Yargıtay'ın Ergenekon'u bozma gerekçesi (Tam metin)
2007 yılında İstanbul Ümraniye'deki bir gecekonduda el bombaları ele
geçirilmesiyle başlayan Ergenekon davası, 9 yıl sonra karara bağlandı. Davanın
temyiz incelemesini yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesi, yerel mahkemenin kararını
esastan ve usulden bozdu. Daire, emekli Orgeneral İlker Başbuğ'un Yüce Divan'da
yargılanması gerektiği yönündeki itirazını haklı bularak, bunu bozma nedeni
saydı.
23.04.2016 08:49 İstanbul Ümraniye’deki bir gecekonduda 12 Haziran 2007’de 27 el
bombası ele geçirilmesiyle başlayan Ergenekon davası, Yargıtay 16. Ceza
Dairesi'nin kararını açıklamasıyla davayı 9 yıl sonra karara bağlandı.
Ergenekon Davası’nın temyiz incelemesini yapan Yargıtay 16. Ceza Dairesi, emekli
Orgeneral İlker Başbuğ’un Yüce Divan’da yargılanması gerektiği yönündeki
itirazını haklı bularak, bunu bozma nedeni saydı.
231 sayfalık Yargıtay temyiz kararında, Danıştay saldırısı davası ve eski
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ'un davasının ayrılmasını istedi.
İŞTE YARGITAY'IN GEREKÇELİ BOZMA KARARININ TAM METNİ
I-TEMYİZ TALEPLERİNİN DEĞERLENDİRİLMESİ;
A) İnceleme Dışı Bırakılan Temyiz Talepleri
Sanık Ayhan Çelik hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan kurulan
hükmü müdafii tarafından 05.08.2013 tarihindzekerrie, sanık Mahmut Güzel
hakkında 6136 sayılı Kanuna muhalefet suçundan kurulan hükmü müdafii tarafından
12.08.2013 tarihinde temyiz edilmişse de; sanık Ayhan Çelik müdafiinin
06.05.2014 tarihli, sanık Mahmut Güzel'in 27.01.2014 tarihli ve sanık Mahmut
Güzel müdafiinin ise 16.08.2013 tarihli dilekçeleri ile temyiz istemlerinden
vazgeçtiklerini bildirilmeleri karşısında, hükümlerin de re'sen temyize tabi
olunmaması nedeniyle temyiz incelemesi dışında bırakılmıştır.
B) Temyiz İstemlerinin Kabulü
1-Anayasa'nın 40/2, 1412 sayılı CMUK'nın halen yürürlükte olan 310. maddesi ile
5271 sayılı CMK'nın 34, 231, 234. ve 291 maddeleri uyarınca yasa yolu, mercii,
süresi ve şeklinin tefhimi yanında, bu hususların kararda da yer alması
gerekliliği gözetilerek, 05.08.2013 günü tefhim edilen hükümde 5271 sayılı
CMK'nın 39. ve 331/4. maddeleri uyarınca tutuklu olmayan sanıklar yönünden adli
tatilde sürelerin işlememesine rağmen temyiz süresinin tefhim ve tebliğden
itibaren 7 gün ile sınırlandırılması suretiyle sanıkların yanıltılması; 2-Bir
kısım sanık müdafilerince temyiz dilekçelerinin son oturumda ve hemen akabinde
verildiğinin belirtilmesine rağmen dosya içeriğinde bulunamaması üzerine
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığının yazısına cevap olarak verilen 05.05.2015
tarihli yazıda ''İstanbul Kapatılan 13. Ağır Ceza Mahkemesinin 2009/191 Esas
sayılı dava dosyasına ait temyiz kayıtlarının temyiz defterine işlenmediğinin,
temyiz addesinde sanığın savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve
kolaylıklara sahip olma hakkının ceza yargılamasının her aşamasında gözetilmesi
gerekliliğinin ihlal edildiği kanaatine varılması nedeniyle usulî aykırılıklar
da gözetilerek hak kaybına neden olunmaması için sanıklar Aydın Yüksek, Durmuş
Ali Özoğlu, Doğukan Yorulmaz, İbrahim Özcan, İsmail Sağır, Murat Uslukılıç,
Siyami Yalçın, Tanju Okan, Vedat Yenerer, Yüksel Dilsiz ile bir kısım sanık ve
müdafilerinin temyiz istemlerinin süresinde olduğundan süre yönünden;
Tebliğnamedeki temyiz istemlerinin reddine ilişkin düşünce benimsenmemiştir.
C) Temyiz İstemlerinin 1412 sayılı CMUK'nın 317. Maddesi Uyarınca Reddi
1-Sanık Bahadır Berk hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan, sanık
Fuat Ermiş hakkında, Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine karşı silahlı isyan,
askerleri itaatsizliğe teşvik suçlarından, sanık Onur Özdemir hakkında silahlı
terör örgütüne üye olma suçundan, sanık Önder Koç hakkında silahlı terör
örgütüne üye olma suçundan, sanık Satılmış Balkaş hakkında Türkiye Cumhuriyeti
Hükümetine karşı silahlı isyan, silahlı terör örgütüne üye olma suçlarından,
sanık Salih Kurter Anayasayı ihlal, nitelikli adam öldürme ve nitelikli adam
öldürmeye teşebbüs, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması, tehlikeli
maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçlarından
verilen beraat kararlarını temyizde sanıkların hukuki yararının bulunmadığı
gözetilerek sanık Bahadır Berk müdafii, sanık Salih Kurter müdafii, sanık Fuat
Ermiş müdafii, sanık Onur Özdemir müdafii, sanık Önder Koç müdafii ile sanık
Satılmış Balkaş müdafiinin gerekçeye yönelik olmayan temyiz taleplerinin; 2-a)
Sanık Saipir Debzlelvidze hakkında silahlı terör örgütüne üye olma suçundan
açılan davada verilen tefrik kararının; b) Sanık Ahmet Cinali hakkında kişisel
verilerin kaydedilmesi, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme
suçlarından, sanık Hüseyin Görüm hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme
veya ele geçirme suçundan karar verilmesine yer olmadığına dair karar
verilmesinin; CMK'nın 223. maddesi anlamında hüküm sayılmadığından, temyizi
kabil olmayan bu kararlara yönelik Cumhuriyet savcıları ile sanık Saipir
Debzlelvidze temyiz istemlerinin; 3-a) Katılan Danıştay Başkanlığının, sanıklar
Ahmet Hurşit Tolon, Doğu Perinçek, Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Mehmet Fikri
Karadağ, Mehmet Şener Eruygur, Sevgi Erenerol hakkında silahlı terör örgütünün
yöneticisi olması nedeniyle TCK'nın 314/1 ve 220/5. maddeleri delaletiyle
Danıştay saldırısı ve Cumhuriyet Gazetesine bomba atılması eylemlerinden,
sanıklar Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır hakkında nitelikli öldürme, nitelikli
öldürmeye teşebbüs suçlarından, sanık Osman Yıldırım hakkında Anayasayı ihlal,
hükümete karşı suç, nitelikli öldürme, nitelikli öldürmeye teşebbüs suçlarından,
sanıklar Salih Kurter ve Süleyman Esen hakkında Anayasayı ihlal, nitelikli
öldürme, nitelikli öldürmeye teşebbüs suçlarından doğrudan zarar görmediğinden
açılan davalara katılma ve bu suçlardan kurulan hükümleri temyize yetkisi
bulunmadığından, Danıştay binasına zarar verme suçundan açılmış bir dava
bulunmadığı halde, bu suçtan yeniden kurulan hükmün hukuki değerden yoksun
olduğundan, katılan vekilinin bu suçlara yönelik temyiz isteminin; b) Cumhuriyet
Gazetesi adına Cumhuriyet Vakfı ve Yenigün Haber Ajansı Basın Yayıncılık
A.Ş.'nin, genel güvenliğin kasten tehlikeye sokulması suçundan açılan davalara
katılma ve bu suçlardan kurulan hükümleri temyize yetkisi bulunmadığından,
katılanlar vekilinin, sanıklar Bayram Demir, Bedirhan Şinal, Boğaç Kaan
Murathan, Bora Ballı, Fatih Derdiyok, Murat Aplak, Salih Kurter, Seyhun Zayim,
Süleyman Esen, Tekin İrşi yönünden anılan suçtan kurulan hükümlere yönelik
temyiz isteminin; 1412 sayılı CMUK'nın 317. maddesi uyarınca REDDİNE, 4-Suçtan
zarar gördüğünü belirterek şikayetçi olan Tezcan Gencer'in, davaya katılma
talepli dilekçesinin duruşmanın bittiği 21.06.2013 tarihinden sonra mahkemeye
ulaşması nedeniyle şikayetçinin usule uygun şekilde katılan sıfatını almadığı
anlaşılmakla; İstanbul 4. Ağır Ceza Mahkemesinin 18.07.2014 tarihli 2014/880
D.İş sayılı kararı temyiz talebinin reddine dair kararda bir isabetsizlik
bulunmadığından bahse konu kararın ONANMASINA, şikayetçi Tezcan Gençer'in
talebinin REDDİNE, Karar verilmiştir. II-DURUŞMA TALEPLERİ Sanıklar Abdullah
Arapoğulları, Abdulmuttalip Tonçer, Abdulvahap Özkaya, Adnan Bulut, Ali Kutlu,
Ali Oktay Şahbaz, Ali Yasak, Atilla Aksu, Aydın Gergin, Ayhan Atabek, Barbaros
Hayrettin Altıntaş, Bayram Demir, Bedirhan Şinal, Birol Başaran, Boğaç Kaan
Murathan, Bülent Baş, Caner Taşpınar, Cem Şimşek, Cemal Gökçeoğlu, Cengiz Köylü,
Cihan Arık, Emin Şirin, Emre Baltacı, Ercüment Ovalı, Erkan Önsel, Erol Manisa,
Erol Mütercimler, Ersin Gönenci, Ertaç Giray, Ertuğrul Orta, Evrim Baykara,
Fahri Süslü, Fatih Koca, Fatma Sibel Gürcihan, Ferda Paksüt, Fuat Turgut,
GaziGüder, Güler Kömürcü, Habip Ümit Sayın, Hakan Şanlı, Halil Behic Gürcihan,
Hatice Bahtiyar, Hayati Özcan, Hayrettin Ertekin, Hayri Bildik, Hıfzı Çubuklu,
Hulusi Gülbahar, Hüseyin Gazi Oğuz, Hüseyin Keskin, Hüseyin Nazlıkul, Hüseyin
Vural Vural, Hüseyin Yanç, İbrahim Benli, İlhan Bulayır, İlker Güven, İlyas
Çınar, İlyas Gümrükçü, İsmail Hakkı Pekin, Kemal Şahin, Kemalettin Balcı, Levent
Temiz, Mahir Akkar, Mahir Çayan Güngör, Mahmut Öztürk, Mehmet Bora Perinçek,
Mehmet Bozkurt, Mehmet Dalagan, Mehmet Otuzbiroğlu, Mehmet Sabuncu, Melih
Yüksel, Meryem Kurşun, Mete Yalazangil, Muhittin Erdal Şenel, Murat Çağlar,
Murat Çavdar, Murat Eke, Muzaffer Öztürk, Muzaffer Şenocak, Neriman Aydın, Noyan
Çalıkuşu, Oğuz Bulut, Okan İşgör,Orhan Güçlü, Özlem Usta, Rafet Arslan, Raif
Görüm, Recai Alkan, Recep Gökhan Sipahioğlu, Sedat Özüer, Selçuk Özkan, Selim
Utku Gümrükçü, Serhan Bolluk, Servet Kaynak, TanerÜnal, Tanju Güvendiren, Tekin
İrşi, Tunçer Kılınç, Turhan Özlü, Ufuk Akkaya, Ümit Oğuztan, Vatan Bölükbaşoğlu,
Yaşar Oğuz Şahin, Yusuf Beşirik, Yusuf Erikel, Yusuf Görüm, Yusuf Tunçer, Zafer
Şen, Zahide Ruhsar Şenoğlu, Zerrar Atik, Ziya İlker Göktaş ve müdafilerinin,
ceza miktarı itibariyle yasal şartları taşımayan duruşma taleplerinin CMUK'nın
318. maddesi uyarınca REDDİNE; Sanık Muhammet Yüce ve müdafiinin yapılan
tebligata rağmen duruşmaya gelmediği ve bir mazeret de bildirmediği; mürafaa
sırasında sanık Durmuş Ali Özoğlu müdafiinin beyanı üzerine ara kararı ile
duruşmalı inceleme yapılmasına karar verilmiş ise de sanık müdafiinin alfabetik
sıra ve mürafaanın bitiminde tekrar yapılan yoklamada duruşmada hazır
bulunmadığı anlaşılmakla sanıklar Muhammet Yüce ve Durmuş Ali Özoğlu ile
yukarıda duruşmalı inceleme talepleri reddedilen diğer sanıklar yönünden
DURUŞMASIZ; Sanıklar Adil Serdar Saçan, Adnan Türkkan, Ahmet Cinali, Ahmet
Hurşit Tolon, Ahmet Tuncay Özkan, Alaettin Sevim, Alparslan Arslan, Bekir
Öztürk, Cihandar Hasanhanoğlu, Doğu Perinçek, Dursun Çiçek, Emin Gürses, Ergün
Poyraz, Erhan Timuroğlu, Erkut Ersoy, Fatih Hilmioğlu, Ferid İlsever, Fikret
Emek, Fuat Selvi, Halil Kemal Gürüz, Hamza Demir, Hasan Ataman Yıldırım, Hasan
Atilla Uğur, Hasan Iğsız, Hikmet Çiçek, Hüseyin Nusret Taşdeler, İbrahim Şahin,
İbrahim Özcan, İsmail Yıldız, Kemal Aydın, Kemal Kerinçsiz, Kemal Yalçın
Alemdaroğlu, Levent Ersöz, Mehmet Adnan Akfırat, Mehmet Ali Çelebi, Mehmet Bedri
Gültekin, Mehmet Demirtaş, Mehmet Deniz Yıldırım, Mehmet Eröz, Mehmet Fikri
Karadağ, Mehmet Haberal, Mehmet İlker Başbuğ, Mehmet Şener Eruygur, Merdan
Yanardağ, Mustafa Abbas Yurtkuran, Mustafa Ali Balbay, Mustafa Dönmez, Mustafa
Hüseyin Buzoğlu, Mustafa Koç, Mustafa Levent Göktaş, Mustafa Özbek, Nusret
Senem, Oktay Yıldırım, Rıza Ferit Bernay, Sedat Peker, Semih Tufan Gülaltay,
Serdar Öztürk, Sevgi Erenerol, Sinan Aydın Aygün, Tunç Akkoç, Veli Küçük ve
Yalçın Küçük yönünden DURUŞMALI olarak inceleme yapılmıştır.
III-ZAMANAŞIMI SÜRESİNCE HÜKÜM KURULMASI MÜMKÜN GÖRÜLENLER
Sanık Muzaffer Tekin hakkında açılan bir kısım davalarla ilgili hüküm kurulmamış
ise de; nüfus kaydına göre sanığın karardan sonra 01.04.2015 tarihinde öldüğü
anlaşılmakla, mahkemesince CMK'nın 223/8 maddesi uyarınca düşme kararı verilmesi
mümkün görülmüştür. Sanık Veli Küçük hakkında 10.07.2008 tarihli iddianame ile
TCK'nın 288. maddesi(2 kez), TCK'nın 315. maddesi(3 kez), TCK'nın 319/1.
maddesi(4 kez), TCK'nın 284/1. maddesi(3 kez), TCK'nın 216/1. maddesi(2 kez),
2863 sayılı Kanun'un 73. maddesi(2 kez), 2813 sayılı Kanun'un 32/A maddesi,
TCK'nın 334/1. maddesi(8 kez), TCK'nın 312/2, 313/4,314/3 ve 220/5 maddeleri
delaletiyle TCK'nın 336. maddesi, 174/1. maddesi uyarınca cezalandırılması
talebiyle açılan davalarla ilgili hüküm kurulmamış ise de, bu hususta dava
zamanaşımı süresi içerisinde karar verilmesi mümkün görülmüştür.
IV) GENEL DEĞERLENDİRME Dava dosyası, toplam sayfa sayısı 6.533 olan 23 ayrı
iddianame ile açılan davaların birleştirildiği, duruşmaya 20.10.2008 tarihinde
başlandığı, birleşen dosyalarda da dahil olmak üzere toplam 620 oturum
yapıldığı, 275 sanığın yargılandığı, 157 tanığın dinlendiği, Cumhuriyet
savcılığınca 2270 sayfalık mütalaa verildiği, yargılama neticesinde verilen
hükmün 05.08.2013 tarihinde tefhim edildiği, gerekçeli kararın ise 16.798
sayfadan oluştuğu,
Temyiz incelemesi için Dairemize, 3.868 klasör, 11 adet çuval, içerisinde 208
kitabın olduğu 4 adet karton kutu ve 92 cilt iddianameden oluşan dosyanın teslim
edildiği, yargılamanın birleşen dosyalarla birlikte yaklaşık 5 yıl sürdüğü
görülmüştür. Bu kararın V. bölümünde mahkemece yargılamaya başlanmadan önce
dikkate alınması gereken muhakeme şartı, görev, tefrike ilişkin Dairemizce bozma
konusu yapılan hukuka aykırılıklara yer verilmiştir. VI. Bölümde soruşturma
işlemlerine, VII. Bölümde yargılama aşamasındaki işlem ve kararlara, mahkemenin
teşekkül ve müzakere usulüne, VIII. Bölümde örgüt suçuna, IX. Bölümde Hükümete
karşı suça, X. Bölümde Devlet sırrı suçuna, XI. Bölümde mahkemenin kabul ettiği
vahamet arz eden olaylara yer verilmiş; XII. Bölüme eksik soruşturma nedenleri,
XIII. Bölüme genel bozma nedenleri dercedilmiş, XIV. Bölümde emanete ilişkin
tespitlerden sonra son olarak XV. Bölümde Hüküm kısmı yer almıştır.
İncelemelerde özellikle temyiz istemlerinde yoğunlaşan şekliyle, davaya ve hükme
esas alınan kanıtların elde edilmesi, hukuken geçerliliği ve takdiri, adil
yargılama sürecini etkileyen işlem ve kararların değerlendirilmesi ve özellikle
varlığı ya da yokluğu birçok sanığın hukuki durumunu doğrudan ilgilendiren
silahlı terör örgütüne ait kanıtlar, geçerliliği, örgüt kurma ve örgüte üye olma
suçu yönünden yeterliliği ve bu örgüt faaliyetleri içerisinde işlendiği kabul
edilen hükümete karşı suç ve devlet sırlarına karşı suçların değerlendirilmesine
yer verilmiştir. Bu kararda öncelikle temyiz konusu hukuki uyuşmazlık ile
Dairemizin görüş ve kabulü ortaya konulduktan sonra konuyla ilgili bozma
nedenlerini belirleme şeklinde bir sistematik
takip edilmiştir.
V-TEMEL HUSUSLAR A-YARGILAMA ŞARTLARI 1) Ölüm Nedeniyle Düşme Sanık Münür Kemal
Yavuz müdafiinin hükmü 06.08.2013 tarihinde temyiz ettiği ve sanığın hükümden
sonra 30.12.2013 tarihinde ölmüş olduğunun anlaşılması karşısında; UYAP
kayıtlarında bulunan 27.06.2014 gün ve 2009/468 Esas 2013/552 sayılı ölüm
nedeniyle düşmeye ilişkin ek karar hukuki değerden yoksun kabul edilmiştir.
Sanıklar Arif Doğan, Emcet Olcaytu, Fatih Derdiyok, Münür Kemal Yavuz, Hüseyin
Görüm, Mehmet Koral, Muzaffer Tekin, Salih Kurter, Sami Hoştan ve Ünal İnanç
hakkında kurulan hükümler yönünden; UYAP ortamından alınıp dosya içine konulan
nüfus kayıt örneklerinden, sanıklar Arif Doğan'ın 17.10.2014 tarihinde, Emcet
Olcaytu'nun 25.06.2015 tarihinde, Fatih Derdiyok'un 09.12.2014 tarihinde,
Hüseyin Görüm'ün 21.03.2015 tarihinde, Mehmet Koral'ın 06.11.2014 tarihinde,
Muzaffer Tekin'in 01.04.2015 tarihinde, Münür Kemal Yavuz'un 30.12.2013
tarihinde, Salih Kurter'in 02.01.2015 tarihinde, Sami Hoştan'ın 11.05.2015
tarihinde ve Ünal İnanç'ın 06.03.2015 tarihinde hükümden sonra öldükleri
anlaşılmakla, bu sanıkların öldüklerine ilişkin kayıtların araştırılarak TCK'nın
64/1 ve 5271 sayılı CMK'nın 223. maddeleri gereğince hukuki durumlarının tayin
ve takdirinde zorunluluk bulunmaktadır. 2) Akıl Hastalığı Nedeniyle Durma Sanık
Mehmet Şener Eruygur hakkında CMK'nın 223/8 maddesinin uygulanması gerektiğine
ilişkin itirazların incelenmesinde;
Soruşturmanın veya kovuşturmanın başlatılması ya da yürütülmesi; şikayet
şartının gerçekleşmesi, sanığın gaip (kaçak) olması, yasama dokunulmazlığının
bulunması, suç işleme tarihinden sonra sanığın akıl hastalığına yakalanması gibi
belli koşulların gerçekleşmesine veya engellerin bulunmamasına bağlı kılınmış
olabilir. Yargılama şartları denilen ve yargılama yapılabilmesi için bulunması
gereken bu şartların kovuşturma evresinde ortaya çıkması halinde; şartın
gerçekleşme ihtimalinin bulunmadığının anlaşılması halinde davanın düşmesine,
buna karşılık şartın henüz gerçekleşmediği ancak gerçekleşme ihtimalinin
bulunduğunun anlaşılması halinde ise şartın gerçekleşmesini beklemek üzere
kovuşturmanın durması kararı verilir. Bu bağlamda isnat edilen suç tarihinden
sonra ve kovuşturma aşamasında dosyada bulunan Adli Tıp Kurumu 3. İhtisas
Kurulunun 20.07.2012 tarihli raporuna göre; suç tarihinde herhangi bir akli
arıza içinde olduğuna delalet edecek tıbbi bulgu ve belgeye rastlanılmadığı,
ancak; organik beyin sendromu (travmaya bağlı) teşhisinden dolayı akıl
hastalığının bulunduğu anlaşılması karşısında; bu rahatsızlığın “duruşma ve
sorgu yapılmasını imkansız kılacak, yani sanığın kendini makul şekilde müdafaa
edemeyecek derecede olması”(Kunter-Yenisey-Nuhoğlu, CMK s.696) halinde sanık
Mehmet Şener Eruygur’un iyileşme olanağının bulunup bulunmadığı hususunda ek
rapor alınarak sonucuna göre iyileşme imkanı bulunmadığı takdirde CMK'nın
223. maddesi 8. fıkrasının 1. cümlesi uyarınca davanın düşmesine, iyileşme
olanağı devam etmesi halinde ise; CMK'nın 223 maddesi 8. fıkrasının 2. cümlesi
uyarınca kovuşturmanın durmasına, sanığın konusunda uzman bir hastanede gözlem
altına alınarak koruma ve tedaviye karar verilmeli, amaca uygun aralıklarla
yargılanmaya imkan sağlayacak derecede salaha ulaşıp ulaşmadığı sorulmalı,
iyileştiğinde yargılanmasına başlanmalı ve sonucuna göre hukuki durumunun
saptanması gerekirken, suç tarihi itibarı ile ceza ehliyeti araştıran yetersiz
rapora dayalı olarak savunma hakkını kısıtlayıcı şekilde karar verilmesi usul ve
yasaya aykırıdır.B-YÜCE DİVAN İTİRAZI Sanık Mehmet İlker Başbuğ müdafiinin bu
sanık yönünden görevli mahkemenin yüce divan sıfatıyla Anayasa Mahkemesi
olduğuna dair temyiz itirazlarının incelenmesi; Anayasa'nın 2. maddesinde,
Cumhuriyetin temel nitelikleri arasında sayılan hukuk devleti, insan haklarına
saygılı ve bu hakları koruyan, adaletli bir hukuk düzeni kuran ve bunu
sürdürmekle kendini yükümlü sayan, bütün işlem ve eylemleri yargı denetimine
bağlı olan Devlettir. Böyle bir düzenin kurulması, yasama, yürütme ve yargı
alanına giren tüm işlem ve eylemlerin hukuk kuralları içinde kalması; temel hak
ve özgürlüklerin, Anayasal güvenceye
bağlanmasıyla olanaklıdır. Anayasa'nın 145. maddesinin birinci fıkrasının son
cümlesinde “Devletin güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı
suçlara ait davalar her halde adliye mahkemelerinde görülür” şeklinde bir
düzenlemeye yer verilmiştir. Anayasa'nın 37. maddesine göre; “Hiç kimse kanunen
tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii önüne çıkarılamaz. Bir kimseyi kanunen
tabi olduğu mahkemeden başka bir mercii
görevlerinin kanunla düzenleneceği 4. maddesinde, davaya bakan mahkemenin
görevli olup olmadığına kovuşturma
evresinin her aşamasında re'sen karar verilebileceği düzenlenmiştir.
Mahkemelerin görevleri yargılamanın usulüne ilişkin konulardan olup, ceza
yargılaması usulüne ilişkin yasaların kamu düzeni ile ilgili olmaları nedeniyle
yürürlüğe girmelerinin ardından taraf iradelerinden bağımsız olarak derhal
uygulanmaları gerektiğinden her yargılama işleminin yapıldığı tarihte yürürlükte
bulunan yasaya göre yürütülmesi zorunludur. Yargılama hukuku normlarının zaman
bakımından uygulanmasında dikkat edilmesi gereken konu, yeni yasanın yürürlüğe
girdiği tarihte muhakemenin sona ermiş olup olmadığıdır. Yargılama henüz kesin
olarak bitmemişse, yeni yasanın yürürlüğe girmesinden itibaren yapılacak
yargılama işlemlerinde kural olarak yeni yasanın uygulanması gerekir. 01.06.2005
tarihinden, 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun ile yürürlükte kaldırılıncaya
kadar uygulanmakta olan CMK'nın 250. maddesinin 1. fıkrasında sayılan suçlara
bakmak üzere ağır ceza mahkemeleri kurulmuş ve aynı Kanun maddesinin 3.
fıkrasında “Birinci fıkrada belirtilen suçları işleyenler sıfatı ve
memuriyetleri ne olursa olsun bu kanunla görevlendirilmiş ağır ceza
mahkemelerinde yargılanır. Anayasa mahkemesi ve Yargıtay'ın yargılayacağı
kişilere ilişkin hükümler ile savaş ve sıkıyönetim hali dahil askeri
mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır” hükmüne yer verilmiştir.
Yine 6352 sayılı yasa ile yürürlükten kaldırılan CMK'nın
1. maddesinin 1. fıkrasında “250. madde kapsamına giren suçlarda soruşturma,
Hakimler ve Savcılar Yüksek Kurulunca bu suçların soruşturma ve kovuşturmasında
görevlendirilen Cumhuriyet Savcılarınca bizzat yapılır. Bu suçlar görev
sırasında veya görevden dolayı işlenmiş olsa bile Cumhuriyet savcılarınca
doğrudan soruşturma yapılır” düzenlemesi yer almıştır. 6352 sayılı Kanun'un 105.
maddesi ile CMK'nın 250, 251,
2. maddeleri yürürlükten kaldırılırken aynı Kanun'un geçici 2. maddesinin 4.
fıkrası uyarınca kapatılan bu ağır ceza mahkemelerinin açılmış olan davalara
kesin hükümle sonuçlanıncaya kadar bakmaya devam edecekleri kararlaştırılmıştır.
07.05.2010 tarihli ve 5922 sayılı Kanun'un 18. maddesi ile değişik Anayasa'nın
148. maddesinin 7. fıkrasına göre, “Genelkurmay Başkanı, Kara, Deniz ve Hava
Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da görevleriyle ilgili
suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar”. 6352 sayılı Kanun'un 75. maddesi
ile değiştirilen 3713 sayılı Kanun'un 10. maddesi ile terör suçları ile Devletin
güvenliğine, anayasal düzene ve bu düzenin işleyişine karşı
suçlara ait davalara bakacak ağır ceza mahkemeleri kurulmuş ve “Anayasa
Mahkemesi ve Yargıtay'ın yargılayacağı kişilere ilişkin hükümler ile Askeri
Mahkemelerin görevlerine ilişkin hükümler saklıdır." hükmüne yer verilmiş, daha
sonra bu hüküm 21.02.2014 tarih ve 6526 sayılı Kanun'un 19. maddesi ile
yürürlükten kaldırılmıştır. Sanık Mehmet İlker Başbuğ 2008-2010 yılları arasında
Türkiye Cumhuriyeti Genelkurmay Başkanlığı görevini yaptıktan sonra Orgeneral
rütbesiyle emekliye ayrılmıştır. İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2010/106
esas sayılı dosyasında yürütülen yargılama sırasında 30.12.2011 tarihinde
yapılan suç duyurusu üzerine İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nca düzenlenen
02.02.2012 tarihli iddianame ile İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2012/14
esas sayılı dosyasında yüklenen suçlardan dolayı cezalandırılması için kamu
davası açılmış ve iddianamedeki birleştirme talebi doğrultusunda aynı mahkemenin
2010/106 esas sayılı dosyasında birleştirilmiştir. Bu dava dosyası da işbu
2009/191 esas sayılı dosya ile birleştirilmiş ve yargılama sonunda sanığın
mahkumiyetine karar verilmiştir. Bilahare sanık hakkındaki soruşturma tamamlanıp
dava açıldıktan sonra 11.02.2014 tarihinde kabul edilen 6519 sayılı Kanun'un 61.
maddesi ile 353 sayılı Kanun'a 15/A maddesi eklenerek, Genelkurmay Başkanı ve
Kuvvet Komutanları hakkında soruşturma açılması Başbakan'ın iznine
Mahkemesi'ne gönderileceği kuralı getirilmiştir. Bu soruşturma yöntemine ilişkin
düzenlemenin, davanın açılmasından sonra ancak, hükmün kesinleşmesinden önce
yürürlüğe girmesi nedeniyle, bu düzenlemenin usul hukukuna ilişkin olduğunun
kabul edilmesi halinde, usul hükümlerinin derhal uygulanması prensibi ve usule
ilişkin işlemlerin yapıldığı tarihteki mevzuata göre varlıklarını koruyacağı
ilkesi gözetildiğinde, sanık hakkında uygulanma olanağı bulunmayacaktır. Diğer
taraftan bu hüküm, “maddi ceza hukuku” müessesesi kabul edilmesi halinde de lehe
bulunan kanunun geçmişe şamil olması nedeniyle, bu düzenlemenin sanık hakkında
uygulanıp, yasanın öngördüğü şekilde izin alınması davanın devamı için şart
olacaktır. Bu konudaki değerlendirmenin asıl davaya bakacak olan yüksek mahkeme
“Yüce Divan” tarafından yapılmasının uygun olduğu değerlendirilmiştir. Her ne
kadar mahkemece, sanığa atılı suçların görev kapsamında kalmadığı ve eylemlerin
görevi ile ilgili bulunmadığı kabul edilerek yargılamaya devamla karar ittihaz
olunmuş ise de; sanığa isnat olunan suçlara ilişkin iddia edilen eylemlerin
(İnternet Andıçları ve Yargıtay 11. Ceza Dairesi tarafından yapılan yargılama
neticesi beraat kararı ile sonuçlanan dosyada ana belge olarak yer verilen
İrticayla Mücadele Eylem Planı çalışmalarının sanığın bilgisi dahilinde
yapıldığı, yürütülmekte olan Ergenekon soruşturmaları ile ilgili olarak
Genelkurmay Başkanı olduğu dönemde yaptığı basın açıklamaları, ayrıca sanığın
bilgisi haricinde üçüncü kişilerin kendi aralarında yaptıkları telefon
görüşmeleri, açıklamalar ve belgelerde sanığın isminin geçmesi nedeniyle bu
kişilerle örgütsel bağ içerisinde bulunduğu yönündeki ve benzeri kabuller)
yürütmekte olduğu Genelkurmay Başkanlığı görevinin kendisine sağladığı kolaylık
ve avantajla gerçekleştirildiği, yine, atılı eylemlerin görevdeki yetkiyi kötüye
kullanma yönünden tartışılması gerektiği nazara alındığında, atılı suçlara
ilişkin eylemlerin sanığın doğrudan göreviyle ilgili olduğu anlaşılmıştır. Tüm
bu düzenlemeler ve açıklamalar ışığında somut olay değerlendirildiğinde, üst
norm olan Anayasa'nın 5922 sayılı Kanun'la kabul edilen ve 12.09.2010 tarihinde
yapılan referandumla yürürlüğe giren 148/7. maddesindeki “Genelkurmay Başkanı,
Kara, Deniz ve Hava Kuvvetleri Komutanları ile Jandarma Genel Komutanı da
görevleriyle ilgili suçlardan dolayı Yüce Divanda yargılanırlar” hükmü ile
sanığın yargılama merciinin Yüce Divan olarak değiştirilmiş olmasına, usule
ilişkin bir düzenleme olması nedeniyle yürürlüğe girmesinden sonra yapılan tüm
yargılama işlemlerine uygulanması gerekmesine rağmen, Yüce Divan yerine Ağır
Ceza Mahkemesinde dava açılması ve yargılamaya bu mahkemede devam edilmesi
Anayasa'ya ve yasalara açıkça aykırılık oluşturmaktadır. Açıklanan nedenlerle,
sanık Mehmet İlker Başbuğ ile bağlantılı suç işlediği iddia olunan diğer
sanıkların durumlarının da Yüce Divan tarafından takdir edilmesi uygun
görülmüştür. C-TEFRİK/BİRLEŞTİRME Ceza muhakemesinde genel kural, açılan her
dava üzerine ayrı bir yargılamanın yapılmasıdır. Ancak, uyuşmazlıklar arasında
bağlantı olduğu zaman bağlantının özelliği gereği bu kuraldan ayrılmak
mümkündür. Bağlantılı davalar ayrı ayrı görülebileceği gibi birleştirilerek de
görülebilecek olup, istisnai hallerden biri olan yargılamaların
birleştirilmesine karar verilebilmesi için; -Davalar arasında bağlantı olmalı,
-Davaların birleştirilmesinde yarar görülmeli, -Birleştirme yasağı söz konusu
olmamalıdır. Kanun koyucu, açılan her dava üzerine ayrı yargılama yapılmasını
kural olarak benimseyip istisnai durumlarda
davaların birleştirilebileceğini hüküm altına alırken, birleştirmede fayda
bulunup bulunmadığının her olayda araştırılmasını arzu etmiştir. Birleştirme
zorunluluğu ya da birleştirme yasağının söz konusu olmadığı diğer durumlarda,
mahkemelerce görülmekte olan davalar arasında bağlantı olduğu tespit edildiğinde
bu davalar birleştirilecektir. Fakat birleştirme zorunlu olmayıp tamamen
mahkemenin takdirine bırakılmıştır. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 04.06.2013
gün ve 1345 -279 sayılı kararında belirtildiği üzere, suç işlemek amacıyla örgüt
kurma, üye olma suçlarıyla bu çerçevede işlenen sair (yağma, 6136 sayılı yasaya
aykırılık gibi) suçlardan kurulan hükümlerin birbirinden bağımsız olarak
denetlenmesinin mümkün olması karşısında birleştirme zorunlu görülmemiştir.
Kaldı ki yargılamaların birlikte görülmesini mutlak biçimde aramak, davaların
uzamasına neden olacağı ve makul sürede sonuçlanmasını engelleyeceği gibi
hakkında hüküm verilmesi dışında yapılacak bir muhakeme işlemi bulunmayan
kişilerle
karşılanamamasına neden olacaktır. Terör Örgütleri mensuplarının gerçekleştirmek
istedikleri Devletin birliği ve ülke bütünlüğünü bozmak, Hükümete karşı suç ve
Anayasal düzen ve bu düzenin işleyişine karşı suçlar amaç suç olup bu suçu
gerçekleştirmek için işlenen diğer suçlar araç suçtur. Bu suçların işlenmesi
halinde failin gerçek içtima kuralı doğrultusunda cezalandırılması gereklidir.
Ayrıca örgüt üyesi, örgütün faaliyeti doğrultusunda vahim bir eylem (öldürme,
yaralama, yağma ...gibi) gerçekleştirdiğinde geçitli suç nedeniyle üyelik
suçundan değil amaç suçtan cezalandırılacaktır. Bu nedenle bu kabil suçların
birlikte görülmesinde zorunluluk vardır. Nitekim Danıştay cinayeti olarak
adlandırılan davanın temyiz incelenmesinde bu gerekçe ile bozma kararı
verilmiştir. Ancak Danıştay davası sanıkları ile Ergenekon Terör örgütü olarak
isimlendirilen davanın sanıkları arasında hukuki ve fiili bağlantının varlığının
somut delillerle ispat edilmesi, ya da öldürme suçunun örgüt faaliyeti
çerçevesinde işlendiğinin tespiti halinde davalar birlikte görülmeli, sanıkların
hukuki durumu buna göre belirlenmelidir. Aksi takdirde yukarıda açıklanan
nedenlerle davanın birleştirilmesi usul ekonomisine aykırı olacağı gibi tutuklu
şekilde devam eden yargılamanın makul sürede sonuçlandırılmasını
engelleyeceğinden, bu tür davalar ana dosyadan tefrik edilerek karara
çıkarılmalıdır.
İlamın ilgili bölümlerinde ayrıntılı gerekçeleri açıklandığı üzere, haklarında
beraat kararı verilen bir kısım sanıkların hukuki durumlarının değerlendirilmesi
sonucunda, mahkeme heyetinin kanuna uygun teşekkül edip etmediğine,
müzakerelerin usul kurallarına uygun olup olmadığına ilişkin, “usuli eksiklerin
tespit edildiği noktaların, sırf sanık yararına vazedilmiş usul kuralları
olmaması ile birlikte doğrudan kamu düzenini ilgilendirmeleri” nedeniyle ve
dosyanın diğer sanıklarından bir kısmının aynı kararla ilgili mahkeme heyetinin
oluşumu ve müzakerelerin yapılışına ilişkin itirazlarda bulunması da dikkate
alındığında, CMUK'nın 309. maddesinin dosyamızda uygulanması mümkün görülmemiş,
sanıklar yönünden salt bu nedenle bozma kararı vermek gerekmiş ise de; "makul
sürede yargılanma hakkı" çerçevesinde haklarında başkaca yargılama işlemi
gerekmeyen sanıkların dosyaları tefrik edilerek, haklarında mahkemesince karar
verilmesi mümkün görülmüştür. Keza haklarında kanıtlar toplandıktan sonra
mahkumiyetlerine karar verilen Kemalettin Balcı, Bülent Güngördü, Murat Eke ve
Cihan Arık gibi bazı sanıkların eylemlerinin suç oluşturmaması ve bu nedenle de
yapılacak başkaca yargısal işlem bulunmaması halinde verilecek bozma kararı
üzerine "aklanma hakkı" ve "makul sürede yargılanma hakkı" dikkate alınarak
dosyalarının tefrik edilip
edilen görüşmelere ilişkin tutanakların da delil olarak kullanılabilmesi için
CMK'nın 206/2-a ve 217/2. maddeleri gereğince hukuka uygun olarak elde edilmiş
bulunması gerektiğinden öncelikle bu hususun incelenmesi gerekmektedir. İnsan
Hakları Evrensel Beyannamesi'nin 12. maddesi kişisel yazışma ve özel hayatı
koruma altına alırken iç hukukumuzun bir parçası olan Avrupa İnsan Hakları
Sözleşmesinin 8. maddesinde ise ''Her kişi özel ve aile yaşamına, konutuna,
haberleşmesine saygı gösterilmesi hakkına sahiptir. Bu hakların kullanılmasına
resmi bir makamın müdahalesi, demokratik bir toplumda milli güvenlik, kamu
güvenliği, ülkenin ekonomik refahı, düzenin korunması, suçların önlenmesi,
sağlığın veya ahlâkın ve başkasının hak ve özgürlüklerinin korunması için
zorunlu bulunduğu ölçüde ve kanunla düzenlenmesi koşuluyla olabilir'' denilmiş,
bu hükme benzer şekilde Anayasamızın 22. maddesinde de ''Herkes haberleşme
hürriyetine sahiptir. Milli Güvenlik, kamu düzeni, suç işlenmesinin önlenmesi,
genel sağlık ve genel ahlâkın korunması veya başkalarının hak ve özgürlüklerinin
korunması sebeplerinden biri veya birkaçına bağlı olarak gecikmesinde sakınca
bulunan hallerde kanunla yetkili kılınmış merciin yazılı emri bulunmadıkça;
haberleşme engellenemez ve gizliliğine dokunulamaz. Yetkili merciin kararı
yirmidört saat içinde hakimin onayına sunulur. Hakim kararını kırksekiz saat
içinde açıklar; aksi halde karar kendiliğinden kalkar.'' hükmüne yer
verilmiştir. Ceza Muhakemesi Hukukumuzda iletişimin tespitiyle ilgili ilk
düzenleme 4422 sayılı Kanun'la yapılmıştır. 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren
CMK'nın 135. maddesinde konu yeniden düzenlenmiş ve 4422 sayılı Kanun
yürürlükten kaldırılmıştır. CMK'nın 135. maddesinin gerekçesinde düzenleme
yapılırken Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi
kararlarının yapılan düzenlemeye esas alındığı belirtilmektedir. Gerekçede
ayrıca ''...gerek ikrar, gerek işlenen suça ait diğer delil, iz ve emareler,
suçu işleyen, şerikleri, yataklık edenler ile diğer kişiler arasında cereyan
eden telefon muhaberelerinin dinlenmesi veya sinyalleri, yazıları resimleri tek
yönlü sistemlerle alan ve ileten araçlara girilerek elde edilebilir. Ancak
burada çok açık olan ve örneğin uyuşturucu madde trafiğinde olduğu gibi başka
suretle delilini bulmak olanağının çok az olduğu suçları ve faillerini meydana
çıkarmak gibi önemli toplumsal yarar ile haberleşme özgürlüğü, özel hayatın
dokunulmazlığı gibi temel insan haklarına saygının çatıştığı çok açık olduğundan
batı ülkeleri bu konuyu Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi'nin içtihatlarına uygun
şekilde düzenlemişlerdir'' ifadeleri yer almaktadır. Avrupa İnsan Hakları ve
Temel Özgürlüklerin Korunması Sözleşmesi’nin 8. maddesinde de haberleşme
özgürlüğüne müdahalenin belli değerlerin korunması amacıyla ve yasayla
öngörülmüş olmak koşuluyla söz konusu olabileceği belirtilmiştir. Avrupa İnsan
Hakları Mahkemesi'nce 24 Nisan 1990 tarihli Kruslin-Fransa; 20 Nisan 1990
tarihli Huvig-Fransa; 4 Mayıs 2000 tarihli Rotaru-Romanya; 2 Ağustos 1984
tarihli Malone-Birleşik Krallık ve 06 Ağustos 1978 tarihli Klass ve
Diğerleri-Almanya Davaları'nda verilen kararlar da bu yöndedir. Bu kararlarda
özetle; “Telefon görüşmelerine dinleme veya diğer yöntemlerle müdahale edilmesi,
özel hayata ve haberleşmeye ciddi bir müdahaledir ve bu nedenle özellikle kesin
olan bir kanuna dayanmalıdır. Özellikle kullanılabilecek teknolojiler devamlı
daha sofistike hale geldiği için, bu konuda açık ve detaylı kuralların olması
önemlidir” ve “Gizli gözetim önlemlerinin uygulamaya geçirilmesi, söz konusu
kişiler veya genel olarak kamu tarafından eleştiriye açık olmadığı için,
yürütmeye verilen yasal taktir yetkisinin sınırsız bir güç olarak ifade edilmiş
olması hukukun üstünlüğüne karşıdır. Bu nedenle, yetkililere verilen takdir
yetkisinin kapsamı ve uygulanma yöntemi, bireye keyfi müdahaleye karşı gerekli
korunmayı sağlayacak biçimde ve alınan önlemin meşru amacı göz önünde
bulundurularak, kanunda yeterince açıklıkla belirtilmelidir.” biçimindeki
gerekçelere dayanılmak suretiyle, telefonla yapılan iletişimin dinlenilmesi ve
kayda alınması ile bu şekilde elde edilecek delillerin kullanılması konusunda
belirleyici sınırlamalar getirilmemiş, buna karşılık iletişimin dinlenmesi
tedbirine ilişkin tüm ayrıntıların yasalarda yer alması gerektiği
vurgulanmıştır. Ceza Muhakemesi Kanunumuz da konuyu kişinin mahremiyet hakkı ile
kamunun suçların önlenmesi ve aydınlatılması ihtiyacı arasında bir denge sorunu
olarak değerlendirmekte, Anayasamıza ve insan hakları hukukunun yerleşik
yaklaşımlarına uygun bir düzenleme getirmektedir. Buna göre
sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde edilmesi imkânının bulunmaması
durumunda, hâkim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet
savcısının kararıyla şüpheli veya sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişimi
tespit edilebilir, dinlenebilir, kayda alınabilir ve sinyal bilgileri
değerlendirilebilir. Cumhuriyet savcısı kararını derhâl hâkimin onayına sunar ve
hâkim, kararını en geç yirmidört saat içinde verir. Sürenin dolması veya hâkim
tarafından aksine karar verilmesi halinde tedbir Cumhuriyet savcısı tarafından
derhâl kaldırılır.
(2) Şüpheli veya sanığın tanıklıktan çekinebilecek kişilerle arasındaki
iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma gerçekleştikten sonra bu durumun
anlaşılması hâlinde, alınan kayıtlar derhâl yok edilir.
