir şey
demiyor diye... Bütün enerjilerini oraya (başörtüsü özgürlüğüne) zerk
ettikten sonra yeni anayasa; yeni, demokratik sivil anayasa işini
ertelediler. İptal ettiler demiyorum, ertelediler. Dolayısıyla bir sürü
noktada ritim değişikliği yarattılar. Bu girişimin zamanlaması ritim
bozukluğundan yararlanarak yapıldı. 22 Temmuz’da seçim oldu. Ağustos
ayının 28’inde Abdullah Gül Cumhurbaşkanı seçildi ki, sırf o Abdullah
Gül isminin Çankaya’ya çıkmasını engellemek için 367 icat edildi Anayasa
Mahkemesi kararıyla, Cumhuriyet Halk Partisi başvurusuyla. Bir de bunu
sağlama almak için elektronik muhtıra verildi. Ama o Abdullah Gül
göstere göstere seçiliyor. Eğer bu büyük bir sürecin, arka planı olan,
geçmişi olan gelişmeler zincirinin bir halkası ise ki öyle. Ama öyle ise
ağustos ayında da bu iddianame ile ortaya çıkılabilirdi. Niye
çıkamadılar? Martta çıkıyorlar. Zamanlaması AKP’nin ritim bozukluğuna da
bağlı. Bunu görmemiz lazım.
KARAKAŞ • Buna katılıyorum. AKP’nin Avrupa Birliği’ne yaklaşımı son
derece pragmatik bir şey. AKP’nin AB’ye ilgisi büyümeyle katkısıyla
alakalı bir şeydir. 2005-2006 yıllarında Türkiye yüksek oranlarda
büyümüştür. 2007 için açıklanmadı ama yüzde 5 oranında bir şey
açıklanacak. Dolayısıyla AKP açısından bugüne kadar en azından son
çeyreğe kadar büyüme konusunda öyle kendisini siyaseten tedirgin edecek
bir şey yoktu.
GÜRSEL • Büyüme yavaşlamaya başlamıştı ama...
KARAKAŞ • Başladı ama bunu AKP algılamadı.
GÜRSEL • Büyümeyi otomatik pilota bağlı zannediyorlardı...
KARAKAŞ • Şimdi otomatik pilota bağlı olmadığını gördükleri için bundan
sonra tekrar o kendilerine 2004, 2005 ve 2006’da yüksek büyümeyi
sağlayan ilişkiler sistemini yeniden kuracaklar.
GÜRSEL • Zamanında bunu yapabilirlerdi. Aklı fikri bunların türbana
daldı; hepsini unuttular. Sadece 301’i unutmadılar. Ben iktisatçı olarak
yakından takip ediyorum. Pek çok yapısal reformu da yapmadılar. O
reformların birçoğu maliyetli olduğu için, o maliyeti karşılayacak
marjlar da kalmamıştı seçim ekonomisi yüzünden. Dolayısıyla şöyle
söylenebilir; AKP’nin bu gidişatı ve davanın zamanlaması çok büyük
tesadüf değil bence. Özellikle türban meselesi de burada önemlidir.
Demokratik anayasa hazırlanması tabii çok daha temel bir olaydır, karşı
tarafın gözünde ama bir yandan da türbana bakıp “Bu AKP bunu parça parça
da geçiriyor” diye bakmaya başladılar. Ben tabii bilemem neden martta
karar kıldılar davaya ama bence belli bir birikim olmuştu, bence hazırdı
ve sadece birilerinin karar verip “Hadi artık bunu Anayasa Mahkemesi’ne
ver” demesi gerekiyordu. Yoksa en başında da söylediğim gibi,
Başsavcı’nın “162 sayfa yeter, 200 sayfaya gerek yok” demedi. Başka
koşullar olsaydı, 200-250 sayfa da olurdu ya da 100 sayfayla daha erken
açılırdı bu dava.
ÇONGAR • Peki sizler Ergenekon çetesi operasyonuyla bu davanın
zamanlaması arasında bir bağ kuruyor musunuz? Ergenekon operasyonu
ilerlemesin diye bu yapılmış olabilir mi?