(3) Birinci fıkra hükmüne göre verilen kararda, yüklenen suçun türü, hakkında
tedbir uygulanacak kişinin kimliği, iletişim aracının türü, telefon numarası
veya iletişim bağlantısını tespite imkân veren kodu, tedbirin türü, kapsamı ve
süresi belirtilir. Tedbir kararı en çok üç ay için verilebilir; bu süre, bir
defa daha uzatılabilir. (Ek cümle: 25/05/2005-5353 sayılı Kanunun 17.mad) Ancak,
örgütün faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili olarak gerekli görülmesi
halinde, hâkim bir aydan fazla olmamak üzere sürenin müteaddit defalar
uzatılmasına karar verebilir.
(4) Şüpheli veya sanığın yakalanabilmesi için, ... mobil telefonun yeri, hâkim
veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısının kararına
istinaden tespit edilebilir. Bu hususa ilişkin olarak verilen kararda, ... mobil
telefon numarası ve tespit işleminin süresi belirtilir. Tespit işlemi en çok üç
ay için yapılabilir; bu süre, bir defa daha uzatılabilir.
(5) Bu Madde hükümlerine göre alınan karar ve yapılan işlemler, tedbir süresince
gizli tutulur.
(6) Bu Madde kapsamında dinleme, kayda alma ve sinyal bilgilerinin
değerlendirilmesine ilişkin hükümler ancak aşağıda sayılan suçlarla ilgili
olarak uygulanabilir: a) Türk Ceza Kanunu'nda yer alan;
1. Göçmen kaçakçılığı ve insan ticareti (Madde 79, 80),
2. Kasten öldürme (Madde 81, 82, 83),
3. İşkence (Madde 94, 95),
4. Cinsel saldırı (birinci fıkra hariç, Madde 102),
5. Çocukların cinsel istismarı (Madde 103),
6. Uyuşturucu veya uyarıcı madde imal ve ticareti (Madde 188),
7. Parada sahtecilik (Madde 197),
8. Suç işlemek amacıyla örgüt kurma (iki, yedi ve sekizinci fıkralar hariç,
Madde 220),
9. (Ek alt bend: 25/05/2005-5353 S.K./17.mad) Fuhuş (Madde 227, fıkra 3),
10. İhaleye fesat karıştırma (Madde 235),
11. Rüşvet (Madde 252),
12. Suçtan kaynaklanan malvarlığı değerlerini aklama (Madde 282),
13. Silahlı örgüt (Madde 314) veya bu örgütlere silah sağlama (Madde 315),
14. Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk (Madde 328, 329, 330, 331, 333,
334, 335, 336, 337) suçları. b) Ateşli Silahlar ve Bıçaklar ile Diğer Aletler
Hakkında Kanun'da tanımlanan silah kaçakçılığı (Madde 12) suçları. c) (Ek bend:
25/05/2005-5353 S.K./17.mad) Bankalar Kanunu'nun 22 nci maddesinin (3) ve (4)
numaralı fıkralarında tanımlanan zimmet suçu, d) Kaçakçılıkla Mücadele
Kanunu'nda tanımlanan ve hapis cezasını gerektiren suçlar e) Kültür ve Tabiat
Varlıklarını Koruma Kanunu'nun 68 ve 74 ncü maddelerinde tanımlanan suçlar.
(7) Bu maddede belirlenen esas ve usuller dışında hiç kimse, bir başkasının
telekomünikasyon yoluyla iletişimini dinleyemez ve kayda alamaz” şeklindeki
düzenlemeye yer verilmiştir. Kanun gerekçesinden de anlaşıldığı üzere, varolan
denge sorununu üç araç kullanarak çözmeyi hedeflemiştir; ilki, iletişimin
tespiti kararını verecek merciin sınırlandırılması, ikincisi iletişimin tespiti
kararı verilmesinin olaya özgü koşulları olan mevcut şüphe, delil ve delil elde
etme durumu, üçüncüsü de kararın verilebileceği suçların sınırlandırılmasıdır.
Ceza muhakemesi hukukumuzda herhangi bir şekilde dosyaya alınmış iletişim tespit
tutanağının CMK'nın 206/2-a ve 217/2. maddeleri anlamında hukuka uygun delil
değeri kazanabilmesi için CMK 135. maddeye göre verilmiş bulunan kararın
maddenin 1. cümlesinde düzenlenmiş şartlara uygun olarak verilmiş bir karar
gerekmekte olup, kararı veren merci
sorununu doktrinde katalog suç olarak adlandırılan yöntemle çözmeyi
hedeflemiştir. Buna göre iletişimin dinlenilmesi kişiler, toplum ve devlet
üzerinde ağır zarar veya tehlikeye yol açan bir dizi suç için mümkündür. Bu
niteliğe sahip bulunduğu tartışmasız olan dosyamıza konu suç işlemek amacıyla
örgüt kurma suçu soruşturma tarihinde katalog içinde yer alırken 6526 sayılı
Kanun'un 12. maddesiyle yapılan değişiklikle katalogdan çıkarılmıştır. Ceza
Muhakemesi Hukukunda geçerli olan "derhal uygulama'' ilkesi nedeniyle 6526
sayılı Kanun yürürlüğe girmeden önce 'suç işlemek için örgüt kurmak' suçundan
usulüne uygun şekilde verilmiş kararlara göre yapılan iletişimin dinlenilmesi
kayıtları hukuka uygun delil olarak hükme esas alınabilecektir (Kanun'un
yürürlüğe giriş tarihinde ise süresi tamamlanmış olsun ya da olmasın tedbirin
sonlandırılması gerekmektedir). Suç işlemek için örgüt kurmak suçundan 6526
sayılı Kanun'dan önce verilmiş kararların hukuka uygunluğunun denetlenmesi
bakımından anılan değişikliğin gerekçesinin irdelenmesi önem arz etmektedir.
6526 sayılı Kanun'un değişiklik gerekçesinde; ''...Türk Ceza Kanunu'nun 220 nci
maddesinde düzenlenen suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçunun maddenin altıncı
fıkrasında düzenlenen katalogdan çıkarılması suretiyle, bazı soruşturmalarda
sırf bu tedbirin uygulanabilmesi için soruşturmanın suç işlemek amacıyla örgüt
kurma suçu kapsamında başlatılıp yürütülmesi uygulamasının önüne geçilmesi
amaçlanmaktadır'' denilmektedir. Kanun koyucuya göre, soruşturmalarda 6526
sayılı Kanun'dan önce ''suç örgütü kurmak suçuna'' ilişkin olarak CMK'nın
135. maddesinin 1. fıkrasında yer alan ''kuvvetli şüphe sebepleri'' bulunmadığı
halde bu suç kullanılarak katalogda
bulunmayan bazı suçlara ilişkin delil toplandığını bu uygulamanın hukuka aykırı
olduğunu saptadıktan sonra aykırılığın kendi içinde düzelmeyeceği öngörüsü ile
'suç işlemek amacıyla örgüt kurma' suçunu katalogdan çıkarma yoluna gitmiştir.
Gerçekten de bir suç örgüt kapsamında işlenmişse, katalogda
yargılamada delil olarak kullanılması mümkündür. Aksi halde örgütün kurucusu
için alınmış bir dinleme kararının örgütün işlediği suçların aydınlatılmasında
kullanılamayacağı düşünülemeyeceğinden bu imkanı sağlayan TCK'nın 220. maddesi
bu anlamda CMK'nın 135/6. maddesinde düzenlenen katalog suç güvencesi için gizli
bir tehdit olarak belirmiş, doktrinde de kanun koyucunun saptadığı suistimal
kanuna karşı hile olarak nitelenmiştir. (Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku
Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku) Elbette ki bahse konu örgüt suçunun oluşup
oluşmayacağı ancak bir yargılama neticesinde ortaya çıkabilecektir, bunun
yanında ceza mahkemesi suça ilişkin soruşturma makamının nitelendirmesiyle bağlı
olmadığı gibi, kolluğa işlendiği iddia olunan suçun kesin olarak var olup
olmadığı veya vasfını belirleme görevi de yüklenemez, yukarıda da belirtildiği
üzere 6526 sayılı Kanun'un gerekçesinde yer alan husus iletişimin dinlenilmesine
karar veren hakimin gözetmesi gereken CMK'nın 135/1. maddesindeki ''suç
işlediğine ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin bulunması'' şartıyla ilişkilidir.
Kanun koyucu uygulamada 'suç işlemek amacıyla örgüt kurma suçu' bakımından bu
önkoşulun yeterince iyi incelenmediği, kanaatini ifade etmektedir. Bu kanaat ve
yapılan değişiklik karşısında her ne kadar yukarıda ifade edildiği üzere yapılan
değişiklik geçmişe etkili olmasa bile değişiklikten önce 'suç işlemek amacıyla
örgüt kurma' suçundan verilen iletişimin dinlenilmesi kararlarının daha dikkatle
denetlenmesi gereği ortaya çıkmış bulunmaktadır. 6526 sayılı Kanun'daki
değişiklikle dolaylı olarak ilgili olan iletişimin dinlenilmesi kararı
verilmesinin diğer ön koşulu başka suretle delil elde etme imkanının
bulunmamasıdır. 5271 sayılı Kanun'un 135. maddesinin ilk şeklinde suç işlemek
için örgüt kurma suçunun katalog içerisine alınıp TCK'nın 220. maddesinin 2, 6
ve 8. maddelerinin kapsam dışında tutulması nedeni dikkate değerdir; Suç örgütü
kuran ve yöneten kişiler örgütün amaç suçlarını bilfiil işlememekte, çoğunlukla
suçu işleyen örgüt üyelerini azmettiren, sevk ve idare eden konumda
bulunmaktadırlar. İletişimin dinlenilmesi örgüt üyeleriyle örgüt kurucu ve
yöneticileri arasındaki örgütsel bağlantı ve hiyerarşiyi saptayabilmek açısından
büyük önem arz etmektedir. Bu anlamda kanun koyucu 8. bendin kanundan
çıkarılmasının yaratacağı tehlikeyi kataloğa eklemeler yaparak aşmaya çalışmış,
böylece yukarıda ifade edilen dengeyi sağlama amacı gütmüş, ancak örgüt kurucu
ve yöneticileriyle örgüt üyeleri arasındaki bağlantıyı delillendirme
noktasındaki önemli bir imkan katalog harici suçlar bakımından ortadan
kaldırılmıştır. İletişimin dinlenilmesi ve kayda alınmasına yönelik kararın
verilebilmesinin kararı veren merci ve katalog suç şeklindeki objektif
koşullarının yanında olaya göre değişen subjektif nitelikteki ''suç işlendiğine
ilişkin kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı ve başka suretle delil elde etme
imkanının'' bulunmaması koşullarının yasa koyucunun amaçladığı dengeyi
sağlayabilmesi için hakim tarafından dikkatle incelenmesi zorunludur. Hakim
talebin kabulüne karar verirken bu şartları sağlayan somut olay, bilgi ve
belgeleri soruşturma makamından talep etmelidir. Aksi uygulamada kararın CMK'nın
135/1. maddesinin subjektif koşullarına uygunluğu denetlenemez hale gelecek ve
ön koşullar ölü düzenleme halini alacaktır ki özellikle suç işlemek amacıyla
örgüt kurma suçuna yönelik olarak verilen iletişimin dinlenilmesi kararları
bakımından kanun koyucunun 6526 sayılı Kanun gerekçesinde ifade ettiği durum
budur. Soruşturma makamları CMK 135/6-8. maddelerinin getirdiği imkanı kullanıp
kolaycı bir yaklaşım içine girerek suça iştirak şekillerini, varlığı TCK'nın
220. maddesinde sıkı koşullara bağlanmış olan örgüt kurma suçu olarak
göstermekten, şüphelilerin sorgusu sırasında dinleme tutanaklarını kullanarak
ikrar elde etme yoluna gitmekten ve edemediği durumlarda tutanakları kendine
göre yorumlayarak yeterli ve kuvvetli şüphe elde etmeye çalışmaktan kaçınmak
zorundadır. Somut olayımızda verilen iletişimin dinlenilmesi ve kayda alınmasına
dair kararların hukuka uygunluğu irdelenmeden önce CMK'nın 135/1. maddesindeki
subjektif koşulları içeren tanımın açıklığa kavuşturulması gerekmektedir.
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu'na göre ''İletişimin denetlenebilmesi için kuvvetli,
makul ve kanuna aykırı olarak elde edilmemiş şüphe sebeplerinin varlığı
şarttır... kuvvetli şüphe sebeplerinin tutuklama için öngörülen 'kuvvetli suç
şüphesinden' farklıdır. Zaten tutuklama kararı verecek kadar kuvvetli şüphe
varsa iletişimin denetlenmesi yolu kendiliğinden kapanmaktadır. Şüphe ve belirti
kavramları arasında ayrım yapılması gerektiğini belirten yazarlar ''İletişimin
denetlenmesi kararı verilebilmesi için çok basit bir suç şüphesinin varlığı
yeterli ise de, suç işlendiğine ilişkin belirtilerin kuvvetli olması
gereklidir'' saptamasına yer vermişlerdir. 6526 sayılı Kanun CMK'nın 135/1.
maddesinde yaptığı değişiklikle kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığını 'somut
delillere dayanması'' şartını getirmiştir. Bu değişiklik yapılmadan önce de
hakimin bu şartın varlığını denetlerken somut olayların varlığını araması
Kanun'un kişilerin mahremiyetini korumayı amaçlayan anlayışının bir gereğidir
ancak uygulamada soyut gerekçelerle iletişimin dinlenilmesi kararı verilmesi
anılan değişikliğin gerekçesini oluşturmuştur. Bu şartın varlığında aranması
gereken önemli bir husus da şüphe sebeplerinin kanuna aykırı elde edilmemiş
olmasıdır. CMK'nın 217. maddesinin gerekçesine göre hukuka aykırı delil
niteliğinde bulunan işkence, narko analiz, hataya sürükleyici eylemler, baskı,
kişinin fizik ve moral bütünlüğüne yapılan saldırılar yoluyla elde edilmiş
bilgiler de CMK'nın 135. maddesinde öngörülen kuvvetli suç şüphesinin varlığına
dayanak alınamayacaktır. CMK 135/1. maddenin iletişimin dinlenilmesi kararı
verilebilmesi için öngördüğü subjektif şartın ikinci unsuru başka suretle delil
elde etme imkanının bulunmamasıdır. Doktrinde isabetle belirttiği üzere
iletişimin dinlenilmesi son çaredir. Hakim soruşturma makamından delil elde etme
hususundaki hangi çabalarının sonuçsuz kaldığını talep etmek durumundadır. Suç
işlediği değerlendirilen kişinin güçlü konumu nedeniyle aleyhine tanıklık
yapılmak istenmemesi, delilleri ortadan kaldırma hususunda tecrübeli ve
becerikli olması, işlenen suçlarda azmettiren konumunda bulunması nedeniyle
aleyhinde fiziksel bir delil bulunmaması, işlediği suçun ve işlenme biçiminin
doğasının başka delil elde etme biçimlerine büyük ölçüde kapalı olması gibi
yaşamsal durumlar, kişi hakkında yapılan önceki yargılamada delil yetersizliği
nedeniyle verilmiş bir beraat kararı gibi hukuksal durumlar bu
kapsamdadır.Önemle belirtmelidir ki, iletişimin tespiti kararı soyut
gerekçelerle verilmiş olsa bile tekamül etmiş bir dosyadan kararların verildiği
tarihte CMK'nın 135/1. maddesindeki şartların varlığı anlaşılabiliyorsa
yargılama makamı iletişimin dinlenilmesi kararının hukuka uygunluğunu kendisi de
saptayabilecektir. Yine önemle belirtmek gerekir ki subjektif koşulun her iki
unsurunun da mevcut bulunması kararın verilebilmesi için zorunludur. CMK,
telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenebilmesine bazı hallerde
sınırlamalar getirmiştir. Buna göre, şüpheli veya sanığın tanıklıktan
çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimi kayda alınamaz. Kayda alma
gerçekleştikten sonra bu durumun anlaşılması halindeyse alınan kayıtlar derhal
yok edilir (CMK m. 135/2). İkinci fıkranın bu lafzından anlaşıldığı kadarıyla
kayda alınamayacak olan bu iletişim, CMK’nın 135. maddesi hükmü anlamında tespit
edilebilecek, dinlenebilecek ve bu
yerleşim yerindeki telekomünikasyon araçları hakkında, bu Kanun’un 135. maddesi
hükmü uygulanamaz. Meslekleri gereği CMK’nın 46. maddesi hükmü çerçevesinde
tanıklıktan çekinme hakkı olan avukatlar hakkında da iletişiminin denetlenmesi
çerçevesinde bu iletişimin “kayda alınması” tedbirinin zaten 135. maddenin
ikinci fıkrası hükmü gereği uygulanma imkanı bulunmamaktadır. Sonuç olarak
müdafiin, yüklenen suça ilişkin olarak şüpheli veya sanıkla bürosunda, konutunda
ve yerleşim yerinde telekomünikasyon yoluyla kurduğu her türlü iletişimin 135.
madde hükmü anlamında her türlü denetimin dışında kalmaktadır. Ancak müdafiin
suçu bizzat işlediği veya bu suça iştirak ettiği şüphesi altında bulunması
halinde ise, bu tedbire ilişkin olarak kendisi hakkında da denetleme kararı
alınmış olmak kaydıyla 135. maddenin ikinci fıkrası hükmündeki engelin ortadan
kalkacağı, yani zaten mümkün olan tespit, dinleme ve sinyal bilgilerini
değerlendirme tedbirleri yanında kayda alma tedbirinin de uygulanabileceği
sonucuna ulaşılabilecekken 136. madde hükmünün salt lafzi bir şekilde ele
alınması durumunda, müdafiin bu sefer kendisin de şüphelisi olduğu bu suç,
şüpheli veya sanığa yüklenen suç olma vasfını devam ettirdiği için, kendisiyle
bürosunda, konutunda ve yerleşim yerinde telekomünikasyon yoluyla kurduğu her
türlü iletişimin yine 135. madde hükmü anlamında her türlü denetimin dışında
kaldığı söylenebilecektir. Tesadüfen elde edilen delillerin düzenlendiği 5271
sayılı CMK’nın 138. maddesine göre “Arama veya elkoyma koruma tedbirlerinin
uygulanması sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi
olmayan ancak, diğer bir suçun işlendiği şüphesini uyandırabilecek bir delil
elde edilirse; bu delil muhafaza altına alınır ve durum Cumhuriyet savcılığına
derhal bildirilir. Telekomünikasyon yoluyla yapılan iletişimin denetlenmesi
sırasında, yapılmakta olan soruşturma veya kovuşturmayla ilgisi olmayan ve
ancak, 135. maddenin altıncı fıkrasında sayılan suçlardan birinin işlendiği
şüphesini uyandırabilecek bir delil elde edilirse; bu delil muhafaza altına
alınır ve durum Cumhuriyet savcılığına derhal bildirilir”. Yürütülen bir
soruşturma veya kovuşturma sırasında, soruşturma veya kovuşturma konusu suç
dışında bir suçun işlendiğini gösteren deliller tesadüfen elde edilen
delillerdir. CMK’da arama, el koyma ve iletişimin denetlenmesi koruma tedbirleri
için düzenlenmiş olan bu tip deliller, diğer (örneğin, teknik takip, gizli
soruşturmacı görevlendirilmesi) koruma tedbirlerinin uygulanmasıyla da elde
edilmiş olabilir. Böyle bir durumda Ceza Muhakemesi Hukukunda kıyas yasağı
olmadığından, CMK.nın 138. maddesi hükmü kıyasen bu deliller hakkında da
uygulanabilecektir. Tesadüfen elde edilen deliller ve bunların
değerlendirilmesi, temel hak ve özgürlüklere müdahale alanını genişlettiği ve
özel hayata yeni ve bağımsız bir
çoğu Avrupa ülkesinde olduğu gibi, katalog suçlardan birine ilişkin olması
öngörülmüştür. Tesadüfi delil elde edilince iletişimin dinlenmesine devam
edilebilmesi için ortaya çıkan yeni suçla ilgili dinleme şartlarının yeniden
değerlendirilip yeni bir hakim kararı alınması gerekir. Telekomünikasyon yoluyla
yapılan iletişimin dinlenmesi tedbiri uygulandığı sırada elde edilen tesadüfi
delillerin hukuka uygun kabul edilip kullanılabilmeleri için, bu delilin elde
edildiğine ilişkin derhal savcılığa bilgi verilmesi gerekir. Savcılığın
bilgilendirilmesi, tesadüfi delil elde edildikten sonra dinlemenin bitirilmesi
beklenerek veya dinlemeye devam edilip başka tesadüfi deliller de elde
edildikten sonra gerçekleştirilmişse tesadüfi deliller hukuka aykırı hale
gelecek ve kullanılamayacaktır. Bu şekildeki iletişim tespitiyle elde edilen
delillerin hükme esas alınıp alınmayacağı hususuna gelindiğinde;
Kunter/Yenisey/Nuhoğlu'na göre; ''...kanuna aykırı deliller teorisi çerçevesinde
yabancı sistemlerin ''hukuka aykırılıktan'' anladıkları, sanığın Anayasa ile
teminat altına alınmış olan haklarından birinin bir devlet organı tarafından
yapılmış bir işlemle ihlal edilmiş olmasıdır.'' Hukuka aykırı delil sorunu
CMK'nın 135, 206 ve 217. maddeleri çerçevesinde Ceza Genel Kurulu'nca
tartışılmıştır; Ceza Genel Kurulu'nun 10.12.2013 tarih ve 2013/399 sayılı
kararında; ''...ceza muhakemesinin amacı, usul kurallarının öngördüğü ilkeler
doğrultusunda maddi gerçeğin her türlü şüpheden uzak bir biçimde kesin olarak
belirlenmesidir. Maddi gerçeğin belirlenmesinde kullanılan yegane araçlar
deliller olup, nitekim 5271 sayılı CMK'nın "Delilleri takdir yetkisi" başlıklı
217. maddesinin ikinci fıkrasında yer alan; "Yüklenen suç, hukuka uygun bir
şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat edilebilir" şeklindeki düzenleme
ile bu husus belirtilmiştir. Bu düzenleme ile ayrıca delillerin serbestliği
ilkesine de vurgu yapılmaktadır. Buna göre, ceza muhakemesinde hangi hususun
hangi delillerle ispat olunacağı konusunda bir sınırlama bulunmayıp, yargılama
yapan hakim hukuka uygun şekilde elde edilmiş her türlü delili kullanmak
suretiyle, sanığın aleyhine olduğu kadar lehine olan delilleri de araştırıp
değerlendirerek şüpheden arınmış bir sonuca ulaşmalıdır. Yargılama konusu olayın
açıklığa kavuşturulması ve maddi gerçeğin bulunabilmesi için ispat amacıyla
kullanılan her araç delil olarak kabul edilir. Maddi gerçeğin araştırılması
aşamasında kişisel ya da toplumsal değerlerin korunması zorunludur. Bu
değerlerin korunması amacıyla kanun koyucu delillerin serbestliği ilkesine
"delil yasakları" olarak adlandırılan bir takım sınırlamalar getirmiştir. Delil
yasakları, "delil elde etme" ve "delil değerlendirme" yasağı olarak iki gruba
ayrılmaktadır. Delillerin elde edilme şekline ilişkin yasaklara "delil elde etme
yasakları", hukuka uygun elde edilmiş bile olsa o delilin yargılamada ortaya
konulup değerlendirilebilmesine ilişkin yasaklara ise "delil değerlendirme
yasakları" denilmektedir. İfade alma ve sorgunun 5271 sayılı CMK'nın 148.
maddesinde sayılan şekillerde yapılması, tanıklıktan çekinme hakkı olan kişiye
bu hakkının hatırlatılmaması delil elde etme yasaklarına; duruşmada tanıklıktan
çekinen tanığın önceki ifadesinin okunamaması, telekomünikasyon yoluyla yapılan
iletişimin denetlenmesi sırasında elde edilen delillerin aynı Kanun'un 135.
maddesinin altıncı fıkrasında sayılanlar dışında bir suçun soruşturma ve
kovuşturulmasında kullanılmaması ise delil değerlendirilmesi yasaklarına örnek
olarak gösterilebilir. 5271 sayılı CMK'nın 217. maddesinin ikinci fıkrasında yer
alan; "Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille
ispat edilebilir" şeklindeki düzenleme ile ayrıca ceza muhakemesinde
kullanılacak delillerin hukuka uygun şekilde elde edilmesi gerektiği
belirtilmiştir. Buna göre tüm deliller kanunda gösterilen yönteme uygun olarak
elde edilmelidir. Ancak, delil elde etmeye ilişkin her hukuka aykırılığın o
delilin yargılamada kullanılmasına engel oluşturup oluşturmayacağı hususu
üzerinde de ayrıca durulmalıdır. Eğer ihlal edilen kural bir hak ihlaline neden
olmuyor ve yargılama faaliyetlerinin bütünü itibariyle adil yargılanma ilkesi
zedelenmiyorsa, o delilin yargılamada değerlendirilemeyeceğinden
bahsedilemeyecektir. 5271 sayılı CMK'nın 217. maddesinin ikinci fıkrasına
ilişkin gerekçede, "Maddenin son fıkrası, usul hukuku yönünden olağanüstü önem
taşıyan ve adil yargılama ile bağlantılı bir ilkeyi belirtmektedir. İlke,
delilin doğruluğunu, haklılığını hakkaniyete uygunluğunu sağlamak amacını
gütmektedir. Böylece ister soruşturma ister kovuşturma evrelerinde olsun, hukuka
aykırı olarak, örneğin; işkence, narko analiz, hataya sürükleyici eylemler,
sorgulamalar, baskılar, kişinin fizik ve moral bütünlüğüne saldırılar yolu ile
elde edilmiş deliller hükme esas alınamayacaktır" denilerek, delilin hükme esas
alınmasına engel oluşturan hukuka aykırılıkların "sanığın temel haklarını" ihlal
eden aykırılıklar olduğu belirtilmiştir. “Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen
deliller” kavramındaki 'hukuka aykırılık', sanığın temel
veya aykırı yöntemlerle elde edilen deliller kullanılarak verilen hüküm,
Anayasanın 36'ncı maddesinde gösterildiği biçimde 'adil' ise, bir delil hukuka
aykırı bir yöntemle elde edilmiş olsa dahi kullanılabilmelidir
(Kunter/Yenisey/Nuhoğlu, Muhakeme Hukuku Dalı Olarak Ceza Muhakemesi Hukuku, 16.
Baskı, 2007 yılı, s. 1080), Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi de P.G. ve
J.H/Birleşik Krallık ve Khan/Birleşik Krallık davalarında, soyut şekilde hukuka
aykırı delillerin dışlanmaması gerektiğine işaret etmiş, somut olay dikkate
alındığında hukuka aykırı da olsa delilin kullanılmasının söz konusu
olabileceğini, asıl önemle üzerinde durulması gereken hususun yargılamanın bir
bütün olarak adil olup olmadığı konusu olduğunu belirtmiştir. Ceza Genel Kurulu
aynı düşüncelere 20.05.2014 tarih ve 2014/268, 03.06.2014 tarih ve 2014/302
sayılı kararlarında da yer vermiştir. Buna göre soruşturma bir bütün olarak
adilse hukuka aykırı olarak elde edilmiş delil hükme esas alınabilecektir. Ancak
Ceza Genel Kurulu kararları içeriğinde atıf yapılan doktrin görüşlerinde önemli
bir nokta üzerinde durulması gerekmektedir. Doktrine göre sanığın temel
haklarını ihlal etmeyen ve şekli hukuka aykırılıkların söz konusu olduğu
deliller hükme esas alınabilecektir. Bunun dışında yargılamanın bir bütün olarak
adil bir şekilde yapılması zorunluluğundan bahsedilmektedir. Esasında CMK'nın
''Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat
edilebilir'' şeklindeki düzenlemeyi içeren 217/2. maddesi ve gerekçesi hukuka
aykırı deliller için doktrin ve Ceza Genel Kurulu'nun yaptığı önemli hukuka
aykırılık/önemsiz hukuka aykırılık şeklinde bir ayrıma yer vermemiştir. Buna
rağmen doktrinde yapılan ayrım tamamen hatalı kabul edilemez, elde edilmesinde
basit şekli hukuka aykırılıkların söz konusu olduğu delillerin, hükme esas
alınmaması adil yargılama ilkesini zedeleyebilecektir. Ayrımın hangi kritere
göre yapılacağı hususunda değişik görüşler bulunmakta olup CMK'nın 217.
maddesinin gerekçesinde sayılan durumların yanında CMK'nın 148. maddesinde
belirtilen yollarla elde edilen delillerin mutlak olarak hukuka aykırı olduğu ve
hükme esas alınamayacağı kabul edilmiştir. Ceza Genel Kurulu 03.07.2007 tarih ve
2007/167, 22.01.2008 tarih ve 2008/3 karar sayılı kararlarında, hukuka aykırı
olarak elde edilmiş bulunan iletişim tespit tutanaklarının hükme esas
alınamayacağını belirtmek suretiyle iletişimin dinlenilmesi hususunda
önemsiz/şekli hukuka aykırılık anlayışının geçerli bulunmadığını kabul etmiştir.
Gerçekten de haberleşme hürriyeti anayasal bir haktır ve ihlali önemsiz kabul
edilemez. CMK'nın 135. maddesinde iletişimin dinlenilmesinin katalog suçlar için
mümkün kılınması, katalog harici suçlar için tespit edilmiş delilleri CMK'nın
138. maddesinin dahi dışında tutması hukuka aykırı bir kararla elde edilmiş
iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınmayacağının kanun tarafından da
açıkça öngörüldüğünü göstermektedir. Buna göre yargılamanın bir bütün olarak
adil yapılmış sayılması dahi hukuka aykırı dinleme tutanaklarının delil olarak
kullanılabileceği anlamına gelemez. Yukarıda yazılan düzenlemeler ve açıklamalar
ışığında; 1-) Bir kısım sanıklar hakkında iletişim tespiti ve uzatma kararları
verilmiş olup, bu kararlara dayanak olan talep yazılarını düzenleyen soruşturma
makamının kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturan bilgilere ne
suretle eriştiği belirlenememekte, soruşturma makamının talep yazılarında
kuvvetli suç şüphesi sebeplerinin dayanağını oluşturabilecek herhangi bir belge
ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliğinin 7/1 maddesine göre hazırlanması
gereken gerekçeli raporun bulunmadığı anlaşılmaktadır. Bu kapsamda, a-İstanbul
14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/83 Teknik Takip nolu kararı ile şüpheliler
İsmail Eksik, Behic Gürcihan, Mehmet Zekeriya Öztürk, Rafet Arslan, Mehmet Fikri
Karadağ, Hüseyin Gazi Oğuz ve Kahraman Şahin hakkında verilen iletişimin tespiti
kararının gerekçesinin, “şüphelilerin suçla ilgisi olup olmadıklarının tespiti
için” şeklinde olduğu ve bu kapsamda CMK'nın 135. maddesinde belirtilen kuvvetli
suç şüphesini ortaya koyan olgulara yer verilip açıklanmadığı; b-Şüpheli ya da
sanık sıfatıyla tespit edildiği anlaşılamadığı gibi CMK'da yer alan tanıklığa
ilişkin kurallara da uygun şekilde alındığı ve yasak sorgu usullerine göre
tespit edilip edilemediği anlaşılamayan Tuncay Güney’in mülakat beyanları
doğrultusunda İstanbul Organize Suçlarla Mücadele Şube Müdürlüğü'nün 23.10.2007
tarihli raporu üzerine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2007/816 Teknik
Takip nolu kararı ile şüpheliler Veli Küçük, Hayrettin Ertekin, Ayhan Parlak,
Atilla Yıldırım ile birlikte 21 sanık hakkında (Tuncay Güney’in mülakat
beyanlarının doğruluğuna ilişkin bir inceleme ve araştırma yapılmadan) soyut
kuvvetli suç şüphesinin varlığına dayanılarak iletişimin tespiti kararı
verilmesi yasaya uygun bulunmamıştır. 2-İletişimin dinlenilmesine ilişkin
kararlar verilmeden önce başka suretle delil elde etmeye ilişkin soyut ifadeler
dışında dosya kapsamında yeterli çalışmanın yapılmadığı; İstanbul 14. Ağır Ceza
Mahkemesi'nin 2007/745 ve 2007/764 Teknik Takip nolu kararları ve dosyamızda
bulunan benzer nitelikteki kararlarda her bir sanık ve somut olay için ortaya
çıkan bulgulara göre bir değerlendirilme yapılması gerekirken genelleme
suretiyle tüm kararlarda “Ergenekon yapılanmasının deşifre edilmesi suç işlemek
amacıyla kurulmuş örgütlü bir yapı içerisinde faaliyet gösteren şahısların suç
faaliyetlerinin önlenmesi, suçluların suç delilleri ile birlikte yakalanabilmesi
ve grup içerisindeki yapının ortaya konulabilmesinin fiziki takip ve tasarrut
çalışmaları ile mümkün olmadığından başka türlü delil elde etme imkanı
bulunmadığı” gerekçesine dayanılarak iletişim tespiti kararı verilmesi ve
yetersiz gerekçeye dayalı bu kararlar uyarınca yapılan arama işlemlerinin hükme
esas alınması; 3-Sanıklar Bedirhan Şinal, Kemal Kerinçsiz, İsmail Sağır gibi
sanıklarda olduğu üzere, CMK’nın 135/3. Maddesine aykırı olarak tanıklıktan
çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimlerin kayda alınması ve bu kayıtlar
derhal imha edilmeyerek dosyada muhafaza edilmesi; 4-Sanıklar, Adnan Bulut,
Merdan Yanardağ, Utku Selim Gümrükçü, Evrim Baykara, Mahir Akkar, Hatice
Bahtiyar, Oğuz Alparslan Abdülkadir, Yaşar Oğuz Şahin, Abdullah Arapoğulları,
Tanju Güvendiren ve bir kısım sanıklarda olduğu gibi haklarında iletişimin
tespiti kararı verilen şüphelilerle görüşmeleri tespit edilen ve o aşamada
haklarında soruşturma ve kovuşturma bulunmayan bu sanıklar hakkında CMK'nın
138/1 maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısına derhal bildirimde bulunularak
iletişim tespiti kararı alınması gerekirken usulüne uygun karar alınmadan
yapılan görüşmelere ilişkin tutanakların imha edilmeyip dosyada kanıt olarak
bulundurulması; 5-Dosya arasında iletişim tespiti, dinlenilmesi ve kayda
alınmasına ilişkin kararları da bulunmayan sanık Muzaffer Tekin ve Ayhan Parlak
arasında geçen 2003 yılına ait iletişim tespit tutanakları ile sanık Boğaç Kaan
Murathan ile Volkan Gezmiş arasındaki 12.03.2004 tarihli, Volkan Gezmiş ile
İsmet arasındaki 12.03.2004 tarihli ve sanıklar Sedat Peker ile Veli Küçük
arasındaki 29.02.2004 tarihli
6-Sanıklar Mehmet Bedri Gültekin, Mehmet Bozkurt, Zafer Şen, Ahmet Cinali, Taner
Ünal hakkında iletişimin tespiti, dinlenilmesi ve kayda alınmasına ilişkin
kararlarının, Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde dosya arasına
konulmaması; 7-CMK'nın 170. maddesi gereğince toplanan delillere göre, yüklenen
suçu oluşturan olaylar ile mevcut delillerin ilişkilendirilerek düzenlenecek
iddianame ile kamu davası açma görevi Cumhuriyet savcısına verilmiştir. Ancak,
haklarında ilgisiz iletişim tespit tutanaklarına iddianamede yer vermelerinden
dolayı tazminat davası açılan Cumhuriyet savcılarının cevap dilekçelerinde
iddianameye konulacak iletişim tespit tutanaklarının belirleme işlemlerinin
kendileri tarafından yapılmadığının ileri sürülmesi karşısında CMK'nın 170/1.
maddesine aykırı davranıldığının anlaşılması; 8-Sanık Hayrettin Ertekin’in
emniyet müdürlüğünde gözaltında olduğu 26.02.2008 günü sanıkla birlikte olan
avukatı M. Fatih Büyükyurt’un, cep telefonundan sanığın işyerini aradığı,
işyerine ait telefon için verilmiş iletişim tespit kararı kapsamında kayıt
altına alındığı anlaşılan 1824 ve 1825 sayılı iletişim tespit tutanaklarının
incelenmesinde; Avukat M. Fatih Büyükyurt’un iki görüşmeyi de tanık Kaan Dut ile
yaptığı ancak bu esnada yan yana olmalarından dolayı avukat ile sanık Hayrettin
Ertekin arasındaki konuşmaların da kayda alındığı; bu kayıtların sanık Hayrettin
Ertekin bakımından TCK’nın 314/2. ve 38/1. maddesi delaletiyle 270/1. maddeleri
uyarınca kurulan mahkumiyet hükümlerine ve sanık Abdülmuttalip Tonçer bakımından
TCK’nın 270/1 maddesi uyarınca kurulan mahkumiyet hükmüne delil kabul edildiği
anlaşılmakla, CMK’nın 135/3. maddesine aykırı olarak sanığın, tanıklıktan
çekinebilecek kişilerle arasındaki iletişimlerin kayda alınması; bu kayıtların
derhal imha edilmeyerek dosyada muhafaza edilmesi ve CMK’nın 135. maddesinde
sayılmayan suç üstlenme suçu bakımından delil kabul edilmesi; 9-Sanık
Abdulmuttalip Tonçer hakkında İstanbul 10. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 31.10.2007
gün ve 2007/1276 teknik takip sayılı kararıyla iletişimin tespitine ve kayda
alınmasına karar verilmiş ise de dosyada bu tarih öncesinde de iletişim tespit
tutanaklarının bulunduğu ve bunların mahkemece delil kabul edildiği, bu
tutanaklarda karar numarası olarak “2007/156” şeklinde belirtilmiş ise de
Yargıtay denetimine imkan sağlayacak şekilde bu kararın dosya içine alınması
gerektiğinin gözetilmemesi, CMK'nın 206/2-a, 230/1-b ve 217. maddelerine aykırı
görülmüştür.B-ARAMA/EL KOYMA/DOKÜMANLARIN İNCELENMESİ 1-ARAMA VE EL KOYMA a-Adli
ve Önleme Araması Arama, amacına göre "adli arama" ve "önleme araması" olmak
üzere ikiye ayrılmaktadır. Arama şüpheli veya sanığı ya da bir delili elde etmek
amacıyla yapılabileceği gibi, bir suçun işlenmesini veya bir tehlikeyi önlemek
amacıyla da yapılabilir. Birinci tür aramaya "adli arama" ikinci tür aramaya ise
"önleme araması" denilmektedir. Ayrıntıları Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun
25.11.2014 gün ve 2013/9-610 esas, 2014/512 karar, 2013/9-841 esas, 2014/513
karar sayılı kararları ile 28.04.2015 gün ve 2013/9-464 esas, 2015/132 sayılı
kararında gösterildiği üzere; adli arama, elkoyma ile birlikte 5271 sayılı
CMK'nın 116-134 ve Adlî ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 5-17. maddelerinde
düzenlenmiş olup Yönetmeliğin 5. maddesinde adli arama; "bir suç işlemek veya
buna iştirak veyahut yataklık etmek makul şüphesi altında bulunan kimsenin,
saklananın, şüphelinin, sanığın veya hükümlünün yakalanması ve suçun iz, eser,
emare veya delillerinin elde edilmesi için bir kimsenin özel hayatının ve aile
hayatının gizliliğinin sınırlandırılarak konutunda, işyerinde, kendisine ait
diğer yerlerde, üzerinde, özel kâğıtlarında, eşyasında, aracında 5271 sayılı
Ceza Muhakemesi Kanunu ile diğer kanunlara göre yapılan araştırma işlemidir"
şeklinde tanımlanmıştır. Adli aramanın amacı şüpheli veya sanığın yakalanması
veya suç delillerinin ele geçirilmesidir. Arama yazılı bir karara veya emre
dayanmak zorundadır. Sonradan yazıya çevrilmiş olsa bile sözlü emir ile arama
yapılması mümkün olmayıp yazılılık şartı Anayasa'nın 20, 21 ve Ceza Muhakemesi
Kanunu'nun 116. maddelerinin amir hükmü gereğidir. Arama kural olarak hakim
kararı ile gecikmesinde sakınca bulunan hâllerde Cumhuriyet savcısının,
Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hallerde ise kolluk amirinin yazılı emri ile
de yapılabilecektir. Ancak, konutta, işyerinde ve kamuya açık olmayan kapalı
alanlarda sadece hâkim kararı veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
Cumhuriyet savcısının yazılı emri ile arama yapılması mümkündür.
Anayasal koruma altında bulunan ve kişilerin temel haklarından olan konut
dokunulmazlığı ve özel hayatın gizliliği haklarının bir yansıması olarak,
CMK’nın 118. maddesinde aramanın yapılacağı zaman dilimini belirleyen bir
düzenlemeye yer verilmiştir. Maddenin birinci fıkrasına göre, konutta, işyerinde
veya diğer kapalı yerlerde kural olarak gece vaktinde arama yapılamaz. TCK’nın
6/1-e bendinde gece vakti; ‘güneşin batmasından bir saat sonra başlayan ve
doğmasından bir saat evvele kadar devam eden zaman süresi’ olarak
tanımlanmıştır. Ancak, suçüstü veya gecikmesinde sakınca bulunan hâller ile
yakalanmış veya gözaltına alınmış olup da firar eden kişi veya tutuklu veya
hükümlünün tekrar yakalanması amacıyla yapılan aramalarda, birinci fıkra hükmü
uygulanmayacağı, maddenin ikinci fıkrasında belirtilmiştir. Bu halde, aramanın
gece yapılmasını haklı gösteren sebepler, somut olgularla desteklenerek arama
kararına yazılmalıdır.
Hakim veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde Cumhuriyet savcısı, ancak
yetkili olduğu yargı çevresinde bulunan bir mahal için arama kararı verebilir.
Bu durum, CMK’nın 161/1. maddesinde “...Cumhuriyet savcısı, adlî görevi
gereğince nezdinde görev yaptığı mahkemenin yargı çevresi dışında bir işlem
yapmak ihtiyacı ortaya çıkınca, bu hususta o yer Cumhuriyet savcısından söz
konusu işlemi yapmasını ister”, aynı Kanun'un 162. maddesinde ise “Cumhuriyet
savcısı, ancak hâkim tarafından yapılabilecek olan bir soruşturma işlemine gerek
görürse, istemlerini bu işlemin yapılacağı yerin sulh ceza hâkimine bildirir”
şeklinde düzenlenmiştir. Dairemizce de benimsenen Yargıtay
10. Ceza Dairesi’nin 10.07.2014 gün ve 2014/4166 esas, 2014/5354 karar sayılı
kararında da “...belli bir yerde yapılması zorunlu olan soruşturma işlemlerinde,
işlemin yapılacağı yerdeki Sulh Ceza Mahkemesinden karar alınması gerekmekte ise
de; soruşturma işleminin herhangi bir yerde yapılması zorunluluğunun bulunmadığı
durumlarda soruşturmanın yapıldığı yer Sulh Ceza Mahkemesi’nin yetkili
olduğu...” denilmiştir. 02.07.2012 tarih ve 6352 sayılı Kanun’un 105. maddesi
ile mülga olan CMK’nın 250, 251 ve
252. maddelerinde de bu hususa dair özel bir düzenleme yoktur. CMK’nın 250.
maddesi ile yetkili hakimin, bu madde kapsamında yetkili olduğu yargı çevresinde
arama kararı verebilecek olmasında tereddüt yokken, yargı çevresi dışındaki
mahallerde kural olarak arama kararı veremeyeceğini kabul etmek gerekir. CMK’nın
20. maddesindeki “yetkili olmayan hakim veya mahkemece yapılan işlemler, sadece
yetkisizlik nedeniyle hükümsüz sayılmaz” hükmü yanında, 21. maddede de “bir
hakim veya mahkeme, yetkili olmasa bile, gecikmesinde sakınca bulunan hallerde
yargı çevresi içerisinde gerekli işlemeleri yapar” şeklindeki açık düzenlemeler
göz önünde bulundurulduğunda, gecikmesinde sakınca bulunan haller
belgelendirilmesi veya makul gerekçelerle kabul edilmesi halinde yukarıdaki
genel düzenlemeye istisna teşkil edebilecektir. Nitekim, Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin “bir delilin hükme esas alınıp alınmayacağı hususunda,
yargılamanın tümünün adil yapılıp yapılmadığının belirlenerek sonucuna göre
karar verilmesine” dair içtihadı da dikkate alınarak aramanın hukuka uygun olup
olmadığı değerlendirilmelidir. Arama kararında veya emrinde, aramanın nedenini
oluşturan fiil, aranılacak kişi, karar veya emrin geçerli olacağı zaman süresi
açıkça gösterilmelidir. Aramanın yapılacağı konut veya diğer yerin adresinin
açık olarak gösterilmesi gerekse bile bina numarasının yanlış gösterilmesi gibi
basit hatalar, hukuka aykırılık teşkil etmez. Arama kolluk tarafından icra
edilmekle birlikte hakim veya Cumhuriyet savcısı her zaman aramaya katılıp
nezaret edebilir. Hakim veya Cumhuriyet savcısının katılımıyla yapılan
aramalarda herhangi bir işlem tanığının bulundurulmasına gerek yoktur. Kolluk
tarafından, hakim veya Cumhuriyet savcısı hazır olmaksızın konut, işyeri veya
diğer kapalı yerlerde yapılan aramalarda ise o yer ihtiyar heyetinden veya
komşulardan iki kişinin hazır bulundurulması yasal bir zorunluluk olup, bu
zorunluluk, Yargıtay CGK'nın 28/04/2015 gün ve 2013/9-464 esas, 2015/132 karar
sayılı ilamında "o yer ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi hazır
bulundurulmaksızın yapılan aramanın hukuka aykırı olduğu ve arama sonucu elde
edilen delilin de hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş delil niteliğinde
bulunduğu, bu nedenle hükme esas alınamayacağı" şeklinde ortaya konmuştur.
Aranacak yerlerin sahibi veya eşyanın zilyedi aramada hazır bulunabilir, kendisi
bulunmazsa temsilcisi veya ayırt etme gücüne sahip hısımlarından biri veya
kendisiyle birlikte oturmakta olan bir kişi veya komşusu hazır bulundurulur.
CMK'nın 120/3. maddesi uyarınca kişinin avukatının aramada hazır bulunmasına ve
bu kapsamda hazır bulunabilmesi için ilgili tarafından çağrılmasına engel
olunamaz.Bununla birlikte aramanın sonuçsuz kalmasına neden olabilecekse
avukatın çağrılması veya beklenilmesi şart değildir. Ancak, kolluk kuvvetlerine
ve yargı merciilerine "engel olmama" biçiminde negatif yükümlülük öngören bu
hükmün avukatın hiçbir şekilde çağrılmayacağı ve beklenilmeyeceği şeklinde
yorumlanmaması, aksine uygulamaların arama işlemini ve bunun sonucunda elde
edilen delilleri hukuka aykırı hale getirebileceğinin unutulmaması gerekir. Bu
nedenle talep edilmesi durumunda bu istek aramayı tehlikeye sokacak veya
sonuçsuz bırakacak nitelikte olmadığı müddetçe arama mahallinde gerekli
tedbirler alınarak makul bir süre kişinin avukatının beklenilmesi ceza
muhakemesinin amaç ve ilkelerine daha uygun olacaktır. Nitekim öğretide de
"muhakemenin her aşamasında avukat yardımından yararlanmak mümkün olduğuna göre,
aramada da sanık kadar onun avukatının da hazır bulunma hakkının olduğu kabul
edilmelidir. Ancak bir avukat çağrılması ve beklenilmesi aramayı sonuçsuz
bırakacağı hallerde, diğer bir ifadeyle gecikmede tehlikelinin bulunması halinde
artık bu haktan yararlanılmaması gerekir" (Veli Özer Özbek, Ceza Muhakemesinde
Koruma Tedbiri Olarak Arama, Seçkin Yayınları, Ankara, 1999, 1. Bası,
s.132-133). Bunun yanında "Hakkında arama tedbiri uygulanan kişinin avukatının
aramada hazır bulunmasına engel olunamaz. Ancak, avukat çağrılması ve beklenmesi
aramayı sonuçsuz bırakmayacak olmalıdır" (Nur Centel, Hamide Zafer, Ceza
Muhakemesi Hukuku, Beta Yayınları, İstanbul, Eylül 2014, 11. Bası, s.393)
şeklinde görüşler de ileri sürülmüştür. Konut, işyeri, bina gibi birden fazla
odası veya bağımsız bölümü olan mahallerde; şüpheli, malik, yetkili veya zilyed
gibi ilgili kişilerin arama sırasında hazır bulunması; mezkur kişilerin arama
yapılan yerin sadece bir bölümünde bulundurulması veya bekletilmesi demek
değildir. Aramanın yapıldığı her bölümde, ilgilinin ve/veya müdafiinin hazır
bulunma, aramanın kendi gözetiminde yapılmasını isteme hakkı vardır. Şüpheliye
ve diğer kişilere böyle bir hak, aleyhlerine suç delili olabilecek eşyanın elde
edilmesine tanık olabilmeleri ve oluşabilecek kuşkuları ortadan kaldırmak için
verilmiştir. Bu husus savunma hakkının bir parçası olup aynı anda birden fazla
yerde arama yapan kolluk, bu hakkın kısıtlanması sonucunu doğuracak şekilde
hareket etmemelidir. Yine arama faaliyetinin tamamı, işlem tanığı olarak mahalde
bulunan şahısların da huzurunda yapılmalı; bu şahıslar elde edilen her delile,
bulunduğu yere, bulunma yöntemine ve muhafaza altına alınışına tanıklık
etmelidir. Aksine yapılan uygulama -itiraz vaki olduğunda-arama tutanağında
yazılmış ve imza altına alınmış olsa dahi elde edilen delilin sıhhati bakımından
kuşku doğuracak ve o delili CMK’nın 206. maddesi uyarınca hukuka aykırı olarak
elde edilmiş delil vasfına sokabilecektir. 2559 sayılı Polis Vazife ve Salahiyet
Kanunu’nun 9. ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin 18 – 26. maddelerinde
düzenlenen önleme araması -ki adli aramadan farklı olaraksuçun işlenmesinden
önceki alanla ilgili idari tedbirlerdendir. Adli aramanın amacı şüpheli veya
sanığın yakalanması ya da suç delillerinin ele geçirilmesi iken; önleme araması,
genel emniyet ve asayişin korunması ve tehlikelerin önlenmesi amacıyla
başvurulan bir yoldur. Başlangıçta suç işlenmesinin önlenmesi düşüncesi olsa
bile, suç şüphesi ortaya çıktığı andan itibaren yapılacak durdurma ve arama adli
bir nitelik taşıyacaktır. Suç şüphesinin ortaya çıkmasından sonra CMK kuralları
uygulanması gerektiğinden, arama işleminin önceden alınmış bulunan önleme
araması kararına göre değil CMK kurallarına göre icra edilmesi gerekmektedir.
Başka bir deyişle, önleme araması sonucunda bir suç unsuruna veya deliline
rastlanırsa koruma altına alınacak ve durum Cumhuriyet Başsavcılığına derhâl
bildirilerek elkoyma işlemini gerçekleştirmek üzere Cumhuriyet savcısından yeni
bir yazılı emir istenecektir. Cumhuriyet savcısına ulaşılamadığı hâllerde kolluk
âmirinin yazılı emriyle de elkoyma yapılabilecektir. Hâkim kararı olmaksızın
yapılan elkoyma işlemi, yirmidört saat içinde görevli hâkimin onayına
sunulmalıdır. Arama işlemi tutanağa bağlanır. Tutanakta aramanın sonuçları, el
konulan suç eşyasına ilişkin tereddüt hasıl olmayacak şekilde ayırt edici ve
belirleyici bilgiler ve arama işlemini yapanların adı, soyadı, sicili ve unvanı
hususları yer almalıdır. CMK’nın 122. maddesinin 2. fıkrasında “Belge ve
kâğıtların zilyedi veya temsilcisi kendi mührünü de koyabilir veya imzasını
atabilir. İleride mührün kaldırılmasına ve kâğıtların incelenmesine karar
verildiğinde bu işlemin yapılmasında hazır bulunmak üzere, zilyedi veya
temsilcisi ya da müdafii veya vekili çağrılır; çağrıya uyulmadığında gerekli
işlem yapılır.” şeklinde düzenleme mevcuttur. b-Askeri Mahallerde Arama Askeri
mahallerde yapılacak yapılacak aramalarda Cumhuriyet savcısının katılımı zorunlu
olup ayrıca arama, genel kolluk tarafından değil askeri makamlar tarafından
yerine getirilecektir. ‘Askeri Mahal’den ne anlayacağımız ve nerelerin askeri
mahal olduğu, CMK’nın madde gerekçelerinde belirtilmiştir. Buna göre 211 sayılı
Türk Silahlı Kuvvetleri İç Hizmet Kanunu’nun 12. maddesinde tanımlanan kıt’a,
taktik birlik, idari birlik, karargah ve askeri kurumlar; aynı Kanun'un 51.
maddesinde açıklanan kışla ve benzeri yerler, 100. maddede belirtilen
orduevleri, askeri gazinolar ve kışla binaları askeri bina olup askeri mahal
niteliğinde oldukları açıklanmıştır. c-Bilgisayarlarda, Bilgisayar
Programlarında ve Kütüklerinde Arama, Kopyalama ve Elkoyma Bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma 5271
sayılı CMK’nın 134. maddesinde düzenlenmiş olup, CMK’nın 116 ve 123. maddeleri
arasında yer alan arama koruma tedbirinin özel bir görünümünü oluşturmaktadır.
CD, DVD, flash bellek, disket, harici ve dahili harddisk, bilgisayar özelliği
içeren noktaları bakımından akıllı telefon ve benzerlerinden elde edilen ve
tamamı “dijital delil” olarak adlandırılan, suistimale müsait olan verilerin;
sıhhatini ve güvenliğini sağlamak amacıyla ve bireyin özel hayatına, kişisel
verilerine yönelik olumsuz tesirleri göz önünde tutularak “son çare” olarak
başvurulabilecek “özel koşullara bağlı” bir koruma tedbiri olması nedeniyle,
genel adli aramadan ayrıksı ve istisnai olarak, ayrıntılı düzenlenmiş olup, bu
hallerde arama kararının yalnızca hakim tarafından verilebileceği öngörülmüştür.
Soruşturma tarihinde yürürlükte bulunan CMK'nın 134. maddesine göre;
“(1) Bir suç dolayısıyla yapılan soruşturmada, başka surette delil elde etme
imkanının bulunmaması halinde, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine şüphelinin
kullandığı bilgisayar ve bilgisayar programları ile bilgisayar kütüklerinde
arama yapılmasına, bilgisayar kayıtlarından kopya çıkarılmasına, bu kayıtların
çözülerek metin haline getirilmesine hakim tarafından karar verilir.
(2) Bilgisayar, bilgisayar programları ve bilgisayar kütüklerine şifrenin
çözülememesinden dolayı girilememesi veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması
halinde çözümün yapılabilmesi ve gerekli kopyaların alınabilmesi için, bu araç
ve gereçlere elkonulabilir. Şifrenin çözümünün yapılması ve gerekli kopyaların
alınması halinde, elkonulan cihazlar gecikme olmaksızın iade edilir.
(3) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoyma işlemi sırasında, sistemdeki
bütün verilerin yedeklemesi yapılır.
(4) İstemesi halinde, bu yedekten bir kopya çıkarılarak şüpheliye veya vekiline
verilir ve bu husus tutanağa geçirilerek imza altına alınır.
(5) Bilgisayar veya bilgisayar kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki
verilerin tamamının veya bir kısmının kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler
kâğıda yazdırılarak, bu husus tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza
altına alınır.” Hükmün uygulanmasına ilişkin ayrıntılara Yönetmelikte yer
verilmiştir. Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği'nin 17. maddesi
(Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve
el koyma), CMK'nın 134'üncü maddesi temelinde düzenlenmiştir. Gelişen
teknolojiyle beraber hayatın her alanında kullanılan bilişim teknolojisi
muhakeme konusu olayların aydınlatılmasında etkin rol oynayan deliller arasında
ön sıralarda yer almaktadır. 5070 sayılı Elektronik İmza Kanunu'nda “elektronik,
optik veya benzeri yollarla üretilen, taşınan veya saklanan kayıtlar” olarak
tanımlanan ve bilişim teknolojilerinin temel işlev aracı olan elektronik
veriler, bilgisayar sistemleri tarafından otomatik olarak (değişken IP
adresleri, log kayıtları, güvenlik kamerası kayıtlar vb.) oluşturulabileceği
gibi kullanıcılar tarafından bilgisayar medyaları (dizüstü bilgisayar, PC, hard
disk, USB Bellek, CD/DVD, bilgisayar işletim sistemi vasıtasıyla çalışan ve veri
yüklenebilen akıllı telefon, mp3 çalar video kameralar, vb.) üzerinde de
oluşturulabilmektedir. Soruşturma aşamasında olayın aydınlatılması amacıyla el
konulan veya talep edilen elektronik verilerden doğrudan suçla ilgili olanlar
ise elektronik delil olarak kabul edilmektedir. Elektronik delil, bir elektronik
araç üzerinde saklanan veya bu araçlar aracılığıyla iletilen, soruşturma
açısından değeri olan bilgi ve verilerdir. (KESER BERBER, Leyla; Adli Bilişim,
Yetkin Yayınları, Ankara 2004, sy 46) Maddenin üçüncü fıkrasında belirtilen
‘yedekleme’ tabirinden, ‘imaj alma’ işlemini anlamak gerekir. Zira imaj alma,
dijital medyanın alelade kopyalanması değil aktif, silinmiş veya artık
alanlarında bulunan verilerin, orijinal medyadaki haliyle bire bir aynı, adeta
aynadaki görüntüsü gibi yedeklenmesidir. “Delillerin alındığı aşamadaki
sıhhatinin korunması amacıyla, işlemi yapan kolluk tarafından, bilgisayarın hard
diski alındığı anda öncelikle hash değeri alınarak tutanak tutulmalı ve bütün bu
imaj alma, yedekleme vb. işlemler şüpheli veya vekilinin yanında
gerçekleştirilmelidir.” (ÖZEN, Muharrem – ÖZOCAK, Gürkan; Adli Bilişim,
Elektronik Deliller ve Bilgisayarlarda Arama ve El Koyma Tedbirinin Hukuki
Rejimi; Ankara Barosu Dergisi, sayı:2015/1 Yıl:73) CMK’nın 134. maddesi uyarınca
arama kararı, Cumhuriyet savcısının istemi üzerine hakim tarafından verilir.
Diğer koruma tedbirlerinin aksine, suç üstü veya gecikmesinde sakınca bulunan
hallerde dahi Cumhuriyet Savcısı bu kararı veremez. Cumhuriyet Savcısı
tarafından, gecikmesinde sakınca bulunan hal gerekçesiyle verilen arama kararına
istinaden yapılan aramada elde edilen dijital delillerle ilgili sonrasında hakim
tarafından el koymanın onanması ve CMK 134. madde uyarınca incelenmesi kararı
verilse dahi, bu kararlar, savcı emri ile yapılan aramada elde edilen delilleri
hukuka uygun hale getirmez. “Zira, ceza muhakemesinde, ancak hukuka uygun
yollarla elde edilmiş deliller soruşturma ve yargılamaya konu edilebilir, aksi
halde, kanunda öngörülen usullerden birine dahi uyulmaması durumunda, elde
edilen delil “kanuna aykırı delil” olacak ve herhangi bir hukuki anlam
içermeyecektir.” (ÖZEN – ÖZOCAK, Ankara Barosu Dergisi, 2015/1 Yıl:73) CMK’nın
134. maddesi, dijital medyaların önce mahallinde incelenmesini, bilgisayar
programlarına veya kütüklerine şifrenin çözülememesinden dolayı girilememesi
veya gizlenmiş bilgilere ulaşılamaması halinde ise bilgisayarlara el konulmasını
öngörmektedir. Bu hüküm uygulamada bazı sıkıntılara yol açmaktadır. Zira,
bilgisayarda yerinde inceleme yapılması çoğu kez mümkün ve sıhhatli olmayıp,
teknik yetersizliklerden dolayı imaj da alınamamaktadır. Dijital delillerin
hukuka uygun yöntemlerle elde edildiğinin kabul edilebilmesi bakımından bu nokta
önemlidir. Ceza muhakemesinde deliller kanuna uygun olmalı ve kanuna uygun
yöntemlerle elde edilmelidir. Adil yargılanmanın sağlanabilmesi, soruşturma ve
kovuşturma aşamalarında toplanan bulguların delil değeri taşıyabilmesi için,
şüpheli veya sanıktan elde edilen dijital verilerin, yasa ile sınırları
belirlenmiş teknik gerekliliklere uygun olarak toplanması ve sonucunda yargılama
makamlarına eksiksiz, bozulmamış halde sunulması gerekmektedir. Yasa koyucunun,
CMK’nın 134. maddesini ayrıntılı olarak düzenlemesinin amacı da budur. Dijital
delillere harici müdahalenin teknik olarak mümkün olması, çoğu zaman kim
tarafından hangi tarihte müdahale yapıldığının da belirlenememesi karşısında,
güvenli bir şekilde el konulup incelenebilmesi için mahallinde imaj alındıktan
sonra orijinal medyanın şüpheliye bırakılması gerekmekte ise de bu şart
soruşturma yapan kolluk personelinin teknik yetersizliği, ekipman yokluğu,
ortamın incelemeye elverişli olmaması gibi nedenlerle yerine getirilememektedir.
Bu itibarla arama ve elkoymanın özel bir hali olarak CMK'nın 134. maddesinde
düzenlenen ve özel hayatın gizliliğine daha fazla müdahale içermesi nedeniyle
yasa koyucu tarafından genel arama ve elkoymadan daha sıkı koşullara tabi
tutulan bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama ve
elkoymanın bu özelliği gözardı edilmek suretiyle, aramayı gerçekleştiren
kişilerce elkoyma işlemine geçildiği sırada sistemdeki verilerin yedeklemesi
(imaj-adli kopya) yapılmadan ve yedekten bir kopya alınıp şüpheli veya vekiline
verilmeden, ya da yukarıda yazılı nedenlerden dolayı mahalde yedekleme ve
yedekten kopya verme olanağının bulunmadığının objektif olarak kabulünde
zorunluluk bulunan hallerde, aramayı yapan kolluk birimince dijital delillere
müdahaleyi önleyecek şekilde, seri numaraları tutanağa yazılmak suretiyle
usulüne uygun olarak zapt edilip mühürlenmeden, şüpheli veya müdafiinin istemesi
halinde nezaret etme ve denetleme imkanı sağlanarak inceleme mahalline kadar
eşlik etmesi sağlanmadan ve bu yerde şüpheli veya müdafiinin hazır bulunmasına
imkan verildikten sonra mümkün olan en kısa süre içinde mühür açılıp, dijital
medyanın derhal imajının alınarak ilgilisine de imajlardan bir kopya ve orijinal
medya teslim edilmeden, yine sanık veya müdafiinin mühür açma işlemi sırasında
hazır bulunmasının mümkün olmadığı hallerde, mühür açma işleminin arama ve el
koyma kararını veren hakimin huzurunda açılarak imaj alma işleminin bu sırada
yapılması yoluna gidilmeden inceleme yapılması halinde arama ve elkoyma
işleminin yasaya ve hukuka uygunluğundan bahsetmek mümkün olmadığı gibi bu yolla
elde edilen delillerin de hukuka uygunluğu tartışılır hale gelecek ve yargılama
makamınca hükme esas alınması mümkün olamayacaktır. d-Avukat Bürolarında Arama
ve Elkoyma Ceza Muhakemesi Kanunu ve 1136 sayılı Avukatlık Kanunu, avukatın
bürosunda ve ikametinde elkoyma ile ilgili işlemleri genel hükümlerden ayrıksı
ve istisnai olarak düzenlemiştir. Zira avukatın sır saklama yükümlülüğünün
korunması, savunma hakkının önemli bir uzantısıdır. Avukatlık Kanunu’nun 36.
maddesinde, “Avukatların, kendilerine tevdi edilen veya gerek avukatlık görevi,
gerekse Türkiye Barolar Birliği ve barolar organlarındaki görevleri dolayısıyla
öğrendikleri hususları açığa vurmaları yasaktır” denilmiş, ikinci fıkrada ise
avukatların öğrendikleri hakkında ancak müvekkillerinin izin vermesi durumunda
tanıklık edebileceği, ancak bu halde de tanıklıktan çekinme hakkına sahip
oldukları belirtilmiştir. Avukatlar hakkındaki arama ve elkoyma koruma
tedbirleri de özel olarak düzenlenmiştir. Bunun sonucunda avukatın mesleği
gereği elinde bulunan, savunmaya dair olan ve müvekkili ile ilgili belgelerin
genel kurallara göre yapılacak aramada ve el koymada açığa çıkmasının önüne
geçilmiş, avukatın sır saklama yükümlülüğüne uygun kurallar getirilmiştir.
CMK’nın 130. maddesinde,
“(1) Avukat büroları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla
ilgili olarak Cumhuriyet savcısının denetiminde aranabilir. Baro başkanı veya
onu temsil eden bir avukat aramada hazır bulundurulur.
(2) Arama sonucu elkonulmasına karar verilen şeyler bakımından bürosunda arama
yapılan avukat, baro başkanı veya onu temsil eden avukat, bunların avukat ile
müvekkili arasındaki meslekî ilişkiye ait olduğunu öne sürerek karşı koyduğunda,
bu şey ayrı bir zarf veya paket içerisine
istenir. Yetkili hâkim elkonulan şeyin avukatla müvekkili arasındaki meslekî
ilişkiye ait olduğunu saptadığında, elkonulan şey derhâl avukata iade edilir ve
yapılan işlemi belirten tutanaklar ortadan kaldırılır. Bu fıkrada öngörülen
kararlar, yirmidört saat içinde verilir.
(3) Postada elkoyma durumunda bürosunda arama yapılan avukat veya baro başkanı
veya onu temsil eden avukatın karşı koyması üzerine ikinci fıkrada belirtilen
usuller uygulanır.” denilmektedir. Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesinde, “(1)
Avukatların avukatlık veya Türkiye Barolar Birliği ya da baroların
organlarındaki görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri suçlardan
dolayı haklarında soruşturma, Adalet Bakanlığının vereceği izin üzerine, suçun
işlendiği yer Cumhuriyet savcısı tarafından yapılır. Avukat yazıhaneleri ve
konutları ancak mahkeme kararı ile ve kararda belirtilen olayla ilgili olarak
Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile aranabilir.
Ağır ceza mahkemesinin görev alanına giren bir suçtan dolayı suçüstü hali
dışında avukatın üzeri aranamaz.
(2) Hukuk Usulü Muhakemeleri Kanunu ile Ceza Muhakemesi Kanun'unun duruşmanın
inzibatına ilişkin hükümleri saklıdır. Şu kadar ki, bu hükümlere göre avukatlar
tutuklanamayacağı gibi, haklarında disiplin hapsi veya para cezası da
verilemez.” Avukat bürolarında arama, mutlaka bir mahkeme kararına istinaden,
Cumhuriyet savcısının denetiminde ve baro temsilcisi arama tanığı sıfatıyla
hazır bulunduğu halde yapılabilecektir. Bu esnada, genel arama bölümünde
aramanın ne şekilde yapılacağına dair belirtilen kurallara riayet edilmelidir.
CMK’nın 130/2. maddesine göre, avukat bürosunda yapılan arama sonucu elde edilen
delillerin, avukat-müvekkil arasındaki mesleki ilişkiye dair olduğu hususundaki
itiraz, bürosu aranan avukat veya aramada hazır bulunan baro temsilcisince
yapılabilir. Bu durumda, itiraza konu delil, okunmaksızın ve incelenmeksizin
ayrı bir delil torbası içerisine konularak mühürlenir ve itirazı karara
bağlaması için hakime teslim edilir. Hakim, elkonulan şeyin avukatla müvekkili
arasındaki mesleki ilişkiye dair olduğuna karar verirse, mezkur delil avukata
iade edilir. Aksine karar verildiğinde ise bu delil artık soruşturma kapsamında,
soruşturma makamlarınca incelenip değerlendirilir. Bu kararlar yirmi dört saat
içinde verilir. Avukat konutları ile ilgili düzenleme, Avukatlık Kanunu’nun 58.
maddesinde olup, aramaya dair istisnai kurallar yalnızca avukatların
görevlerinden doğan veya görev sırasında işledikleri iddia edilen suçlarla
sınırlıdır.
Yani soruşturma konusu suç, şüphelinin avukatlık mesleği ile ilgili değilse,
arama CMK’daki genel arama usullerine göre yapılır.
2-ARAMADA ELDE EDİLEN BELGE VE EVRAKIN İNCELENMESİ
CMK'nın 122. maddesi aramada ele geçirilen belge ve kağıtlar incelemeye yetkili
mercileri ve inceleme şeklini düzenlemektedir. Yukarıda anılan Kanun'un 122
maddesine göre,
"(1) Hakkında arama işlemi uygulanan kimsenin belge veya kağıtları inceleme
yetkisi, Cumhuriyet savcısı ve hakime aittir.
(2) Belge ve kağıtların zilyedi veya temsilcisi kendi mührünü de koyabilir veya
imzasını atabilir. İleride mührün kaldırılmasına ve kağıtların incelenmesine
karar verildiğinde bu işlemin yapılmasında hazır bulunmak üzere, zilyedi veya
temsilcisi ya da müdafii veya vekili çağrılır; çağrıya uyulmadığında gerekli
işlem yapılır.
(3) İnceleme sonucu soruşturma veya kovuşturma konusu suça ilişkin olmadığı
anlaşılan belge veya kâğıtlar ilgilisine geri verilir.” Kolluk görevlileri arama
işlemi sırasında belirtilen nitelikte kağıtlara rastladıklarında bunları
ilgilinin rızası olsa bile okumayarak bir zarfa koyacak ve mühürleyecektir.
Kolluk görevlileri, soruşturma ve kovuşturma konusu suçla ilgilisi olmayan ve
belgelerin incelenmesi sırasında öğrenilen kişilere ait özel bilgilerin, kişisel
veri olarak korunması gerektiğini, maddenin amacının ilgilinin suçla ilişkisi
bulunmayan ve onun özel hayatı ve ilişkilerine dair yazıların ne surette olursa
olsun başkaları tarafından okunmamasını sağlamak ve böylece özel hayatın
dokunulmazlığını güvence altına almak olduğunun göz önünde tutmalıdır. Nitekim,
Adli ve Önleme Arama Yönetmeliği'nin 16/2. maddesinde kolluk görevlilerinin
aramada ele geçen belge ve kağıtları inceleme yetkisi bulunmadığı
vurgulanmıştır. Buna göre; "kolluk arama sırasında ele geçen belge ve kağıtlara
suçla ilgili olup olmadığını tespit amacıyla incelemeksizin bakabilir, suçla
ilgili olabileceğinden şüphelendiği anda Kanun'un öngörüldüğü şekilde
incelenecek belge ve kağıtları ambalajlayarak mühürler." Maddede açıkça
belirtildiği üzere belge ve kağıtlara zilyedi veya temsilcisi el konulan bu
belge ve kağıtların değiştirilmesini önlemek amacıyla kendi özel mührünü
koyabilir veya imzasını atabilir. Mührü kaldırarak incelemeye karar verildiğinde
hazır bulunmak üzere zilyedi Hakimin ve savcının yapacağı inceleme kağıdın delil
olma veya müsadere edilebilir özelliğine sahip olup olmadığını Özer Özbek,
olarak emniyet altına almaktır.(Veli Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar
Bacaksız, İlker Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku Ankara, 2012 sf.369) Arama
sırasında, devlet sırrı niteliğinde olan belgelere de rastlanabilir. 5271 sayılı
CMK’nın 125. maddesine göre;
“(1) Bir suç olgusuna ilişkin bilgileri içeren belgeler, Devlet sırrı olarak
mahkemeye karşı gizli tutulamaz.
(2) Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgeler, ancak mahkeme hâkimi
veya heyeti tarafından incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece yüklenen
suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler, hâkim veya mahkeme
başkanı tarafından tutanağa kaydettirilir.
(3) Bu Madde hükmü, hapis cezasının alt sınırı beş yıl veya daha fazla olan
suçlarla ilgili olarak uygulanır.” Anılan maddenin gerekçesi incelendiğinde,
mahkemelerin, resmi devlet kurumlarından, niteliklerini öngörerek isteyeceği
devlet sırrı niteliğindeki belgelerin kastedildiği anlaşılmaktadır. Şu halde
Cumhuriyet savcısı soruşturma aşamasında CMK’nın 122. maddesi gereğince, arama
esnasında sanıklardan ele geçecek belgeleri inceleyebilecek, bu belgelerin
devlet sırrı niteliğinde olduğu şüphesine ulaştığı halde ise yalnızca 125. madde
uyarınca işlem yapılması için belgeleri muhafaza altına alabilecektir. Fakat
yalnızca mahkemeye ait olan yetkiyi kullanma anlamına gelecek şekilde, bu
belgelerin niteliğine ilişkin araştırma yapamayacaktır. Kolluk personelinin ise
yukarıda belirtildiği üzere normal belgelerde dahi inceleme yetkisinin çok
kısıtlı olduğu dikkate alındığında, devlet sırrı niteliği taşıyan belgeleri
incelemesinin mümkün olmadığı kabul edilmelidir. Kolluk görevlisi arama
esnasında, belgenin soruşturma konusu suçla ilgili olup olmadığının tespiti ile
sınırlı olan ön incelemesinde, bir belgenin devlet sırrı niteliğinde olduğundan
kuşkulanır ise derhal Cumhuriyet savcısına bilgi verip, evrakı mühürlü zarf
içinde Cumhuriyet savcısına teslim etmeli, Cumhuriyet savcısı ise yukarıda
açıklanan silsile doğrultusunda usuli işlemleri tamamlamalıdır. 3-ARAMANIN
HUKUKA AYKIRILIĞI VE BU AYKIRILIĞIN SONUÇLARI: Aramanın hukuka aykırı olması,
arama karar veya emrinin ya da aramanın icrasının hukuka aykırı olması anlamına
gelmektedir. Hukuka aykırılık, bir hukuk kuralının uygulanmaması veya yanlış
uygulanmasıdır. Kanuna aykırılıktan daha geniş bir içeriğe sahip olan hukuka
aykırılık kavramının çerçevesi ve kapsamı belirlenirken gerek pozitif hukuk
kurallarına gerekse temel hak ve hürriyetlere ilişkin evrensel hukuk ilkelerine
aykırılık bulunup bulunmadığı gözetilmelidir. Nitekim, Anayasa Mahkemesi’nin
22.06.2001 gün ve 2-2 sayılı kararında, “Hukuka aykırılık en başta milli hukuk
sistemimiz içinde yürürlükteki tüm hukuk kurallarına aykırılık anlamına gelir.
Bu çerçeve içinde, anayasaya, usulüne uygun olarak kabul edilmiş uluslararası
sözleşmelere, kanunlara, kanun hükmünde kararnamelere, tüzüklere,
yönetmeliklere, içtihadı birleştirme kararlarına ve teamül hukukuna aykırı
uygulamaların tümü hukuka aykırılık kavramı içinde yer alır. Bunun dışında,
hukuk sistemimiz, hukukun genel ilkeleri adı verilen ve uygar dünyanın tüm
medeni ülkelerinde uygulanan kuralları da hukuk kuralı olarak kabul etmektedir.
Hukukun genel ilkelerinin neler olduğu konusunda bir belirsizlik olsa da,
hukukun genel ilkelerinin hukuki bağlayıcılığı bulunduğu gerek uygulamada
gerekse doktrinde tartışmasız olarak kabul edilmektedir. Anayasa Mahkememiz de
birçok kararında, hukukun genel ilkelerinin varlığını kabul etmenin hukuk
devletinin gereklerinden biri olduğunu ve bu ilkelerin yasa koyucu tarafından
dahi yok edilemeyeceğini hükme bağlamıştır. (Örneğin, E. 1985/31 K. 1986/1, KT.
17.3.1986, Anayasa Mahkemesi Kararlar Dergisi, S.22. s.115) Anayasa
Mahkemesi’nin bu görüşleri çerçevesinde hukukun genel ilkeleri, yasalardan,
hatta Anayasa’nın değiştirilebilir hükümlerinden de üstün bir konuma
getirilmiştir” denilmektedir. Bu itibarla aramanın hukuka uygun olup olmadığı
arama tedbirine başvurulma şartları ve uygulanmasıyla ilgili gerek pozitif hukuk
kuralları gerekse evrensel hukuk kaideleri göz önünde bulundurularak bütüncül
bir bakış açısıyla belirlenmelidir. Aramanın hukuka aykırı olmasının ceza
muhakemesi açısından sonucu arama sonucunda elde edilen delillerin hükme esas
alınamamasıdır. CMK'nun 217. maddesinde,
"(1) Hâkim, kararını ancak duruşmaya getirilmiş ve huzurunda tartışılmış
delillere dayandırabilir. Bu deliller hâkimin vicdanî kanaatiyle serbestçe
takdir edilir.
(2) Yüklenen suç, hukuka uygun bir şekilde elde edilmiş her türlü delille ispat
edilebilir” denilmiş; aynı Kanun'un 206. maddesinin 2. fıkrasının (a) bendinde
de ortaya konulmak istenen delilin kanuna aykırı olarak elde edilmiş olması
halinde reddolunacağı ifade edilerek, hukuka uygun olarak elde edilmeyen
delillerin ispat aracı olarak kabul edilmeyeceği ve hükme esas alınmayacağı
açıklanmıştır. Kaldı ki, aynı Kanun'un 230. maddesinin birinci fıkrası uyarınca,
mahkumiyet hükmünün gerekçesinde delillerin tartışılması ve değerlendirilmesi,
hükme esas alınan ve reddedilen delillerin belirtilmesi, bu kapsamda dosya
içerisinde bulunan ve hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin ayrıca ve
açıkça gösterilmesi de zorunludur. Her şekle aykırılığın aynı zamanda bir hak
ihlaline de yol açacağı şeklindeki bir kabul isabetli değil ise de bu şekle
aykırılık, elde edilen delilin güvenilirliğini tartışmalı hale getiriyorsa,
herhalde hükme esas alınmaması gerekir. Ancak usulüne göre alınmış arama
kararına istinaden, herhangi bir hak ihlaline neden olunmadan yapılan,
güvenirliği konusunda kuşku bulunmayan arama sonucunda ele geçen delillerin,
sadece arama sırasında bulunması gereken kişilerden birinin orada
bulundurulmaması suretiyle şekle aykırı hareket edildiğinden bahisle “hukuka
aykırı olarak elde edilmiş delil” sayılmaları ve mahkumiyet hükmüne dayanak
teşkil edememeleri de kabul edilemez. Bu açıklamalar ve ilkeler çerçevesinde
dosya incelendiğinde; -İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 20.03.2008 gün ve
2008/421 D. İş sayılı arama kararına istinaden İşçi Partisi, Aydınlık Dergisi ve
Ulusal Kanal Genel Merkezlerinin Eti Mahallesi Toros Sokak No:9 Maltepe/ANKARA
adresinde kollukça yürütülen arama faaliyetinde, -Arama kararının gecikmesindeki
sakıncalı ve zorunluluk gerektiren durum açıklanıp gösterilmeksizin CMK’nın 250.
maddesiyle yetkili mahkeme tarafından, yetki sınırlarının dışında olan Ankara
ili için arama kararı verildiği; -Arama kararında gece vakti arama yapılmasına
izin verilmesini haklı kılacak yasal bir gerekçe gösterilmediği gibi ekindeki
soruşturma evrakında da buna dair somut olgu ve kanıtların tespit edilemediği;
-Kolluk tarafından 21.03.2008 günü saat 04:00 sıralarında, arama yapılacak
binaya, işlem tanıkları olan Eti Mahallesi Muhtarı Oktay Çağlar ve aza Ali
Cantürk olduğu halde gelindiği; bu esnada binada, güvenlik görevlisi Yücel
Aydın, iki partili ve genel başkan olan sanık Doğu Perinçek’in bulunduğu; kolluk
ekiplerinin önce binanın dördüncü katındaki genel başkanlık makamı ve eklerinin
bulunduğu yere gittikleri ve aramaya oradan başlandıktan yaklaşık kırk beş
dakika sonra avukatlar Mehmet Cengiz ve Nusret Senem’in aramaya katıldıkları, bu
katılım öncesinde genel başkanlık ve genel sekreterlik bölümlerinde aramanın
tamamlandığının da parti avukatlarınca iddia edildiği; çok sayıda kolluk
görevlisinin binanın katlarına ve odalarına arama faaliyeti için dağıldıkları;
bu esnada muhtar ve azanın büyük salon tabir edilen yerde bekletildikleri ve
bağımsız bölümlerde yapılan hiçbir aramanın bu şahısların huzurunda yapılmadığı;
aramalarda elde edildiği iddia edilen özellikle CD/DVD gibi dijital medyalara
seri numaraları ve ayırt edici özellikleri yazılmayarak el konulduğu; aramaya
katılan polislerce, binada ele geçirildiği iddia edilen CD/DVD, disket gibi
medyaların tamamının ilgililerce paraflandığı beyan edilmesine rağmen, özellikle
iddianameye ve gerekçeli karara konu edilen ve suç unsuru içerdiği kabul edilen
ve makam katında girişin karşısındaki sekreter odasının sağ tarafında bulunan
masaya ait etajerin çekmecesinden çıktığı iddia olunan Elba High Quality,
Caretta, Princo ve Versatile marka olmak üzere dört adet CD üzerinde avukatların
veya sair ilgililerin paraflarının olmadığı; ayrıca İşçi Partisi Genel Başkanı
sanık Doğu Perinçek’in saat 07:30-08:30 sıralarında gözaltına alınarak arama
mahallinden götürüldüğü, bu nedenle aynı gün saat 17:45’te sona erdiği anlaşılan
arama faaliyetinin genel başkan olan Doğu Perinçek'in yokluğunda yapıldığı;
-Ayrıca sanıklar ve müdafiileri tarafından, arama mahalline tutanakta imzası
bulunanların dışında ve sayıca çok fazla kolluk görevlisinin girerek aramaya
katıldığı; kolluk görevlilerinin birçok bağımsız bölüme avukatlar ve ilgililerin
yokluğunda girerek arama faaliyetinde bulundukları iddia edilmiş olmasına rağmen
yerel mahkeme tarafından bu hususların dikkate alınmadığı; -Mezkur arama
kararında CMK’nın 134. maddesi uyarınca, bilgisayarlarda, bilgisayar
programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesine dair
hiçbir hüküm olmadığı halde, arama kapsamında tüm dijital medyalara yasaya uygun
el koyma gerekçesi dahi yazılmadan el konulduğu, mahallinde imajlarının
alınmadığı ve ilgili avukatların talebine rağmen kopya verilmediği, tüm dosya
kapsamı ile mahkemece celp edilip dosya arasına örneği konulan Ankara 24. Asliye
Ceza Mahkemesi’nin 2010/318 esas ve 2010/1154 karar sayılı kararından
anlaşılmıştır. Ayrıca; a-İstanbul 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 20.03.2008 gün ve
2008/421 D. İş sayılı kararında yasal gerekçe ve somut olgu belirtilmeden gece
vakti arama yapılmasına izin verilmesi; mahkemenin, CMK’nın 250. maddesi
uyarınca belirlenen yargı çevresi dışındaki bir mahal için, haklı gerekçeleri ve
dayanakları gösterilmeden verdiği arama kararı ile arama yapılması; avukatların
beklenmesi durumunda aramanın sonuçsuz kalmasına neden olabilecek sebepler
belirtilmeden avukatların yokluğunda aramaya başlanması; işlem (arama)
tanıklarının tüm arama işlemlerine katılımının sağlanmayarak yalnızca bir
bölümde tutulması; bahse konu arama ve el koyma kararında, bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma
yapılabilmesine dair CMK’nın 134. maddesi uyarınca açık bir ibare bulunmadığı
halde yapılan aramada elde edildiği iddia olunan tüm dijital medyalara, seri
numaraları ve ayırt edici özellikleri yazılmayarak ve arama mahallinde imaj
alınmadan, ilgilisine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de
tutanağa yazılmadan el konulması ve bu suretle elde edilen delillerin sanıklar
Doğu Perinçek, Hayati Özcan, Nusret Senem, Hikmet Çiçek, Mehmet Adnan Akfırat,
Ferid İlsever, İbrahim Benli, Serhan Bolluk, Veli Küçük ve dolaylı olarak birçok
sanık bakımında suç delili olarak hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 116-127,
134, 162 ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi; b-Avukat olan sanıkların büro
ve ev aramalarına ilişkin olarak, aa) Sanıklar Nusret Senem ve Mustafa Levent
Göktaş’ın avukatlık bürolarında yapılan arama faaliyetinin incelenmesinde;
CMK’nın 250. maddesi uyarınca belirlenen yargı çevresi dışındaki bir mahal için,
haklı gerekçeleri ve dayanakları gösterilmeden verilen mahkeme kararlarında
bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve
el koyma yapılabilmesine dair CMK’nun 134. maddesi uyarınca açık bir ibare
bulunmadığı halde, kollukça sanıkların avukatlık bürolarında yapılan aramalarda
ele geçen dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, sanıklara veya
müdafiilerine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun olmayan gerekçe ile el
konulması; yine dijital ve basılı doküman şeklindeki bir çok delilin
avukat-müvekkil ilişkisine dair olduğu iddiaları karşısında, CMK’nın 130/2.
maddesi uyarınca, bu iddiaya konu delillerin incelenmeksizin mühürlenerek hakim
önüne götürülmesi ve hakimin karar vermesinden sonra sonucuna göre işlem
yapılması gerekirken, bu hususta bir
Yukarıda belirtilen dijital delillerin elde edilmesindeki hukuka aykırılıkların
yanında, 1136 sayılı Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesi uyarınca, avukatların
görevleri sırasında ve görevlerinden dolayı işledikleri suçlardan dolayı
evlerinde ve bürolarında yapılacak aramanın, kararda belirtilen olayla ilgili
olarak Cumhuriyet savcısı denetiminde ve baro temsilcisinin katılımı ile
yapılacağı düzenlenmiş olup, yerel mahkemenin verdiği mahkumiyet kararında,
sanığın bizatihi avukatlık mesleği faaliyetlerinin dahi suç unsuru olarak kabul
edildiğinin anlaşılması karşısında, 26.03.2008 günü sanığın evinde Cumhuriyet
savcısı ve baro temsilcisinin yokluğunda arama yapılması; cc) Sanık Kemal
Kerinçsiz’in aramalarına gelince; elde edilen dijital medya ve basılı doküman
şeklindeki bir çok delilin avukat-müvekkil ilişkisine dair olduğu iddiaları
karşısında, CMK’nın 130/2. maddesi uyarınca, bu iddiaya konu delillerin
incelenmeksizin mühürlenerek hakim önüne götürüldüğü, doküman delilleri hakim
tarafından incelenmiş ise de dijital delillerin, hakim tarafından bilirkişi
olarak atanan kolluk personelince incelenmesi ve hakim tarafından verilen
kararın bu incelemeye dayandırılması suretiyle CMK’nın 130, 134 ve 217.
maddeleri ile Avukatlık Kanunu’nun 58. maddesine muhalefet edilmesi; c-CMK’nın
250. maddesi uyarınca belirlenen yargı çevresi dışındaki bir mahal için, haklı
gerekçeleri (gecikmesinde sakınca bulunan ve zorunluluk gerektiren durum) ve
dayanakları gösterilmeden verilen hakim kararına istinaden sanıklar Alparslan
Arslan, Aykut Metin Şükre, Aydoğan Aksüngü, Hakan Arıkan, Hayri Bildik, Bülent
Baş, İlyasGümrükçü, Mehmet Bedri Gültekin, Özlem Usta, İbrahim Özcan, Mehmet Ali
Çelebi, Noyan Çalıkuşu, Yaşar Tozkoparan, Hasan Hüseyin Uçar, Doğukan Yorulmaz,
Ercüment Ovalı, Hamza Demir, Siyami Yalçın, Muhammet Murat Avar, Oğuzhan
Sağıroğlu, Durmuş Ali Özoğlu, Kemal Aydın, Neriman Aydın, Fatma Cengiz, Erdal
Şahin, Taylan Özgür Kırmızı, Emre Baltacı, İlhan Bulayır, Ali Oktay Şahbaz,
Melih Yüksel, Servet Kaynak, Ayhan Atabek, Murat Çavdar, Zerrar Atik, Fahri
Süslü, Mehmet Dalağan, Murat Eke, Hüdayi Ünlüer, Mehmet Koral, Evrim Baykara,
Mesut Özcan, Adnan Bulut, Osman Gürbüz, Merdan Yanardağ, Murat Ağırel, Selim
Utku Gümrükçü, Muhammet Sarıkaya, Bülent Güngördü, Kemalettin Balcı, Mahir
Akkar, Hayati Özcan, Erkut Ersoy, İsmail Yıldız, Vatan Bölükbaşoğlu, Tuğrul
Derme, Fikret Emek, Hasan Atilla Uğur, Sinan Aydın Aygün, Barbaros Hayrettin
Altıntaş, Emin Şirin, Hakan Şanlı, Tanju Güvendiren, Yalçın Küçük, Mehmet
Haberal, Fatih Hilmioğlu, Rıza Ferit Bernay, Mustafa Abbas Yurtkuran, Halil
Kemal Gürüz, Cengiz Köylü, Mustafa Koç, Erbay Çolakoğlu, Mustafa Dönmez,
Muhittin Erdal Şenel, Mustafa Hüseyin Buzoğlu, Tunçer Kılınç, Hüseyin Vural
Vural, Mustafa Özbek, Mehmet Bülent Sarıkahya, Altunay Şahin, Recai Alkan, Fatih
Koca, Mustafa Ali Balbay, Mehmet Şener Eruygur, Mustafa Levent Göktaş, Ahmet
Hurşit Tolon, Serdar Öztürk ve bir kısım sanıklar da programlarında ve
kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma yapılabilmesine dair CMK’nın 134.