GÜRSEL • Tabii, benim özel bilgilerim yok. Ama olabilir. Belki şu
sıralarda böyle bir nedenle verilmesi uygun görüldü. Olabilir doğrusu. O
konuda arkadaşların ne diyeceğini merak ediyorum.
ÇANDAR • (...) Ergenekon soruşturmasında gözaltına alınabilecek bazı
kişilerin bu iddianameye giden gelişmelere hız verilmesini istediği ve
arada böyle bir bağlantı olduğu fısıltı tarzında söyleniyor. O anlamda
Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın bu konuya ilişkin bir değerlendirmesinde
Ergenekon ismini telaffuz etmesi, irtibat kurması bence bir rastlantı
değil. Keza Başbakan’ın basına kapalı grup konuşmasında, 16 Mart
pazartesi günü “Ergenekon’u çökerttik” demesi ki bence çökertmediler,
keşke çökertseler, “Bundan rahatsız olanlar var” sözü...
ÇONGAR • O söz sonra açıklamayla geri alındı...
ÇANDAR • Tam da geri alınmadı. Bizatihi o cümleye gönderme yapılarak
böyle bir şey söylenmemiştir denmedi.
ÇONGAR • Doğru bu yapılmadı.
ÇANDAR • “Grup toplantısında yapılan konuşmaya ilişkin basınımızda yer
alan haberler doğru değildir” dendi. Genelleme içinden yalanlama
yapıldı. Muhtemelen bu cümlenin yaratacağı yansımadan kaygılanarak. Bir
de bazen Türkiye’de yalanlamaları doğrulamayla eş anlamlı algılayan bir
kamuoyu algısı da vardır. Eğer söylediyse Başbakan o cümleyi, Ertuğrul
Günay’ın bir gün önce yaptığı açıklamayla birleştirirsek, hükümetin
bilgisi dahilinde bir “Ergenekon-iddianame” irtibatı olduğu sonucuna
varırız. Bu konuda siyasi iktidarın yapması gereken Ergenekon
soruşturmasında gaza basmasıdır.
KARAKAŞ • Bakın, bu çok önemli. Ergenekon meselesinin de iyi analiz
edilmesi lazım. Yargı organlarının başındakiler, Türk Silahlı
Kuvvetleri’nin komuta kademesi, Ergenekoncular hatta, bunların arasında
bir kişi dahi dışa açık piyasa ekonomisini savunmamaktadır. Bana Anayasa
Mahkemesi, Danıştay, Yargıtay, bunların üst kademesinden, TSK’nın üst
komuta kademesinden bana bir tane gösterin dışa açık piyasa ekonomisini
savunanı. Ergenekoncular’dan bir tane böyle adam gösterin. Olay sadece
‘laiklik’ meselesi değil. Bir kişi gösteremezsiniz ki dışa açık piyasa
ekonomisinden yana bir laikçi olsun. Bu laikçilik meselesi bir sınıf
kavramına dönüştü Türkiye’de. Kavga da dışa açık piyasa ekonomisiyle
ilgili bir şey. AB’yle ilgili bir şey. “Laiklik” toplumun bir kesimini
seferber etmek için kullanılan bir bahane.
(23.03.2008)
- 3 -
Ak Parti kapatma davasında savunma vermemeli
“Dava kabul edilirse Ak Parti Anayasa Mahkemesi’nde savunma yapmaya
gitmemeli. Çünkü bu hukuk dışı bir süreç, ortada demokrasi açısından bir
suç yok. Bu hukuksuzluğa ortak olmamak gerek. Ak Parti bu hukuksuzluğun
parçası olmayı reddederse kapatma sonrası meşruiyeti artar.” ÇONGAR • Ak
Parti’yi kapatma davası açanlar yaptıkları girişimin dünyada ve toplumda
gördüğü tepkiye bakarak kendilerine meşruiyet zemini sağlamak için başka
adımlar atabilirler mi?