maddesi uyarınca açık bir ibare bulunmadığı halde, sanıkların ev veya iş
yerlerinde ve dernek, siyasi parti, basın kuruluşları gibi tüzel kişilerin
hizmet binalarında yapılan aramalarda hard disk, bilgisayar kasası, CD ve DVD
gibi dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, ilgilisine bir kopyası
verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu
şekilde elde edilen delillerin sanıklar Hatice Bahtiyar, Murat Çağlar, Mehmet
Fikri Karadağ, İbrahim Benli, Yusuf Beşirik, Hayati Özcan, Mehmet Adnan Akfırat,
Ferid İlsever, Yüksel Dilsiz, Ayşe Asuman Özdemir, Bekir Öztürk, Doğu Perinçek,
Ergün Poyraz, GaziGüder, Hayrullah Mahmud Özgür, İsmail Yıldız, Kemal Şahin,
Kemal Yalçın Alemdaroğlu, Oktay Yıldırım, Serhan Bolluk, Tuğrul Derme, Vatan
Bölükbaşoğlu gibi sanıklar bakımından hükme esas alınması suretiyle CMK’nun 134
ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi; e-Sanıkların ev veya iş yerlerinde ve
dernek gibi tüzel kişilerin hizmet binalarında yapılan aramalarda elde edilen
dijital medyalara, arama mahallinde imaj alınmadan, sanığa veya müdafiine bir
kopyası verilmeden ve yasaya uygun gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması
ve bu şekilde elde edilen delillerin sanıklar Alparslan Arslan, Aydoğan Aksüngü,
Hakan Arıkan, Hayri Bildik, Yusuf Erikel, Bülent Baş, Caner Taşpınar, Mehmet
Bozkurt, Erkan Önsel, Ertuğrul Orta, İlyas Gümrükçü, Mehmet Bedri Gültekin,
Mehmet Bora Perinçek, Mehmet Sabuncu, Özlem Usta, Tuhan Özlü, Zafer Şen, Zahide
Ruhsat Şenoğlu, İbrahim Özcan, Mehmet Ali Çelebi, Hasan Hüseyin Uçar, Doğukan
Yorulmaz, Ercüment Ovalı, Hamza Demir, Siyami Yalçın, Muhammet Murat Avar,
Durmuş Ali Özoğlu, Kemal Aydın, Neriman Aydın, Fatma Cengiz, Erdal Şahin, Taylan
Özgür Kırmızı, Emre Baltacı, İlhan Bulayır, Ali Oktay Şahbaz, Melih Yüksel,
Servet Kaynak, Ayhan Atabek, Murat Çavdar, Zerrar Atik, Fahri Süslü, Mehmet
Dalağan, Murat Eke, Hüdayi Ünlüer, Mehmet Koral, Evrim Baykara, Mesut Özcan,
Adnan Bulut, Osman Gürbüz, Merdan Yanardağ, Murat Ağırel, Selim Utku Gümrükçü,
Erol Ölmez Raif Görüm, Yusuf Görüm, Oğuz Alparslan Abdülkadir, İhsan Göktaş,
Hüseyin Gazi Oğuz, Mehmet Fikri Karadağ, Fuat Turgut, Atilla Aksu, Hayrettin
Ertekin, Özkan Kurt, Erkut Ersoy, Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur, Sinan Aydın
Aygün, İlker Güven, Birol Başaran, Barbaros Hayrettin Altıntaş, Erol
Mütercimler, Hakan Şanlı, Ufuk Mehmet Büyükçelebi, Tanju Güvendiren, Ahmet
Tuncay Özkan, Adil Serdar Saçan, Adnan Türkkan, Tunç Akkoç, Mesut Özcan, Yalçın
Küçük, Mehmet Haberal, Erol Manisa, Fatih Hilmioğlu, Rıza Ferit Bernay, Mustafa
Abbas Yurtkuran, Halil Kemal Gürüz, Cengiz Köylü, Erbay Çolakoğlu, Mustafa
Hüseyin Buzoğlu, Tunçer Kılınç, Hasan Ataman Yıldırım, Hüseyin Vural Vural,
İlyas Çınar, Mustafa Özbek, Serdar Öztürk, Mehmet Bülent Sarıkahya, Fatih Koca,
Recai Alkan, Ali Yasak, Bekir Öztürk, Emin Caner Yiğit, Emin Gürses, Güler
Kömürcü, Habip Ümit Sayın, Mehmet Zekeriya Öztürk, MuammerKarabulut, Orhan Tunç,
Sevgi Erenerol, Ümit Oğuztan, Vedat Yenerer, Veli Küçük, Mustafa Ali Balbay,
Mehmet Şener Eruygur, Ahmet Hurşit Tolon gibi sanıklar bakımından hükme esas
alınması suretiyle CMK’nın 134 ve 217. maddelerine muhalefet edilmesi;
f-Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve
el koyma yapılabilmesi ancak hakim kararıyla mümkün olduğu halde, Cumhuriyet
savcısının yazılı emriyle veya hiçbir soruşturma makamı tarafından verilen bir
karar olmaksızın yapılan aramada elde edilen dijital medyalara, arama mahallinde
imaj alınmadan, sanık veya müdafiine bir kopyası verilmeden ve yasaya uygun
gerekçesi de tutanağa yazılmadan el konulması ve bu şekilde elde edilen
delillerin sanıklar Özkan Kurt, Oğuz Bulut, Ersin Gönenci, Hüseyin Nazlıkul,
Abdullah Arapoğulları, Recep Gökhan Sipahioğlu, Hayrettin Ertekin, Ergün Poyraz,
Fikret Emek, Halil Behiç Gürcihan, Hayrullah Mahmud Özgür, Mahmut Öztürk, Mehmet
Demirtaş, Vedat Yenerer, Ufuk Akkaya, Mehmet Deniz Yıldırım gibi sanıklar
bakımından hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 134 ve
217. maddelerine muhalefet edilmesi; g-5271 sayılı CMK'nın 2/e ve 161 maddeleri
ile 2559 sayılı PVSK'nın Ek 6. maddesi uyarınca bir suçun işlendiği izlenimini
veren bir hâli öğrenen kolluğunun derhal Cumhuriyet savcısına olayı haber verip,
onun emri doğrultusunda soruşturma işlemlerine başlaması gerekmekte iken usulüne
uygun adli arama emri veya kararı almadan delil elde etmek amacıyla olaydan
belli bir süre önce verilmiş Pendik Sulh Ceza Hakimliği’nin 2006/952 D.İş sayılı
önleme araması kararı uyarınca 07.01.2007 günü sanık Murat Çağlar’ın sevk ve
idaresindeki otomobilde yapılan arama işlemi; usulüne uygun verilmiş bir arama
kararı bulunmadığından açıkça hukuka aykırı olup bu arama sonucunda elde edilen
delillerin hükme esas alınması da mümkün değildir. Bu itibarla; hukuka aykırı
olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen delillerin (Kuvayı Milliye
1919 Derneği üye başvuru formları ve on üç adet not kağıdı) ve buna ilişkin
düzenlenen tutanağın sanıklar Murat Çağlar, Mehmet Fikri Karadağ,
AlparslanArslan ve Abdülvahit Özkaya yönünden yerel mahkemece hükme esas
alınması suretiyle CMK’nın 116 ve devamı maddeleriyle
217. maddesine muhalefet edilmesi; h-Arama sırasında elde edilen belgelerin ve
kağıtların incelenmesiyle ilgili uygulamaların değerlendirilmesinde, sanıklar
Hüseyin Nazlıkul, Merdan Yanardağ, Murat Ağırel, Selim Utku Gümrükçü, Durmuş Ali
Özoğlu, İbrahim Özcan, Kemal Aydın, Neriman Aydın, Mehmet Ali Çelebi, Noyan
Çalıkuşu, Yaşar Tozkoparan, Hamza Demir, Ercüment Ovalı, İbrahim Şahin, Fatma
Cengiz, Taylan Özgür Kırmızı, İlhan Bulayır, Oğuzhan Sağıroğlu, Veli Küçük, Ali
Yasak, Doğu Perinçek, Muzaffer Tekin, Sevgi Erenerol, Erol Ölmez, Oğuz Alparslan
Abdülkadir, Ali Kutlu, İhsan Göktaş, Murat Çağlar, Hüseyin Gazi Oğuz, Mehmet
Fikri Karadağ, Fuat Turgut, Atilla Aksu, İbrahim Benli, Hikmet Çiçek, Mehmet
Adnan Akfırat, Hayrettin Ertekin, Erkut Ersoy, Kemal Kerinçsiz, Mehmet Şener
Eruygur, Ahmet Hurşit Tolon, Levent Ersöz, Hasan Atilla Uğur, Mustafa Ali
Balbay, Sinan Aydın Aygün, İlker Güven, Birol Başaran, Barbaros Hayrettin
Altıntaş, Erol Mütercimler, Hakan Şanlı, Yüksel Dilsiz, Ufuk Mehmet Büyükçelebi,
Ahmet Tuncay Özkan, Adil Serdar Saçan, Adnan Türkkan, Tunç Akkoç, Mesut Özcan,
Yalçın Küçük, Mehmet Haberal, Erol Manisa, Fatih Hilmioğlu, Rıza
Öztürk,
Serdar Mehmet Deniz Yıldırım, Mustafa Abbas Yurtkuran, Veli Küçük, Ergün Poyraz,
Vedat Yenerer, BekirÖztürk, Sevgi Erenerol ve İsmail Yıldız’da olduğu gibi
aramalarda ele geçen evrak ve kağıtları inceleme yetkisinin CMK’nın 122/1
maddesi uyarınca Cumhuriyet savcısı ve hakime ait olduğu nazara alınmadan,
doğrudan kolluk personelince incelenmesi suretiyle oluşturulan doküman inceleme
tutanaklarının bu haliyle hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 122 ve 217.
maddelerine muhalefet edilmesi; ı-İşlem tarihinde askeri mahal olduğu kabul
edilen lojman, kışla, birlik gibi kapalı alanlarda yapılan aramaların Cumhuriyet
savcısının istem ve katılımı ile askeri makamlar tarafından yerine
getirileceğine ilişkin kurallara riayet edilmeyip, sanıklar Cengiz Köylü,
Mustafa Dönmez, Mehmet Şener Eruygur, Ahmet Hurşit Tolon ve Mustafa Koç’un
askeri mahalde bulunan aramalarına emniyet mensuplarının da iştirak etmesi ve bu
şekilde elde edilen delillerin hükme esas alınması suretiyle CMK’nın 119/5 ve
217. maddesine muhalefet edilmesi; i-Sanıklar Ahmet Cinali ve Taner Ünal
hakkında verilen arama kararı ile yapılan arama sonucu tutulan tutanağın
Yargıtay denetimine imkan vermek üzere dosya kapsamında bulundurulması
gerektiğinin gözetilmemesi;
Usul ve yasaya aykırı görülmüştür.
VII-KOVUŞTURMA AŞAMASINA İLİŞKİN İŞLEMLER A-TANIKLIK Ceza Muhakemesinde önemli
yer tutan tanıklık, yargılamaya konu fiilin fail tarafından işlenip işlenmediği
ya da nasıl işlendiği konusunda yargılama makamının kanaate ulaşmasını sağlayan
kanıtlardan birisidir. Yargıtay Ceza Genel Kurulu'nun 12.11.2013 tarihli ve
2013/1-251 esas 2013/454 karar sayılı kararında da belirtildiği üzere tanık,
kendisine karşı yürütülmeyen bir ceza soruşturmasında, olay hakkında beş duyu
ile edindiği algılamaları ifadesiyle açığa vuran kişidir. Tanığın
açıklamalarının değerlendirilebilmesi için onun kim olduğunun bilinmesi bir
zorunluluk teşkil etmektedir. Bu itibarla, tanıkların sanığın ceza görmesinde
veya beraat etmesinde herhangi bir yararı ve aralarında bir dayanışma hissi
bulunup bulunmadığının tespit edilmesi ve tanıklığın değerlendirilebilmesinin de
dikkate alınması gerekir. Nitekim CMK'nın 58/1. maddesinin "...gerekirse
tanıklığa ne dereceye kadar güvenilebileceği hakkında hakimi aydınlatacak
durumlara, özellikle şüpheli, sanık veya mağdur ile ilişkilerine dair sorular
yöneltilir." hükmü formalite gereği değil, tanığın kim olduğunun henüz beyanına
başvurulmadan önce belirlenebilmesi ve yapacağı açıklamaların güvenirliğinin
dinleyen makam tarafından test edilmesi amacıyla getirilmiştir. Kural olarak
ceza muhakemesinde taraf sıfatı bulunanların tanık olarak dinlenmemesi gerekir.
Bu nedenle davanın tarafı olan sanık ve şüphelinin tanık olarak dinlenmesini
Ceza Muhakemesi Kanunu düzenlememiş ancak şeriklerin tanıklığına imkan
sağlamıştır. Ceza Muhakemesi Kanunu'na göre, görülmekte olan davada yargılanan
sanığın, suç ortağı hakkında tanık olarak dinlenilmesi mümkündür. CMK'nın 50.
maddesinde soruşturma veya kovuşturma konusu suçlara iştirakten veya bu suçlar
nedeniyle suçluyu kayırmaktan ya da suç delillerini yok etme, gizleme veya
değiştirmekten şüpheli, sanık veya hükümlü olanlar tanık olarak dinlenebilirler,
ancak bu tanıkların yeminsiz olarak dinlenmeleri gerekmektedir. Suç ortağının
vereceği ifade, kendisinin de suçlanması sonucunu doğuracaksa, tanıklıktan
çekinme olanağına sahiptir. (CMK m.48) CMK'nın 48. maddesinde, temelini
Anayasanın 38/5. madde hükmünden alan ve adil yargılanma hakkını güvence altına
alan bir düzenlemeye yer verilmiştir. Çekinme hakkı hatırlatılmadan tanığa bu
tür soruların yöneltilmesi sonucu alınan cevaplar hukuka aykırı biçimde
elde edilen kanıt niteliğindedir, (CMK m.206/a ve m.217/2) hukuka aykırı delil
de hükmü esas alınamaz. (YCGK 12.11.2013 2013/1-251, 2013/454) Sanığın
kendisinin de katıldığı suçlarla ilgili tanık sıfatıyla dinlenmemesi, sanığın
açıklamalarının delil niteliği taşımayacağı anlamına gelmemektedir. Örneğin,
diğer örgüt üyeleri kabul etmediği halde örgüt üyelerinden birisinin suçu
birlikte nasıl işlediklerini samimi olarak anlatması ve destekleyişi kanıtların
da bulunması halinde elbetteki bu beyan delil olarak değerlendirilecektir. Bu
bakımdan bir anlatımın "tanık beyanı" veya "sanık beyanı" olarak
adlandırılmasının çok önemi de bulunmamaktadır. AİHM'nin gizli tanıklığın
koşullarına dair verdiği (Ellis, Simms ve Martin-İngiltere, Daire Kararı)
kararda özetle, -Tanığın kimliğinin gizli tutulması için haklı bir neden
olmalıdır; -Mahkeme tarafından gizli tanığın beyanının mahkumiyet kararı
verilmesi için tek veya esaslı unsur olup olmadığı kararlaştırılmalıdır;
-Mahkumiyet kararının tek veya ana dayanağı gizli tanığın ifadesi ise, işlemleri
ayrıntılı incelemeye tabi tutulmalıdır. Bu koşullar altında tanıkların gizli
dinlenmesinde kamu yararı olduğu belirtilmiştir. Aynı kararda çapraz
sorgulamanın etkin şekilde yapılmasını arayarak, gizli tanığın beyanının
güvenilirliğinin adil ve uygun şekilde değerlendirildiğine kanaat getirerek
başvuruyu reddetmiştir. AİHM diğer dairesinin 11.12.2011 tarihli (Başvuru no:
26766/05) kararı da aynı prensipler tekrar edilmiştir. Sanığın kendisinin
katılmadığı, suç ortaklarının gerçekleştirdiği diğer suçlarla ilgili tanık
sıfatıyla dinlenmesi mümkündür. Bir kişinin aynı suça iştirak etmediği takdirde
iki sıfatı (tanık-sanık) birden taşınmasında engel bulunmamaktadır. AİHM de suç
ortaklarının tanıklığını kabul etmektedir. Mahkemeye göre ifadenin tanık
tarafından değil de kendisi de sanık olan biri tarafından verilmiş olmasının
hiçbir önemi bulunmamaktadır. Bu ifade elle tutulur derecede mahkumiyetin temeli
olabilecek nitelikte ise, sözcüğün dar anlamında bir tanık tarafından mı,
kendisi de sanık olan biri tarafından mı verildiğinden bağımsız olarak, iddia
makamı için bir delildir. Çünkü mahkemeye göre, tanık teriminin AİHS sisteminde
"özerk" bir anlamı bulunmaktadır. Bunun sonucu olarak da AİHS'nin 6/1 ve 6/3-d
maddesinin tanığa sağladığı güvenceler, sanık olup açıklamaları “tanıklık”
olarak değerlendirilebilecek kişiler bakımından da devreye girebilecektir. Bu
bağlamda AİHM'e göre, suça
Gizli tanıklık, kovuşturmanın aleniliği, yargılamanın doğrudan doğruyalığı ve
kovuşturma aşamasında tüm yargılama süjelerinin huzurunda delillerin tartışılıp
maddi hakikate ulaşması ilkelerine aykırı olmakla beraber kanun koyucu, suç
örgütlerinin faaliyeti çerçevesinde işlenen suçlarla ilgili yapılacak soruşturma
ve kovuşturmalarda maddi gerçeğe ulaşmak adına bu prensiplerden vazgeçmeyi göze
almıştır. Tanık Koruma Kanunu ve CMK'nın 58/2-5. fıkralarında tanıkların
korunmasına ilişkin hükümlere yer verilmiştir. Bu düzenlemelere göre gizli tanık
deliline başvurabilmek için, 1-CMK'nın 58/5. maddesinde tanıklığa konu eylemin
bir suç örgütünün faaliyeti çerçevesinde işlenmiş bir eylem olması aranırken
örgütün faaliyeti dışında işlenen tüm suçlar kapsam dışı bırakılmıştır. Tanık
Koruma Kanunun'da örgütlü suçlar için ceza alt sınırının iki yıl ve daha fazla
olması şartı getirilmiştir. Sadece terör örgütünün faaliyetleri kapsamında
değerlendirilen suçlar için alt sınır konulmamıştır. (TKK.nun m.3/1-b) Bunun
yanında örgüt kapsamında işlenmese bile ağırlaştırılmış müebbet hapis, müebbet
hapis ve alt sınırı on yıl veya daha fazla hapis cezasını gerektiren tüm suçlar
Tanık Koruma Kanunu kapsamında değerlendirilmiştir. 2-Tanığın taraflar huzurunda
dinlenilmesi, tanık ya da yakınları adına ağır tehlike oluşturmalı ve bu tehlike
de başka türlü önlenemiyor olmalıdır. Tanık Koruma Kanunu'nun
1. maddesi uyarınca tehlikelerin ağır ve ciddi olması gerekmektedir. Tehlikenin
niteliği, tanığın subjektif algılaması ile değil yetkili makamlarca her somut
olayın özelliğine göre yapılacak değerlendirmeyle saptanmalıdır. AİHM, tanıktaki
genel bir korkudan ötürü tanığın dinlenilmemesini kabul etmemektedir. (AL-KHAWA
ve Tahery/İngiltere-AİHM Büyük Dairesi Kararı) Korku, doğrudan doğruya
yargılanan sanık veya onun yakınlarından kaynaklı olmalıdır. Böyle bir somut
korku nedeni yoksa, tanığın korkusunun varlığının başka delille desteklenmesi
gereklidir. Bunun için öncelikle tanığın ya da yakınlarının karşılaştığı somut
tehdit ve baskılar kolluk görevlilerince belirlenip, yetkili makama sunulmalı,
yetkili makamca da bu hususlar göz önünde tutarak, tanığın korkularının yerinde
olup olmadığına karar verilmelidir. Ayrıca gerekli görülmesi halinde de özel
tedbirler ve alternatiflerle korkunun giderilip giderilemeyeceği
değerlendirilmelidir. Tanığın, sanıkla yüz yüze geldiğinde mahcubiyetten
korkması
ya da gerçeğe aykırı beyanda bulunan kişinin kendisi olduğunun ortaya çıkmasıyla
uğrayacağı itibar kaybı kaygısı “ağır tehlike” kavramı kapsamında
değerlendirilemez. Bu değerlendirmeyi yapacak kişi soruşturma aşamasında
Cumhuriyet savcısıdır. Polisin veya jandarmanın bu konuda takdir yetkisi
bulunmamaktadır. Bu nedenle soruşturmada gizli tanıklar kesinlikle Cumhuriyet
savcısı tarafından dinlenmelidir. Kovuşturma aşamasında ise, değerlendirmeyi
tanığı dinleyecek olan mahkeme yapacaktır. Mahkeme soruşturma aşamasında
koşullar oluşmadığı halde gizli tanık statüsü verilen tanığın bu statüsünü devam
ettirmemelidir. Koşulları varsa 5726 sayılı Kanun'un 5. maddesindeki tedbirler
uygulanmalıdır. AİHM, tanığın kimliğini gizleme gerekçesinin tutarlığının ve
dayanaklarının araştırılmamış olmasını Sözleşmenin 6. maddesine aykırı
bulmuştur. (Visser ve diğerleri/Hollanda 2002) Diğer yandan AİHM, polislerin ve
benzer statüde görev yapan kamu görevlilerinin kimliklerinin gizli tutulmasını
Kanununun 9. maddesinde belirtilen tedbirlere başvurabilir. Gizli tanık
kovuşturma aşamasında, hazır bulunma hakkına sahip bulunanlar olmadan
dinlenilebileceği gibi tarafların huzurunda ancak, duruşma salonunun dışında
başka bir odada görüntü ve sesi salona aktarılarak gerektiğinde ses ve görüntüsü
değiştirilerek ya da duruşma salonunda bulunmakla birlikte kabin, perde vs. gibi
tanınmasını engelleyecek şekilde tedbirler alarak dinlenebilir. Gizli tanık,
tanıklık ettiği olayları hangi nedenle öğrenmiş olduğunu açıklamakla yükümlü
olduğu gibi, bu bilgiyle de beyanının gerçeğe uygunluğu denetlenmeli, bunun
yanında sanık ve tarafların tanığın kimliğini ortaya çıkaracak soru sorması
engellenmelidir. Ancak hangi yöntemle dinlenilirse dinlenilsin CMK'nın 58/3.
maddesinin son cümlesine göre "soru sorma hakkı bulunanların soru sorma hakkı”
saklıdır. Tanık Koruma Kanunu'nun 9/8. maddesine göre gizli tanık beyanı tek
başına hükme esas alınamaz. Özellikle mahkumiyet kararı, ek başka delil
olmadıkça, yalnızca gizli tanık beyanı esas alınarak verilemez. Dinlenen gizli
tanığın birden fazla olmasının da önemi yoktur. Delil türü olarak yalnızca gizli
tanık beyanına dayanılarak mahkumiyet kararı kurulamaz. Anayasa'nın 36/1.
maddesine göre, herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanma suretiyle yargı
mercileri önünde davacı ve davalı olarak, iddia ve savunma ile adil
yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. AİHS'nin 6. maddesinin (1)
numaralı fıkrası ve (3) numaralı fıkrasının d bendine göre, bir suç ile itham
edilen herkes
Bu düzenlemeler karşısında, mahkemenin, iddia makamının tanıkları yanında
katılan ya da sanık tarafının tanık dinletme taleplerini de adil yargılanma
hakkı çerçevesinde değerlendirip karara bağlanması gerekir. Kovuşturma
aşamasında bütün kanıtların tartışılabilmesi için, kural olarak bu kanıtların
aleni bir duruşmada ve sanığın huzurunda ortaya konulmaları gerekir. Bu kural
istisnasız olmamakla beraber eğer bir mahkumiyet sadece veya belirleyici ölçüde,
sanığın soruşturma veya kovuşturma aşamasında sorgulama ve sorgulatma olanağı
bulamadığı bir kimse tarafından verilen ifadelere dayandırılmış ise, sanığın
hakları AİHS'nin 6. maddesindeki güvencelerle bağdaşmayacak ölçüde kısıtlanmış
olabilir. Olayın tek tanığı varsa ve sadece bir tanığın ifadesine dayanılarak
hüküm kurulacak ise, bu tanık mutlaka duruşmada dinlenmeli ve taraflara soru
sorma imkanı sağlanmalıdır. Bir kimse hakkında gerçekleştirilen ceza yargılaması
sürecinde tanıklara soru yöneltilebilmesi onlarla yüzleşebilmesi ve tanıkların
beyanlarının doğruluğunu test etme olanağına sahip olması, adil bir yargılamanın
yapılabilmesi bakımından gereklidir. Böylece suçlanan kişi aleyhindeki tanık
beyanlarının zayıf/itibar edilmez noktalarını ortaya koyup çelişmeli yargılama
ilkesine uygun olarak onların güvenirliğini huzurda test edebilecek, tanığın
inandırıcılığı ve güvenirliği bakımından sorduğu sorularla kendi lehine sonuçlar
ortaya çıkartabilecek ve yargılama makamının uyuşmazlık konusu olayı sadece
iddia makamının ileri sürdüğü şekliyle değil savunmanın argümanlarıyla da
algılanmasını sağlayabilecektir. AİHS'nin 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının
ve aynı maddenin (3) numaralı fıkrasının (d) bendi, sanığa, aleyhte ifade veren
tanığın beyanlarına, tanık ifadesinin alındığı sırada ya da yargılamanın daha
sonraki bir aşamasında itiraz imkanı tanınması gerektiğine işaret etmektedir.
(Sadak ve diğerleri/Türkiye; B. no;29900/96, 29901/96, 29902/96, 29903/96, s.67)
CMK'nın 179. maddesine göre sanık duruşmaya tanık getirebileceği gibi mahkemeye
davet de ettirebilir. Mahkemede CMK'nın 181/1 maddesine göre tanığın dinlenmesi
için belirlenen gün ve saat sanığa ve müdafiine bildirmelidir.
Sanık ancak CMK'nın 200. maddesine göre, suç ortaklarının veya tanığın gerçeği
söylemeyeceğinden endişe edilmesi halinde, dinleme sırasında mahkeme salonundan
çıkarılabilir, ancak tekrar getirildiğinde tutanaklar okunup ve gerektiğinde
içeriği anlatılır. CMK'nın 208. maddesi gereğince, “Tanıklar, dinlendikten sonra
ancak mahkeme başkanı veya hakimin izniyle duruşma salonundan ayrılabilir.”
CMK'nın 212. maddesi uyarınca, tanık, bir hususu hatırlayamadığını söylerse
önceki ifadesini içeren tutanağın ilgili kısmı okunarak hatırlamasına yardım
edilir. Tanığın duruşmadaki ifadesiyle önceki ifadesi arasında çelişki
bulunduğunda, evvelce alınmış ifadesi okunarak çelişkinin giderilmesine çalışır.
CMK'nın 201. maddesine göre, Cumhuriyet savcısı, müdafi veya vekil sıfatıyla
duruşmaya katılan avukat, sanığa, katılana, tanıklara, bilirkişilere ve
duruşmaya çağrılmış diğer kişilere, duruşma disiplinine uygun olarak doğrudan
soru yöneltebilir. Sanık ve katılan da mahkeme başkanı veya hakim aracılığı ile
soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz edildiğinde sorunun yöneltilmesinin
gerekip gerekmediğine mahkeme başkanı karar verir. Gerektiğinde ilgililer soru
sorabilir. Heyet halinde görev yapan mahkemelerde, heyeti oluşturan hakimler
birinci fıkrada belirtilen kişilere soru sorabilir. CMK'nın 59. maddesine göre,
tanıktan tanıklık edeceği konulara ilişkin bildiklerini söylemesi istenir ve
tanıklık ederken sözü kesilmez. Tanıklık edilen konuları aydınlatmak, tamamlamak
ve bilgilerinin dayandığı durumları gereğince değerlendirebilmek için tanığa
ayrıca soru yöneltilebilir. CMK'nın 204. maddesinde duruşmanın düzenli olarak
yürütülmesini engelleyeceği ya da tehlikeye sokacağı anlaşılan sanığın duruşma
salonundan çıkarılacağı, duruşmada hazır bulunması, dosyanın durumuna göre
savunması bakımından zorunlu görülmezse oturumun yokluğunda sürdürülüp
bitirilebileceği, ancak sanığın müdafii yoksa mahkemece barodan bir müdafii
görevlendirilmesinin sağlanması, oturuma yeniden alınan sanığın yokluğunda
yapılan işlemlerin açıklanması hükme bağlanmıştır. Yargılama makamları,
yargılamanın taraflarınca ileri sürülen iddiaları ve gösterdikleri delilleri
gereği gibi incelemek zorundadır. Genel anlamda hakkaniyete uygun bir
yargılamanın yürütülebilmesi için silahların eşitliği ve çekişmeli yargılama
ilkeleri ışığında, taraflara iddialarını sunmak hususunda uygun olanakların
sağlanması şarttır. Taraflara tanık delili de dâhil olmak üzere delillerini
sunma ve inceletme noktasında da uygun
imkânların tanınması gerekir. Bu anlamda, delillere ilişkin dengesizlik veya
hakkaniyetsizlik iddialarının da yargılamanın bütünü ışığında değerlendirilmesi
zorunludur. Ancak bu noktada dikkat edilmesi gereken önemli bir husus,
tarafların tanık ve bilirkişi incelemesi de dâhil dermeyan ettikleri delillerin
değerlendirilmesi ve özellikle bu taleplerin reddi halinde, yargılama makamınca
bu karara ilişkin tutarlı şekilde gerekçe gösterilmesi gereğidir. (AİHM
Vidal/Belgium, B.No. 12351/86, 22/04/1992) Bu yasal düzenlemeler ve açıklamalar
doğrultusunda; 1-Birçok sanığın, tanıkların dinlendiği oturumlardan (16 oturum
veya esas hakkındaki mütalaaya kadar gibi) çıkarıldığından tanıklara soru sorma
ve tanık ifadelerine karşı beyanda bulunma olanağı tanınmayarak, Disiplin cezası
veya duruşmanın yönetimi kapsamında oturumlardan uzaklaştırılan sanıkların veya
müdafilerinin oturuma katılımlarından sonra kendilerine, yokluklarında yapılan
işlem ve alınan ifadelerinin okunmayarak (örneğin tanık Emrah Özdemir'in beyanı
alındığı oturumdan çıkartılan sanıklar ve müdafilerine okunmaması gibi
uygulamalarıyla) CMK'nın 204. maddesine aykırı davranılmış ve bu suretle savunma
haklarının kısıtlanması; 2-Dosyanın kapsamı da dikkate alındığında CMK'nın
181/1. maddesine aykırı olarak genellikle tanıkların dinleneceği oturumların bir
takvime bağlayıp hazırlık yapmalarına olanak verecek şekilde sanıklara ve
müdafilerine bildirilmemesi; 3-Osman Yıldırım'ın ifadelerinin sanık, tanık ve
gizli tanık olarak tespit edilip daha sonra bu beyanların aynı maddi olayla
ilgili olarak birbirini destekler nitelikte üç ayrı kanıt olarak hükme esas
alınması; 4-Tanığın beyanlarının güvenilirliğinin denetlenmesi açısından
anlatımlarda geçen tarihi bilgi ve maddi vakıaların uygunluğunun araştırılıp
tespitinden sonra hükme esas alınması gerekirken tanıkların, sanıkların aleyhine
şahsi yorumlar yapmasına müsaade edilerek ve bu yöndeki bir kısım sanıkların
itirazları dikkate alınmaksızın hayatın olağan akışıyla uygun düşmeyen tanık
beyanlarının hükme esas alınması; Bu bağlamda, tanık Doğan Karlıbel'in dosyadaki
orijinal belgeye aykırı yurt dışı giriş çıkış bilgilerine uymayan beyanlarına
karşı, bu belgeler getirilip tanığa sorulmaması ve beyanlarının doğruluğunun
denetlenmemesi, gizli tanık Kıskaç ve gizli tanık 9'un beyanlarındaki öznel
yorumları ve sanıklardan birinin eski eşinin yeni kocası olan gizli tanık
Kıskaç'ın sanığa olan husumetinin bulunması hususları dikkate alındığında
tanıkların tarafsızlığının ne şekilde sağlandığının ve neden ifadesine itibar
edildiğinin karar
yerinde açıklanmaması; 5-Gizli tanıklar 9 ve Dilovası gibi bazı tanıkların
ifadelerinin tespiti sırasında sanıklar hakaret içeren sözler sarf ederek
duruşma disiplinine aykırı davrandıkları halde tanıklar hakkında disiplin
tedbiri uygulanması yerine tepki gösteren sanıklar hakkında oturumdan
çıkarılmalarına veya uzun süreli oturumlardan yasaklanmalarına karar verilerek
savunma haklarının kısıtlanması; 6-Gizli tanık 9'un 14.11.2012 tarihli oturumda
ifadesi tespit edilirken, Danıştay saldırısı soruşturmasını yürüten Ankara
Cumhuriyet savcıları, yargılamayı yapan mahkeme başkanı, Danıştay onursal
başsavcısı ile bir kısım siyasetçi ve kamu görevlileri hakkında iftira ve ağır
hakaret içeren ve maddi gerçeklere uygun düşmeyen sözler sarf etmesi üzerine,
hazır bulunan sanık ve müdafilerinin anlatımın devam etmemesi yönündeki
itirazları reddedilerek,
7-Gizli tanık 9 gibi bazı tanıkların ifade vermeleri sırasında tanığın sadece
bildiklerini ve gördüklerini anlatma prensibine aykırı olarak ellerinde bulunan
dokümanları inceleyerek anlatımda bulunmasına ve soruları yanıtlamasına müsaade
edilerek CMK'nın 59/1. maddesine aykırı davranılması; 8-Gizli tanık Dilovası
gibi bir kısım tanıkların beyanlarının gerekçeli karara aynen yazılarak olumlu
ya da olumsuz değerlendirme yapılmadan hükme esas alınması; 9-Bir delilden
mahkemenin hangi gerekçe ile vazgeçebileceği ya da ortaya konulması isteminin
hangi nedenlerle reddedileceği CMK'nın 206/2. maddesinde açıklanmıştır. Maddenin
2/b fıkrasında “delil ile ispatlanmak istenilen olayın karara etkisi yoksa”
ortaya konulmak istenilen delilin ve bu kapsamda tanığın dinlenmesi talebi de
mahkemece reddolunabilir. CMK'nın 172. maddesinde sanığa ve katılanlara söylenen
tanık dinletme hakkı sınırsız değildir. Davaya konu olayla ilgili olarak karara
etkisi olma ihtimali bulunması halinde mahkemenin tanık dinlemesi mecburi hale
getirilmektedir. Tarafların CMK'nın 178. maddesine göre hazır ettiği ya da
yargılamanın seyrine göre dinlenmesini gerekli gördüğü tanıkların dinlenmelerine
ilişkin talep ve haklarının ancak CMK'nın 206/2 maddesinde sayılan nedenle
sınırlandırılabileceğinin kabulü gerekir. Bununla birlikte delillerin ortaya
konması çerçevesinde tanık dinleme talebinin reddi için ciddi ve açık bir
nedenin bulunması, CMK'nın 206/2 maddesi uyarınca verilecek kararın gerekçesinin
somut olgu ve olaylara bağlı olarak ortaya konulması gerekir.
Nitekim yerleşik Ceza Genel Kurulu kararlarında belirtildiği gibi mahkemenin tüm
kararlarının Anayasanın 141/3 ve CMK'nın 34. maddesine göre akla, hukuka ve
maddi olaya uygun bir açıklama içeren gerekçeye sahip olması gerekir. Yerel
mahkeme 11.01.2013 tarihli kararında, dinlenen toplam açık ve gizli tanık
sayısını, bunların %37.7'sinin sanıklar ve müdafilerinin talebi ile dinlendiğini
belirttikten sonra, tanık dinletme isteklerinin doğrudan reddedilmeyip yapılan
değerlendirme sonucunda talebin önemli bir kısmının karşılandığı,
karşılamayanların ise “davaya katkı sağlamayacağı, gayri ciddi olmaları, davanın
uzamasına sebep olması ve dinlenen tanıkların niteliği ve niceliği itibariyle
maddi gerçeği vuzuha kavuşturmaya yeterli olduğu bu nedenle dinlenmelerinin
davaya katkı sağlamayacağı, aksine davanın yıllarca uzamasına sebep olacağı,
adil yargılama ilkesinin bir unsuru olan 'davanın makul sürede bitirilmesi'ni
açık bir şekilde önleyeceği” gerekçesiyle dinlenen tanıklarla yetinilmesine,
başkaca tanık dinlenmesine yer olmadığına karar verilmiştir. Mahkemenin
gerekçesinde belirttiği istatistiksel bilgiler tanık dinlenmesinin gerekçesi
olamayacağı gibi davayı uzatmak amaçlarının ve gayri ciddiliklerini ortaya koyan
maddi olaylara ilişkin somut olgular belirtilmeden, kanun metnin tekrarından
ibaret cümlelere yer vermenin, gerekçeyi hukuka uygun hale getirmeyeceği gibi,
savunma tarafından dinlenilmesi talep edilen tanıkların birçoğunun yargılama
konusu olaya ilişkin ilgi ve görgüleri olan kişiler olup, bu tanıkların davaya
katkı sağlamayacağına ilişkin tespitin de dosya içeriğine uygun düşmediği
anlaşılmaktadır. Gerekçe olarak gösterilen “davanın makul sürede bitirilmesi”
ilkesi, sanığın lehine konulmuş bir adil yargılama prensibi olup; bu prensip,
ceza yargılamasının amacı olan maddi gerçeğin ortaya çıkması ve AİHS'nin
savunmaya sağladığı en temel haklardan olan “tüm önemli olgu ve hukuksal
sorunları yeterli biçimde açıklayabilme ve bu konuda delil ileri sürebilme”,
“kararların gerekçeli olması”, “silahların eşitliği” kurallarını ortadan
kaldıramaz. Ancak “gerçek adalet” makul sürede sağlanmalıdır, gerçek adaleti
sağlamayan ancak makul sürede tamamlanan bir yargılama gerek kanunların gerekse
AİHS'nin 6. maddesinin bir amacı olamaz. Kaldı ki makul sürenin
değerlendirilmesinde, “olayın kapsamı ve güçlükleri”, “yargılamayı yürüten makam
ve yargı organının tutumu”, “yargılananlar açısından yargılamanın sona ermesinin
önemi” gibi ölçütler göz önünde bulundurulmaktadır. Bu bağlamda, a-Tanık Şamil
Tayyar'ın dinlenmesi yönündeki ara karardan yeterli ve hukuki gerekçe
gösterilmeden vazgeçilmesi; b-Dinlenilmesi halinde dosyanın esasını
etkileyebilecek konumda olup da sanık Dursun Çiçek ve müdafiinin hazır ettikleri
tanık Yalçın Çakıcı'nın, sanıklar Mehmet İlker Başbuğ ve Ahmet Hurşit Tolon
müdafiinin hazır ettiği tanıklar Genelkurmay Başkanı Işık Koşaner, emekli
Oramiral Metin Ataç, emekli Orgeneral Aydoğan Babaoğlu ve emekli Orgeneral
Atilla Işık, sanık Ahmet Hurşit Tolon müdafiinin hazır ettiği tanık Yaşar
Yazıcıoğlu'nu, sanık Alaettin Sevim müdafiinin hazır ettiği uzman kişi Tevfik
Koray Peksayar'ı dinletme taleplerinin reddedilmesi; c-Tanık Doğan Karlıbel'in
ifadesinde geçen gazete nüshasının yayınlanıp yayınlanmadığı, 2003 yılında sanık
Veli Küçük'ün Almanya'ya gidip gitmediğine yönelik hususlar ile gizli tanık
Kıskaç'ın 22.04.2007'de İstanbul'da toplantı yaptıklarını söylemesine rağmen
Veli Küçük'ün koruma kayıtlarının araştırılıp araştırılmadığı bu gibi hususların
karar yerinde tartışılmaması; 10-Kovuşturma başında her sanığın dinlenen
tanıklara soru sorulmasına imkan verilmesine rağmen 2012 yılı Haziran ayından
sonra dinlenen tanıklar yönünden ise sadece tanığın ifadesinde adı geçen
sanıklara sözlü olarak soru sormalarına diğer sanıkların ise sorularını yazılı
olarak Mahkeme Başkanına iletmelerine ve Mahkeme Başkanı tarafından uygun
görüldüğü takdirde sorulmasına şeklinde karar verilerek, sanık veya müdafiinin
soru sorulması sırasında olayla ilgisi yerine tanığın beyanında adı geçmesi gibi
yasal olmayan gerekçelerle engellenmesi, bu
bağlamda, a)Tanık Nuray Başaran'ın dinlenmesi sırasında soruların yazılı
verilmesinin istenmesi; b)19.04.2012 tarihli oturumda sanık Hikmet Çiçek'in
kendisi ile ilgili beyanda bulunan gizli tanığa soru sormak istemesi üzerine
müsaade edilmemesi, ısrarı üzerine sanığın oturumdan çıkartılarak tanığın
sorgulanmasına devam edilmesi, gibi uygulamalarla sanıkların savunma hakkı
kısıtlanarak adil yargılama haklarının ihlal edilmesi; 11-Tanık sıfatıyla
soruşturma ve kovuşturma aşamasında ifadesi tespit edilmediği gibi, bir kısım
beyanın da zora dayalı olup yasak delil niteliğinde bulunduğu anlaşılmasına
rağmen Tuncay Güney isimli kişinin ifade görüntülerinin duruşmada izlettirilmesi
ve mahkemenin gerekçeli karardaki ''Ancak ses kaydındaki ifadenin kötü muamele
sonucu tespit edildiğine dair şüphe oluştuğundan'' tespitine rağmen bu beyan ve
ifadelerinin hükme esas alınması suretiyle CMK'nın 206/2-a ve 217/1. maddesine
aykırı davranılması; 12-Mahkeme başkanınca, sanık ve müdafilerinin soru sorma
hakların uygun şekilde yapılmadığı gerekçesiyle engellenmesi nedeniyle, a)
Sorulara itiraz eden sanık ve müdafilerinin itirazlarının usul ve yasaya uygun
gerekçelerle reddedilmesi gerekirken, duruşma görüntüleri ve tutanak içerikleri
ile uyumlu olmayacak biçimde disiplini bozdukları gerekçesiyle reddedilmesi; b)
24.01.2012 tarihli oturumda sanık Kemal Kerinçsiz'in maddi tespit yaparak tanığa
soru sorma isteminin ve benzer şekilde bazı sanık veya müdafilerinin aynı
şekilde soru sorma taleplerinin kabul edilmeyerek tanığı sorgulama hakkının ve
dolasıyla savunma hakkının kısıtlanması; c) 17.04.2012 tarihli oturumda sanık
Hikmet Çiçek'in, tanığa sorduğu soruya yanıt alamamasından dolayı aynı soruyu
tekrarlaması üzerine sorunun mükerrer olduğu gerekçesiyle tanığa yöneltilmesine
izin verilmemesi ve
kayıtlarının, sanık ve müdafilerine verilmeyerek ifade çözüm tutanaklarının
gerçeği yansıtıp yansıtmadığına dair sanıklara ve müdafilerine denetim imkanı
sağlanmadan, bu ifadelerin hükmü esas alınarak CMK 217. maddesine aykırı
davranılması;
14-Sanıklar Ertuğrul Orta ve Zafer Şen hakkında gerekçede belirtilen tanık Anıl
Osman Çelik'in kolluk ifadesinin dosya kapsamında bulunmaması, gerekçeli kararın
dipnotla bilgi notunda atıf yaptığı, gizli tanığın ifadesinin imzasız örneğinin
dosya arasına alınması; 15-Dosya kapsamında, CMK'nın 58/3. maddesi ve Tanık
Koruma Kanunu kapsamındaki düzenlemeleri göz önüne alındığında tanıkların hazır
bulunanların huzurunda dinlenmelerinin ne şekilde haklarında ağır bir tehlike
teşkil ettiği ve bu tehlikenin başka türlü önlenemeyeceği ya da maddî gerçeğin
ortaya çıkarılması açısından tehlike oluşturacağının hususlarında sebep
gösterilmeden ve herhangi değerlendirmede bulunmadan tanığın talebi üzerine
tanığın kapalı oturum dinlenilmesine, tanığın duruşma salonu dışında bulunan
tanık odasına alınarak orijinal ses ve görüntüsünün duruşma salonuna aktarılmak
veya görüntüsünün değiştirilerek aktarılmak suretiyle dinlenmesi şeklinde tanık
koruma tedbirlerine karar verildiği; 16-Gizli tanık sıfatı bulunmayan
tanıkların, örneğin tanıklar Esra Feride Gökçimen, Emrah Özdemir, Semih Genç,
Mehmet Avlar'ın dinlenilmesinde olduğu gibi yasal ve yeterli gerekçe
gösterilmeksizin duruşma dışında kapalı bir oda içinde görüntü aktarımı
suretiyle ifadesinin tespiti yoluna gidilerek CMK'nın 200. maddesine muhalefet
edilmesi; 17-Sanık Süleyman Esen'in müdafisi olarak görev yapan Av.
Mehmet Ener ile sanık Alparslan Arslan'ın müdafiisi olarak görev yapan Av. Ahmet
Doğan'ın Avukatlık Kanunu 36. maddesinde belirtilen usule aykırı şekilde tanık
olarak ifadesinin hükme esas alınması; 18-MİT mensuplarının dinlenilmesi
hususunda 2937 sayılı MİT Kanunu'nun 29. maddesine aykırı davranmak suretiyle
emekli MİT mensubu Mehmet Eymür'ün tanık olarak dinlenilmesi ve beyanlarının
hükme esas alınması; 19-Yargıtay 11. Ceza Dairesinin (İlk Derece Sıfatıyla)
13.11.2015 tarih 2012/1 Esas-2015/4 Karar sayılı kararında gerçeğe aykırı
beyanda bulunduğu tespit ve kabul edilen ve haklarında bu nedenle soruşturma
yürütülen gizli tanık Efe ve gizli tanık Munzur'un beyanlarının hükme esas
alınması; 20-Mahkeme tarafından, bir kısım sanıkların Atatürkçü Düşünce
Derneği'nin yönetimini ele geçirildiğinin kabul edilmesi karşısında, sanık
Mehmet Şener Eruygur'dan önce dernek başkanlığını yapan Ertuğrul Kazancı'nın
tanık sıfatıyla dinlenilmesinin gerektiğini gözetilmemesi;
21-Tanık Aslı Aydıntaşbaş gibi bir kısım tanıkların, sanıkların savunmaları
doğrultusunda lehe anlatımda bulunmalarına rağmen bu tanıkların ifadesini niçin
itibar edilmediğinin tartışılıp karar yerinde gösterilmemesi; 22-Kimliğinin
gizlenerek dinlenilmesine karar verilen tanıkların dinlenilmesinde, a) Dosya
kapsamında, CMK 58/2. maddesi ve Tanık Koruma Kanunu kapsamındaki düzenlemeleri
göz önüne alındığında tanık olarak dinlenecek kişilerin kimliklerinin ortaya
çıkması ne şekilde haklarında kendileri veya yakınları açısından ağır bir
tehlike oluşturacağı hususunda sebep gösterilmeden ve herhangi bir
değerlendirmede bulunmadan, tanığın talebi üzerine kimliğinin gizlenerek
dinlenilmesi, tanığın duruşma salonu dışında bulunan tanık odasına alınarak
orijinal ses ve görüntüsünün duruşma salonuna aktarılmak; görüntüsünün veya
sesinin değiştirilerek aktarılmak suretiyle dinlenmesi şeklinde tanık koruma
tedbirlerine karar verilmesi;
b) Tanığın kimliğinin aleniyet kazanmasına (gizli tanık Kıskaç, gizli tanık 9 )
veya kimliğini açıklayarak beyanda bulunmak istenmesine; tanıkların
kimliklerinin açıklanarak(gizli tanık Efe) veya orijinal ses/görüntüsüyle (gizli
tanık 17, gizli tanık Poyraz) dinlendiği halde bu tanıklar hakkında alınan
koruma tedbirlerinin gerekliliği ve yararlılığı kalmadığı anlaşılması rağmen
koruma tedbirlerinin kaldırılmadan tanığın dinlenmesi ve sorgulamasının
yapılması; c) Yüksek güvenlikli cezaevlerinde hükümlü olarak bulunan Şemdin
Sakık ve Hacı Turan gibi kişilerin devletin koruması altında olduğu halde,
tanıkların kimliklerinin ortaya çıkması ne şekilde haklarında kendileri veya
yakınları açısından ağır bir tehlike oluşturacağı hususunda değerlendirme
yapılmadan ve koruma tedbiri gerekçeleri açıkça belirtilmeden kimliklerinin
gizlenerek dinlenilmesi; d) Gizli tanıkların kimliğinin açığa çıkmaması
gerekçesiyle güvenilirliği ve sözlerinin doğruluğu tespit edecek nitelikte
soruların sorulmasına engel olunması suretiyle CMK'nın 58/1.maddesine aykırı
davranılması, Usul ve yasaya aykırıdır.
B-SAVUNMA CMK'nın 147. maddesinde, ifade ve sorgunun tarzı düzenlenmiş olup, bu
maddede şüpheli ya da sanığa yüklenen suçun kendisine anlatılarak, suçlama
hakkında açıklamada bulunmayabileceği, şüpheden kurtulmak için somut delillerin
toplanmasını isteyebileceği ve müdafii yardımından yararlanabileceğine ilişkin
haklarının hatırlatılması gerektiği belirtilmiştir. CMK'nın 148. maddesinde ise
ifade alma ve sorgudaki yasak usuller düzenlenmiş olup, bu usullerle tespit
edilen ifadelerin delil olarak değerlendirilemeyeceği hükme bağlanmıştır. Keza
müdafii hazır bulundurulmaksızın kollukça alınan ifade, hakim veya mahkeme
huzurunda şüpheli veya sanık tarafından doğrulanmadıkça hükme esas alınamaz
kuralı getirilmiştir. Kanunda açıkça belirtilmemiş olmakla birlikte doktrinde
ifade ve sorgunun, günün makul saatlerinde, zorunlu durumlar haricinde gece
yapılmaması, şüpheli veya sanığın yaşı, fiziksel ve ruhsal dayanıklılığı, sağlık
durumu gibi faktörlerin ifade alma ve sorgunun süresini belirlemede dikkate
alınması gerektiği, yirmi dört saatlik dilim içerisinde sekiz saatten fazla
ifade alma işlemine devam edilmemesi bu sürenin de kesintisiz olmayıp asgari her
iki saatte bir ara verilmesi gerektiği belirtilmektedir. (Prof. Vahit Bıçak, Suç
Mahkemesi Hukuku, Ankara 2010, sh 545) AİHS'nin 6. maddesinin (3). fıkrasının
(c) bendinde hakkında bir suç isnadında bulunulan kişinin “Kendisini bizzat
savunmak veya seçeceği bir müdafiinin yardımından yararlanmak; eğer avukat
tutmak için gerekli maddî olanaklardan yoksun ise ve adaletin yerine gelmesi
için gerekli görüldüğünde, resen atanacak bir avukatın yardımından ücretsiz
olarak yararlanabilmek” hakkı bulunduğu belirtilmiştir. Sanık kendisini bizzat
savunma hakkına sahip olduğu gibi bir müdafi yardımıyla savunma hakkına da
sahiptir. Ancak müdafi ile temsil edilme hakkı bakımından önemli olan,
yargılamaya bir bütün olarak bakıldığında, sanığın müdafi yardımından etkili bir
biçimde yararlanmış olmasıdır. AİHM, Sözleşme'nin 6. maddesinin (a) bendi ile
hakkında bir
suç isnadında bulunulan kişinin "Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve
kolaylıklara sahip olmak" hakkına yer verilen (b) bentlerinin birbiriyle
bağlantılı olduğunu; suçlamanın nedeni ve niteliği hakkında bilgilendirilme
hakkının, şüphelinin veya sanığın savunmasını hazırlama hakkı ışığında
değerlendirilmesi gerektiğini belirtmiştir (AİHM Pelissier ve Sassi/ Fransa)
Savunmanın hazırlanması için gerekli zamana sahip olma hakkı, Anayasa'nın 36.
maddesinde belirtilen "meşru vasıta ve yollardan yararlanmak" kavramının
kapsamındadır. (AYM, 1992/39, 16/6/1992). Bu hak gereğince sanığa ve müdafiine
savunma için gerekli hazırlıkları yapabilecekleri zamanın verilmesi
gerekmektedir. Aynı şekilde suçun hukuki nitelendirmesinin değişmesi halinde de
savunmanın yeniden hazırlanması için gerekli zaman ve kolaylıklar sağlanmalıdır.
Ceza Muhakemesi Kanunu'nun 226. maddesi ile de “sanık, suçun hukukî niteliğinin
değişmesinden önce haber verilip de savunmasını yapabilecek bir hâlde
bulundurulmadıkça, iddianamede kanunî unsurları gösterilen suçun değindiği kanun
hükmünden başkasıyla mahkûm edilemez. Cezanın artırılmasını veya cezaya ek
olarak güvenlik tedbirlerinin uygulanmasını gerektirecek hâller, ilk defa
duruşma sırasında ortaya çıktığında da aynı hüküm uygulanır. Ek savunma
verilmesini gerektiren hâllerde istem üzerine sanığa ek savunmasını hazırlaması
için süre verilir. Yukarıdaki fıkralarda yazılı bildirimler varsa müdafiine
yapılır. Müdafii sanığa tanınan haklardan onun gibi yararlanır” hükmü
getirilmiştir. Ancak kanun koyucu bu düzenlemeyle iddianamede anlatılan eylem
değişmemiş olmakla birlikte, o eylemin hukuksal niteliğinde değişiklik olmasını
anılan ilkeye aykırı görmemiş, bu gibi hâllerde sanığa ek savunma hakkı
verilerek değişen suç niteliğine göre bir hüküm kurulmasına olanak sağlamıştır.
Bu düzenlemenin bir sonucu olarak mahkeme, eylemin hangi suçu oluşturacağına
ilişkin nitelendirmede iddia ve savunmayla bağlı değildir. Yargılamaya konu
olayların mahiyeti, iddianame, mütalaa ve birleşen dosyalar ile tüm dosya
kapsamı dikkate alınarak, savunma hakkını kısıtlamayacak şekilde her bir sanığın
bireysel durumları göz önüne alınarak savunmasını yapması için gerekli makul
sürenin sağlanması gerektiği gözetilmeyerek tüm sanıklar yönünden birleşen
dosyada savunmayı 1 veya 2 tam duruşma günü, esas hakkındaki savunmayı 1 veya 2
saat, sözlü talepleri ise 15 dakika ile sınırlandırılmasına kararlar verilerek
savunma haklarının kısıtlandığı belirlenmiştir.
Müdafii yardımından yararlanma hakkı, savunma hakkının vazgeçilmez bir
unsurudur. Nitekim CMK'nın 149. maddesi "şüpheli veya sanık soruşturma ve
kovuşturmanın her aşamasında bir veya birden fazla müdafiinin yardımından
yararlanabilir" diyerek bunu ifade etmektedir. Soruşturma evresinde olduğu gibi
kovuşturma evresinde de müdafiin sanıkla görüşme, sorgu süresince yanında olma
ve hukuki yardımda bulunma hakkı engellenemez, kısıtlanamaz. CMK'nın 150.
maddesi iki halde yargılamada müdafii bulundurma zorunluluğu getirmiştir.
Bunlardan birincisi sanığın çocuk ya da sağır dilsiz veya kendini savunamayacak
derece malül olması; ikincisi ise, alt sınırı en az beş yıl hapis cezasını
gerektiren suçlardan dolayı yapılan soruşturma ve kovuşturmada özel müdafii
bulunmayan sanığın istemi aranmaksızın bir müdafii görevlendirilir. Soruşturma
ve kovuşturma evrelerinin her aşamasında avukatın, şüpheli veya sanıkla görüşme,
ifade alma veya sorgu süresince yanında olma ve hukuki yardımda bulunma hakkı
yukarıda belirtilmiştir. (CMK'nın m. 149/3) Soruşturma aşamasında kısıtlama
kararı bulunmadığı sürece dosya içeriğini inceleyebilir ve istediği belgelerin
örneğini harçsız olarak alabilir. (CMK'nın m. 153/1-2) İddianamenin mahkeme
tarafından kabul edildiği tarihten itibaren dosya içeriğini ve muhafaza altına
alınmış delilleri inceleyebilir, bütün tutanak ve belgelerin örneklerini
alabilir. (CMK m. 153/4)Öte yandan CMK'nın 154. maddesine göre "sanık
vekaletname aranmaksızın müdafii ile her zaman ve konuşulanları başkalarının
duyamayacağı bir ortamda görüşebilir. Sanığın müdafiiyle yazışmaları denetime
tabii tutulamaz. 5275 sayılı Kanunun 114/5. maddesine göre, tutuklunun müdafii
ile olan haberleşme ve kurum düzeni çerçevesinde temas ve görüşmelerine hiçbir
suretle engel olunamaz ve kısıtlamalar konulamaz. Aynı Kanun'un 86/4 maddesine
göre de Ceza infaz kurumlarına giren avukatlarca savunmaya ilişkin olduğu yazılı
olarak beyan edilerek belge ve dosyalar incelemeye tabii tutulamaz. Müdafiin
kovuşturma evresinde hazır bulunma yetkisi CMK'nın değişik hükümlerinde
düzenlenmiştir. Kanunun mecburi müdafiiliği kabul ettiği hallerde (CMK'nın m.
150) müdafiinin duruşmada hazır bulunması zorunludur (CMK m.188/1). Bu nedenle
CMK'nın 191/1. maddesi uyarınca hazır bulunup bulunmadığı saptandıktan sonra
duruşmaya başlanmalıdır. CMK'nın 197. maddesi, sanık duruşmada hazır bulunmasa
da müdafiin bütün oturumlarda bulunma yetkisine sahip olduğu belirtilmiştir. Bu
nedenle de duruşma günü mutlaka müdafiine bildirilmelidir. CMK'nın 216/1.
maddesinde “Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla katılana
veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni
temsilcisine verilir.” şeklinde düzenleme yapılmıştır. Anılan Kanun maddelerinde
şüpheli veya sanığın savunmasını yapması için bir süre sınırlaması öngörülmemiş,
Avrupa İnsan Hakları Sözleşme'sinin 6. maddesinin (b) bendinde belirtilen
"Savunmasını hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olmak" hakkı,
sanığın, duruşmada “savunmasını yapmak için de gerekli olan zaman ve
kolaylıklara sahip olma” hakkını da kapsamaktadır. Ceza muhakemesinin sözlülük
ilkesi uyarınca, sanığa ve yargılamanın diğer taraflarına duruşmada yeterli
sürede söz hakkı tanınması esastır. Kovuşturma aşamasında müdafii, sanığa
katılana tanıklara, bilirkişilere ve duruşmaya çağrılmış diğer kişilere duruşma
disiplinine uygun olarak doğrudan soru yöneltebilir. Yöneltilen soruya itiraz
edildiğinde sorunun yönetilmesinin gerekip gerekmediği mahkeme başkanı karar
verir. Gerektiğinde müdafii yeniden soru sorabilir. (CMK'nın m. 201/1)
Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap
verebilir. (CMK'nın m. 216/2) CMK'nın 150. maddesine göre görevlendirilen
müdafii, duruşmada hazır bulunmaz veya vakitsiz olarak duruşmadan çekilir ya da
görevini yerine getirmekten kaçınırsa, mahkeme derhal başka bir müdafii
görevlendirilmesi için gerekli işlemi yapar. Bu durumda mahkeme oturuma ara
verebileceği gibi oturumun ertelenmesine de karar verebilir. Bu madde ile
müdafiin savunma faaliyetinin kısıtlanmasından Avrupa İnsan Hakları
Mahkemesi'nin pek çok kararında belirtildiği üzere (Artico v. İtalya; Goddi v.
İtalya ve Kamaninski v. Avusturya kararları gibi, Prof. Dr.Veli Özer Özbek,
Mehmet Nihat Kanbur, Koray Doğan, Pınar Bacaksız, İlker Tepe, Ceza Muhakemesi
Hukuku, Seçkin yayınları Ankara 2012 sh.563) mahkemeye müdafiin görevini gereği
gibi yerine getirip getirmediğinin denetlenmesi zorunluluğunu da getirerek
müdafii yardımından yararlanma hakkının önemi ortaya konulmuştur. Eğer yeni
müdafii savunmasını hazırlamak için yeterli zaman olmadığını açıklarsa oturum
ertelenir (CMK m.151/2) Nitekim Avukatlık Kanunu'nun 134. maddesinde üstlendiği
savunma görevinin gereklerini yerine getirmeyen veya görevinin gerektirdiği
dürüstlüğe uygun biçimde davranmayan müdafii hakkında disiplin soruşturması
yapılarak disiplin cezası verileceği hükme bağlanmıştır. 02.07.2012 tarihinde
6352 sayılı Kanun ile yürürlükten kaldırılıncaya kadar uygulanan CMK'nın 252/1-d
maddesi uyarınca mahkeme savunma hakkını sınırlama anlamına gelmeyecek şekilde
sanık veya müdafiine makul bir süre vermek zorundadır. Savunma hakkının doğal
sonuçlarından birisi de duruşmada hazır bulunma hakkıdır. 5271 sayılı CMK'nın
193/1. maddesinde istisnalar saklı kalmak üzere, “hazır bulunmayan sanık
hakkında duruşma yapılamayacağı” hükme bağlanmıştır. Yine CMK'nın 189/1.
maddesinde “Duruşmada, hükme katılacak hâkimler ve Cumhuriyet savcısı ile zabıt
katibinin ve Kanun'un zorunlu müdafiliği kabul ettiği hâllerde müdafiin hazır
bulunması şarttır.” denilmek suretiyle zorunlu müdafiin de duruşmada hazır
bulunması gerektiği belirtilmiştir. Duruşmanın düzen ve disiplini başlığı
altında CMK'nın 204. maddesinde, “Davranışları nedeniyle, hazır bulunmasının
duruşmanın düzenli olarak yürütülmesini tehlikeye sokacağı anlaşıldığında sanık,
duruşma salonundan çıkarılır. Mahkeme, sanığın duruşmada hazır bulunmasını
dosyanın durumuna göre savunması bakımından zorunlu görmezse, oturumu yokluğunda
sürdürür ve bitirir. Ancak sanığın müdafii yoksa, mahkeme barodan bir müdafi
görevlendirilmesini ister. Oturuma yeniden alınmasına karar verilen sanığa,
yokluğunda yapılan işlemler açıklanır.” ve 02/07/2012 tarihinde mülga CMK'nın
252/1-f. maddesinde ise “Mahkeme başkanı, duruşmanın düzenini bozan sanığı veya
müdafii o günkü oturumun tamamına çıkmamak üzere, duruşma salonundan çıkartır.
Bunların, sonra gelen oturumda da duruşmayı önemli ölçüde aksatacak davranışlara
devam edecekleri anlaşılırsa ve hazır bulunmaları gerekli görülmezse,
yokluklarında duruşmaya devam olunmasına mahkemece karar verilebilir. Bu karar,
esasa ilişkin iddia ve savunmanın yapılmasına engel olacak biçimde uygulanamaz
ve sanığın kendisini başka bir müdafi ile temsil ettirmesine izin verilir.
Duruşma salonundan çıkartılan sanık veya müdafiin bundan sonraki oturumlarda da
duruşmanın düzenini bozmakta ısrar etmeleri hâlinde, bir daha aynı dava ile
ilgili oturumların tamamına veya bir kısmına katılmamalarına da karar
verilebilir. Bu hüküm müdafi hakkında uygulandığı takdirde, durum ilgili baroya
bildirilir...” şeklinde düzenlenmiştir. Yukarıda yapılan açıklamalar karşısında,
1-Mahkeme tarafından, a-TCK'nın 311, 312, 313 ve 314/1 maddeleri ve diğer
maddelerden haklarında kamu davası açılan sanıkların savunma süresini iki
duruşma günü, TCK. 314/2 ve diğer maddelerden haklarında kamu davası açılmış
sanıkların savunma süresini ise bir duruşma günü ile sınırlandırılması; b-Esas
hakkındaki mütalaaya karşı, hakkında silahlı terör örgüt üyeliği suçundan
cezalandırılması istenen sanıklar için sanık ve müdafii/müdafilerine toplam bir
saat, hakkında silahlı terör örgüt üyeliği ile diğer suçlardan cezalandırılması
istenen sanıklar için ise, sanık ve müdafii/müdafiilerine toplam iki saat sözlü
olarak beyanda bulunma hakkı tanınması; c-Değişik iş kararıyla duruşma
sürecinde, sanıklar ve müdafilerine tahliye ve lehlerine olan delillerin
toplanmasını isteme amacına yönelik talep ve beyanlarının sunmaları için
tanınan, ayrı ayrı yarımşar saat toplamda ise bir saat sürenin, daha sonra bu
sürenin ayrı ayrı 15'er dakikalık süreye indirilmesine şeklinde karar verilmesi;
d-Mahkemenin 18.03.2013 tarihli duruşmada sanıklar ve müdafiilere esas
hakkındaki mütalaa, dosyada bulunan tüm bilgi, belge, rapor ve tanık beyanlarına
karşı son savunmalarını hazırlamaları için bir daha ki duruşmaya denilerek
08.04.2013 tarihine kadar süre verilmesi; 2-Dava dosyasının 23 ayrı dosyanın
birleşmesinden oluştuğu toplam 620 oturum yapıldığı ve yargılamanın yaklaşık 5
yıl sürdüğü duruşma yapılan yerin avukatların iş yerlerinden uzakta bulunan
Silivri'de yer alması nedeniyle duruşmalara katılımın zorlaştığı dikkate
alındığında bir kısım sanıkların hakkın kötüye kullanması biçiminde bulunmayan
kendisini duruşmalarda birden fazla müdafii ile temsil ettirme taleplerinin
yüklenen suçların niceliği ve niteliği ile dosyanın kapsamı irdelenmeden
yetersiz gerekçeyle her bir sanığın en fazla üç müdafi ile temsil edilmesi
şeklinde karar vererek CMK'nın 149/2. ve 189. maddelerine aykırı davranılmak
suretiyle savunma hakkının kısıtlanması; 3-Sanıklara yüklenen suçların niteliği
ve niceliği, dosyanın kapsamı dikkate alındığında sanıkların okunan belgelerle
ya da dinlenen tanık beyanlarıyla ilgili müdafii yardımına ihtiyaç duyduğunda
talepleri doğrultusunda duruşma disiplinini bozmadan bir arada bulunmalarına
müsaade edilmeyerek CMK'nın 154. maddesine aykırı davranılmak suretiyle savunma
hakkının kısıtlanması; 4-Duruşmalar sırasında sanık müdafilerinin mikrofonları
verilen süreyi aştıklarından bahisle kapatılarak hukuki yardım amacıyla oturumda
sanıklarla görüşmelerine izin verilmeyerek, duruşma sırasında ve verilen aralara
ilişkin kamera kayıtlarına göre işlem yapılmak suretiyle sanık müdafiilerinin
görevlerinin yerine getirilmesine engel olunarak savunma hakkının kısıtlanması;
5-Ceza yargılamasının özelliklerinden birisi de sözlülük ilkesi olduğu halde,
mahkemece sanıkların ve müdafilerin sözlü olarak yapmış oldukları usule ilişkin
ya da eksik araştırma konularındaki taleplerinin yazılı olarak verilmesi
istenerek bu ilkeye aykırı davranılması suretiyle savunma hakkının kısıtlanması;
6-Müdafilik görevinin gereği gibi yerine getirilmesi amacıyla tanık dinletmek
isteyen bazı sanık müdafilerinin ve sanık müdafisi olarak görev yapmakta iken
cezaevinde bulunan müvekkillerinin görevleri gereği ziyaret eden Kemal Kerinçsiz
gibi bir kısım sanıkların bu eylemlerinin kanunen verilen görevin yerine
getirilmesi nedeniyle hukuka uygunluk arz etmesine rağmen örgütsel ve suça
ilişkin faaliyet olarak değerlendirilerek gerekçeye dayanak yapılması; 7-Bazı
sanıklara istinat edilen suçlar zorunlu müdafii bulundurulmasını gerekli kılacak
nitelikte bulunmasına rağmen bu sanıkların müdafilerinin bulunmadığı oturumlarda
suçlamalarla ilgili beyanlarının alınması ve sorular sorulması suretiyle
müdafiden yararlanma hakkının bertaraf edilmesi; 8-Mahkemenin yargılama
sırasında verdiği gerek ara kararlarını gerekse mahkeme başkanının oturumun
yönetimiyle ilgili kararlarını duruşma disiplinini bozmamak kaydıyla itiraz ve
yeniden gözden geçirilmesini talep etme hakkının bulunmasına rağmen özellikle
sanık müdafilerinin mahkeme başkanını duruşma idaresi kapsamında kalan söz
hakkının süresi, sorulacak soruların belirlenmesi ya da usulü işlemlerle ilgili
karar ve uygulamalarına yapmış oldukları itirazların kanuna aykırı olarak
"mahkeme başkanına itiraz edilemeyeceği ve kararlarının tartışılamayacağı"
gerekçesiyle dinlenmemesi; 9-Bir kısım sanık ve müdafilerinin, birleşen dava
dosyalarının iddianamelerinin duruşmada yeniden okunması yönündeki taleplerin,
birleşme öncesi ile ilgili davalarda okunduğu gerekçesiyle reddedilmesi;
10-Mahkeme tarafından oturum bitiminde talepler konusunda karar verilmesi yerine
celse arasında karar verilmesine şeklinde karar verilip dosyanın esasına ilişkin
mağdurların ve tanıkların dinlenilmesi, duruşmadan men kararları, bilirkişi
görevlendirilmesi gibi bir çok işlemin tarafların katılımı olmadan dosya
üzerinden değişik iş kararları ile verilmesi; 11-Mahkeme tarafından, dosya
kapsamında bulunan CD, DVD, harddisk, bilgisayar ve imajları ile belgelerin
kendilerine verilmesini isteyen sanıklar Mustafa Levent Göktaş, İlyas Çınar,
Doğu Perinçek, Mehmet Deniz Yıldırım, bir kısım sanık ve müdafiilere, henüz
soruşturmanın devam ediyor olması, belgelerin gizli kaşeli olması, kişisel
verilerin bulunması gibi sebeplerle taleplerin reddedilerek savunma hakkının
kısıtlanması; 12-Ahmet Hurşit Tolon, Kemal Aydın gibi bir kısım sanıklar
hakkında bu kurallara uyulmaksızın ve özellikle, zorunlu
gerekçeler de gösterilmeksizin, kesintisiz uzun süreli geceleyin sağlıksız ve
hazırlıksız şekilde ifade ve sorguların yapılarak CMK'nın 147 ve 148.
maddelerine aykırı davranılması keza sanık olan Emin Gürses'in kollukta alınan
ifadesi sırasında ifade içeriği ile uyuşmayan ve kendisine sorulan sorularla
ilgili varsayımsal düşüncelerini yazdığını belirttiği notların herhangi bir
araştırma yapılmadan aleyhine kanıt olarak kullanılması; 13-İfadesi şüpheli ya
da sanık sıfatı ile tespit edildiği anlaşılamayan ve CMK'nın 45-58. maddelerinde
düzenlenen tanıklığa ilişkin kurallara da uygun şekilde alındığı anlaşılmayan,
keza dosyada kendisine yasak sorgu yöntemleri uygulandığı konusunda kuvvetli
şüphe oluşturan ses kayıtları bulunan Tuncay Güney'in anlatımlarının hükme esas
alınarak, Anayasanın 36. maddesinde düzenlenen adil yargılanma ilkesine aykırı
davranıldığı gibi hükmün, ancak hukuka uygun yöntemlerle elde edilmiş kanıtlara
dayandırılabileceğini emreden Anayasanın 38/6. maddesi ile 5271 sayılı CMK'nın
217. maddelerine aykırı davranılması; 14-Bir suç şüphesi ile hakkında cezai
soruşturma başlatılan ve o andan itibaren ‘şüpheli’ sıfatını taşıyan kişinin
savunmasının ne şekilde ve hangi kurallara tabi olarak alınacağı CMK’nın 147. ve
devamı maddelerinde düzenlenmiş olup, sanık Murat Çağlar’ın gözaltına
alınmasından sonra anılan düzenlemelerde yeri olmayan ve ‘mülakat’ adı verilen
yöntemle, yasal hakları hatırlatılmadan ve müdafii yardımından da yararlanma
imkanı tanınmadan beyanının alınması, bu beyanının adı geçen sanıkla birlikte
Mehmet Fikri Karadağ gibi sanıklar hakkında da aleyhe delil kabul
a-Sanıklar Hüseyin Gazi Oğuz, Mahir Çayan Güngör, Aydın Gergin ve Yaşar
Arslanköylü hakkında 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçu nedeniyle ek savunma
verilmeden TMK 5. maddenin uygulanması; b-Sanık Hayati Özcan hakkında TCK’nın
334/1, sanık Ufuk Akkaya hakkında ise TCK'nın 136. maddeleri uyarınca verilen
hapis cezalarında, sanıklara ek savunma hakkı tanınmaksızın TCK’nın 43/1.
maddesi uyarınca artırım yapılması; c-Sanık Kemal Kerinçsiz hakkında TCK'nın
327/1. maddesi uyarınca cezalandırılması için kamu davası açılmış ve esas
hakkında mütalaada da aynı maddenin uygulanması talep edilmiş ise de sanığa ek
savunma hakkı verilmeden TCK'nın 334/1. maddesinden hüküm kurulması; d-Sanık
Yusuf Beşirik hakkında TCK'nın 314/3, 220/7. maddeleri delaletiyle 314/2.
maddesi uyarınca cezalandırılması için kamu davası açılmış ve esas hakkında
mütalaada TCK'nın 314/2. maddesi uygulanması talep edilmiş ise de sanığa ek
savunma hakkı verilmeden ve esas hakkında mütalaaya karşı beyanı alınmadan hüküm
kurulması; e-Sanık Mehmet Şener Eruygur'a atılı tüm suçları yönünden savunması
alınmadan ve ayrıca TCK'nın 135. maddesinden cezalandırılması için kamu davası
açılmış ise de sanığa ek savunma hakkı verilmeden ve esas hakkında mütalaaya
karşı beyanı da alınmadan TCK'nın 136. maddesinden hüküm kurulması; 16-Duruşmada
hazır bulunan sanık Mehmet Sabuncu'nun mütalaaya karşı beyanı ve son savunması
alınmadan karar verilmesi; 17-Sanıklar Mustafa Ali Balbay, Ahmet Tuncay Özkan,
Oktay Yıldırım, Erkan Önsel, Mehmet Demirtaş, Veli Küçük gibi birçok sanık
yönünden CMK'nın 252/1-f maddesinin 02.07.2012 tarihinde 6352 sayılı Kanun ile
yürürlükten kaldırılmasına rağmen, mahkeme başkanının duruşma düzenini bozan
sanık veya müdafiinin oturumların bir kısmına ya da tamamına katılmamalarına
karar verilmesi suretiyle savunma hakkının kısıtlanması; 18-353 sayılı Askeri
Mahkemeler Kuruluşu ve Yargılama Usulü Kanunu’nun 81. maddesinin 1. fıkrasındaki
“Asker kişiler, ifadelerinin alınması veya sorguları için bağlı bulundukları
askeri birlik komutanının veya askeri kurum amirinin emri ile getirilirler.”
düzenleme karşısında, 01.04.2010 tarihinde asker kişi olan Sanık Özkan Kurt’un
soruşturma aşamasındaki ifadesinin Terörle Mücadele Şube Müdürlüğü personelince
alınması ve ifade esnasında askeri inzibat bulundurulmaması; 02.04.2010
tarihinde mahkemedeki sorgusu sırasında, CMK’nın 148. madde hükmü
hatırlatılmaksızın, “kolluk ve Cumhuriyet savcılığında müdafii
bulundurulmaksızın alınan ifadelerini kabul edip etmediği”nin sanığa sorulması
ve anılan husustaki bu kabul beyanına istinaden kolluk ve savcılık beyanlarının
delil kabul edilmesi; yine İstanbul 14. Ağır Ceza Mahkemesi’nin 2010/118 esas
sayılı dosyasının 26.01.2011 tarihli celsesinde de müdafii olmaksızın alınan
kolluk ifadesinin, sanığa okunması suretiyle CMK’nın 148 ve 213. maddelerine
muhalefet edilmesi; 19-Sanık Bedirhan Şinal'ın Cumhuriyet Başsavcılığında
şüpheli olarak savunmasının alınmasından sonra 19.12.2008 tarihinde Edirne F
Tipi Cezaevinde kolluk tarafından bir kez daha ifadesinin alınması yoluna
gidilerek CMK’nın 148/5. maddesine muhalefet edilmesi; Suretiyle sanıkların
savunma hakları kısıtlanarak kanuna aykırı şekilde uygulama yapıldığı tespit
olunmuştur. C-DELİLLERİN TARTIŞILMASI CMK'nın 206. maddesine göre, sanıkların
sorguya çekilmesinden sonra delillerin ortaya konularak tartışılması ve
gerektiğinde reddi aşamasına geçilir. Maddeye göre delillerin ortaya konulması,
tanıkların ve bilirkişilerin dinlenmesi, diğer ispat araçlarının ileri
sürülmesi, incelenmesi, irdelenmesi, açıklanması ve tartışılması demektir. Asıl
olan bütün delillerin, ispat araçlarının soruşturma ve duruşma hazırlığı
evresinde bir araya getirilmesi ve böylece davanın bir duruşmada bitirilmesidir.
Ancak, ceza yargılamasının amacının, maddi gerçeğe ulaşmak olması nedeniyle
hakim, taraflarca ikame edilen kanıtlarla bağlı değildir. Mahkemenin
kendiliğinden duruşma aşamasında kanıt toplaması olanaklıdır. Hüküm, duruşmada
ortaya konulan delillere dayanır. Çünkü, bu deliller tartışılmış, taraflar
bunlara karşı diyeceklerini bildirmişlerdir. Tartışılmayan bir delil hükme esas
alınamaz. Sözlülük ilkesi nedeniyle kural olarak tanığın duruşmada dinlenmesi ve
önceki anlatımının okunulmasıyla yetinilmemesi gerekir. Maddenin ikinci
fıkrasına göre, ceza yargılamasında kural her şeyin delil olabilmesidir. Ancak,
yine de delillerde kimi özellikler aranmaktadır. Bunlar, -Deliller hukuka uygun
olarak elde edilmelidir. Hukuka aykırı elde edilen deliller hükme esas
alınamazlar. CMK'nın
217. maddesinde yüklenen suçun ancak hukuka uygun delillerle ispat edilebileceği
öngörülmüştür. -Delillerin, ispat açısından önemli olması gerekir. İspat
açısından bir yararı ya da etkisi yoksa delil olamaz. -Ortaya konulması istenen
delilin davayı uzatmak maksadıyla bildirilmemesi gerekir. Sadece davayı uzatmak
maksadıyla yapılmışsa, isteğin reddi gerekir. Deliller gerçekçi olmalıdır, beş
duyu organıyla öğrenilmelidir. Tanık beyanı, bilirkişi raporu dış dünya ile
ilgili olmakla delil niteliğindedir. Ancak dış dünya ilgili olmayan hayali
şeyler ya da afaki varsayımlar veya çıkarımlar delil olmazlar. Delillerin akılcı
olması şarttır. Olayla ilgisi olmayan şeyler delil olamaz. Hakimlerin kişisel
bilgi ve kanaati delil olmaz. Kişisel bilginin delil olabilmesi için hakim değil
tanık olması gerekir. Delili yalnızca Cumhuriyet savcısı ya da hakimin öğrenmesi
yeterli olmayıp tarafların da öğrenip tartışması zorunludur. Mahkemenin ilk ve
asli hedefi, gerçeği ortaya çıkartmaktır. Bu nedenle istek üzerine delilleri
ikame edilebileceği gibi, mahkemenin kendiliğinden tanık ve bilirkişi çağırması
ve başkaca kanıtların getirilmesini istemesi de olanaklıdır. Kural olarak,
çağrılan tüm tanıkların ve bilirkişilerin dinlenmeleri ve öteki kanıtların
ortaya konulmaları gerekir ise de, dinlenen bir bölüm tanığın anlatımıyla ve
bilirkişinin görüşünün alınmasıyla olayın hiçbir, kuşkuya yer bırakmayacak
biçimde çözümlenmesi durumunda, zaman kaybına ve gereksiz uğraşıya yol
açılmaması için, geride kalan tanık ve bilirkişiler dinlenilmemelidir. Aksi
halde tüm kanıtların ortaya konulması zorunluluğu, yargılamayı uzatmayı
amaçlayan kötü niyetlilerin işine yarayacaktır. Bu nedenlerle, kanıtların reddi
ve sınırlandırılması durumlarını somutlaştırırsak, aşağıda ortaya konulmak
istenen delillerin reddi gereklidir. “a-Kanıt gösterilmesine yasal olanak yoksa,
b-Durum kanıt gerektirmeyecek biçimde açık ise, c-Kanıtlanması istenilen olayın
karara etkisi yoksa ya da daha önce kanıtlanmış bir hususa ilişkin ise, d-Kanıt
amaca elverişli değilse, eKanıtın elde edilmesi olanaksız ise, f-Kanıt
gösterilmesi isteği işi uzatmak amacıyla yapılmış ise, g-İleri sürülen olay
gerçek olarak kabul edilecek nitelikte ise, gösterilen
olanaklıdır. Cumhuriyet savcısı, sanık ve varsa katılanın, söz birliği etmeleri
durumunda mahkemenin herhangi bir kanıttan vazgeçmesi mümkündür. Ancak bir
yargıya ulaşması için gerekli ise, mahkemenin, tarafların vazgeçme isteklerini
reddederek, kanıtı incelemesi ya da dinlemesi gerekir. Vazgeçme mahkemeyi
bağlamaz. Katılan, kişisel haklarını kanıtlamak için gösterdiği kanıtlardan, C.
Savcısının ve sanığın uygun beyanlarına gerek olmadan, her zaman tek yanlı
olarak vazgeçebilir. Ceza yargılamasının amacı hiçbir duraksamaya yer vermeden
maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasıdır. Gerçeğe ulaşılabilmesi için sanığın leh ve
aleyhindeki delillerin dava sonuçlanıncaya kadar her zaman toplanabilmesi
olanaklıdır. CMK'nın 217. maddesi gereğince, bir delilin veya ispat olunacak
vakıanın geç ileri sürülmesi, bu kanıt veya olgunun ileri sürme talebinin
reddini gerektirmemektedir. Yargılamanın süratle bitirilmesi ilkesi asla maddi
gerçeğin ortaya çıkarılması gayesinin önüne geçmemelidir. Delillerin reddi
kararı, gerek tarafları gerekse toplumun adalet beklentisini karşılayacak
derecede akla, hukuka uygun ve yeterli gerekçelere dayanmalıdır. CMK'nın 206 ve
devamı maddelerinde delillerin ortaya konulmasına ilişkin düzenlemelere yer
verilmiş, anılan Kanunun 216. maddesinde ise delillerin tartışılmasının usulü ve
sonlandırılması açıklanmıştır. CMK'nın 208. maddesinde aynı yasanın 68.
maddesine uygun olarak dinlenen tanıkların ifadelerinden sonraki işlemler,
209. maddesinde naip ve istinabe yoluyla sorgusu yapılan sanığa ait sorgu
tutanakları ile aynı yöntem ile dinlenen tanık ifade tutanakları, muayene ve
keşif tutanakları gibi delil niteliğindeki belge ve diğer belge ile bilgilerin
duruşmada okunması, 211. maddede duruşmada önceki ifadesi okunmakla yetinilecek
tanık ya da suç ortağının belirlenmesi, 212 ve 213. maddelerde hangi hallerde
tanığın ve sanığın önceki ifadesinin 214. maddede de bir açıklama ve görüşü
içeren resmi belge ve diğer yazıların, muayene ve doktor raporlarının
okunmasından sonra hangi hallerde bu belgeleri düzenleyenlerin duruşmaya
çağrılabileceği düzenlenmiştir. Duruşmada okunup tartışılmayan delillerin hükme
esas alınmaması prensibinin bir sonucu olarak, olayın tek delililin bir tanık
açıklamasından ibaret olması durumunda, daha önce yapılan yazılı ifade
tutanağının dinleme yerine geçmeyeceği belirtilmiştir. CMK'nın 215. maddesinde,
delillerin ortaya konulmasında yani, beyanların tespiti ve belgelerin
okunmasından sonra bunlara karşı katılan veya vekiline Cumhuriyet savcısına,
sanığa ve müdafiine diyeceklerini bildirme hakkı düzenlenmiştir. Bu kişilerin
yokluğunda beyanlar tespit edilip belgeler okunmuş ise, hazır bulundukları ilk
oturumda bu kanıtlara karşı diyeceklerin sorulması gerekir. Ancak söz konusu
kişilerin diyeceklerinin sorulması için çağrılmaları öngörülmemiştir. CMK'nın
216. maddesinin 1. fıkrasında ise, ortaya konulan deliller ile ilgili tartışma
aşamasında söz sırası düzenlenerek, 2. fıkrada esasa ilişkin açıklamaların (esas
hakkındaki mütalaa ve savunmanın) usulü ve son olarak 3. fıkrada hükümden önceki
son sözün sanığa verilmesi gerektiği belirtilmiştir. Ceza yargılamasının amacı
olan maddi gerçeğin açığa çıkarılması için sanığın sorguya çekilmesinden sonra
delillerin ortaya konulması ve tartışılması aşamasına geçilir. Ceza
yargılamasında maddi gerçek iddia ve savunma makamlarının görüşlerinin
tartışılması sonucunda ortaya çıkar. Hâkim de kararını ancak duruşmaya
getirilmiş ve huzurunda tartışılmış delillere dayandırabilir. Delillerin
tartışılmasında hazır bulunan taraflardan kimin hangi sıra ile söz alacağı,
cevap haklarını nasıl kullanacakları ve duruşmanın en son kimin sözü ile
bitirileceği CMK'nın "Delillerin tartışılması başlıklıklı"
216. maddesinde: "1)Ortaya konulan delillerle ilgili tartışmada söz, sırasıyla
katılana veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine veya kanuni
temsilcisine verilir. 2)Cumhuriyet savcısı, katılan veya vekili, sanığın,
müdafiinin veya kanuni temsilcisinin açıklamalarına; sanık
ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet savcısının ve katılanın veya
vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. 3)Hükümden önce son söz, hazır bulunan
sanığa verilir" şeklinde düzenlenmiştir. Buna göre delillerin tartışılmasında
ilk önce söz katılana veya vekiline, daha sonra Cumhuriyet savcısına ve en son
olarak da sanığa ve müdafiine veya kanunî temsilcisine verilir. Görüldüğü üzere
kanun koyucu, önce iddia, daha sonra da savunma makamını teşkil edenlerin söz
alıp görüşlerini açıklaması gerektiğini kabul etmiştir. Cumhuriyet savcısı,
katılan veya vekili, sanığın, müdafiinin veya kanuni temsilcisinin
açıklamalarına; sanık ve müdafii ya da kanuni temsilcisi de Cumhuriyet
savcısının ve katılanın veya vekilinin açıklamalarına cevap verebilir. 5271
sayılı CMK'nın 216. maddesinin birinci fıkrasındaki delillerin tartışılmasındaki
söz sırasına ilişkin kural ile üçüncü fıkrasındaki hükümden önce son sözün hazır
bulunan sanığa ait olduğu kuralı nitelikleri ve kurala aykırılığın hukuki
sonuçları itibari ile birbirinden farklıdır. Delillerin tartışılmasındaki söz
sırasına ilişkin kural gerek son oturumda gerekse ara oturumlarda uygulanması
gereken genel bir kural iken, son sözün hazır bulunan sanığa ait olduğu kuralı
delillerin tartışılması aşamasının tamamlanmasından sonra son oturumda sanığa
tanınan bir haktır. Sanığın son söz hakkını kullanmasından sonra tekrar
duruşmaya geri dönülmez ve artık hüküm kurulur. Delillerin tartışılması
sırasında sanık ister duruşmada hazır bulunsun isterse bulunmasın son sözün
sanık müdafiine verilmesi gereklidir. Kanun koyucu söz sırasında sanık müdafiini
sanıktan sonra saymıştır. Hükümden önce son söz hakkı ise Kanun'un açık
ifadesinden de anlaşıldığı üzere sadece hazır bulunan sanığa aittir. Sanığın
hükümden önceki son söz hakkı tıpkı ifade ve sorgu gibi şahsi bir haktır ve
sanığın bizzat kendisi tarafından kullanılmalıdır. Sanık müdafii için nasıl ki
temsilcisi denilerek sanığın yerine sorgulanamaz ve ifadesi alınamaz ise,
sanığın hazır olduğu oturumda da son söz hakkını kullanamaz. İnceleme konusu
somut olayda, mahkemece CMK'nın 206. maddesi uyarınca sanıkların sorgusu
tamamlandıktan sonra bir kısım tanıkların dinlendiği devamında ve bazı
oturumlarda dosyaya konulan belgelerin okunduğu ancak içeriklerinin açıkça
anlatılmadığı bu aşamadan sonra, Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki mütalaası
alınıp sanık ve müdafiilerinin esasa ilişkin savunma yapması istenilmiş olmakla;
CMK'nın 215. maddesi uyarınca dinlenen tanıkların, suç ortaklarının ve
bilirkişilerin dinlenmesinden sonra ve okunmasında yasal engel bulunmayan her
bir belgenin açıkça okunmasından sonra bu beyan ve belgelere karşı sırasıyla
katılan veya vekiline, Cumhuriyet savcısına, sanığa ve müdafiine diyecekleri ile
beyan ve belgeler üzerindeki değerlendirilmeleri sorulduktan ve bu şekilde
delillerin maddi olaylara ve hukuka uygun olup olmadıklarının belirlenmesinden
sonra sırasıyla katılan ve vekilinin esasa ilişkin beyanları ile Cumhuriyet
savcısının esas hakkında mütalaası alınıp devamında yine CMK'nın 216. maddesi
uyarınca sanıklara ve müdafilerine esas hakkındaki savunmaları sorulup akabinde
hazır bulunan sanıklara son sözleri verilmesi gerekirken bu yargılama
kurallarına uyulmadan yazılı şekilde hüküm kurulması suretiyle CMK'nın 215 ve
216. maddelerine aykırı davranılması tüm sanıklar yönünden bozma nedeni olarak
kabul edilmiştir. D-MAHKEME KARARLARINDAKİ GEREKÇE ZORUNLULUĞU Anayasanın 141/3.
maddesinde "Bütün mahkemelerin her türlü kararları gerekçeli yazılır." Buna
paralel hüküm içeren 01.06.2005 tarihinde yürürlüğe giren 5271 sayılı CMK'nın
34. maddesinde de "Hakim ve mahkemelerin her türlü kararı, karşı oy dahil
gerekçeli yazılır" hükümleri yer almaktadır. Mahkumiyet hükmünün gerekçesinde
gösterilmesi gereken noktalar ise CMK'nın 230. maddesinde düzenlenmiştir. Buna
göre sırayla,
“a)İddia ve savunma, bunların dayandırıldığı ve mahkemece toplanan kanıtların
neler olduğu, b)Kanıtların tartışılması, değerlendirilmesi ve reddedilen veya
kanıtlama yönünden üstün tutulan ve kabul edilen kanıtlar ve nedenleri, c)Tüm
bunların ışığında ulaşılan kanı, sanığın suç oluşturduğu kabul edilen eylemi,
bunun yasal unsurları ve nitelendirmesi, uygulanacak kanun maddesi, d)Cezayı
ağırlatan ve hafifleten yasal ve değerlendirmeye bağlı nedenlerle cezayı
kaldıran yasal nedenlerin bulunup bulunmadığı, bunlara ilişkin istemlerin kabul
veya reddiyle temel cezanın belirlenmesine ilişkin nedenler, e)Cezanın
ertelenmesi, tedbirlerden birine çevrilmesine veya ek güvenlik tedbirinin
uygulanmasına yönelik veya bu konulardaki istemlerin kabul veya reddine ilişkin
dayanaklar gösterilecektir. Açıklanan bu usul kuralları buyurucu nitelikte olup,
uygulamaması 5320 sayılı Yasanın 8/1. maddesi yollamasıyla 1412 sayılı CMUK'nın
308/7 (5271 sayılı CMK'nın 289/1-e) maddesi uyarınca kesin bozma nedenini
oluşturur.” AİHS'nin adil yargılama hakkını düzenleyen 6. maddesinde gerekçeli
karar hakkı açıkça yer almamaktadır. Buna karşılık AİHM, demokratik toplumda
tuttuğu çok önemli yer nedeniyle dar yorumlamanın amaca uygun olmayacağını ifade
ettiği, AİHS'nin 6/1. madde hükmüne ilişkin olarak, mahkemelerin kararlarında
gerekçe vermekle yükümlü oldukları yorumunda bulunmaktadır. (Delcourt/Belçika,
17 Ocak 1970 Par. 25) Bu itibarla, gerekçeli karar hakkı hakkaniyete uygun
yargılama ilkesi kapsamında tanınan içtihadî bir haktır ve mahkeme ceza
yargılaması sonucunda verilen kararların gerekçeli olmasının demokratik hukuk
devletinin vazgeçilmez ögelerinden birisi olduğunu belirtmiştir. Bir yargı
kararının gerekçesiz olması, adil yargılanma hakkının ihlalini oluşturacağı
gibi, yetersiz bir gerekçe de aynı sonucu doğuracaktır. (H/ Belçika kararı 30
Kasım 1987) Dairemizce de benimsenin Yargıtay CGK'nın 25.01.2011 tarihli
2010/7-192 E. 2011/01 K. sayılı ve benzer nitelikteki diğer kararlarında
belirtildiği üzere; Karar sorun/iddia, gerekçe ve sonuç bölümlerinden
oluşmaktadır. Gerekçe kısmında, delillerle sonuç arasındaki bağ yani neden bu
sonuca ulaşıldığı anlatılmalı ve hukuki nitelendirmeye yer verilmelidir.