GÜRSEL • Ben beynimi onların hizmetine sunmak istemem. Onun için de
parti kapatma davası çıkmaz sokağa giderse başka ne yollar
deneyebileceklerini söylemek istemem. Buna karşılık, AKP fahiş hatalar
yapmazsa, provokasyonlara gelmezse, Avrupa Birliği yolunda reformlara
sarılırsa, demokratikleşmeye sarılırsa kendi meşru zeminini güçlendirir.
Aksi takdirde zayıflatır. Ama diğerleri sonuna kadar gitmeyi göze
alabilirler, yani sonuna kadar gitmekten kastım kapatılır. Refah
Partisi, Fazilet Partisi buna benzer iddianamelerle kapatılabildiyse bu
da kapatılabilir diyenler var. Bence Adalet ve Kalkınma Partisi
kapatılır, buradan çıkacak benim ‘üçüncü şok’ dediğim kriz zaten Avrupa
Birliği ile ilişkileri kopartır, ciddi bir izolasyona götürür
Türkiye’yi. Ciddi bir kriz gelir. Hem siyasi hem ekonomik kriz gelir.
Ama onlar bu krizden şer değil erdem çıkacağını bekledikleri için,
başında Cengiz’in ‘yaratıcı kaos’ dediği şeye inandıkları için tekrar
Türkiye’yi dışarıya kapatmış, bütün sorunları kendi bildikleri gibi
halledecekleri bir ülke halinde istiyorlar. Bence asıl vahamet burada.
Çünkü böyle bir alternatif yok. Esas bu böler Türkiye’yi. Onun için ben
başka ne yapabilirler bilmiyorum. Bunu yapmaları zaten çok kolay
gözüküyor. Ne var yani AKP’yi kapatmak zor değil ki, sonunu
umursamadıktan sonra, bence en kolay yol bu.
ÇONGAR • Bir yandan hukuku kullanarak amaçlarına ulaşmaları böyle
‘kolay’ görünüyor, ama bir yandan bu girişimin ‘hukuksuz’ olduğunu
söylüyorsunuz sizler. Bunu durdurabilecek herhangi bir güç var mı?
Dünya, toplum, siyasetçiler, aydınlar? Demokratların yapabileceği bir
şey var mı? Ak Parti ne yapmalı?
GÜRSEL • Sanmıyorum. Ayrıca AKP birtakım anayasa değişiklikleri yapmak
istiyor MHP ile. Ben bunlardan hoşlanmıyorum. Daha baştan yeni
anayasayla bu meseleye sahip çıkarak zaten işleri buraya getirmemesi
gerekirdi. Bu saatten sonra yapılacak şeyler taktiktir. Bu taktikler
beni ilgilendirmiyor. Tabii şu var, parti kapatmayla ilgili Avrupa
Birliği hukukunu gelip Türkiye’de monte edebilirler. Değiştirilmesi
gereken yasaları değiştirebilirler. Bu kısmen meşrudur. Avrupa’da böyle.
Biz de böyle yapıyoruz derler. Ama o zaman da tabii şu soruya cevap
versinler; Demokratik Toplum Partisi kapatılmak istendiğinde, dava
açıldığında sen bunu neden yapmadın? Bu soru karşısında da açıkçası
AKP’nin taktik savaşı beni ilgilendirmiyor. Tabii, bana sorarsanız
engellenebilirse bu gidişat bence ancak şöyle olur: Bu yapılanın
sorumluluğu hissedilir; ekonomik gidişatın, krizin sorumluluğu
ağırlaşır. Kamuoyu bundan endişe duymaya başlar. İş çevreleri vesaire
çok daha ağırlıklarını koyarlar. Amerika ağırlığını koyar, Avrupa
ağırlığını koyar. Bu süreç ancak öyle durdurulabilir. O zaman belki geri
adım atabilirler. Ama geri adım attıkları noktada da artık bir daha
ellerinde başka bir araç, başka bir senaryo kalmıyor. Bu tabii çok
hayırlı olur bana göre. Ama böyle olur mu çok da emin değilim.
KARAKAŞ • Ben AKP’nin yerinde olsam, şu aşamadan itibaren son iki yılda
yapmadıklarımı yapar, yeni anayasayı hızlandırır, 301’i bu hafta
değiştirir, Avrupa Birliği reform sürecinde ne varsa yapılacakları üç
aya sıkıştırır ve Anayasa Mahkemesi’ne de ifade vermeye gitmem. Kesin
söylüyorum. Böyle bir iddianame karşısında gidip orada savunma yapmam.
Yok sayılır bu süreç. Kapatırsa kapatırlar. Kapatacaklarsa zaten ifade
versen de, savunma versen de kapatacaklar vermesen de kapatacaklar. Ben
olsam gitmem. Ama hemen bu hafta 301’i değiştirmek, yeni anayasayı hemen
ilk taslak haliyle belki de gündeme getirmek ve savunma yapmaya da
gitmemek. Tamamen hukuk dışı bir süreç işliyor. Bu hukuk dışı sürece
ortak olmamak gerek. Zaten kapatacaklardır, ama eğer bu hukuk dışı
sürecin parçası olmayı reddedersen bu kapatma sonrası için çok başka bir
meşruiyet olur diye düşünüyorum.
ÇONGAR • Akla şu geliyor; diyelim ki kapatıldı Ak Parti. Yerine bir
parti kurulacak. Bazı partililer siyasetten yasaklanacak, ama yine de bu
seçmen potansiyelini temsil eden liderler ve yeni bir parti olacak.
ÇANDAR • Hedef Ak Parti değil, asıl hedef Tayyip Erdoğan... O da
bağımsız olarak girebilir Meclis’e.
ÇONGAR • Yeniden benzer güçte, aynı gelenek ve yapıda bir siyasi oluşum
Ak Parti’nin yerini almaz mı?
ÇANDAR • Geçmişte Türkiye’de yaşadığımız bazı deneyimler var. Tam öyle
olmuyor. Ve o yüzden de muazzam zaman ve zemin kaybına uğruyor ülke.
Lüzumsuz yere...
KARAKAŞ • Milyarlarca dolar kaybederiz bir kere.
ÇANDAR • Milyarlarca dolar kaybediyor. Herkesin cebinden para eksiliyor.
Yitik zamanlar oluşuyor. On yılda bir aynı şey. Şimdi bu ne olur?
Türkiye’de muazzam bir popülariteye sahip tek karizmatik lider var; o da
Tayyip Erdoğan. Tayyip Erdoğan’ı yasakladığınız zaman bu partinin devamı
gene gelir. Muhtemelen iktidara da gelir ilk seçimde. Ama bu Demirelsiz
Doğru Yol Partisi’ne, Demirelsiz Adalet Partisi’ne benzer.
KARAKAŞ • Programı da değişebilir partinin. Establishment’a (müesses
nizama) daha uyumlu bir programla gelirler.
ÇANDAR • Uzun bir süre uzaktan kumanda var mı yok mu onunla uğraşılır.
Yani Tayyip Erdoğan bunu uzaktan kumanda ediyor mu etmiyor mu, bu hukuki
mi değil mi filan...
KARAKAŞ • Bağımsız olarak Meclis’te de olabilir o sırada.
ÇANDAR • Hadi yeni yasa önerileri... Tayyip Erdoğan’ın başındaki yasağın
kaldırılıp yeni partinin başına geçmesi için vesaire. 12 Eylül’den
2000’li yıllara kadar neyle uğraştıysak o.
KARAKAŞ • Patinaj yaparız yani. Beş sene kaybederiz.
ÇANDAR • Beş sene patinaj ama dünyadaki gelişme hızı aritmetik değil
geometrik gidiyor. O beş yıllık patinaj beş yıllık bir ara da çıkartmaz
dünya ile Türkiye arasına. 25-30 yıllık ara çıkartır.
KARAKAŞ • Bugün Siyasi Partiler Kanunu’nda mitinglerde Türkçe konuşma
zorunluluğu var. Bir DTP milletvekili yanındakine dönüp Kürtçe su istedi
diye hakkında soruşturma açılıyor. AKP iktidar milletvekili olsam bundan
utanç duyardım. O kanunu değiştirme gücü olan bir milletvekili olsaydım
utanç duyardım.