Gerekçe, hükmün dayanaklarının akla, hukuka ve dosya içeriğine uygun açıklaması
olduğuna göre dosyadaki bilgi ve belgelerin yerinde değerlendirildiğini gösterir
biçimde geçerli ve yasal olmalıdır. Yeterli ve yasal bir gerekçeye dayanılmadan
karar verilmesi yasa koyucunun amacına uygun düşmeyeceği gibi uygulamada da
keyfiliğe yol açacaktır. Keyfiliği önlemek, tarafları tatmin etmek ve yargısal
denetimin yapılmasına kolaylık sağlamak için hükmün gerekçeli olması gerekir.
Hükmün mantıksal dayanağını oluşturan gerekçe, somut olaya, akla, mantığa,
bilimsel görüşlere ve yargısal içtihatlara dayalı olmalıdır. Bu özellikleri
taşıyan bir gerekçe, kararların daha isabetli verilmesini sağlar, tarafları
tatmin eder, yasa yolu aşamasında kararların denetimine olanak sağlar, ayrıca
bilimsel ve içtihat hukukunun gelişmesine olanak tanır. Yargı yetkisinin “Türk
Milleti Adına” bağımsız mahkemelerce kullanılacağı yolundaki Anayasa kuralı ile
bütün mahkemelerin her türlü kararlarını gerekçeli olması kuralı arasında
doğrudan bağlantı vardır. Takdir hakkının kullanılması mahkemeye verilmiş bir
yetkidir ve yetkinin yerinde kullanılıp kullanılmadığının denetimi ancak
gerekçeyle yapılabilir. Takdir yetkisinin keyfi kullanımı ancak gerekçe
denetimiyle engellenir. Hükmün nedeni olarak da tanımlanan gerekçenin
öğrenilmesi hakkı sadece dava taraflarının değil kamunun da hakkıdır. Bu durum
gerekçenin tam ve gerçeğe dayalı olmasını zorunlu kılar. Zira yerleşik Yargıtay
içtihatlarında da ısrarla belirtildiği üzere gerekçe yetersiz ve gerçek durumu
yansıtmıyor ise hak ihlali olduğu açıktır. Mahkeme kararları tarafları ve
herkesi inandıracak ve Yargıtay denetimine olanak verecek biçimde olmalı,
Yargıtay'ın gerekçelerle tutanak denetimini yapması ve bu açıdan disiplin
işlemlerini yerine getirmesi için, kararın dayandığı tüm verilerin, bu veriler
konusunda mahkemenin ulaştığı sonuçların, iddia, savunma ve tanık anlatımlarına
ilişkin değerlendirmelerin açık olarak gerekçeye yansıtılması, belirsiz, kapalı
ve duraksamalı söylemlerden kaçınılması ve genelleme yapılmaması gerekir.
Aralarında bağlantı kurulmadan, sadece delillerin art arda sıralanması "yeterli
ve geçerli" bir gerekçe değildir. Dayanılan gerekçe ile birlikte, iddia,
savunma, sanığın lehine ve aleyhinde olan delillerin tartışılması, suçun kanuni
unsurlarının yanı sıra sabit kabul edilen ve edilmeyen olayların kararda
gösterilmesi gerekmektedir. Hangi delillere hangi gerekçeyle üstünlük
tanındığının gerekçeye açıkça yansıtılması gerekmektedir. Öte yandan, cezanın
kişiselleştirilmesinde gösterilecek gerekçe, sanığın kişiliği ile ilgili bilgi
ve belgelerin isabetle takdir edildiğini de gösterecek biçimde dosya içeriğine
uygun, geçerli ve yasal olmak zorundadır. Yine mahkemece, ceza tayin edilirken
cezanın maddede yazılı alt sınırın üzerinde belirlenmesi halinde gerekçenin
TCK'nın 61. maddesinde belirtildiği şekilde, suçun işleniş biçimini, suçun
işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği zaman ve yeri, suçun konusunun
önem ve değerini, meydana gelen zarar veya tehlikenin ağırlığını, failin kast
veya taksirine dayalı kusurunun ağırlığını, failin güttüğü amaç ve saiki göz
önünde bulundurarak ilgili bilgi ve belgelerin isabetle değerlendirildiğini
gösterir biçimde yasal ve yeterli olması gerekir. Hakimin vicdani kanaati,
davada oluşmalıdır ve delillerin tartışılıp hükmün oluşmasında önem arz eden bu
kanaatin dava dışı bilgilerden, inançlardan ortaya çıkması çok tehlikelidir.
Hakime etki edebilecek olan her husus, kurallara uygun olarak kanıtlanmalıdır.
Mahkeme kararında, duruşma dışı bazı olayların ve davranışların yan delil olarak
gösterilmesi doğru değildir. Hakimin kendi bilgisi de hükme dayanak yapılamaz.
Yalnız vicdani kanaate dayanan bir kabul, her zaman gerçeğe uygun düşmez. Bir
şeyin şüpheli olarak kabulü, reddi anlamına gelmelidir. Vicdani kanaat kendi
başına hüküm sebebi olmaz, isnadın doğruluna veya yanlışlığına vicdanen kanî
oluncaya kadar hakimin delil araştırmaya devam etmesi gerekir. O halde vicdani
kanaat, delil değildir. "Gerekçe" ile "hukuki gerçek" farklı olamaz. Terim
çoğaltmak, açıklamak gerekçe sayılmaz. Vicdani kanaat "delillerin takdiri"
bakımından önemlidir. Bu dahi delillerin mevcut olmasını gerektirir. Bu
delillerin rasyonel ve realist olmaları zorunludur.
Subjektif nitelikte bulunan vicdani kanaat gerekçe
sayılamaz. Hakimin delilleri toplama ve toplanmış delilleri takdiri aynı şey
değildir. Hakimin delilleri toplamasında takdir hakkı bulunmayıp, toplanmış olan
delillerin takdirinde serbesttir. Ancak bu serbestlik de keyfilik değildir. Bu
düzenlemeler ve açıklamalar doğrultusunda, 1-Dönemin Başbakanı Bülent Ecevit
hakkında Adli Tıp Kurumu
1. İhtisas Kurulu'nun 19.01.2011 tarih ve 198 karar sayılı Raporundaki çoğunluk
görüşünde; “Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde 17/05/2002-27/05/2002
tarihlerinde; tromboflebit, sol 9. kaburga kırığı, pulmoner tromboemboli,
Parkinson hastalığı, Myastenia gravis, blefarit, osteoporoz, kontrole
hipertansiyon tanıları ile yatırıldığı, önerilerle taburcu edildiği, 28/05/2002
tarihinde evde yapılan kontrolde; 7. ve 8. vertebra hizasının ödemli,
palpasyonla ağrılı olduğu, çekilen filmlerde T8 kompresyon kırığı saptandığı,
korse ile fiksasyon ve mutlak yatak istirahati önerildiği, evde kontrollere
devam edildiği, 12/06/2002'de gece evde düştüğü belirtildiği, muayenede omurilik
zedelenme bulgusu olmadığı, ısrarla yatak istirahati ve korse gerekliliği
önerildiği, en son 02/07/2002 tarihli ev ziyaretine ait muayene bulguları
olduğu, 30/05/2003, 11/06/2002, 28/07/2003 tarihlerinde Gülhane Askeri Tıp
Akademisi ve Askeri Tıp Fakültesi Eğitim Hastanesi'nde anemi açısından ayaktan
takip ve tedavisi yapıldığı, 22/08/2003-29/08/2003 tarihlerinde aynı hastanede
yataktan düşme, kasılma, bilinç kaybı nedeniyle yatırıldığı, yapılan tetkiklerle
epilepsi tanısı konulduğu, en son 01/05/2006 tarihinde intraventriküler kanama
nedeniyle aynı hastaneye yatırıldığı, takip ve tedavisi sürerken 05/11/2006
tarihinde öldüğü bildirilen Bülent Ecevit adına düzenlenen adli ve tıbbi
belgelerde bulunan veriler birlikte değerlendirildiğinde; Kişinin Başkent
Üniversitesi Hastanesi'nde 17/05/200227/05/2002 tarihleri arasındaki yatışında;
sol 9. kaburga kırığı, tromboflebit, pulmoner tromboemboli yönünden
değerlendirildiği, uygulanan tedavilerin tıbben uygun olduğu, Myastania Gravise
de uygun tedavi verildiği fakat Parkinson hastalığı açısından hastane ve evdeki
tıbbi kayıtlar ve takiplerde tutulan notlarda eksiklikler dikkati çektiği,
Parkinson hastalığının düzeyi, komplikasyon (unutkanlık, hipotansiyon, uyku
problemleri) gelişip gelişmediğinin, ilaç kullanımı ile ilgili sorunların olup
olmadığının not edilmediği, bunlardan dolayı hastanın son muayene bulgularının
düzenli olarak değerlendirilmediği ve detaylı olarak bildirilmediğinden hastanın
kliniğine göre dopaminerjik tedavi ve tedavinin dozlarının yeterli olup olmadığı
hakkında kesin bir yorum yapılamamakla birlikte, evdeki takipte düşmelerin ön
planda olduğu, iki taraflı Parkinson hastalığı olan olgunun orta veya ileri evre
(Hoehn and Yahr Skorlaması sonucu en az 3) Parkinson hastalarında görülebilen
bir durum olduğu, bunu destekler biçimde GATA tarafından yapılan takipte ilaç
dozunun yükseltilmiş olması ve klinik bulguların daha iyi olduğunun not
düşülmesi düşünüldüğünde dopaminerjik tedavinin yetersiz kaldığının kabulü
gerektiği”, 2 Adli Tıp Uzmanı, Anestezi ve Reanimasyon Uzmanı, Çocuk Sağlığı ve
Hastalıkları Uzmanı ile Nöroloji Uzmanı olmak üzere toplam 6 hekim imzası ile
çoğunluk görüşü olarak belirtilmiş; Buna karşılık Adli Tıp Uzmanı, Beyin Sinir
Cer. Uzmanı, Göğüs Kalp Damar Cer. Uzmanı, İç Hastalıkları Uzmanı, Genel Cerrahi
Uzmanı olmak üzere toplam 5 hekim imzalı muhalefet şerhinde ise; “sırt solunda
ağrı, sol bacakta ağrı ve şişlik, ağrı nedeniyle yürüme güçlüğü yakınmaları ile
başvurmuş olduğu ve öyküsünde 12 gün önce duvara sırtını çarptığı ifade edilen
Bülent Ecevit'in, Başkent Üniversitesi Hastanesi'nde 17/05/2002-27/05/2002
tarihleri arasındaki yatışı sırasında yapılan tetkik ve tahlillerin, tetkik ve
tahliller neticesi tespit edilen tromboflebit, pulmoner emboli ve kot kırığına
yönelik uygulanan tedaviler ile daha önceden tanısı konmuş Parkinson ve
Myastenia Gravis hastalıklarına, hastaneye müracaatından önceki süreçte olduğu
şekilde aynı dozda tedavi uygulanmasının tıp kurallarına uygun olduğu” beyan
edilmiştir. Adli Tıp Kurumu 1. İhtisas Kurulunun 5'e karşı 6 oylaoyçokluğu ile
düzenlediği raporda, dönemin Başbakanı Bülent Ecevit'in diğer rahatsızlıklarının
yanında orta veya ileri evrede parkinson hastalığının da teşhis ve tedavisine
ilişkin kullanılması gereken ilaçlar konusunda görüş birliği bulunduğu, farklı
görüşün Başkent Üniversitesi Hastanesinde bu rahatsızlığın tedavisi sırasında
uygulanan ilaç dozunundan kaynaklandığı, çoğunluk görüşüne göre dozun yetersiz
olup yükseltilmesi gerektiği, muhalefet şerhinde ise uygulanan ilaç tedavisinin
tıp kurallarına uygun olduğunun beyan edildiğinin anlaşılması karşısında;
rahatsızlığa ilişkin teşhis ve tedavide kullanılacak ilaç konusunda ittifak
bulunması, kullanılacak ilaç dozu konusundaki uzman hekimler arasında 5/6
şeklinde farklı görüş çıkması dikkate alındığında, farklı görüşlerden herhangi
birinin bilimsellikten uzak olduğunun ileri sürülemeyeceği, uygulamada hekimler
arasında tedavideki doz farkı konusunda görüş farklılıkları bulunmasının doğal
olması, kullanılacak doz miktarında tıp literatüründe kesinlik bulunmaması
karşısında, mahkemece rapor içeriğinin yanlış anlamlandırılarak tedavi sürecinin
dolaylı biçimde örgütsel faaliyet olarak kabul edilip dönemin Başbakanı'nı iş
göremez hale getirmek suretiyle hükümete karşı suçun işlendiğine delil kabul
edilmesi; Kabule göre de; Başkent Hastanesi Yönetim Kurulu Başkanı olup teşhis
ve tedavi ekibinde yer almayan sanık Mehmet Haberal'ın, hastanede uygulanan
tedavinin ne şekilde yapılacağı konusunda teşhis ve tedavi sürecinde görev alan
hekimleri ve sağlık personellerini yönlendirdiğine ilişkin somut deliller ortaya
konulmadan meydana gelen sonuçtan sorumlu tutulup yazılı şekilde mahkumiyeti
yönünde hükmü kurulması; 2-Dosya kapsamında bulunan Hanefi Avcı'dan ele geçen
kasetler içerisinde bulunan “Ali Yasak ile Tuncay Güney arasında geçen bir
telefon konuşmasına” ilişkin ses kaydının hukuka uygun bir şekilde elde edilip
edilmediği hususunda tartışılmadan sanıklar aleyhine delil olarak kullanılması;
3-Sanıklar Ahmet Tuncay Özkan ve Mustafa Ali Balbay'ın bir kısım görüşmelerinin,
Cumhuriyet Çalışma Grubu faaliyetleri kapsamında kendilerinden habersiz olarak
kayıt altına alındığının mahkemece kabul edilmesine rağmen, anılan görüşmelerin
adı geçen sanıklar yönünden aleyhlerine delil kabul edilmesi; 4-İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı (CMK 250. md. ile Görevli ve Yetkili) tarafından
hazırlanan 10.07.2008 tarih ve 2007/1536 soruşturma, 2008/968 esas sayılı
iddianame, 08.03.2009 tarih ve 2009/511 soruşturma, 2009/268 esas sayılı
iddianame ile 13.04.2012 tarih ve 2012/544 soruşturma, 2012/269 esas sayılı
iddianamede yer alan bir kısım anlatımların olduğu gibi alınarak, gerekçeli
kararın delil değerlendirme bölümüne yazılması; 5-Mahkeme tarafından gerekçeli
kararın 2. Kitap B bölümünde ''Bilişim itirazları'' başlığı altında yapılan
“...Örneğin, CMK'nın 134/5. maddesinde belirtilen bilgisayar veya bilgisayar
kütüklerine elkoymaksızın da, sistemdeki verilerin tamamının veya bir kısmının
kopyası alınabilir. Kopyası alınan veriler kâğıda yazdırılarak, bu husus
tutanağa kaydedilir ve ilgililer tarafından imza altına alınır.” tespitinin
uygulamada yeri bulunmamaktadır. “Mahkememiz tarafından yaptırılan HTS raporu
sadece bir DVD'ye sığan 3,5 GB veri içeren excel tablo verisi Yargıtay denetimi
yapılması aşamasında kullanılması için yaklaşık 6-7 ayı bulan bir zaman
içerisinde kağıda bastırılabilmiş, her biri 500 sayfa olan 1300 civarında klasör
oluşturulduğu yapılan uygulama ile müşahede edilmiştir. CMK'nın 134/5.
maddesinin uygulanamıyor olması yapılan işlemi sakatlamakta mıdır, bunun iyi
değerlendirilmesi gerekir. Eğer anılan Kanunun 134. madde anlamında tüm usul
şartları tamamlanmadan bir delilin kullanılamayacağını düşünmek 2005 Haziran
ayından itibaren yürütülen tüm soruşturmaları ve kovuşturmaları
etkileyecektir.... Tüm bu izahatlar karşısında, CMK 206. maddenin 2/b maddesinde
tanımlanan, “delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse reddolunur” hükmünün dar
yorumlanması gerekmektedir. CMK'nın 134. maddesinde belirtilen bilgisayarlarda,
bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve elkoymanın, CD,
DVD, Hafıza kartı, Flash bellek, harici harddisk gibi dijital medyanın kopyası
veya imajının verilmesini kapsamamaktadır'' şeklinde değerlendirme yapılması
karşısında; Suç şüphesi üzerine maddi gerçeğin araştırılması için uygulanacak
usul kuralları CMK'da düzenlenmiş olup, soruşturma aşamasında kolluk görevlileri
ve Cumhuriyet savcısı, kovuşturma aşamasında ise mahkemenin bu kurallara uygun
şekilde soruşturma ve yargılama yapma zorunluluğu karşısında, yargılama
merciilerinin görevi, yasaları eleştirmek değil, kanun koyucunun amacına uygun
şekilde yorumlayıp uygulamaktan ibaret olduğu gözetilmeksizin, halen yürürlükte
bulunan ve emredici hükümler içeren bir kısım kanun hükümlerinin sanıklar
aleyhine yorumlanarak yazılı şekilde uygulamalar yapılması; 6-Mahkeme
tarafından, gerekçeli kararın 2. Kitap A bölümünde, ''Alparslan Arslan'' başlığı
altında 2008/209 esas sayılı birleşen dosyanın 19.10.2009 tarihli 116.
oturumunda çapraz sorgusu yapılan sanık Alparslan Arslan bir soruya vermiş
olduğu cevapta sanıklardan birini ve ayrıca kamuoyunca bilinen bir kişiyi
sevdiğini beyan etmesine rağmen sanık Alparslan Arslan'ın ifadesi bölünmek
suretiyle bozularak sadece sanığı sevdiğine ilişkin kısmın örgüt üyeliğine
karine olarak kabul edilmesi ve hükme esas alınması; 7-Sanık Zafer Şen hakkında
kararın gerekçesinde, silahlı terör örgütü üyesi olma suçundan TCK'nın 314/2
maddesi uyarınca alt sınırdan ayrılarak ceza tayin edildiği belirtilmesine
rağmen hüküm kısmında alt sınırdan ceza tayin edilerek çelişki yaratılması;
8-TCK'nın 61. maddesine göre, hakim, somut olayda bu maddede yazılı gerekçeleri
göz önünde bulundurarak, temel cezayı belirleyecektir. Ancak maddede yazılı
suçun işleniş biçimi, suçun işlenmesinde kullanılan araçlar, suçun işlendiği
zaman ve yer, suçun konusunun önem ve değeri, meydana gelen zarar ve tehlikenin
ağırlığı, failin kast veya taksire dayalı kusurunun ağırlığı ile failin güttüğü
amaç ve saiki ile ilgili dosyaya yansıyan bilgi ve belgelerin isabetle
değerlendirildiğini gösterir biçimde yasal ve yeterli gerekçe gösterilmelidir.
Bu maddedeki sebeplerin aynen sıralanması yeterli değildir. Bu bağlamda Yalçın
Küçük, Hikmet Çiçek, Kemal Aydın, Mehmet Ali Çelebi, Mustafa Levent Göktaş gibi
sanıklar hakkında temel cezanın alt sınırdan ayrılmak suretiyle belirlenmesinde
kanunda belirtilen ölçütlerin ne şekilde gerçekleştiği denetime uygun bir
şekilde bilgi ve belgelerle ilişkilendirilerek değerlendirilmeden kanun
maddesindeki terimlerin sıralanması suretiyle hüküm kurularak TCK'nın 61.
maddesine aykırı davranılması; 9-Gerekçeli kararda önsözün yazılacağına ilişkin
CMK'nın
223. ve 230. maddelerinde bir düzenleme bulunmadığı gibi yazılan önsözün imzasız
bırakılması; 10-Gerekçeli kararda CMK'nın 230 ve 232. maddelerine aykırı olarak,
hükümden sonra meydana gelen olaylardan üye hakimlerin basın açıklamasına,
Yargıçlar Sendikasının basın açıklamasına ve 6526 sayılı Kanuna ilişkin
değerlendirilmelere yer verilmesi; 11-Karar yazma tekniğine uygun olmayacak
şekilde esasa ilişkin tespitlerin dipnotlarla yapılması; 12-Sanıkların bireysel
durumlarının değerlendirilmesine ilişkin bölümde, sanıklarla ilgili yapılan tüm
işlemleri tutanaklarıyla birlikte tahdidi şekilde sayılması ile yetinilerek,
CMK'nın 230/1-b. maddesinde belirtildiği gibi “esas alınan veya reddedilen
delillerin ayrı ayrı belirtilmesi” şeklindeki düzenlemeye aykırı olarak karar
yerinde tartışılmaması; 13-Karar başlığında maktul Mustafa Yücel Özbilgin'den
katılanların gösterilmemesi ve suç tarihlerinin yanlış gösterilmesi, Usul ve
yasaya aykırıdır.E-DAVA AÇILMAYAN SUÇLARDAN HÜKÜM KURULMASI Ceza hukukunun
“davasız yargılama olmaz” ilkesinin yer aldığı CMK'nın 225/1 maddesi uyarınca
“hüküm ancak iddianamede unsurları gösterilen fiil ve fail hakkında verilir” ve
mahkeme kesinlikle dava edilmeyen bir fiil veya fail hakkında hakkında
kendiliğinden yargılama yaparak, karar veremez. Usule ilişkin bu yasal
düzenlemeye aykırı olarak, dava konusu yapılacak eylemin açıkça ve bağımsız
olarak iddianamede gösterilmesi gerektiği halde, -Sanık Abdulvahit Özkaya
hakkında kişisel verileri kaydedilmesi suçundan, sanık Ahmet Tuncay Özkan
hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık
Bayram Demir hakkında tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el
değiştirilmesi suçundan, -Sanık Boğaç Kaan Murathan hakkında tehlikeli
maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi suçundan, -Sanık
Bora Ballı hakkında tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el
değiştirilmesi suçundan, -Sanık Doğu Perinçek hakkında silahlı terör örgütü
yöneticisi sıfatıyla Mehmet Adnan Akfırat'ın eylemlerinden dolayı yasaklanan
bilgileri temin, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, silahlı
terör örgütü yöneticisi sıfatıyla Hikmet Çiçek ve Nusret Senem'in eylemlerinden
dolayı verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme, silahlı terör
örgütü yöneticisi sıfatıyla
temin, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçlarından, -Sanık
Ergün Poyraz hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme
suçundan, -Sanık Erhan Timuroğlu hakkında tehlikeli maddelerin izinsiz olarak
bulundurulması veya el değiştirilmesi suçundan, -Sanık Fatih Derdiyok hakkında
tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el değiştirilmesi
suçundan, -Sanık Fatma Cengiz hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya
ele geçirme suçundan, -Sanık Halil Kemal Gürüz hakkında verileri hukuka aykırı
olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık Hayrettin Ertekin hakkında
verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık İsmail
Sağır hakkında tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el
değiştirilmesi suçundan, -Sanık Kemal Aydın hakkında verileri hukuka aykırı
olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık Levent Ersöz hakkında yasaklanan
bilgileri temin suçundan, -Sanık Mehmet Adnan Akfırat hakkında yasaklanan
bilgileri temin, verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme
suçlarından, -Sanık Mehmet Fikri Karadağ hakkında silahlı terör örgütü
yöneticisi sıfatıyla Abdulvahit Özkaya'nın eyleminden dolayı verileri hukuka
aykırı olarak verme veya ele geçirme, silahlı terör örgütü yöneticisi sıfatıyla
Murat Çağlar, Hüseyin Gazi Oğuz ve Recep Gökhan Sipahioğlu'nun eylemlerinden
dolayı 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından, -Sanık Mehmet Zekeriya Öztürk
hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık
Mustafa Ali Balbay hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme
suçundan, -Sanık Muzaffer Tekin hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme
veya ele geçirme, silahlı terör örgütü yöneticisi sıfatıyla Mehmet Zekeriya
Öztürk'ün eyleminden dolayı verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele
geçirme, silahlı terör örgütü yöneticisi sıfatıyla Oktay Yıldırım'ın
eylemlerinden dolayı 6136 sayılı Kanun'a muhalefet ve tehdit suçlarından, -Sanık
Oktay Yıldırım hakkında tehdit suçundan, -Sanık Sinan Aydın Aygün hakkında
verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık Siyami
Yalçın hakkında 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan, -Sanık Tekin İrşi
hakkında tehlikeli maddelerin izinsiz olarak bulundurulması veya el
değiştirilmesi suçundan, -Sanık Veli Küçük hakkında silahlı terör örgütü
yöneticisi sıfatıyla Sami Hoştan, Emin Caner Yiğit ve Levent Temiz'in
eylemlerinden dolayı 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçlarından, -Sanık Mahir
Akkar hakkında, iddianamede eyleminin "Mesut Özcan ile irtibatlı olarak Ahmet
Tuncay Özkan’a örgütün amaçları doğrultusunda kullanılmak üzere bilgi ve doküman
temini için faaliyet gösterdiği, temin ettiği dokümanları Mesut Özcan vasıtası
ile Ahmet Tuncay Özkan’a ulaştırdığı anlaşılmaktadır." şeklinde tariflendiği ve
TCK'nın 314/2. maddesi uyarınca cezalandırılmasının talep edildiği ancak
mahkemenin gerekçeli kararında sanığın eyleminin "Ergenekon Silahlı Terör
Örgütünün amaçları doğrultusunda hukuki yararı olmamasına rağmen örgütsel amaçla
01.07.2008 tarihinde Başbakan Bülent Ecevit'in vesayet altına alınması için dava
açmak olarak" kabul edilip sanığın TCK 314/3 ve 220/7. maddeleri yollaması ile
314/2. maddesi uyarınca, Mahkumiyetlerine; -Sanık Erkan Önsel hakkında verileri
hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık Levent Ersöz
hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele geçirme suçundan, -Sanık
Mehmet Bedri Gültekin hakkında verileri hukuka aykırı olarak verme veya ele
geçirme suçundan, -Sanık Muhittin Erdal Şenel hakkında yasaklanan bilgileri
temin suçundan, -Sanık Özkan Kurt hakkında hakaret suçundan, Beraatlerine
Dair karar verilmesi kanuna aykırıdır.
F-MÜZAKERE USULÜ CMK'nın 227 maddesinde, “(1)Müzakerede ancak karara ve hükme
katılacak hakimler
bulunur.
(2)Mahkeme başkanı mahkemesinde staj yapmakta olan hakim ve avukat adaylarının
müzakere sırasında hazır bulunmalarına izin verebilir.” CMK'nın 188/3 maddesinde
ise “bir oturumda bitmeyecek davada, “herhangi bir nedenle bulunamayacak üyenin
yerine geçmek ve oya katılmak üzere yedek üye bulundurulabilir” hükmü yer
almıştır.
CMK'nın 188/3 maddesinin gerekçesinde “...yedek üye, duruşma sırasında herhangi
bir müdahalede bulunmaz ve fakat duruşmaları dikkatli izler” açıklamasına,
CMK'nın 227 maddesi gerekçesinde ise “madde, müzakerenin sadece karara ve hükme
katılacak hakimler tarafından yapılacağı ilkesini getirmiş bulunmaktadır.
Danışma amacıyla olsa bile hiç bir kimse müzakerelere katılamaz. Bu ilke
tarafsızlığın zorunlu bir gereğidir...” ifadesine yer verilmiştir. 1412 sayılı
CMUK'nın benzer nitelikteki 381/2. maddesinde “Bir celsede bitmeyecek
duruşmalarda mazereti dolayısıyla bulunmaması ihtimali olan azanın yerine geçmek
ve reye iştirak etmek üzere ihtiyat aza bulundurulabilir.” anılan Kanun'un 382.
maddesinde ise “müzakerede ancak hükme iştirak edecek hakimler bulunur...” hükmü
yer almaktaydı. CMUK'nın 381. maddesinin gerekçesinde “mahkemeler adedi
kanunisinden ne fazla ve ne de eksik olarak teşekkül edemeyeceği gibi, aza adedi
noksan veya fazla bir heyetin vereceği kararlar muteber olmaz” açıklamasına yer
vermiştir. Aynı Kanun'un 382. maddesinin gerekçesinde de “...yedek üyenin
müzakerede asıl üyeler birlikte bulunamayacağı belirtilmiştir. Müzakeratın ve
reyin her türlü tesirli arî ve masun kalmasını temin için müzakerat ve rey itası
keyfiyetinin hafi olarak cereyanı ve bundan hiç kimsenin istisna edilmemesi
kavaidi umumiyedendir.” açıklamasına yer verilmiştir. “CMUK'nın 381/2 maddedeki
reye iştirak etmek kaydından, ihtiyat azanın da, asil hakimle birlikte
müzakereye iştirak edeceği manası anlaşılmamalıdır. İhtiyat aza, ancak asil
hakimin bulunmadığı takdirde onun yerine kaim olarak müzakerede bulunur. Kanun
müzakereye hükümden vicdanen sorumlu olanların iştirakini, başkaca tesirlerden
uzak kalmasını sağlamak maksadıyla emretmiştir.” (Faruk Erem, Ceza Usulü Hukuku,
Ankara Üniversitesi yayınları no:427 Ankara 1978 s. 531-532) Bu düzenlemeler ve
açıklamalar karşısında, 05.08.2013 tarihli oturumda kürsüde 6 hakim olduğu halde
hükmün tefhim edildiği, gerek kararın tefhime katılan hakimlerin basına
yaptıkları açıklamalar gerekse gerekçeli karardaki anlatımdan müzakereye sadece
karara iştirak eden hakimlerin değil, mahkemenin diğer hakimlerininde katıldığı
anlaşılmaktadır. Bu durumda;
*Mahkemenin karar müzakeresi usulü CMK'nın 227. maddesine açıkça aykırı olduğu
gibi bu aykırılığın aynı Kanun'un 289/1-a maddesi uyarınca kesin hukuka
aykırılık hallerinden bulunmasına rağmen yazılı şekilde müzakere yapılarak hüküm
kurulması hukuka aykırı bulunmuştur. Bazı beraat kararlarının incelenmesi Bu
hukuka aykırılığın sonucuna bağlı olarak haklarında beraat kararı verilen
sanıkların hukuki durumlarının da değerlendirilmesi gerekmiştir. Bir kısım
sanıklar hakkında başkaca bozma nedeni tespit edilememiş ise de; Dairemizce
mahkemenin müzakere usulünün hukuka aykırı olduğuna ilişkin tespiti karşısında
beraat kararlarının 5320 sayılı Kanunun
8. maddesi gereğince yürürlükte bulunan CMUK'nın 309. maddesi kapsamında kalıp
kalmadığının değerlendirilmesi gerekmiştir. Buna göre; Yargıtay Ceza Genel
Kurulunun 25.09.2007 gün ve 189-188 ile 06.11.2007 gün ve 212-229 ve Dairemizin
04.03.2014 gün ve 1402-112 sayılı kararlarında "Ceza muhakemesinin temel amacı
olan maddi gerçeğin ortaya çıkarılmasına doğrudan veya dolaylı olarak hizmet
eden, yargılamanın diğer süjelerinin hukukunu ilgilendiren ve ceza
yargılamasının sair temel ilkeleriyle irtibatlı olan usul kuralları, maddede
tanımlanan 'salt sanık yararına vazedilmiş kurallar' kapsamında sayılmamaktadır"
şeklinde sonuca ulaşılmıştır.
Öğretide "Ceza muhakemesi normları iki çeşittir. Çoğunluğu oluşturan normların
amacı hakikatin araştırılmasıdır. Azınlıkta olanlar, şüpheden yararlanması
gereken sanığın lehine kabul edilmişlerdir. Hakikatin araştırılması için ve
dolayısı ile sanık dâhil herkesin yani toplumun lehine kabul edilmiş norma
aykırılık elbet bozma nedeni olacaktır. Fakat sadece sanık yararlansın diye
konulmuş norma aykırı hareket edildi diye sanık aleyhine bozmanın amaca ters
düşeceği açıktır. Bu konuda bütün güçlük, normun hakikatin araştırılması için
mi, yoksa yalnızca sanık lehine mi konulmuş olduğunun tayininde ortaya
çıkmaktadır. Suçun mahiyeti değişince sanığın müdafaasını yapabilecek halde
bulundurulması, sanık lehine temyizde cezanın ağırlaştırılmaması normlarının
sanık lehine konuldukları şüphe götürmez. Buna karşılık kısmen de olsa hakikatin
araştırılması için kabul edilmiş normlar sadece sanık lehine kabul edilmiş
sayılmaz." (Nurullah Kunter-Feridun Yenisey-Ayşe Nuhoğlu, Ceza Muhakemesi
Hukuku, Onaltıncı Bası, Beta Yayınevi, İstanbul 2007, s. 1427) "Madde, sırf
maznun lehine bir hüküm tesis etmiştir. Yalnız maznunun menfaati değil, umumi
menfaat düşüncesi ile konulmuş olan hükümler buraya dâhil değildir." (Muhtar
Çağlayan, Ceza Muhakemesi Usulü, 1980, s. 105) "Sanık lehine olan kaidelere
aykırılık, son kararın sanık aleyhine bozulması için hak vermez. Örneğin sanık
beraat etmişse karar sanığa son söz verilmedi diye bozulamaz. Son sözün sanığa
verilmesinin sebebi, kendi lehine bulup çıkaracağı bir delil ile lehinde karar
verebilmektir. Burada en lehe karar verildiğine göre, son söz verilmemiş olması
daha lehe bir durum doğuracak değildir." (Öztekin Tosun, Suç Muhakemesi Hukuku
Dersleri, Muhakemenin Yürüyüşü, İstanbul 1973, Sulhi Garan Matbaası s. 209)
"Hukuk kurallarına aykırı verilen kararın temyiz denetiminde bozulacak olması
doğaldır. Bu, hukuka aykırılıkların giderilmesi için başvurulacak zorunlu bir
yoldur. Ancak bazen mahkeme kararlarındaki hukuka aykırılık, kararın bozulmasını
gerektirmez. Gerçekten sanığın yararına olan hukuk kurallarına aykırılık,
aleyhine hükmün bozdurulması için Cumhuriyet savcısına bir hak vermez. Böyle bir
kuralın getirilmesinin amacı sanık menfaatine uygun olarak ortaya çıkan bir
durum veya neticenin ortadan kaldırılmasını engellemektir."
(ÖzbekKanbur-Doğan-Bacaksız, Tepe, Ceza Muhakemesi Hukuku, İkinci Bası, Seçkin
Yayınevi, 2011, s. 750) "Amacı sanığın menfaatlerinin korunması olan hukuk
kuralının ihlal edilmiş olması halinde Cumhuriyet savcısı, sanığın lehine olan
bu ihlali öne sürerek kararın temyiz incelemesi sonunda bozulmasını
isteyemeyecektir. Bu kuralın getirilmiş olmasının amacı, sanık menfaatine uygun
olarak ortaya çıkmış olan halin veya neticenin ortadan kaldırılmasını
engellemektir." (Ceza Muhakemesi Kanunu İzmir Şerhi, Veli Özer Özbek, Birinci
Bası, Seçkin Yayınevi, Ankara 2005, s. 1128) "Sanığın yararına konulan kurallara
aykırı davranılması, ilke olarak hükmün bozulmasını gerektirir ise de, bu
aykırılık hükmün sanık aleyhine bozulması için Cumhuriyet savcısına hak
vermemektedir." (Osman Yaşar, Ceza Muhakemesi Kanunu, Beşinci Bası, Seçkin
Yayınevi, Ankara 2011, c. 3, s. 3987) şeklinde görüşler bulunmaktadır. *Yukarıda
açıklanan gerekçelerle haklarında beraat kararı verilen bir kısım sanıkların
hukuki durumlarının değerlendirilmesi sonucunda, mahkeme heyetinin kanuna uygun
teşekkül edip etmediği, müzakerelerin usule uygun olup olmadığına ilişkin
kuralların "sırf sanık yararına vazedilmiş usul kuralları" olmaması ve dosyanın
diğer sanıklarından bir kısmının aynı kararla ilgili mahkeme heyetinin oluşumu
ve müzakerelerin yapılışına ilişkin itirazlarda bulunması da dikkate alındığında
CMUK'nın 309. maddesinin dosyamızda uygulanması mümkün görülmemiş ve bu sanıklar
yönünden salt bu nedenle bozma kararı vermek gerekmiştir. Ancak, mahkemesince
"makul sürede yargılanma" hakkı çerçevesinde haklarında başkaca yargılama işlemi
gerekmeyen bu sanıkların dosyaları tefrik edilerek haklarında karar verilmesi
mümkün görülmüştür. G-ADİL YARGILAMA İLKESİNİ İHLAL EDEN NEDENLER Anayasa’nın
36. maddesinin birinci fıkrasında herkesin meşru vasıta ve yollardan faydalanmak
suretiyle yargı mercileri önünde davacı veya davalı olarak iddia ve savunma ile
adil yargılanma hakkına sahip olduğu belirtilmiştir. Hukuki, cezai ve idari
yargılama faaliyetlerinde ilkelerin bu hakka göre belirlenmesi, hukuk devleti
olmanın asgari şartlarındandır. Anayasa’da adil yargılanma hakkının kapsamı
düzenlenmediğinden bu hakkın kapsam ve içeriğinin, AİHS’nin “Adil yargılanma
hakkı” kenar başlıklı 6. maddesi çerçevesinde belirlenmesi gerekir. Adil
yargılamaya ilişkin hak ve ilkelerden bir kısmı maddede açıkça belirtilmiş ise
de -maddenin hukuk devleti ve demokratik toplum için sahip olduğu özel önem
nedeniyle-İnsan Hakları Avrupa Mahkemesi’nce geniş yorumlanmış, içtihatlarla
geliştirilen bir takım unsurlar, madde hükmüne adeta zımnen dahil edilmiştir.
“Adil yargılanma hakkının norm alanının genişlemesinin bir sonucu olarak
bireyler sahip olduğunu iddia ettikleri tüm yasal hak ve yükümlülükleri talep
edebilir; aynı zamanda devletin bu hak ve yükümlülüklere yaptığı her türlü
müdahaleye yargı önünde itiraz edebilirler.” (ÇELİK, Abdullah; Adil Yargılanma
Hakkı Rehberi, Anayasa Mahkemesi Yayınları; Ankara, 2014) Hakkaniyete uygun
yargılama kavramından yola çıkılarak başka pek çok ilke ve hak da
belirlenmiştir. Örneğin, silahların eşitliği ve çelişmeli yargılama ilkeleriyle
gerekçeli karar hakkı bunlar arasında sayılabilir. Sözleşmenin 6. maddesi
kapsamındaki garantiler sadece mahkemedeki yargılama sürecine uygulanmaz, bu
süreçten önce ve sonraki aşamalarda da uygulanır. Ceza davalarında, garantiler
polis tarafından gerçekleştirilen soruşturma aşamasını da kapsar. Sözleşme
açısından sorgulanan şey varılan sonuçtan çok yargılama sürecidir. Diğer bir
anlatımla içerik olarak adil bir karar verilip verilmediği değil, adil bir karar
verilebilmesi için gerekli koşulların sağlanıp sağlanmadığı
6. maddenin koruması altındadır. 1-Tarafsız mahkeme ve hakim önünde yargılanma
hakkında AİHS'nin 6. maddesinin 1. fıkrasında şu ibare yer almaktadır;
"...kanuni, müstakil ve tarafsız bir mahkeme tarafından davasının...
dinlenmesini istemek hakkını haizdir." Bu kural, her türlü organ kurum ve
kişiden bağımsız davanın taraflarına karşı nesnel, yargılama usulü güvencesine
sahip bir yargı yerini ifade etmektedir. AİHS'nin birçok kararında hakim
dışındaki unsurların yargı içinde yer almasını ve yargı dışındaki kişilerinde
hakimler
üzerinde emredici ve etkileyici konumda olmasının yargı yerinin bağımsızlığı ve
tarafsızlığı hakkında endişeye yol açacağına karar verilmiştir. Bu durumda
yargıçların yakınlık duydukları ya da aidiyet hissettikleri dernek, kulüp veya
birtakım etnik, dini ya da siyasi yapılanmaların etkileri ve yönlendirmeleri
altında kalmadan karar vermeleri mahkemenin bağımsızlığı ve tarafsızlığı
yönünden zorunludur. İç hukukumuz yönünden hakimin görevinin ne olduğu Anayasa
ve yasalarımızda ayrıntılı olarak belirlenmiş değildir. Anayasa’nın 140.
maddesinin 1. ve 2. fıkralarına göre; “Hakimler ve savcılar adli ve idari yargı
hakim ve savcıları olarak görev yaparlar. Bu görevler meslekten hakim ve
savcılar eliyle yürütülür. Hakimler, mahkemelerin bağımsızlığı ve hakimlik
teminatı esaslarına göre görev ifa ederler.” Hakimlerin görevle ilgili
sorumluluklarının belirlenebilmesi için, görev ve yetkilerinin ne olduğunun
bilinmesi ne kadar önemliyse, bu görev ve yetkileri hangi ilke ve esaslara göre
yerine getirmeleri gerektiğinin bilinmesi de o derece önemlidir. Nitekim,
yapılan eylemin “görevin gereklerine aykırı hareket” olup olmadığının
belirlenmesi, ancak görevin gereklerinin ne anlama geldiğinin doğru tespit
edilebilmesi ile mümkün olabilecektir. Görevin gereklerinden ne anlaşılması
gerektiği değerlendirilirken, hakimlere Anayasa ve yasalarla açıkça verilen
görev ve yetkilerin yanında, bu görev ve yetkilerin kullanılması sırasında
uyulması gereken ilkeler de göz önünde bulundurulmalıdır. Hakimlerin görevlerini
hangi esaslara göre yapmaları gerektiği konusunda mevzuatımızda açık bir
düzenleme bulunmamaktadır. Bununla birlikte, bu konudaki en önemli uluslararası
metin Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Komisyonu’nun 23 Nisan 2003 tarihli
oturumunda kabul edilmiş olan Bangalor Yargı Etiği İlkeleridir. Hakimler ve
Savcılar Yüksek Kurulu’nun 27.06.2006 gün ve 315 sayılı kararı ile de bu
ilkelerin benimsenmesine karar verilmiştir. Bu belgede altı temel değerden
bahsedilmiş ve bu değerlere ilişkin ilkeler tanımlanmıştır. Bu ilkeler
bağımsızlık, tarafsızlık, doğruluk ve tutarlılık, dürüstlük, eşitlik, ehliyet ve
liyakat olarak sayılmaktadır. Diğer kapsamlı açıklamaların yanında
bağımsızlıktan bahsedilirken, “hakim, genelde toplumdan, özelde ise karar vermek
zorunda olduğu ihtilafın taraflarından bağımsızdır.”; tarafsızlıktan
bahsedilirken, “Tarafsızlık, yargı görevinin tam ve doğru bir şekilde yerine
getirilmesinin esasıdır. Bu prensip, sadece bizatihi karar için değil aynı
zamanda kararın oluşturulduğu süreç açısından da geçerlidir. Hakim, yargısal
görevlerini tarafsız, ön yargısız ve iltimassız olarak yerine getirmelidir.
Hakim mahkemede ve mahkeme dışında, yargı ve yargıç tarafsızlığı açısından
kamuoyu, hukuk mesleği ve dava taraflarının güvenini sağlayacak ve artıracak
davranışlar içerisinde olmalıdır”; doğruluk ve tutarlılıktan bahsedilirken,
“Hakim, mesleki davranış şekli itibarıyla, makul olarak düşünme yeteneği olan
bir kişide her hangi bir serzenişe yol açmayacak hal ve tavır içinde olmalıdır.