ÇANDAR • Diyarbakır Sur Belediye Başkanı’nı Türkçe ve Kürtçe davetiye
bastırdı diye görevden aldılar ya. Ondan sonra da kültürel haklardan,
kimlik haklarından, Avrupa Birliği normlarına uymaktan bahsediyorsun.
KARAKAŞ • AKP’liler pratik baktılar. 2005 ve 2006’da ekonomi çok hızlı
büyüdü. “Oh,” dediler, “ekonomi yüksek büyüme rayına oturdu. Bundan
sonra bir şey olmaz.” Fakat ne zamanki büyüme düşmeye başladı, tekrar
Avrupa Birliği’ne gaz vereceklerdi. Bu bir siyasal proje olarak falan
değil; büyümeyi tekrar eski rayına çekmek için. Bu konjonktür tam da o
konjonktür işte.İddianamenin de bu konjonktürde verilmesini ben öyle
görüyorum. Mecburdular çünkü. Onu da bu kadar hafife almayın. Birileri
de gördü Ankara’da bunu. 2003’teki ivmeye tekrar geri dönülecekti. AKP
mecburdu çünkü aksi takdirde bir sonraki seçimi kaybederlerdi. Bunu
diğerleri gördüler. Bu bir siyasal proje değil. AKP bu işe son derece
pratik bakıyor. Eğer deseler ki AKP’ye, “Sen on sene yüzde 8
büyüyeceksin, garanti.” O zaman ne AB kalır ne bir şey. Ama bu böyle
olmuyor. Dolayısıyla mecburlar AB yoluna dönmeye. Önümüzdeki bir-iki ay
içinde dönmek zorundalar.
ÇANDAR • AB çıtası olmadan yüzde 8 büyüyemezler ki...
KARAKAŞ • Büyüyemezler. Ama 2005-2006’da büyüdüler ve zannettiler ki AB
olmadan da olabiliyor bu işler.
ÇANDAR • Türkiye, Türkiye’nin jeopolitiğinde olmayıp Güneydoğu Asya’da
olsa, o zaman otokratik rejimler altında da büyüyebilirsin. Ama burada
büyüyemezsin.
KARAKAŞ • Burada büyüyemezsin.
ÇONGAR • Diyelim ki kapatma süreci işledi ve Ak Parti’nin yerine geçen
yeni bir parti yerel seçimlere girecek. Ne olur? Türkiye’de yerel
seçimler planlanan zamanında yapılabilir mi?
ÇANDAR • O zamana kadar kim öle kim kala. Neler olacağını bilemeyiz.
DTP’yi ne yapacağız peki yerel seçimlere kadar? Ak Parti’nin kapatıldığı
şartlarda gidilen bir yerel seçimde, Ankara’daki geleneksel devlet aklı
açısından baktığımız zaman Güneydoğu’yu en karşıtı olduğun güçlere
teslim etmiş olacaksın. Ezici çoğunlukla DTP alacak belediyeleri. Ya da
DTP’yi de kapatsan DTP çizgisindeki bağımsız adaylar silme kazanır.
ÇONGAR • Benim merak ettiğim şu: Yasaklansalar bile, Ak Parti ve DTP’nin
oy potansiyelini koruyacağını, hatta belki artıracağını görenlerin acaba
bir olağanüstü hal, bir sıkıyönetim planı var mıdır? Seçimleri askıya
alma planı var mıdır?
ÇANDAR • Olabilir, o niyetleri taşıyan kimselerin kafasında ne var ne
yok bilemeyiz. Yalnız tabii başka bir dinamik de var bu ülkede. Ana
muhalefetin temsil ettiği toplumsal zeminde, ana muhalefet partisinin
başındaki genel başkanı nedeniyle asla iktidar adayı olamayacağı gibi
bir konsensüs var. Herkes yerel seçimleri bekliyordu. Yerel seçimlerde
CHP’nin bir daha iflah olmayacak bir yenilgi tablosu ortaya koyması
halinde, ana muhalefet partisinin iktidar adayı olmasını sağlayacak
şekilde bir değişim sürecini başlatabileceği düşüncesi vardı.
Dolayısıyla Yasemin’in dediği anlamda, yerel seçimleri iptal edecek bir
girişim ana muhalefet partisinin de değişme ihtimallerini iptal edecek
bir gelişme anlamına gelir. O zaman İngilizce tabiriyle, “It’s another
ball game” (Bu bambaşka bir oyundur artık). Türkiye sadece yerel
seçimleri iptal etmekle kalmayıp totaliter bir rejime doğru büyük bir
hamle yapıyor demektir.
KARAKAŞ • Ben buna şaşmam. Doğrusu Yargıtay eliyle bu harekatı yapan o
Ankara’daki odağın böyle bir süreçten fazla rahatsız olmayacağını
düşünüyorum. Onun için benim içimde böyle bir his de var. Ben tekrar
ediyorum. Gelin bir anket yapalım. Ankara’daki yüksek yargı, askerler,
üniversite hocaları... bunların hepsi dışa açık ekonomiye ve Avrupa
Birliği’ne karşılar. Yüzde 90’ı karşılar. Karşı olmayanlar da “Evet,
ama”cı. Şimdi böyle bir yerde yerel seçimlerin askıya alınması, “another
ball game”e (başka bir oyuna) geçilmesi çok da derdi değildir bunların.
Hiçbiri piyasadan para kazanmıyorlar. Döviz kuru umurlarında bile değil.
ÇANDAR • Tamam güzel ama az önce Seyfettin’in söylediklerinden yola
çıkarak, aynı zamanda da Eser’in ne yapılması gerektiğine ilişkin
önerisine bakarak şunu söyleyebilirim. Ben A’dan Z’ye katılıyorum
Eser’in önerisine. Özellikle Ak Parti’nin Anayasa Mahkemesi’nde savunma
yapmaması gerektiğine tümüyle katılıyorum. O çok önemli. Yapmamak lazım.
Tıpkı geçenlerde Yasemin Çongar’la Ahmet Altan’ın savcıya ifade vermeyi
reddetmesi gibi. Dünyanın her yerinden, Amerika dahil ve başta Avrupa
Birliği’nin en önemli liderlerinden, kurumlarından “Bu demokrasiyle
alakası olan bir durum değildir. Biz buna karşıyız” mesajları çıkmış.
Dolayısıyla demokrasi rejimi anlamında ortada zaten bir suç yok. Madem
hukuk dışı olarak görüyorsun, hukukun iğfali olarak görüyorsun bu
hamleyi o zaman hukuki davranma, sadece siyasi davran.
KARAKAŞ • Karşılarına çıkıp neyi savunacaksın yani.
ÇANDAR • Seyfettin’in bıraktığı nokta ve Eser’in bu önerisiyle
birleştirerek baktığımızda Ak Parti’nin çok önemli başka bir kozu var
tabii. Ve bu girişimi yapanların da önlerinde heyhula gibi bir engel
var, dış dinamikler. Türkiye öyle bir jeopolitik alanda yerleşik bir
ülke ki Mars’ta, Ay’da, Venüs’te yaşarmış gibi davranamaz. Sadece bu
dünyanın içinde değil, bu dünyanın çok önemli bir jeopolitik alanında.
Dolayısıyla Avrupa Birliği’nin Türkiye yanlısı ve karşıtı bütün
unsurlarıyla birlikte “Olmaz böyle şey” diye seferber olduğu ve daha
geniş ölçekte seferber olabileceği, ABD’nin benimsemediği, çevre
ülkelerin hiçbir tanesinin hisse senedi satın almayacağı bir girişimin
yol alma şansı çok sınırlı. Türkiye’yi totaliter rejime götürseler de
çökertirler Türkiye’yi, parçalanmaya götürürler. Totaliter bir rejim
Türkiye’de iç savaş davetiyesi demektir. Ondan sonra da Cumhuriyet
Türkiye’si filan diye üzerine titrenen Türkiye var ya 1923’te çıkmış...
o Türkiye’yi bir daha kuramazsın. Yani Cumhuriyet’i kurtarmak isteyenler
Cumhuriyet’i gömme, defin işlerine girişirler totaliter bir rejime doğru
giderlerse. O anlamda Ak Parti’nin önünde açık duran demokratik
kulvarları hem kendi bekası açısından hem Türkiye’nin selameti açısından
hem de bu girişimin önünü kesmek açısından en büyük kozu. Ve bu
kulvarlara girip o mekanizmaları kullanmak lazım.