Hakimin hal ve davranış tarzı, yargının doğruluğuna ve tutarlılığına ilişkin
inancı kuvvetlendirici nitelikte olmalıdır. Adaletin gerçek anlamda sağlanması
kadar gerçekleştirildiğinin görüntü olarak sağlanması da önemlidir”;
dürüstlükten bahsedilirken, “Dürüstlük ve dürüstlüğün görüntü olarak ortaya
konuluşu, bir hakimin tüm etkinliklerini icrada esaslı bir unsurdur. Hakim,
hakimden sadır olan tüm etkinliklerde yakışıksız ve yakışık almayan görüntüler
içerisinde olmaktan kaçınmalıdır. Kamunun sürekli denetim süjesi olan hakim,
normal bir vatandaş tarafından sıkıntı verici olarak görülebilecek kişisel
sınırlamaları kabullenmeli ve bunlara isteyerek ve özgürce uymalıdır. Hakim,
özellikle yargı mesleğinin onuruyla uyumlu bir tarzda davranmalıdır. Hakim,
kendi mahkemesinde hukuk mesleğini icra eden kimselerle olan bireysel
ilişkilerinde, objektif olarak bakıldığında tarafgirlik veya bir tarafa meyletme
görüntüsü ya da şüphe doğuracak durumlardan kaçınmalıdır. Hakim ailesinin,
sosyal veya diğer ilişkilerinin, hakim olarak mesleki davranışlarını veya
vereceği yargısal kararları etkilemesine izin vermemelidir. Hakim, hakimlik
mesleğinin prestijini, kendisine, aile üyelerinden birisine veya her hangi bir
kimseye özel çıkar sağlayacak şekilde ne kendisi kullanmalı ne de başka birisine
kullandırtmalıdır. Ayrıca hakim, yargı görevinin yerine getirilmesinde, herhangi
bir kimsenin kendisini etkileyebileceği izlenimine ne kendisi yol açmalıdır ne
de başkalarının böyle bir izlenime yol açmalarına müsaade etmelidir. Hakim ve
aile üyeleri, yargısal görevlerin yerine getirilmesine ilişkin olarak, bir şeyin
hakim tarafından yapılması, yapılmaması veya yapılmasına kayıtsız kalınması ile
ilintili herhangi bir hediye, bir kredi, bir teberru ya da bir iltimas talebinde
bulunmaları veya kabul etmeleri konusunda izin veremez”; eşitlikten
bahsedilirken, “Yargıçlık makamının gerektirdiği performans açısından asıl olan;
herkesin mahkemeler önünde eşit muameleye tabi tutulmasını sağlamaktır”; ehliyet
ve liyakatten bahsedilirken, “Hakim, yargısal görevlerini layıkıyla yerine
getirilmesine uygun düşmeyen davranışlar içerisinde bulunamaz” denilmek
suretiyle bir hakimin (savcının) uyması gereken etik değerler özü itibarıyla
ortaya konulmuştur. Şu halde hakimler, Anayasa ve yasalarla kendilerine verilen
görev ve yetkileri yazılı olan veya olmayan ancak evrensel anlamda hakim ve
savcıları bağladığında kuşku bulunmayan etik kurallara tabi olarak yerine
getirmelidirler. Aksine davranışın ortaya çıkacak sonuçlar ve toplumdaki adalet
duygusunda açacağı yara itibarıyla hakimlik mesleğinden kaynaklanan yetki ve
görevin ihmal edilmesi ya da kötüye
kullanılması anlamına geleceği açıktır. Dosyamıza konu davalarının
soruşturmasında görev alan ve aynı kişilerden oluşan kolluk personeli grubunun,
Türkiye'nin birçok ilinde yapılan operasyonlarda görev yapması, tüm dokümanlar
ile dijital verilerin bu kişiler tarafından incelenerek tutanağa bağlanması,
Cumhuriyet savcılarının CMK'nın 122. maddesine aykırı olarak düzenlenen bu
tutanaklara kuşku ile yaklaşmadan ve sorgulamadan itibar ederek koruma
tedbirlerine ilişkin kararlara, iddianameye ve mütalaaya konu etmesi,
yargılamayı yapan yargıçların da ısrarla yukarıda belirtildiği üzere yasalara
aykırı olarak elde edilen kanıtlara göz yumması ve bu yöndeki ısrarlı itirazları
dikkate almayarak maddi gerçeğin ortaya çıkmasına yönelik haklı taleplerin
ısrarla ve yetersiz gerekçelerle reddedilmesi, karardan sonra, soruşturma ve
yargılamada esas alınan önemli delillerin sahteliği konusunda tespitlerin ortaya
çıkması karşısında, sahteliği ortaya çıkan delillerden objektiflikten uzak
varsayıma dayalı çıkarımlar yaparak bu varsayımların sübuta esas alınması,
hakimlerin tarafsızlığı konusunda haklı şüphe oluşturacağının gözetilmemesi
usule ve yasaya aykırıdır. 2-Makul sürede yargılanma hakkına ilişkin olarak
AİHS'nin 6. maddesinin amacı hak arayanları, yargılama işlemlerinin sürüncemede
kalmasına karşı koruma, özellikle ceza davalarında suçlanan kişinin uzun süre
işin nasıl sonuçlanacağı endişesiyle yaşamasını önlemektir. AİHM makul sürenin
değerlendirilmesinde, "olayın kapsamı ve güçlükleri", "yargılamayı yürüten makam
veya yargı organın tutumu", "başvurucunun tutumu ve ilgili açısından
yargılamanın sona ermesinin önemi" gibi ölçütleri gözönünde bulundurmaktadır.
İnceleme konusu dosyada birleşen dava sayısı, sanık sayısı, suç sayısı gibi
ölçütler gözönüne alındığında yargılamanın makul sürede bitmediği ileri
sürülemez ise de, yargı mercilerinin davaları makul sürede bitirecek şekilde
yargılamanın yapılması için gerekli tedbirleri alması zorunluluğu karşısında;
kararımızın birinci bölümünde de belirtildiği üzere birleştirilmesinde
zorunluluk bulunmayan
davaların birleştirilmesi, soruşturma ve kovuşturmanın paralel olarak yapılması,
yani bir kısım sanıklar yönünden kovuşturma başladığı halde aynı suçla ilgili
olarak diğer sanıklar hakkında soruşturmalara devam edilmesi, gibi
Bu kapsamda iddianamelerin ve gerekçeli kararın uzun olarak hazırlanmalarına
ilişkin itirazlar incelendiğinde; Mevzuatımızda, iddianamenin ne kadar sayfa
yazılacağı konusunda bir düzenleme bulunmamakla birlikte CMK'nın 170. maddesinde
iddianamede bulunması gerekenler sıralanmış ve suçun delilleri ile yüklenen suçu
oluşturan olayların, mevcut delillerle ilişkilendirilerek açıklanması, sadece
sanıkların aleyhine olan hususların değil lehine olan hususların da belirtilmesi
ve suç maddelerinin açıkça zikredilmesi zorunlu kılınmıştır. Bunun dışındaki
bilgilerin iddianamede bulunması gerekmez. CMK'nın 174. maddesinde, iddianamenin
ve soruşturma evraklarının mahkemeye verildikten itibaren 15 gün süreyle
incelenmesi gerektiği, 176. maddesinin 4. fıkrasında ise (iddianame örneği
içeren) çağrı kağıdının tebliğiyle duruşma günü arasında en az bir hafta süre
bulunması gerektiği -yani savunmanın hazırlanması için en az bir hafta süre
verilmesinin zorunlu olduğu-düzenlenmiştir. AİHS'nin 6/3 (b) maddesine göre
hakkında suç isnadı olan kimse "savunmasını tamamlamak için gerekli zaman ve
kolaylıklara sahip olmak" hakkına sahiptir. Bu bendin ihlali silahların eşitliği
bakımından da ihlale neden olabilmektedir. AİHM'ce duruşmaların başlamasından
iki hafta önce 17.000 sayfalık dava dosyasını edinebilmeleri, silahların
eşitliği ilkesiyle birlikte 6/3 (b) maddesinin de ihlali olarak
nitelendirilmiştir. Tüm bu açıklamalardan, düzenlenen iddianamenin mahkemece
onbeş gün içinde incelenebilecek, sanık yönünden ise okunup bir hafta içinde
savunma hazırlanabilecek bir hacme sahip olması gerektiği, ancak davanın
kapsamına göre savunma süresinin artırılabileceği sonucuna varılabilecektir.
AİHM'nin içtihatlarında ise binlerce sayfalık iddianameler için ihlal bulunduğu
kabul edilmiştir. Bu kadar uzun ve çok sayıda eki olan bir iddianame karşısında,
sanık ya da müdafiine iddianameyi okuyup, delilleri inceleyip, buna göre
etraflıca bir savunma hazırlamak olanağı verilmemesi, adil yargılanma hakkının
ihlali olarak görülmüştür. Bu durum, aynı zamanda sanığın, sağlıklı bir şekilde
hakkında yapılan suçlamayı öğrenememesi sonucunu doğurmakla, isnat edilen suçu
öğrenme hakkının da ihlali olarak kabul edilmiştir. Aynı şekilde, 16798 sayfadan
ibaret gerekçeli kararın bir haftalık temyiz süresinde okunup, sanığın kendisine
ilişkin bölümleri belirleyip diğer sanıklarla bağlantıları ile gerekçeli kararın
dayandığı kanıtlar ve değerlendirmelerini inceleyerek temyiz hakkını kullanması
olanaklı değildir. Gerekçeli kararın kapsamının da makul olmadığı, ele geçen
ancak kanıt değeri bulunmayan doküman ve sair delillerin de karara yazıldığı,
iddianamedeki ifade ve değerlendirmelerin tekrar edildiği ve bu haliyle de
irdelenmesinin güç bir hale getirildiği anlaşılmıştır. Bu durumun da sanıklar
açısında bir hak ihlali doğurduğu kabul edilebilmesi gerekmiştir. 3-Hakkaniyete
uygun olarak yargılanma hakkına ilişkin olarak Sanığa hakkaniyete uygun
yargılanma kapsamında suçlamadan haberdar olma ve tercüman hakkı, savunma
hazırlamak için gerekli zaman ve kolaylıklara sahip olma hakkı müdafii
yardımında yararlanma hakkı, iddia tanıklarına soru sorma hakkı gibi haklar
tanınmıştır. Bu haklardan gerekçeli karar hakkı, suçlamayı öğrenme ve müdafiiden
yararlanma ve isnat edilen suçlamadan haberdar olma hakkına ilişkin kararımızın
ilgili bölümlerinde tespitler yapılmıştır.
VIII-ÖRGÜT SUÇU A-ÖRGÜT : 1-GENEL AÇIKLAMA Örgüt, soyut bir birleşmeden ziyade
bünyesinde organik ve hiyerarşik yapı ve dolayısıyla alt üst ilişkisi, emir
komuta zincirinin hakim olduğu bir yapılanmadır. olup, bu ilişki nedeniyle
mensupları üzerinde hakimiyet kuran güç kaynağı niteliğini kazanmaktadır. Altlık
üstlük ilişkisi, emir ve talimat yetkisini içerir basit de olsa hiyerarşinin
mevcudiyeti ve belirsiz sayıda suçlar işlemek için bir araya gelmenin
devamlılığını gösteren dış emarelerin varlığı ve amaçlanan suçlar için örgütsel
yapı, üye, araç gereç bakımından elverişli olması gereklidir.Örgütün amaçlarına
ulaşmak bakımından bu niteliklere sahip olup olmadığı somut olaya göre
belirlenmelidir.
Mevzuatımızda örgüt suçları 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi
ile 5237 sayılı TCK'nın 220, 314 ve
78. maddelerinde düzenlenmiştir. 2-TCK'NIN 220 MADDESİNDE DÜZENLENEN SUÇ İŞLEMEK
İÇİN ÖRGÜT KURMA SUÇU: Örgüt suçları ile ilgili en temel düzenlemedir. Korunan
hukuki değer, kamu güvenliği ve barışı olup bu suçun oluşabilmesi için
süreklilik arz eden bir birleşmenin bulunması zorunludur. Çok failli suçlardan
olup kurucu ve yöneticiler dahil en az üç kişinin iradelerinin bu yönde
birleşmiş olmaları ve bu birleşmenin iştirak iradesini aşar nitelikte olması
gereklidir. Bunun için somut olayda örgütün devamlılığı ve belirlenmemiş sayıda
suç işlemek amacı etrafında bir araya gelindiğinin kanıtlaması gerekmektedir.
Örgütlenmede örgütsel ilişki ve süreklilik olduğu gibi işlenmesi tasarlanan ve
işlenen eylemle örgüt arasında bir bağlantının varlığının da araması gerekir.
Somut tehlike suçu olsa bile suçun oluşumu için elverişlilik unsuru aranır.
Kesintisiz bir suç olup, birleşmenin belirsiz bir süre devamı gereklidir. Suç
işlemek amacıyla örgüt kurma suçu tamamlayıcı bir suçtur. Bu nedenle bazı
suçları işlemek için örgüt kurmanın başka ceza normları tarafından ayrıca özel
olarak düzenlenmesi durumunda, ilgili suç tipinde öngörülen hükümlerin
uygulanması gerekir. Buna göre soykırım ve insanlığa karşı suç için kurulmuş
örgütleri kuran, yöneten ve üye olanlar TCK'nın 78. maddesi, Anayasal düzen ve
bu düzenin işleyişine karşı suçları işlemek amacıyla terör örgütü kuranlar
yöneten ve üye olanlar 3713 sayılı Kanun'un
7. maddesi ve bu amaca matuf silahlı terör örgütlerini kuran, yöneten ve üye
olanlar hakkında ise TCK'nın 314. maddesi uygulanacaktır.
TCK'nın 316. maddesinde düzenlenen “suç için anlaşma suçu” için, suç işlemek
için örgüt kurma ve diğer örgüt suçlarından farklı olarak devletin güvenliği ve
anayasal düzeni, anayasal düzenin işleyişine karşı suçlardan herhangi birini
işlemek üzere anlaşma yeterlidir. Suç işlemek üzere örgüt kurma suçu için en az
3 kişinin organize yapı oluşturması zorunlu bulunduğu halde, TCK'nın
316. maddesinde yazılı suç iki veya daha fazla kişinin amaç ve araç açısından,
maddi olgularla belirlenen bir biçimde fikren anlaşması suçun oluşumu için
yeterlidir. Bir örgütlenme ve hiyerarşik yapının bulunması gerekmez. TCK'nın 302
ilâ 315 maddelerinde tanımlanan suçların icrasına başlanılmayan hallerde
suçların işlenmesi için anlaşmaya varan kişiler yönünden TCK'nın 316. maddesinde
suçların terör suçu sayılacağı 3713 sayılı Kanun'da gösterilmiştir. Kanun'un 1.
maddesinde gösterilen terör tanımına göre bir eylemin terör eylemi sayılabilmesi
için; Eylem, cebir ve şiddet kullanarak; baskı, korkutma, yıldırma, sindirme
veya tehdit yöntemlerini içermelidir.
Eylemle, Anayasada belirtilen, Cumhuriyetin niteliklerini, siyasî, hukukî,
sosyal, laik ve ekonomik düzenini değiştirmek, Devletin ülkesi ve milletiyle
bölünmez bütünlüğünü bozmak, Türk Devletinin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye
düşürmek, Devlet otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek, temel
hak ve hürriyetleri yok etmek, Devletin iç ve dış güvenliğini, kamu düzenini
veya genel sağlığı bozmak amaçlanmalıdır. Eylemi gerçekleştiren failler bir
örgüte mensup olmalıdır. Bu genel terör tanımı dışında, 3713 sayılı Kanun'un 3.
b-Terör Örgütü Kurma Yönetme ve Üye Olma Suçları:
aa-TCK'nın 314. maddesi bakımından, bir oluşumun, bir yapılanmanın silahlı terör
örgütü sayılabilmesi için, suç işlemek için örgüt kurma suçunda örgütün varlığı
için gerekli koşullar yanında, Türk Ceza Kanunu'nun ikinci kitap, dördüncü
kısım, dördüncü ve beşinci bölümlerde yer alan suçları "amaç suç" olarak işlemek
üzere kurulmuş ve amaca matuf bir eylem gerçekleştirmeye yeterli derecede
silahlı olmalıdır. TCK'nın 220 maddesinden ayıran en önemli ölçüt budur. Burada
sayılan suçlar dışında kalan amaç suçları işlemek amacıyla kurulan silahlı
örgütler de TCK'nın 220. maddesi kapsamında kabul edilmiştir. bb-3713 sayılı
Terörle Mücadele Kanunu'nun 7. maddesi ile silahlı olmayan terör örgütlerini
kurma, yönetme ve üye olma suçları düzenlenmektedir. 4-TERÖR ÖRGÜTLERİNİN
NİTELİKLERİNİN BELİRLENMESİ: Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu
kapsamında, bir oluşumun, örgüt niteliğinde bulunup bulunmadığı ve niteliğinin
belirlenmesi hususunda özel bir düzenlemeye yer verilmemiştir. Yargılama
safahatında, dava ya da soruşturmaya konu oluşumun nerede, ne zaman, kimler
tarafından, ne amaçla kurulduğu; ülke genelinde amaca elverişli eylem ve
faaliyetlerine ilişkin bilgiler ilgili Devlet kurumlarından dosyaya getirtilmek
suretiyle dosyada mevcut olay ve deliller doğrultusunda yargılama makamlarınca
belirlenmekte ve yargı kararının kesinleşmesi ile oluşumun suç, terör ya da
silahlı terör örgütü niteliğinde bulunup bulunmadığı kesin olarak tespit
edilmektedir. B-MAHKEME TARAFINDAN KABUL EDİLEN ÖRGÜT DOKÜMAN LARI: 1-ÖRGÜT ANA
DOKÜMANLARI a-Ergenekon Analiz Yeniden Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi
İstanbul/ 29 Ekim 1999: Kapak kısmında Atatürk ve arkadaşlarının kalpaklı
fotoğrafına yer verilerek, altında mütarekeye rağmen aldığı önlemlerle ordunun
ayakta durmasını sağladığı ibaresi bulunan ve içindekiler dizinin 6 bölüme
ayrıldığı, “Amaç” başlıklığı altında, “bu çalışmanın amacının Atatürk ilkeleri
doğrultusunda biçimlendirilmiş Kemalizmin tek ve gerçek içtenlikli koruyucusu
Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon'un
reorganizasyonuna katkıda bulunabilmektir” saptaması yapılan ve “Cumhuriyetin
75. yılının idrak edildiği 20 yüzyılın son yılında, bölücü ve yıkıcı
faaliyetlerin çok tehlikeli bir tırmanışa geçtiği” vurgulanarak, “1914 den
buyana devam eden Türkiye Cumhuriyeti'nin yıkılmasını amaçlayan savaşın sürdüğü”
tespiti ile “dış ülke istihbarat örgütlerinin devletin her kademesine sızdığı,
hatta TBMM girdiği dönemler yaşandığı ve bunun içindir ki Türk Silahlı
Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren Ergenekon'un Türkiye Cumhuriyeti için
her zamankinden fazla yaşamsal önem ifade ettiği” vurgulanıp, “bu çalışmada,
Atatürk ilke ve hedefleri doğrultusunda TSK bünyesi içinde faaliyet gösteren
Ergenekon'un sorunlarının belirlenmesi ve giderilmesine yönelik gözlem ve tespit
önerilerine yer vermekle kalmayıp, yeni bir yapılanma örneği teklif edildiği ve
Ergenekon'un 21. yüzyıl koşullarına uygun reorganizasyonu doğrultusunda analiz
yapılarak, yeniden yapılanma raporunun hazırlandığının” belirtildiği
yazılmıştır. “Kapsam” başlığı altında, “bu analiz yönetim geliştirme ve yeniden
yapılanma raporu haddimizi aşarak Ergenekon'un büyüteç altına alınmasından daha
ziyade, 21. yüzyılda yeni bir yapılanma ile değerli TSK mensuplarının yanı sıra
sivillerden de sonuna değin yararlanılması gereği ve zorunluluğuna” yer
verildiği belirtilmiş; “Ergenekon içerisinde yer alan değerli TSK mensupları ile
Kemalizme ve ülkesine bağlı her meslekten sivillerin organizasyonu ile ortaya
çıkacak olan yeni yapılanma gerçekte geç kalmış bir girişim olarak görülmelidir
her meslekten seçkinlerin yer alacağı sivil personel kadrosu ile Ergenekon iç ve
dış faaliyetlerinde çok daha etkin bir güce erişecek hareketlilik, duyarlılık,
yaptırım gücü yüksek olanaklar kazanmış olacaktır” ibarelerine yer verilmiştir.
“İstihbarat ve Örgütlenme” başlığı altında ise istihbarat tarihinden
bahsedildiği; “Yöntem” başlıklı kısımda, “21. yüzyılda Ergenekon'un resmi
istihbarat kuruluşlarının yanı sıra legal ve illegal örgütlenmelere karşı
mücadele etme zorunluluğu ile karşı karşıya kalacağının bilinmesinin yeterli
olmayacağı bu bağlamda Ergenekon'un faaliyetlerini yeni ve gelişmiş yöntemlerle
sürdürmek zorunda olduğu” belirtilmiştir. “Gizlilik Prensibi” başlığı altında,
istihbaratta gizliliğin önemi ve genel olarak istihbarata ilişkin örneklemelere
yer verildiği anlaşılmaktadır. Yine dokümanın “21. Yüzyıla Girerken Dünyada
İstihbarat Ve Örgütsel Yapılanma İle Faaliyet Alanlarının Önemi” başlığı altında
yer alan, “Genel” alt başlığı altında, Türkiye'deki resmi istihbarat
kuruluşlarına ilişkin genel değerlendirme ve bilgilere yer verildiği ve
“Ergenekon'un Türk Silahlı Kuvvetlerinin değerli personeli dışında entelektüel
ve her meslekten seçkinlerinde içinde yer alacağı sivil personelden
yararlanmakta, karşılaştığı ve bundan sonra karşılaşacağı en önemli sorunların
üstesinden gelmekte güçlük çekmeyecektir” saptamasına yer verilmiştir.
“İstihbarat Örgütleri Ve Politikaları Genel Durum Ve Sorunlar” başlığı altında
ise istihbaratta insan faktörünün öneminden bahsedildiği anlaşılmaktadır.
Dokümanın “Terör” başlığı altında, “21. yüzyılın en önemli sorunlarından
birisinin de terör olacağı belirtilip, terör gruplarının mutlaka kontrol altında
tutulması, gerekirse naylon terör grupları oluşturularak terör dünyasına yön
verilmesi ve güçlü istihbarat örgütlerinin kurguladığı oyunun içinde mutlaka yer
alması gerektiği ve siyaseti 21. yüzyılda istihbarat örgütlerinin belirleyeceği”
saptaması yapılmış ve devamla “dünyada var olabilmiş tüm sistemler ülke
çıkarları ve mevcut rejim ilkelerine aykırı ideolojilere sahip siyasileri
engellemiştir. Bunun ise iki yolu vardır: 1-Suikast 2-Dezenformasyon” ibaresine
yer verildiği; “Yeniden Yapılanma Organizasyonu ve Personel Analizi Genel Durum
ve Sorunlar” başlığı altında istihbarat örgütlerinin yeniden yapılandırılması ve
insan kaynağı hususlarına yer verilip bu sorunlar nedeniyle Ergenekon gibi çok
özel bir yapılanmanın içinde yer alması uygun görülecek devamla “sivil
personelin seçimi olabildiğince dikkat, titizlik ve özen istemektedir. Aksi
halde Türkiye Cumhuriyeti resmi istihbaratı MİT'in bugün içinde bulunduğu sorun
ve çelişkilerin benzer versiyonları Ergenekon bünyesine taşınmış olur.
Ergenekon, benzer bir örneği kendi içinde Jitem gerçeği ile yaşayarak yeterli
deneyim elde etmiştir. Bu deneyim kazanımı bugün düzenlenecek olan yeni;
“Ergenekon'un gözleri her şeyi görmeli, kulakları her şeyi duymalıdır. Yabancı
örgütler ve içlerine sızdırılan ajanlar aracılığıyla elde edilen istihbarat çok
önemlidir. Ancak bunlar kontrol dışında kalan kanallardır” ibaresine yer
verilmiş; “Sivil Toplum Örgütleri” başlığı altında, “Ergenekon'un kendi kuracağı
sivil toplum örgütlerine ihtiyacı vardır. Çünkü sivil toplum kuruluşları içte ve
dışta kamuoyunda kutsal bir İnsanlık görevini yerine getiren örgütler olarak
değerlendirirler. Ergenekon Türkiye'de faaliyet gösteren tüm sivil toplum
örgütlerini kontrol altına almalıdır. Bu bir zorunluluktur. Çünkü bu
örgütlenmelerin finans kaynakları dış ülkelerdir. Bir istihbarat örgütünün
organizasyon ve eleman yapıları çok büyük önem ifade eder. Ergenekon merkez
yönetiminde yer alacak eleman sayısı olabildiğince az olmalıdır” ibarelerine yer
verilmiştir. “Köprü Personel” başlığı altındaysa, “genç, yetenekli, eğitimli,
donanımlı personel arasından seçilecek üç kişi Ergenekon içerisinde (üniteler
arası) ve örgüt dışında örgütü temsilen hareket edebilmeli ve teması
sağlamalıdır. Bu kişiler örgüt içerisinde görev almamalı, örgüt dışında legal
bir işte istihdam edilmelidir. Böylece güvenlik sağlanmış olacaktır. Zaman
içinde bu personel arasında Ergenekon bünyesinde yönetici olacak çok başarılı
personel yetişecektir. “Ajan Profili; Fahişeler” başlıkları altında genel
bilgiler derc edilmiş olup, “Medya” başlığı altındaysa, “güçlü istihbarat
örgütlerinin medyadan sonuna değin yararlanılması” gerektiği saptaması
yapıldıktan sonra, “Ergenekon medya kuruluşlarını kontrol etme yönündeki
faaliyetlerinin kendi medya kuruluşlarını oluşturarak mevcut ulusal ve
uluslararası oluşumları doğal işleyişi içinde örtülü bir biçimde etkileme
denetleme ve kontrol altına alma yöntemini uygulamaya koymaya kaçınılmaz bir
biçimde zorunludur” denilmektedir. “Uluslararası Ticaret ve Bankacılık” başlığı
altında, “Ergenekon doğrudan kendi örgütüne bağlı holdingler ve bankaları
süratle kurup ideolojiye uygun ekonomi/politik denge sağlayabilmelidir.
Ergenekon'un üretim tesislerine ticari holdinglere ve bankalara ihtiyacı vardır.
Hem de doğrudan ve mutlak sahibi olarak” denilmiştir. “İlaç Kimya Sanayi ve
Taşımacılık” başlığı altında, genel bilgiler verilmiş olup, “İllegal İşler”
başlığı altında, Türkiye'nin uyuşturucu ticaretini denetim altına alması
gerektiği vurgulanmaktadır. “Organizasyon Planı Merkez Yönetim” başlığı altında
ise “Ergenekon örgütünün başkanına doğrudan bağlı olan dört daire komutanlığı
ile iki sivil başkanlıktan oluşmalıdır. Toplam altı ünitenin komutan ve
başkanlarının bir asistanı ile bir de bölüm uzmanlarından oluşan iki yardımcısı
olmalıdır. Ünitelerin komutan ve başkanlarının yanında görev alacak bölüm uzmanı
illegal faaliyetlerin yurt içi ve yurt dışı hukuk platformunda legal gibi
gösterilebilmesi düzenlemelerinden sorumlu olacaklarıdır. Şöyle ki, 1Ergenekon
Başkanlığı, 2-İstihbarat Dairesi Komutanlığı, 3İstihbarat Analiz ve
Değerlendirme Dairesi Komutanlığı, 4Operasyon Dairesi Komutanlığı, 5-Finansman
Dairesi Başkanlığı (sivil), 6-Örgüt İçi Araştırma Dairesi Komutanlığı, 7-Teori,
Tasarım ve Planlama Dairesi Başkanlığı (sivil) bu ünitelerin komutan ve
başkanları birbirlerini tanımlarında hiçbir sakınca olmamakla birlikte,
birbirlerinin görev ve sorumluluk alanlarını bilmemeleri esası Ergenekon'a
istihbarat örgütleri içinde ayrıcalıklı bir özellik ve güvenlik kazandıracaktır.
Bu altı ünitede görev alacak ajanlar kendi bölümlerinin komutan ve başkan
asistanları dışında diğer üniteler ve personeller ile hiçbir şekilde ilişki
kuramamalıdır. Üniteler arası enformasyon değerlendirmesinde ayrıcalık
tanınabilecek tek bölüm Operasyon Dairesi Komutanlığıdır. Çünkü elde edilen
enformasyon analiz ve değerlendirilmesinde gerektiği hallerde katkısı olabilir”
ibarelerine yer verilmiş; “Kontrol Dairesi” başlığı altındaysa, “bu dairenin
varlığından Ergenekon örgütü Başkanı / Komutanından başka hiç kimsenin bilgisi
olmaması kesin bir gerekliliktir. Operasyonlarda yer alması zorunlu olan bu
dairede yer alan ajanların ilk görevi operasyon alanı içerisinde bulunmak,
operasyon esnasında temizleme ve ortadan kaldırma gibi işlemlerde doğabilecek
sorunları çözümlemektir. İkinci bir görevleri karşı istihbarat örgütlerine geçen
yakalanan veya operasyon amacına aykırı hareket eden her hangi bir ajanı
öldürmektir. Bir ajanın sonu başlangıcında olduğunun ilk işareti, örgüte ve
ajanlara karşı sorumluluk alanında yarar sağlamamaya başladığı süreçtir. Kontrol
Dairesinde yönlendirilecek ajanlar mutlaka Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde
operasyon ünitelerinde çok dürüst, güvenilir kişilerden seçilmelidir. Emirleri
doğrudan Ergenekon Komutanından almalıdırlar. Üst yöneticiler ve örgüt personeli
ile ajanları tarafından bilinmemelidirler, ibarelerine yer verilip; “Eğitim”
başlığı altındaysa Ergenekon örgütü bünyesinde yer alacak personel mutlaka ve
sürekli olarak
eğitim programlarında tutulmalıdır” saptaması yapılmış, “Kaynak Yaratılması”
başlığı altında, İstihbarat örgütlerinin çok güçlü finansa
ihtiyacı olduğu ve bankalardan yapılan para aktarımlarından finans
sağlanabileceği anlatılmaktadır. “Naylon Şirketler” başlığı altında, Naylon
şirketlerin kurulması gerekliliğinden ve işlemlerin tamamlanmasından sonra
naylon şirketlerin kurulmasında kullanılan
güçlendirilmesi sağlanmalıdır. Böylece ekonominin kontrol altında tutulup, para
akışının yönlendirilebileceğinden” bahsedilmektedir. “Yurt Dışından Kaynak
Aktarımı ve Yurt Dışı Ticari Faaliyetler” başlığı altında, Genel bilgiler
verilerek devamında, “Spekülatif Kaynaklar Yaratılması” başlığı altında,
“Ergenekon hazine arazilerinden spekülatif kazanç anlamında yararlanarak kaynak
yaratmalıdır. Ergenekon hazine arazileri üzerinde yeni organize sanayi alanları
ile yeni toplu konut alanlarını oluşturulmasından spekülatif kaynaklar
yaratmalıdır” ibarelerine yer verilmiş, “Genel Değerlendirme” başlığı altında
ise; Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet göstermekte olan Ergenekon'un
yeni bir yapılanmaya yönelme zorunluluğu ve gereksinimi yine Ergenekon'un
kamuoyundaki imaj ve düşünce değişiminin sağlanması zorunluluğu olduğu
vurgulanıp, “kamuoyunun kafasının karıştığı içinden çıkamadığı mantıklı ve
tatmin edici açıklamalar alamadığı zamanlarda, gelişen her olay karşısında
Ergenekon sözcüğünü anımsayıp dehşete kapılarak içten içe Ergenekon sözcüğünü
yinelemekte olduğu medya kuruluşları içerisindeki kötü niyetli çevrelerin
Ergenekon aleyhine kara propaganda yürüttükleri, Ergenekon'un kara propagandadan
sağlayacağı yararlık doyum noktasına ulaştığı, bundan sonrasının negatif olduğu
tespitine yer verilip, Ergenekon'un yeni yapılanması hakkındaki düzenlediğimiz
bu raporda haddimizi aşmak gibi bir niyetimiz olamayacağı gibi dürüstlük
esasları içerisinde yararlı olacak bir rapor hazırlamaya çalışmamız gerektiğinin
de bilincinde olduğumuzu ifade etme gereği duyuyoruz. Raporumuzda dile
getirdiğimiz hususların re-organizasyonu personel içinde sağlanacak değişim,
örgütün yeniden düzenlenmesi, operasyonel faaliyetlerdeki aksaklıkların
giderilmesi, jeo-ekonomi politik alanındaki çalışmalar, eğitim, düşsel
yaratıcılıktan ve askeri ateşelerden gereği biçimde yararlanma, teknolojik
lojistik olanaklara kavuşulması ile Ergenekon Türkiye Cumhuriyetinin
76. yaşını kutladığı şu günlerde Türkiye'nin bağımsızlığının devamını sağlayıcı
en etkin ve önemli unsurlardan birisi olarak değil, aynı zamanda çok daha güçlü
bir Türkiye Cumhuriyeti'nin oluşumuna önemli, büyük ve anlamlı katkıları
olacağından hiç kuşku yoktur. En içten saygı ve şükranlarımızla” ibaresi ve
altta karalanmış bir kısım olduğu görülmüştür. Karalanmış kısımda bazı
fotokopilerde strateji grubu yazdığı okunabilmektedir. b-Lobi Aralık 1999/
İstanbul: Atatürk'ün resmi ve “Lobi” ibaresi bulunan doküman kapağından sonra
içindekiler dizinin yer aldığı dokümanın “Giriş” başlığı altında dünyada
koşullar ve bölgesel gelişmeler nedeniyle sivil unsurların örgütlenmesi
zorunluluğunun kaçınılmaz bir gerçek olarak ortaya çıktığı bu gerçekten
hazırlanan ve Lobi adı verilen bu gizli örgütsel çalışmanın amaçları
doğrultusunda şimdiye değin faaliyet gösterilmemiş olmasının büyük talihsizlik
olduğundan bahsedilip, sivil toplum örgütleri, vakıf ve insani kuruluşlara
ilişkin dünya ve Türkiye'de tarihi perspektif içerisinde örneklemelerde
bulunularak sivil unsur olarak çalışması planlanan Kemalist sivil lobiye veya
yapacağı çok yönlü yararlı faaliyetlere gereksinim olduğu bu suretle Türkiye'de
faaliyet gösteren yabancı sivil toplum örgütlerinin karşılarında ilk kez bir
sivil kontra hareketin direncini bulacağından bahisle lobinin gerekliliği
irdelenmiştir. “Amaç” başlığı altındaysa; Türkiye'de faaliyet göstermekte olan
yabancı sivil toplum örgütleri ve Türkiye'deki faaliyetleri hakkında bilgiler
sayılmış, Lobinin amaçları arasında etnik, fundamentalist, bölücü yıkıcı unsur
ve oluşumlar içine çekilmek istenen gençliğin, böylesi tuzaklara düşürülerek
kullanılmasının önüne geçilmesini de sağlamak olduğu vurgulanmıştır. “Kapsam”
başlığı altında ise; Lobinin geniş halk kitlelerine yönelik çalışmalarında
özellikle gençlerin resmi ideolojileri ve ülke çıkarları doğrultusunda yeniden
örgütlenmelerini sağlamayı tasarladığı, lobinin yapılanması ve tüm
faaliyetlerinin mevcut hukuk platformu ile çerçevelendiği Lobinin Kemalist
ideolojiye bağlılığı, bağımsızlığı kendi içerisinde uygulamaya
koyulabileceğinden bahsedilmiştir. “Politika” başlıklı bölümde ise; Lobi tasarım
ve girişim uygulamalarında toplumun temiz toplum anlayışına örnek sivil toplum
örgütlenmelerinin oluşturulmasına önderlik edeceği, sendikaların Lobi
organizasyonu şemsiyesi altındaki kuruluşlar içerisinde yer almalarının
sağlanması gerektiği, Lobinin prensip olarak hiçbir zaman doğrudan doğruya
toplumsal eylemler içerisinde yer almayacağı, sivil toplum kuruluşlarının
etkinlik ve eylemler düzenlemesini organize ve kontrol eden güçlü bir mekanizma
olarak kalması gerektiği vurgulanmıştır. “Hedef” başlığı altında ise Lobinin
amaçlarından saptırılmaması için ekonomik olarak güçlü olmasının esas olduğu,
Lobi çalışmalarında medya kuruluşları ile doğrudan temasta bulunmamaya azami
özen gösterilmesi gerektiği belirtilmiştir. “Yöntem” başlığı altında, Lobinin
prensip olarak hiçbir girişim ve eylemin içinde yer almaması tümüyle yasal
düzenleme içinde hareket etmesi ve tüm çalışma faaliyetlerinde gizlilik
prensiplerine sadık kalması gerekliliğinden bahsedilmektedir. “Organizasyon
Planı” başlığı altında ise Lobinin organizasyon planı 1Merkez, 2-Araştırma ve
Bilgi Toplama, 3-Analiz ve Değerlendirme, 4-Finans ve Ticaret, 5-Kültür ve
Bilim, 6Teori ve Senaryo, 7-İletişim ve Propaganda, 8-Hukuk, 9Uluslararası
İlişkiler departmanlarından oluşması gerektiği, Lobinin Merkezinde görev alması
için beş güvenilir yöneticinin bulunacağı ve birimlerinin oluşturulması ve
sağlıklı işleyişinin sağlanmasından sorumlu olduğu; Araştırma ve Bilgi Toplama
departmanında bir başkan on kişilik yardımcı kadronun yer alacağı ve
istihbarat verileri toplama, arşivleme merkeze sunma görevinin bulunduğu; Analiz
ve Değerlendirme departmanının bir başkan ve beş yardımcı kadrodan oluşacağı ve
istihbarat analiz raporlarının hazırlanmasından sorumlu oldukları; Finans ve
Ticaret departmanının bir başkan altı yardımcı personelden oluşacağı, ticari
konuları izlemekten sorumlu oldukları; Kültür ve Bilim departmanında bir başkan;
Teori ve Senaryo departmanında bir başkan ve beş senaristin yer alacağı, medya
kuruluşlarını yönlendirme çalışmalarına katkıda bulunacakları; İletişim ve
Propaganda departmanının bir başkan beş yardımcıdan oluşacağı ve medya
kuruluşlarını bilgilendirilmesi, yönlendirme ve kontrol altında tutma görevinin
bulunduğu; Hukuk departmanında bir başkan ve beş yardımcısının görevli olacağı
bu departmanda sadece hukukçuların yer alacağı ve hukuksal kurallardan azami
ölçüde yararlanma çalışanlarının yürütüleceği; Uluslararası İlişkiler
departmanında bir başkan, altı yardımcının yer alacağı ve uluslararasında güç
odaklarında yer alan kişileri organizasyon şemsiyesi altındaki kuruluşlara
kazandırma çalışması gerçekleştirecekleri açıklamasına yer verilmiştir. “Kadro”
başlığı altında, Yalnızca sivillerin yer alacağı, bu örgütlenmenin köprü eleman
ile faaliyet göstereceği merkezde yer alan beş sivil yönetici ile köprü personel
görevini üstlenecek iki sivilin atanacağı, yine “Eleman profili” başlığı altında
ise Lobi örgütlenmesi içinde yer alacak elemanların çağa ayak uydurabilecek
kuruluşlarında her kesimden portrenin kullanılması gerektiği, yine birim
başkanları, köprü personel, finans, ticaret, şirket ve vakıf faaliyetleri,
başlıkları altında bu hususlara ilişkin değerlendirmeler yapılmıştır. “Genel
Değerlendirme” başlığı altında ise Lobinin faaliyet alanları içerisinde Avrupa,
Balkanlar, Ortadoğu, Kafkaslar ve tüm Türki Cumhuriyetlerde çok önemli başarılar
sağlanabileceği saptamasına yer verilmiştir. “Sonuç ve Öneriler” başlığı
altındaysa, Lobinin Türk İnsanının ve toplum yapısının özellikleri ile
doğabilecek her türlü gereksinim dikkate alınarak tasarlanmasına özen
gösterilmeye çalışıldığı, Lobi adı verilen örgütsel organizasyonun
faaliyetlerine gelecek zaman dilimi içinde çok daha fazla gereksinim olacağı
saptamasıyla ve saygılarımızla ifadesi ile doküman sona ermektedir. 2-MAHKEME
TARAFINDAN ERGENEKON ÖRGÜTÜNE AİT OLDUĞU KABUL EDİLEN DİĞER BELGELER: a)
Ergenekon Örgütü Tarafından Türkiye'deki Gruplara, Tarikat Ve Cemaatlere, Mafya
Oluşumuna Yasadışı Örgütlere İlişkin Olarak Hazırlandığı Kabul Edilen Belgeler:
aa) Reaksiyon Etnik Fundamentalist/bölücü/yıkıcı Unsurlar Analiz ve Tasfiye
Projesi İstanbul/Kasım 1999 Analiz amacı, kapsam Türkiye Cumhuriyeti ve Kemalizm
başlıklı 1. bölümün, analiz amacı alt başlığı altında; "Reaksiyon adlı bu
analiz/projenin amacı Türk Silahlı Kuvvetleri bünyesinde faaliyet gösteren
Ergenekon'un milli mücadele girişimlerinden günümüze Türkiye Cumhuriyeti'nin
varlığını tehdit etmekte olan etnik, fundamentalist, bölücü ve yıkıcı unsurların
kaynak ve hedeflerini belirlemesi ile tasfiye edebilmesine katkıda
bulunabilmektir" ibaresinin yer aldığı, “Yöntem” başlıklı bölüm sonunda,
“Türkiye Cumhuriyeti Devletinin bağımsızlığı ve varlığını ortadan kaldırmaya
yönelik her türden etnik/fundamentalist/bölücü/yıkıcı unsurlar ile mücadelede
uygulanacak yöntem: meşruluk plâtformunda, reaksiyon prensipleri esas alınarak
sürdürülmelidir. Kesin başarı sağlayacak yollara açılan kapıların tek anahtarı
bu yöntem olabilir. Üzerinde ısrar ettiğimiz bu yöntemin sağlıklı bir biçimde
işleyebilmesi için, çok sağlıklı bir istihbarat ve toplanan istihbarat
verilerinin derinlemesine analizi ile gerçekleştirilebilir” yolunda
değerlendirmelerde bulunulduğu anlaşılmıştır. bb) Panzehir, Etnik/bölücü
Operasyonların Tasfiyesi, Kürt Hareketi ve Türk-kürt Kardeşliği İstanbul /1
Mayıs 2000 PKK Terör Örgütünün yönetim kadroları, finans ve yayın organlarının
denetim altına alınması, böylelikle dış güç odaklarının kontrol ve yönetiminden
arındırılmasının sağlanacağı yönünde değerlendirmeler yapılmıştır. cc) Octobus
Mafia İstanbul/ Eylül 2000 “Sunuş” başlıklı bölüm içeriğinde, "Bu çalışma ulusal
ve uluslararası entrika labirentlerinde, çıkarları doğrultusunda diledikleri
gibi at koşturan narko/ekonomi/politik prensiplere sırtını yaslamış, kamuoyunda
mafia tanımlaması ile anılan State Organized Crime (devletçe örgütlenmiş) güç
odaklarının re/organizasyonu için hazırlanmıştır" ibarelerine yer verildiği ve
“Mafia'nın Yeniden Yapılandırılması” başlıklı bölümde “Türkiye'de Mafia'nın
yeniden yapılandırılabilmesi mutlaka askeri bir girişim olarak ele alınmalıdır.”
“Türkiye'de yapılması gerekli ve zorunlu olan doğrudan Genelkurmay'a bağlı
'sivil' bir kurul tarafından oluşturulacak Mafia yapılanmasıdır" yolunda
değerlendirmede bulunulduğu anlaşılmıştır. dd) NBC Silahları Üretim Analizi
İstanbul/ 13 Kasım 1999 Kimyasal silahların tarihçesi, kullanımı, önde gelen
kimyasal silahlar ve biyolojik silahlar ile NBC savaşları gibi başlıklar altında
açıklamalarda bulunulduğu ve Nükleer, Biyolojik ve Kimyasal savaşların 21.
yüzyıl savaş teknikleri içinde en etkin ve yaygın gücü oluşturacağına ilişkin
saptama bulunduğu; “Genel Değerlendirme” başlığı altında ise, Türk Silahlı
Kuvvetleri bünyesinde faaliyet göstermekte olan "Ergenekon"un dikkatlerine
sunulan bu analiz ve öneri çalışmasının amacı, kimyasal ve biyolojik silah
üretimine yönelmenin kaçınılmaz gerekliliğine olan inancımızdır.”ifadesine yer
verilmiştir. ee) Fundamentalist Terör İstanbul/ 3 Nisan 2000 Fundamentalist
olarak nitelendirilen kişi ve çevrelere ilişkin çeşitli değerlendirme ve
açıklamalar yer almıştır. ff) Osmanlı'dan Günümüze Masonik Bilderberg Çetesi,
Siyonizm Ve Protokol, Finans Odakları Ve Teknokratlar Nasıl Egemen Oldu?
İstanbul/30 Mart 2000 Bilderberg grubunun kuruluşu, gizli toplantıları, Türk
basınında bilderberg başlıkları altında değerlendirmelerine yer verilmiştir. gg)
Sabetaycılık Ve Türkiye Sabetayları (dönmelik) Reoasta -Operasyon
Projesi-İstanbul/mayıs 2000 Rav Sebetay Zwi ve Sebataycılık hakkında açıklama ve
değerlendirmelerde bulunulmuştur. hh) Hizbullah İstanbul/Şubat 2001 Hizbullah
terör örgütününe yönelik değerlendirmeleri içermektedir. b) Ergenekon Örgütünün
İstihbarat, İstihbarat Kuruluşları ve MİT İle İlgili Olduğu Kabul Edilen
Belgeler aa) 21. Yüzyıl'da Casusluk-Araştırma-Gözlem-Analiz Raporu İstanbul
/Aralık 2000 İsimli Belgenin; İstihbarat faaliyetletleri ve MİT hakkında
değerlendirmeleri, içerdiği; bb) Şirket Gizli Gerçekler Gözlem & Analiz Aralık
2000/İstanbul isimli belgede; MİT ve bazı MİT görevlileri hakkında
değerlendirmelerinin yer aldığı, cc) Şirket & Köstebekler Gözlem & Analiz
İstanbul/ Aralık 2000 belgesinde; Bir kısım MİT görevlileri ile bazı şahıslar
hakkında eleştirel değerlendirmeler ve biyografik yazıların yer aldığı
anlaşılmıştır. dd) JİTEM'ci ve MİT'çi Gazeteciler Başlıklı Belgede; “Türkiye
Cumhuriyeti Devleti'nin ulusal istihbarat mekanizmasını yeniden ve sıfırdan
kurması kaçınılmaz bir zorunluluk olmuştur. Ancak yepyeni bir istihbarat örgütü
kurulurken, bu girişim son derece gizli tutulmalı ve bundan siyasi, bürokrat,
teknokrat ve hükumet kadroları haberdar edilmemeli, MİT kadroları yeni
yapılanmanın içinde yer almamalıdır.” ibareleri bulunmakta olup, “21. yüzyılda
ülkelerin bağımsızlığı ve güçlenerek gelişebilmeleri, istihbarat örgütlerinin
başarılı çalışmalarına göre şekillenecektir. Bu gerçeğin görülmesi ve gereğinin
süratle yerine getirilmesi kaçınılmaz bir zorunluluktur.” yolunda
değerlendirmede bulunulduğu anlaşılmıştır. ee) MİT& Medya ve Ajan Gazeteciler
İstanbul/Aralık 2000 belgesinde; Medya içine yerleştirilen istihbarat
ajanlarının varlığı ve bunun gazetecilerin güvenilirliği ile basın özgürlüğüne
etkisinin değerlendirilmiştir. c-) Ergenekon ve Lobi Örgütlenmesinin İdeolojik
Yapısına Ve Sivil Toplum Kuruluşları Örgütlenmesine, Gençlik Yapılanmasına Dair
Olduğu Kabul Edilen Belgeler : aa) Kemalist Hareket İstanbul/Eylül 2000
belgesinin; “Kemalist Hareket Derneğinin merkezinin İstanbul olması gerektiği,
anılan dernek merkezinin üretilen ve üretilecek teorik stratejik ve doktriner
argümanların yaşama geçirilmesi için propaganda merkezi olarak faaliyet
gösterecek ülke içinde ve ülke dışındaki merkezlerin koordinasyonunu
sağlayacağı, yönetiminin üreteceği teorik, stratejik ve doktriner argümanların,
dernek dışından oluşturulacak beş kişilik gizli bir komite tarafından
üretileceği, komite üyeleri arasında iletişimi sağlayacak olan bir köprü
personelin yer alacağı, dernek başkanının talimatları köprü personelden alıp
uygulamaya koyacağı; Derneğin ülke içinde her alanda kitlesel ve kurumsal
faaliyetlerde bulunarak Kemalizme aykırı her konuda direnç göstereceği”
ibarelerinin yer aldığı, bb) Kemalist Model Ulusal Gençlik Hareketi Dinamik
Ulusal Güç Birliği & Kuvayi Milliye Cephesi adlı belgede; "Dinamik adı verilen
bu çalışmada; Ulusal Güç Birliği gençlik mercek altına alınması suretiyle,
analizinin yapılarak, 21. Yüzyıl Türkiye'sinin ulusal çıkarlara ve Kemalist
ideoloji ilkelerine uygun biçimde yeniden örgütlenmesinin planlandığı"
ibarelerini içerdiği , gençlik hareketleri ve gençliğin örgütlenmesi, Lümpen
gençlik,Üniversite gençliği, gibi konu başlıkları altında anılan hususlara
ilişkin değerlendirmelere yer verildiği; “Sonuç” başlıklı bölümünde ise "Bu
çalışmada temel amaç; Ulusal Güç Birliği merkezli, Kemalist örgütlerin sağlıklı
ve realist biçimde oluşturulmasının önemini ve gerekliliğini dile getirmektir.