KARAKAŞ • Üç yıllık reform programını üç ayda yapmak lazım.
ÇONGAR • Öteki tarafa bakarsak, bir siyasi proje, bir çıkar refleksi,
bir iktidar mücadelesi aracı olarak baktığınıza göre bu kapatma
davasına, Anayasa Mahkemesi’nin de zaten bunun parçası olduğunu ve
siyasi davranacağını öngörebiliriz belki. Ama hukuki değil siyasi
davranmak, siyasi etkilere açık olmayı da getirmez mi? Türkiye’deki,
dünyadaki bu tepkiler, bu içten içe kızgın ve yaralı olan kamu
vicdanının baskısı Anayasa Mahkemesi’nde verilecek olan oyları
değiştirebilir mi?
ÇANDAR • Anayasa Mahkemesi’ne ilişkin olumsuz anlamda emsal olduğu için
biz Anayasa Mahkemesi’nde sanki başka türlü bir karar verilmeyecekmiş
gibi kaydediyoruz bir kenara. Çünkü 367 hafızalarımızda son derece
canlı. Daha bir sene olmadı ve akıl alır bir iş değildi 367 kararı. Daha
önce işte türbana ilişkin kararlarının gerekçesinde kullanılan üslup da
var. Bir de kompozisyonuna baktığımız zaman 10 üyesinin 8’ini bundan
önceki cumhurbaşkanının atadığını biliyoruz ki kendisi son yıllarında
siyasi pozisyonunu son derece açık şekilde deklare etmişti. O zaman iş
Anayasa Mahkemesi’nin bu süreçte ne yapabileceğine dair kafamızda fazla
soru işareti üretmiyor. Olsa olsa şunu temenni edebiliriz. Anayasa
Mahkemesi’nin bizi yanıltmasını. Memnuniyetle yanılmaya hazırız.
KARAKAŞ • Eğer kabul edilirse bu başvuru, iş kapanmaya gider. Ama az da
olsa, reddetme ihtimali olduğunu düşünüyorum ben. Hemen bu iş büyümeden
reddedebilir. “Kanıtlar yeterince güçlü değil” falan diyen usulden
reddedebilir.
ÇANDAR • Bazı anayasa hukukçuları da söylüyor ki cumhurbaşkanının dahil
edilmesi bile tek başına reddetme gerekçesi olabilir.
KARAKAŞ • Ama eğer kabul edilirse yüzde 99 kapatmaya gider. Ama mesela
geçen gün Ahmet Altan’ın yazısında da vardı bu, ben yine aynı noktaya
geliyorum. Laiklik karşıtı eylemlerle küreselleşmeyi paralel götürüyor
iddianame. Öyle bir yüksek yargı ki laikliğe karşı odak olmakla
küreselleşmeci olmayı aynı paralelde görüyor.
ÇANDAR • Çünkü Yargıtay Başsavcısı iddianamesinin mimarisini kurarken
bir sürü böyle düşünen köşe yazarının ya da gazete editörünün
seçkilerinden bir derleme yapıyor. Bir zihniyet iddianamesi bu, hukuki
bir iddianame değil.
ÇONGAR • İddianame bir yerinde, Ak Parti’yi “küreselleşmenin merkez
güçlerinin ideolojisini” temsil etmekle suçluyor.
ÇANDAR • Fi tarihinde birilerini “Sanayileşmeden yana olanların ajanı”
diye suçlamak gibi bir şey bu. Tarihi ve ekonomik bir olguyu suç ve
kabahat gibi algılayan bir zihniyet.
KARAKAŞ • Danıştay, Yargıtay, Anayasa Mahkemesi’nde bu zihniyet egemen
oldukça işin buraya geleceği belliydi. Özelleştirme ve yabancı sermaye
karşıtlığıyla kendini gösteren zihniyet şimdi siyasi bir kavga veriyor.
(Taraf)
|