Merkezin oluşturulması, yerel ve bölgesel örgütlerin kuruluşu, faaliyet alanları
ve örgütlerin birbirlerini tamamlayıcı, farklı sorumluluklar üstlenmeleri ve
saptanan hedefler doğrultusunda faaliyet ve eylemleri ile uygulanması gereken
yöntemlerin detayları bu çalışmanın dışında tutulmuştur.” ifadelerinin yer
aldığı; cc) Ulusal Gençlik Birliği Üzerine Görüşler 3 Aralık 2000 “Program
Sorunları” başlığı altında, "Ulusal Gençlik Birliğinin kuruluşu ve inşası
Cumhuriyet devrimi iktidar projesinin bir parçası olarak ele alınmalıdır",
"Amaçlarımız 'hukuk devleti evrensel demokrasi gibi neoliberallerin vurguladığı
kavramlarla değil Kemalist Devrim'in program kavramlarıyla ifade edilmeli ve
terim kargaşasına son verilmeli', 'Sürekli Komünizm düşmanlığıyla gençlik
birleştirilemez', 'Programı doğru olan Ulusal Gençlik Birliği Türkiye
Üniversitelerinin yarısında örgütlü olan Atatürkçü Düşünce Toplulukları gibi
oluşumları bir araya getirerek önemli bir birikimi kucaklamıştır.' Ulusal
Gençlik Birliği Ankara'da 38 üniversiteden 427 öğrencinin katılımıyla
kurulmuştur." yolundaki açıklamaların yer aldığı ve Türkçe karşılıkları bulunan
fundamentalist, monopol, apolitik, globalleşme, gibi sözlükleri kullanmamak
gerektiğine ilişkin değerlendirme ile son bulduğu; dd) Dinamik Anti/Tez
İstanbul/09 Aralık 2000 İsimli Belge "Ebedi Başkan Mustafa Kemal Atatürk'ün
strateji dehasını örnek alarak hazırladığımız, Kemalist Model: Ulusal Gençlik
Hareketi çalışmayı Dinamik adıyla tanımlamayı uygun görmüş, Ulusal Güç Birliğine
ulaşmanın yolu olarak Kuvayı Milliye örneğinden yola çıkılması gerektiğini
vurgulamaya özen gösterdiğimiz 29 Ekim 2000 tarihli tez Doğu Perinçek'e
iletilmiştir. Perinçek tarafından kaleme alınan "Ulusal Gençlik Birliği Üzerine
Görüşler" adıyla ileri sürülen düşünceler objektif olarak entelektüel birikim
süzgecinden geçirildiğinde, örtülü antitez niteliği taşıdığı kendiliğinden
ortaya çıkmaktadır.” ibarelerini içerdiği ve başta ulusal gençliğin toplumun
değerler ve ortak ideal çerçevesinde örgütlenmesi sağlanarak yaratılan
olumsuzluklara tepki gösterilmesinin gerektiğine ilişkin değerlendirmeleri
içerdiği, ee) Genel Yapı Atatürkçü Düşünce Derneği hakkında değerlendirmelerin
ve faaliyetlerine ilişkin önerilerin yer aldığı, Anlaşılmaktadır. d) Ergenekon
Örgütüne Bağlı Lobi Örgütlenmesinin Medya Yapılanmasına Dair Kabul Edilen
Belgeler aa) Ulusal Medya 2001 İstanbul belgesinde; Cumhuriyet Gazetesinin
re/organizasyonu konusunda değerlendirmelerin yapıldığı ve içerisinde “Bağımsız
ulusal medya kuruluşlarının yaratılabilmesi için yurtta ve yurt dışında faaliyet
gösteren Türk iş adamları arasından seçilecek kişilerden “Medya Finans Konseyi”
oluşturulması ve burada yer alacak iş adamlarının devlet kurumlarınca ticari
faaliyetlerinde desteklenmesi gerektiği”ne ilişkin ibare ve değerlendirmelerin
bulunduğu , bb) Kanal 6 Analiz Yönetim ve Geliştirme Projesi İstanbul/ Kasım
1999 belgede; Türkiye'de ulusal yayın yapmakta olan Kanal televizyonunun
re/organizasyonuna katkıda bulunmak amacıyla hazırlandığı ve bu hususta somut
öneri ve görüşlere yer verildiği, Kanal 6'nın gerçek re/organizasyonunun
sağlanabilmesi için talep edilmesi halinde daha birçok ayrıntılı etüdün
hazırlanmasının mümkün olduğu ibarelerini içerdiği; yine Dünya ve Avrupa
Birliğinde yayıncılık konularında değerlendirmelerin yapıldığı, cc) Dergi Analiz
& Proje İstanbul/22 Temmuz 2000 belgesinin; Dergi yayıncılığı konusunda
değerlendirme ve önerileri içerdiği,
dd) Ulusal Medya 2010 belgesinde; Giriş başlıklı bölümde “Türkiye'nin Laik
Cumhuriyet yapısına kastetmiş dış odaklar, devşirdikleri yerli işbirlikçilerin
desteğiyle ülkenin üniter devlet yapısını ortadan kaldırabilecek bir güce
erişmişlerdir. Bir zamanlar emperyalist devletlerin emellerine hizmet eden karşı
devrim heveslisi unsurların ülkeyi sürükledikleri şartlardan çok daha vahim
oluşumlar içerisine itilen Türkiye'de, bugünkü emperyalist işbirlikçiler ile baş
etmek için Kemalist ideoloji ruhunu yeniden canlandırmanın gerekliliği apaçık
ortadadır.”değerlendirmelerine yer verildiği; Referanslar bölümünde ise,
"Ergenekon; Analiz, Yeniden Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi; Eleman ve
Organizasyon; Medya 29 Ekim 1999 İstanbul, Kanal 6 Analiz; Yönetim ve Geliştirme
Projesi, İstanbul / Kasım 1999, Reaksiyon; Etnik/Köktendinci/ Bölücü/Yıkıcı
Unsurları Analiz ve Tasfiye Projesi; Günümüz Türkiyesi; Medya. İstanbul / Kasım
1999, Devletin Yeniden Yapılanması Üzerine; Cumhuriyetin İdeolojik
Hegemonyasının Yeniden Örgütlenmesi; Medya Araçlarının Örgütlenmesi 25 Kasım
1999. Lobi; Organizasyon Planı; İletişim ve Propaganda. Aralık 1999, İstanbul.
Clarridge & Gülen İlişkisi; İstanbul / 29 Mart 2000, Televizyon; Analiz, Yönetim
ve Geliştirme Projesi. İstanbul / Temmuz 2000, Dergi; Analiz & Proje, İstanbul /
22 Temmuz 2000, Ulusal Medya 2001; İstanbul / Eylül 2000. Kemalist Hareket;
İstanbul / Eylül 2000. Cumhuriyet Gazetesi; Re/Organizasyon Çalışması 2001,
Sosyal Sınıfların Analizi ve Sosyo-Psikolojik Mühendislik; Toplumsal Algılanın
Dizaynında Medyanın Rolü Ankara / Ekim 2006, Psikolojik Harekat; İstanbul /
Aralık 2006" yazıldığı, "Emperyalist güçlerin ve işbirlikçilerinin haricindeki
tüm Türk sanatçı, aydın ve gazetecilerin Kemalist ideoloji çatısı altında
birleşmeleri sağlanmalıdır. Ulusal medya oluşumuna katkıda bulunma her Türk
aydınının üstüne düşen bir sorumluluktur" içeriğindeki değerlendirme ile son
bulduğu, ee) Televizyon Analiz Yönetim Ve Geliştirme Projesi İstanbul/Temmuz
2000 belgesinde; "Cumhuriyet gazetesi ile Ulusal TV'nin hisselerini elinde
bulunduracak olan yeni anonim bir şirket kurulmalıdır. Bu şirketin yönetim kurul
başkanlığı ile yönetim kurulu üyeliğine getirilecek olan kişiler önemlidir ve
özenli bir seçim yapılmalıdır" ibarelerini içeren sunuş başlıklıklı bölümün
devamında; Türkiye'de ulusal yayın yapacak olan özel televizyon istasyonun
yapılanma ve re-organizasyonuna katkıda bulunabilmenin amaçlandığı belirtilerek
anılan hususta değerlendirmelerde bulunulduğu, ff) Cumhuriyet Gazetesi
Re/organizasyon Çalışması Ulusal medyanın merkez üssü seçildiği ifade edilen
Cumhuriyet Gazetesinin hisselerinin devri konusunda açıklama ve
değerlendirmelerin yer aldığı; gg) Yeni Bir Medya Patronu Yaratılacak Başlıklı
Bilgi Notu Medyanın içinde bulunduğu duruma ilişkin yapılan geniş çalışşmanın
daha önce sunulmuş olduğu belirtilerek Medyada yeni bir ortaklık bağı kurularak
yazılı ve görsel yayıncılık sektöründe medya gruplarının karşısında güçlü bir
rakip olarak çıkılması için hazırlıklar yapıldığı hususunda değerlendirmeler
içerdiği, Anlaşılmaktadır. e) Ergenekon Örgütünün Lobi Örgütlenmesinin İş
Dünyası, Sanayi ve Ticari Faaliyetlerine ilişkin Olduğu Kabul Edilen Belgeler :
aa) USİAD Ulusal Sanayici ve İş Adamları İstanbul/12 Nisan 2000 belgesinde;
Ekonomik alanda yer alan sivil toplum örgütü olarak nitelendirilen Ulusal
Sanayici ve İş Adamları (USİAD)'ın desteklenmesi gerektiği yolunda
değerlendirmelerin yapıldığı bb) Birleşik Komün Girişim İstanbul 27 Haziran
2000-06 Operasyon Belgesinde Birleşik Komünün Uluslar arası platformda faaliyet
gösterebilecek dinamik ve örtülü faaliyet birimi olarak kodlandığı, bu nedenle
kuruluş, personel ve tüm faaliyetlerinin temelde yerel hukuk normlarına uygun
olması zorunluluğunun bulunduğu gibi evrensel hukuk standartlarına da azami
özenin gösterilmesi gerektiği, yine Uluslararası Özel Güvenlik A.Ş ve
Uuluslararası Protokol ve Halkla ilişkiler A.Ş. konularında yapılması amaçlanan
çalışmalara ilişkin değerlendirmelerin bulunduğu; cc) Security A.Ş. Uluslararası
Güvenlik Şirketi Projesi İstanbul/26 Haziran 2000 belgesinde; Kurulmasının
planlandığı belirtilen Özel güvenlik şirketlerinin yapısı ve faaliyetlerine
ilişkin değerlendirmeleri içerdiği;
dd) Protokol A.Ş. Uluslararası Halkla İlişkiler Şirketi Projesi İsimli Belgede
Kurulması planlanan Uluslararası Protokol ve halkla ilişkiler şirketlerinin
yapısı ve faaliyetlerine ilişkin değerlendirmeleri içerdiği; Protokol A.Ş olarak
kurulması planlanan şirketin anonim şirket olarak faaliyet göstereceği, yönetim
kurulu başkanının emekli bir kurmay albay olacağı, şirket faaliyetlerinin
denetimi ve şirket organizasyonun Merkez Birim tarafından yerine getirileceği,
şirketin uluslararası nitelikte bir şirket olmak için girişimler yapması
gerektiği, ee) Özel Güvenlik Şirketi İstanbul 11 Temmuz 2000 belgesinde;Özel
güvenlik teşkilatı, özel güvenlik şirketleri, özel güvenlik şirketi personeli,
ve denetim bölümlerinde; mevzuata ilişkin açıklamaların yapıldığı ve "Öneriniz
üzerine; dikkatlerinize sunulan bilgiler ve gelişmelerden yararlanılarak
“Uluslararası Özel Güvenlik Şirketi” kuruluş çalışmalarının başlatılması, “Lobi”
koduyla tanımlanan faaliyet alanı içinde yer alması uygun görülen projenizin
hayata geçirilmesinin yararlı olacağı görüş birliği ile kabullenilmiştir.
Gereğini rica ederiz" ibarelerinin yer aldığı, ff) Oluşum Aralık/ 1999
Belgesinin; Korkmaz Yiğit'in güvenliğinin sağlanmasına ilişkin değerlendirmeleri
içerdiği; gg) Türkiye-K.Irak Ticaret /Yatırım ve İşbirliği Oluşum Raporu
İstanbul/21 Ağustos 2000 belgesinde; Türkiye–K.Irak arasında ticari, yatırım ve
işbirliği oluşumu konusunda değerlendirmelerin yapıldığı, Belirtilmiştir. f)
Ergenekon Lobi Örgütlenmesinin Sanat ve Kültür Yapısına ilişkin Olduğu Kabul
Edilen Belgeler: aa) Redaktör Casuslar Hayalet Yazarlar Araştırma / Gözlem
Analiz İstanbul /29 Mayıs 2000 belgesinde; Türk edebiyat ve araştırma dünyasının
gerçek değerlerinden yararlanılması gerektiği, bazı güç odaklarının yaptığı
gibi; "redaktör" değil, yazarlığını kanıtlamış, eserleri ile okura mesaj
verebilmiş gerçek yazarların bilgilendirilerek, literatür dünyasına yeni
eserlere ve kaynak eserler yaratabilmelerine olanak sağlanması, böylece Türk ve
dünya kamuoyunun değer verdiği bağımsız yazarların, özgün ve objektif eserleri
ile bilgilendirilerek "güven" unsurundan yararlanmanın başarılmasının gerekli ve
zorunlu olduğuna ilişkin değerlendirmelerin yapıldığı; bb) Arenadaki Sanat
Gladio Sanatçılar-Türk Toplum Yapısında Değişim (Sanat-Sanatçı-Entelektüel ve
İletişim Dünyasında
İstihbarat Faaliyetleri) İstanbul/10 Nisan 2000 belgesinde ise; İstihbarat
örgütlerinin sanat ve sanatçı ile ilişkileri ayrıca sanatçılara bakış açısı ve
bu konudaki önerileri de içeren Türkiye'de sanat ve sanatçı konularında
değerlendirmelerin yapıldığı, Anlaşılmaktadır. g) Ergenekon Örgütü Mensupları
Tarafından Hazırlandığı Kabul Edilen, Bireysel Çalışma Niteliğindeki Belgeler
aa) Devletin Yeniden Yapılanması İçin Öneriler Mastır Plan Ön Çalışması
Belgesinde “Çalışmanın Amacı ve Kapsamı” başlıklı giriş bölümünde, sunulan bu
bilgiler bir taslak çalışma olup “yazılı düşünme” olarak değerlendirilmelidir
ibarelerini içeren ve Atatürk'ün Gençliğe Hitabesi'nde gerekçesini bulan yeni
bir teşkilat yapısı oluşturma ve uygulamalarının temel hareket noktalarını
oluşturacak “Mastır Plan” çalışmasına ışık tutmak amacını taşıdığının
belirtildiği, bb) Devletin Yeniden Yapılanması Üzerine 25 Kasım 1999 İsimli
Belgede Farklı içerikte metinlerinin bulunduğu, devletin yeniden
yapılandırılması hususunda öneri ve görüşleri içerdiği ve “Türkiye halkı 21.
Yüzyılın başında Kemalist devrimin ikinci büyük atılımını gerçekleştirecektir.
Türkiye, arkada kalan yüzyılın başında olduğu gibi mazlum milletlerin yeni
atılımında öncü roller oynayacak ve devrimci bir model yaratacaktır. Türkiye
Avrasya yüzyılının yıldızı olacak birikime ve dinamizme sahiptir" yolunda
değerlendirmede bulunulduğu, cc) Cumhuriyet Devrimi İktidarı Projesi İsimli
Belgede “Bugün Türkiye, Kurtuluş Savaşı yıllarına benzeyen bir ikili iktidar
durumuna girmiştir. 1920-22 yıllarındaki İstanbul merkezli Osmanlı Devleti ve
Ankara merkezli Ulusal Devlet arasındaki iktidar bölünmesi, günümüz koşullarında
yeniden ortaya çıkmıştır. 1950'de başlayan Küçük Amerika sürecinin yarattığı
Mafya-Tarikat-Gladyo iktidarı ile Kemalist Devrim'den kalan mevzileri savunan
Cumhuriyet iktidarı karşı karşıyadır. Yönetim ve parlamento, Küçük Amerika
iktidarının denetimindedir. Cumhuriyet iktidarı, Ordu eksenlidir.” yolunda
tespitlerin yapıldıktan sonra, bu durumun uzun boylu devam edemeyeceği, çözümün
ise Kemalist devrimi tamamlamak olduğu yolundaki değerlendirmelerin yapıldığı;
dd) Tuğrul Derme'den Ele Geçen "GTA Slayt Gizli" İsimli Belgede Gençlerin genel
durumu bölümünde “Gençlerin yaratıcılıkları, politik hareketleri ve sporsal
faaliyetleri önemsenmiyor, bu yüzden her sene düzenli olarak milyonlarca
yaratıcı gencimiz kayboluyor” ibarelerine yer verildiği; GYP (TSK Gençleri
yönlendirme projesi)'nin tamamen gizli bir birlik ile yapılacağı ve GTA (Genç
Türk atılımı) hareket Kanun'un Türkiye Cumhuriyeti legal yasalarına uygun
şekilde hazırlanmış Kemalizmi baz alan, TSK'nın görüşlerine dikkatli bir yönetim
şeklinin benimsendiği harekatın yazılı yönergesi olduğu, kavga etmeye ve
duygusallaşmaya kesinlikle karşı olduğu değerlendirmelerine yer verildiği; ee)
Yeni Milis Halil Behiç Gürcihan Haziran 2004 İsimli Belgede; “Milisleşme Ama
Nasıl?” başlığı altında, “SESAR, mevcut ulusal ve küresel düzen incelendiğinde,
ülkeyi parçalama yolunda devreye sokulan küresel girdaptan kurtarmak için
kurulacak altyapının milis bir zihniyet ile oluşturulması gerektiğine fakat bu
milisliğin klasik ve klişe metodolojilerden hayli uzak, yeni ve yapıcı
dinamikler üzerinden inşa edilmesi gerektiğine inanmaktadır.” ibarelerine yer
verildiği ve devamında ise; “...Kurulacak yapı; yazı boyunca da vurguladığımız
üzere, "güç birliği" değil, "güç ağı" prensibi üzerinden dağınık olarak
kurulması gerektiğinden, bu yapının "liderlik" mekanizması da kendine özgü
olmalıdır. Bundan dolayı, sözkonusu altyapının hiyerarşik değil, heterarşik bir
hareketlenmenin dinamikleri ve yapısı oluştururken; hem mevcut zaafların
giderilmesi, hem de daha sağlıklı bir yapının kurulması için çorbada tuzumuz
olsun kaygısı ile kaleme alınmıştır.” yolundaki değerlendirme ile son bulduğu;
ff) Türkiye'yi Türksüzleştirme Operasyonu Behiç Gürcihan 2004 İsimli Belgede
Küresel güçlerin Türkiye'yi Türksüzleştirme; Türkleri de millet bilincinden
sıyırma operasyonu düzenledikleri; toplumsal ve coğrafi yabancılaşma konularında
değerlendirmede bulunulduğu; gg) 2023 Platformu 23 Ocak 2005-29 Ekim 2023 İsimli
Belgede “2023 Platformu Organizasyon Yapısı” başlığı altında, kurucu konsey,
yüzler konseyi, yönetim kurulu, denetim, mali heyet, idari heyet alt
başlıklarının bulunduğu şema olduğu, Belirtilmiştir. h) Ergenekon ve Lobi
Örgütlerinin Kendi Mensupları İçin Hazırlattığı Kabul Edilen Belgeler aa)
Fabrikatör Gözlem & Analiz İstanbul/Şubat 2000 İsimli Belgenin Doğu Perinçek
hakkında eleştirel içerikli analiz niteliğinde hazırlandığı belirtilen ve
içeriğinde özgeçmiş bölümüne de yer verilen belge olduğu, bb) Analiz (İşçi
Partisinin Türk Ve Kürdü Birlikte Örgütleme Tasarımı) İstanbul 7 Nisan 2000
İsimli Belgede Türk ve Kürdü birlikte örgütleme tasarımı konusunda eleştirel
değerlendirmelerin yer aldığı; cc) Türkiye'yi Biçimlendiren Kemalist Generalin
Portresi İstanbul/20 Ocak 2000 İsimli Belgede Veli Küçük hakkında
değerlendirmeleri içerdiği, Ümit Oğuztan İstanbul/20 Ocak 2000 ibaresi
bulunduğu, Anlaşılmaktadır. ı) Ergenekon ve Lobi Örgütleri Tarafından Örgüt
Mensuplarına ve Diğer Kişilere Hitaben Yazıldığı Kabul Edilen Mektuplar Doğu
Perinçek, Kemal Özden, Ethem Sancak ve Ali Yasak'a yazılan mektuplar yer
almaktadır. i-Ergenekon Örgütü Ve Lobi Örgütlenmesi Tarafından Hazırlattırıldığı
Kabul Edilen Araştırma Çalışmalarına Dair Belgeler aa) T.C. Cumhurbaşkanları ve
10. Cumhurbaşkanı Adayları Operasyon İstanbul /30 Nisan 2000 Belgesinde
Cumhurbaşkanı adayları hakkında değerlendirmelerinin yer aldığı; bb) Batı
Dünyasından Demokratik Hukuk Örnekleri İstanbul/11 Nisan 2000 İsimli Belgede Bir
kısım Avrupa Ülkeleri ve Amerika Birleşik Devletlerindeki mevzuat, infaz
hukukuna ilişkin uygulamalar ile davalara ilişkin açıklama ve değerlendirmelerin
yer aldığı; cc) Ermeni Sorunu-Kilise Devleti İstanbul Ekim 2000/ Şubat 2001
İsimli Belgede Ermeni terörizmi -Ermeni sorunun tarihçesi, Türk Ermeni
ilişkileri, Osmanlı Arşiv belgeleri gibi başlıkları altında
“Giriş” başlığı altında, “Bu çalışmamızda günümüz koşulları göz önüne alınarak,
tarihsel somut belgelere dayalı, çok özet olmakla birlikte, çok anlaşılır bir
biçimde Cumhuriyet Devrimine karşı sürdürülmekte olan savaş gözler önüne
serilmesi amaçlanmıştır.” ibaresine yer verilmiş ve devamında; Mustafa Kemal
Atatürk'ün çeşitli tarihli konuşmalarına yer verildiği ve “Diğer örnekler”
başlıklı bölümün ise; Türkiye Cumhuriyeti Başbakanı Bülent Ecevit, ABD Savunma
Bakanı Cohen ile görüştü; Ecevit: "Artık çeyrek asrını doldurmuş olan bu
Cumhuriyeti hiç kimse tanımamazlıktan gelemez. Bu çağımızın yadsınamayacak bir
gerçeği olmuştur. Nice yıl dönümleri için Kıbrıslı kardeşlerimize saygılarımızı
ve iyi dileklerimizi sunuyorum dedi.” ibaresi ile sonlandığı; ee) 21. Yüzyılda
Emperyalizm Ulusal Program Nato-AB-Ulusal İlkeler Global 2000 İstanbul/Aralık
2000 belgesinde; “Milli güvenlikten sorumlu yönetim kadrolarının Kemalizmin
Ulusal Proğramını uygulamakla yükümlü ve sorumlu oldukları, Türkiye'nin önünde
bekleyen 10-15 yılın çok güç bir dönem olacağının kaçınılmaz gerçek olduğu;
Türkiye'nin Kemalist sivil toplum örgütlerini oluşturmamış olmasının büyük bir
hata olduğu ”yolunda değerlendirmelerin bulunduğu; ff) 13. Kabile Alevi Kimliği
belgesinin; Aleviliğin tarihi ve temel inançları, siyasal ve sosyal yaşamda
aleviler, Atatürk ve Bektaşilik gibi başlıklar altındaki değerlendirmeleri
içerdiği, gg-HAARP ve NBC Silahları İstanbul 26 Mart 2000 Belgesinde Nicola
Tesla isimli şahsın elektrik ve elektronik alandaki çalışmaları ile HAARP
projesine ilişkin değerlendirmeleri içerdiği ve suni depremler yaratabileceği
yolunda görüşlere yer verildiği, hh) Avrupa Birliği Katılım Ortaklığı
Belgesinin; Avrupa Birliği Komisyonu'nun 8 Kasım 2000 tarihinde açıkladığı
“Katılım Ortaklığı Belgesi” hakkındaki eleştirel değerlendirmeler içerdiği; ıı)
Yezidilik Adavilik İstanbul /Ocak 2001 Belgesinin Yezidilik ve Adaviliğe ilişkin
değerlendirmeleri içerdiği; ii) NATO Yeni Stratejik Konsept 21. Yüzyıl
Stratejileri İstanbul/Kasım 2000 Belgesinde ise; Washington zirvesinde kabul
edilen 23-24 Nisan 1999 tarihli yeni stratejik konsepte ilişkin değerlendirmeler
ile NATO'ya yönelik eleştirileri içerdiği, "NATO'nun 21. yüzyıl yeni stratejik
konseptinin Kemalist Cumhuriyet ilkeleri temelinde ve ulusal devlet yapısının
korunarak, tam bağımsızlık temelinde globalleşme yolunda ve Avrupa Birliğine tam
üyelik ile Avrasya Birliği ilişkileri çerçevesinde, ulusal güvenlik ve çıkarlar
doğrultusunda alternatif yorum kazanımı elde edilebilmesi doğrultusunda üzerinde
ciddi çalışmalar yapılarak avantajlar üretilmesine ihtiyaç olduğu açıktır"
yolunda öneriler içerdiği, Belirlenmiştir. j) Ergenekon Örgütüne Ait Eylem ve
Operasyonlara İlişkin Hazırlandığı Kabul Edilen Belgeler aa) İrticayla Mücadele
Eylem Planı İsimli belge bb) Proje isimli belge cc) Kitleşim isimli belge dd)
İnternet Andıcı belgesi ee) Yargıtay Binası Krokisi ve Krokinin açılımı belgesi
ff) Dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org.Yaşar Büyükanıt'a yönelik eylem
hazırlığına dair belge gg) Fehmi Koru, Orhan Pamuk, Osman Baydemir, Sebahat
Tuncel ve Ahmet Türk'e yönelik silahlı saldırı hazırlığına dair telefon tape
belgeleri hh) NATO Tesislerine Saldırı Eylem Planı belgesi ıı) Ermeni Patriği
Mesrob Mutafyan'a Yönelik Suikast Planı belgesi ii) Ermeni Asıllı Minas
Durmazgüler'e Yönelik Suikast Planı jj) Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Başkanı
Ali Balkız'a Suikast planı belgesi kk) Alevi-Bektaşi Federasyonu Genel Sekreteri
Kazım Genç'e Suikast planı belgesi ll) Ankara'da Bulunan Optimum Alışveriş
Merkezine Bombalı Saldırı Planı belgesi mm) Başbakan'a Suikast Planı belgesi nn)
Cumhuriyet Çalışma Grubunun Faaliyetlerine Dair Belgeler, Ayışığı, Sarıkız,
Yakamoz, Ve Eldiven İsimli Darbe Planlarına Dair belgeler, oo) S-1 İsimli Hücre
Örgütlenmesi, Belgelerinden ibarettir.k) Ergenekon Terör Örgütü ve Lobi
Yapılanması Tarafından Hazırlanan Fişleme Niteliğinde Kabul Edilen Örgüt
belgeleri aa) Biyografi 18 Ocak 2000 Kemal Gülman isimli şahıs hakkında kişisel
bilgileri de içeren eleştirel mahiyette notlardır. Belgede, İşadamı Kemal Gülman
hakkında iş, aile ve özel yaşamıyla ilgili birçok bilginin toplandığı, siyasi
bağlantılarının ve etnik kökeninin anlatıldığı, karakter analizi başlıklı bir
bölümde kişiliğine dair değerlendirmeler yapıldığı görülmektedir.bb) Örtülü
Faaliyetler-bir İstanbul/6 Nisan 2000 Çevik Bir hakkında kişisel bilgileri de
içeren eleştirel mahiyette notlardan ibarettir. C-MAHKEMENİN ÖRGÜTÜN VARLIĞINA
İLİŞKİN KABUL ETTİĞİ DELİLLER: 1-Erol Mütercimler'in Aydınlık Dergisine verdiği
05.01.1997 tarihli mülakat 2-Show TV de 07.01.1997 tarihinde yayımlanan 40
Dakika adlı proğram 3-Ümit Oğuztan'ın TBMM Susurluk Komisyonuna gönderdiği
10.03.1997 tarihli dilekçe 4-Nefes Dergisinin 22-28 Mart 1997 tarihli Türkiye
Siyasi Cinayetler Ülkesi Vatansever Katillere Kırmızı Mercedes' başlıklı haberi
5-14-15 Haziran 1997 tarihlerinde yapılan Susurluk Konferansı 6-Teori Dergisinin
Temmuz 1997 tarihli sayısında yayınlanan Uluslararası Susurluk Konferansı
başlıklı kapak haberi 7-İmge Kitabevinden 1997 tarihinde yayınlanan Can Dündar
tarafından yazılan Ergenekon Devlet İçinde Devlet isimli kitap 8-Tuncay Güney'in
yargılandığı İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesinin 2002/64 esas sayılı dosyasına
ilişkin deliller 9-Aydınlık Dergisinin 1 Nisan 2001 tarihli sayısında yayınlanan
' Orduya Haziran Darbesi' başlıklı kapak haberi 10-Aydınlık Dergisinin 8 Nisan
2001 ' Adil Serdar Saçan, İşçi Partisi ve Aydınlığa Komplo Hazırlıyor' başlıklı
haberi 11-Fehmi Koru'nun Taha Kıvanç Müstear ismi ile Yeni Şafak Gazetesinde 30
Nisan 2001-1 Mayıs 2001 tarihlerinde yayınlanan ' Hayaller Gerçek Galiba' ve '
Deli Saçması Sanmayın' başlıklı köşe yazıları 12-Fehmi Koru'nun Cumhuriyet
Savcılığı ve Mahkemedeki tanık beyanları 13-Aydınlık Dergisinin 06.05.2001
tarihli sayısında Hikmet Çiçek imzası ile yayınlanan 'CIA nın Ergenekon
Yaygarasında Fehmi Koru Başı Çekti' başlıklı yazı 14-Aksiyon Dergisinin 12 Mayıs
2001 tarihli sayısında yayınlanan Harun Odabaşı imzalı Ergenekon isimli kapak
haberi 15-Hayrullah Mahmud Özgür'ün 2003 yılında Ankara'da katıldığı bir
toplantıyı anlattığı 2005 tarihli internet forumunda yayınlanan 'Bu Vadi Başka
Vadi' başlıklı yazısı 16-Kuvvai Milliye (Kuvvacılar) Gerneği Genel Merkezinde,
Emcet Olcaytu ve Hakan Arıkan'ın evinde, İsmail Yıldız ve Yusuf Arikel'in
işyerlerinde yapılan aramalarda bulunan elektronik eşyalar için de bulunan
veriler, 17-Halil Behiç Gürcihan'ın acıkistihbarat.com sitesindeki oyun bozan
adlı köşesinde 01.07.2005 tarihinde Kıvanç Değirmenli mahlası ile yazılan 'Paşa
Çocukları, Paşa Gazetecileri ve Kapılar' başlıklı yazısı 18-Sanık Kemal Şahin'in
İsmail Yıldız'a verdiği özgeçmiş yazısı 19-Sevgi Erenerol'da CD, İlyas Çınar'da
ise 51 nolu CD içerisinde bulunan 'Kurtlar Vadisi-Ergenekon' başlıklı belge
20-Sanıklar Hüseyin Vural Vural ile Erol Mütercimler arasında geçen 04.04.2008
tarihli telefon konuşması ve Hüseyin Vural Vural'da bulunan 'ERGENAKON' yazılı
kart ve yemin metni yazısı 21-Kaşif Nevzat Tarhan'ın 28 Şubat 2008; Zahit
Engin'in 10.02.2009 tarihli ifadeleri 22-Sanık Habip Ümit Sayın'ın 26 Mayıs 2009
ve 07 Aralık 2009 tarihli ifadeleri 23-Erol Ölmez'in 29 Mayıs 2009 tarihli
dilekçeleri 24-Emin Gürses'in kendi eli ürünü şema (24 Şubat 2008) 25-Çetin
Altan'ın Sabah Gazetesinde 18 Haziran 2000 yayınlanan Yapay Çiçekler Ve
Kontrgerilla başlıklı yazısı 26-Üzeyir Garih'in öldürülmesi konusunda
www.yesil.org isimli internet sitesinde 12 Ekim 2001 tarihinde
yayınlanan yazı
27-Veli Küçük'ün www.ozturkler.com isimli internet sitesinin tanıtım gecesinde
22 Mayıs 2002 tarihinde yaptığı konuşma 28-Alparslan Arslanın ortağı olduğu
Yeditepe Hukuk Bürosunda yapılan aramada bulunan www.atin.org internet sitesinde
04.06.2002 yayınlanan Ergenekon başlıklı yazının internet çıktısı 29-Yavuz
Donat'ın www.sabah.com.tr internet sitesinde yayınlanan Av. Ceyhan Mumcu ile
yaptığı telefon görüşmesine ilişkin yazısı,30-ÜlkeTV de yayınlanan Sıradışı
programında Av. Ceyhan Mumcu'nun söylediği Abdullah Çatlı'nın ölümü sebebiyle
yayınlanan taziye ilanına ilişkin söylemleri, 31-Soruşturma Safahatında Ele
Geçen Belgeler: a-İşçi Partisinde yapılan aramada bulunan Mütercim 4.3.1997
başlıklı belge b-İşçi Partisi Genel Merkezinde ele geçen 4 nolu disketteki
'bozkurt Teşkilatı' isimli belge 14 Nisan 1997
c-Hikmet Çiçek'e ait my marka flash bellekte bulunan Sabancı Suikastı isimli
belge 10 Haziran 1997 d-Doğu Perinçekin fujitsu laptop bilgisayarından çıkan
Ugur Mumcu suikastı isimli yazı 23 Ocak 2005 e-Vatan Bölükbaşoğlu'nun
bilgisayarından çıkan fotoğraf (06.02.2008) f-Tuncay Güney'in ev aramasında
13.02.2008 tarihinde ele geçen belgeler g-Adil Serdar Saçan ve Ahmet Tuncay
Özkan'da ele geçen Jitem isimli belgelerden ibarettir.D-ÖRGÜTÜN VARLIĞI
/YOKLUĞUNA İLİŞKİN RESMİ KURUMLARA AİT YAZILAR: 1-Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığının 09.05.2008 Tarih ve 16015736 Sayılı Yazısı: Teşkilata posta
kanalıyla intikal eden 2 imzasız mektup ve 6 CD içeriğinde Ergenekon adıyla
iddia niteliğindeki haberlere paralel bilgiler tespit edildiği, Tuncay Güney
İpek'e ait bilgisayar yedekleri olduğu iddia edilen CD lerin bir bölümünün, bazı
kişilerin kaleme aldığı kitap, dergi, makaleler ile açık kaynak bilgilerinden,
bir bölümünün ise, kişi veya kuruluşlara ait dokümanlardan oluştuğu ve arşiv
niteliğinde toplandığı izlenimi edinildiği, Emniyet Müdürlüğü tarafından
soruşturmaya konu edilen bilgilerin paylaşılmaması nedeniyle arşiv bilgisi ile
sınırlı tutulduğu, iddia niteliğinde olan Ergenekon adı kullanılarak yürütülen
çalışmaların, devleti, rejimi hedef alan bir grubun kendi çıkarları çerçevesinde
organize olma çabalarını içerdiği izlenimi edinilmesi bu çerçevedeki bilgilerin
farklı kanallardan gelmesi ve birbirini büyük ölçüde teyit eder nitelikte olması
nedeniyle, CD'lerde yer alan belgeler çerçevesinde hazırlanan kitapçığın
10.07.2003'de Genelkurmay Başkanına 19.11.2003 tarihinde Başbakana intikal
ettirildiği, bu çalışmaların özeti niteliğinde başka bir bilgi notunun ise
Başbakana 19.1.2006; Genelkurmay İstihbarat Başkanına ise 26.5.2006 tarihinde
sunulduğu, Ergenekon-Lobi metninin
12.7. 2006 tarihinde aloihbar.org adlı web sitesinde yayınlandığı, diğer
taraftan bazı çevrelerce kaleme alınmış öneri, tez, etüd gibi dokümanlardan
hareketle hazırlandığı anlaşılan, Ergenekon, Lobi, Oluşum, Şirket, Reaksiyon,
Fundamentalist terör vb. projelerde, Müsteşarlık ile ilgili iddiaların büyük bir
bölümünün özellikle Aydınlık Dergisi ve diğer basın yayın organlarından
alıntılar olduğu, iddia niteliği dışında resmi bir husus içermediği
belirtilmiştir. 2-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 06.11.2008 Tarihli
Yazısı : Ergenekon-Lobi isimli metnin 12.07.2006 tarihinde aloihbar.org adlı web
sitesinde yayınlandığı, açık kaynaklarda yapılan inceleme neticesi söz konusu
sitenin Kasım 2008 ayı itibariyle faaliyette olmadığı belirtilmiştir. 3-Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 23.12.2008 Tarihli Yazısı: Müsteşarlığa pek
çok kaynaktan gelen bilgi ve belgelerin değerlendirilmesi ve yorumlanması
neticesinde hazırlanarak ilgili makam ve kuruluşlara gönderilen istihbari bilgi
ve belgelerin delil olarak kullanılmasının mümkün olmadığı belirtilmiştir.
4-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 30.12.2008 Tarihli Yazıları:
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben Tuncay Yılmaz adı verilerek posta ile
teşkilata gönderilen 2 ihbar mektubu ve ilişiğindeki CD ler içindeki iddiaların
tetkiki ve arşive yansıyan teyit edilmemiş bilgilerden hareketle hazırlanan
bilgi notunun 21.06 2007'de sayın Başbakana ve aidiyeti nedeniyle 22.6 2007 de
sayın Genelkurmay Başkanına sunulduğu söz konusu CD'deki iddialarla ilgili
Müsteşarlıkça, herhangi bir çalışma yapılmadığının bildirildiği, yine aynı
tarihli bir başka yazı ile İstanbul 13 Ağır Ceza Mahkemesine ihbar mektubu ve
ekindeki CD'lerde yer alan Ergenekon-Lobi dokümanları ile Tuncay Güney
ifadelerindeki iddiaların incelenmesi ile arşive yansıyan ve teyit edilmemiş
bilgileri içeren, ayrıca açık kaynaklarda yansıyan bilgilerle sınırlı tutulan
incelemelerden hareketle hazırlanan kitapçığın 19.11.2003 tarihinde sayın
Başbakana 10.07. 2003 tarihinde sayın Genelkurmay Başkanına intikal ettirildiği,
sonrada Türkiye gündeminde olan gelişmeler nedeniyle 2003 yılındaki çalışmanın
özeti niteliğinde olan bilgi notunun, 19.01.2006 tarihinde Başbakan; 26.05.2006
tarihinde ise Genelkurmay İstihbarat Başkanına sunulduğu belirtilmiş, bilgi
notunda yapılan değerlendirmede ise kesin belirleme yapılamamakla birlikte
Ergenekon adını kullanarak yürütülen çalışmaların bu aşamada devleti, rejimi
hedef alan bir grubun kendi çıkarları çerçevesinde organize olma çabalarını
içerdiği izlenimi edinildiği ancak iddia niteliğindeki bu bilgilerin bir
birinden müstakil değişik kanallardan gelmesi ve birbirini büyük ölçüde teyid
etmiş olması, olayın dedikodu çizgisinin ötesinde organize bir faaliyetin
işaretlerini taşımakta olup konuyla ilgili mevcut bilgiler asker orijinli
yönlendirici bir kadronun kontrolünde, bazı sivil toplum örgütleri, siyasi parti
ve medya kuruluşlarının kullanılması suretiyle sivil idarenin örtülü biçimde
denetime tabi tutulması ve yeni bir yapı altında yeni bir yönetim biçimi
yaratılması amacına dayalı teorik yanı detaylandırılmış ancak pratikteki
etkinliği tartışılabilecek bir oluşum olarak mütaala edildiği bildirilmiştir.
Yine aynı tarihli diğer yazısında Tuncay Güney ile Tuncay Güney İpek'in aynı
kişi olduğu belirtilmiştir. Aynı tarihli bir başka yazıda ise İhbar mektubu ve
ekindeki CD'lerde yer alan Ergenekon-Lobi isimli belge ile diğer dokümanların
yanı sıra Tuncay Güney'in bahse konu CD'ler içinde bulunan ifadesindeki
iddialarının tetkiki ile arşive yansıyan ve teyit edilmemiş bilgileri içeren,
ayrıca açık kaynaklara da yansıyan bilgilerle sınırlı tutulan incelemelerden
hareketle hazırlanan kitapçığın 19.11.2003 tarihinde Başbakan'a, 10.07.2003
tarihinde ise Genelkurmay Başkanı'na intikal ettirildiği, bilahare Türkiye
gündeminde yer alan gelişmelerden hareketle 2003 yılında hazırlanan çalışmanın
özeti niteliğinde olan bilgi notunun 19.01.2006 tarihinde Başbakan'a 26.05.2006
tarihinde Genelkurmay İstihbarat Başkanı'na yeniden sunulduğu belirtilmiştir.
5-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 30.12.2008 Tarihli Yazısı: Tuncay
Yılmaz gönderici adı ile İşçi Partisi – NATO Üssüne
veya çalışanlarına yönelik planlanan suikastın önlenmesi konulu ihbara ilişkin
bilgi notları açıklaması. 6-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının
15.01.2009 Tarihli Yazı Cevabı: İstihbaratın oluşturulmasında kullanılan araç ve
yöntemler açısından istihbari bilgi ve belgelerin delil niteliği taşımadığının
belirtildiği bu hususun ilgili kurumlara gönderilen bilgi notlarında da
8-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının30.03.2009 Tarihli Yazısı: Nefes
Dergisi ile ilgili basın organlarındaki iddialara ilişkin arşiv bilgisi
bulunmadığına dair yazı, 9-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 02.04.2009
Tarihli Yazısı: 03.07.2002 tarihli ihbar mektubuna ilişkin hazırlanan dokümanın
Şensal Atasagun tarafından Hilmi Özkök'e elden sunulduğuna ilişkin yazı,
10-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 13.07.2009 Tarihli Yazısı: MİT'e
gönderilen ihbar mektubu suretinin gönderildiği ve yine aynı tarihli bir başka
yazısında Tuncay Güney ile yapılan istihbari bilgi derleme amaçlı görüşmenin
kaydının bulunmadığına dair yazı cevabı, 11-Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığının 12.11.2009 Tarihli Yazısı: Şenkal Atasagun'un tanık olarak
dinlenmesinin uygun görülmediği ve yine aynı tarihli bir başka yazıda İşçi
Partisi Karargah Evlerine ilişkin bilgilerin 29.03.2007 tarihinde Genelkurmay
Başkanı'na, 30.03.2007 tarihinde Başbakan'a elden sunulduğu ve bir örneğinin
mahkemeye gönderildiğine dair yazı, 12-Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığının 12.11.2009 Tarihli Yazısı: İP/Karargah Evlerine ilişkin hususlar
konusunda ilgili makam tarafından geriye dönük araştırma talebinde bulunulmaması
nedeniyle detaylandırıcı çalışma yapılmadığı ve teşkilatta ilave duyum haber
bilginin mevcut olmadığına dair yazı, 13-Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsteşarlığının 16.04.2010 Tarihli Yazısı: İP/Karargah Evlerine ilişkin
hususlarda ilave duyum bilgi olmadığı, bilgi notunun çeşitli haber toplama
vasıtaları kullanılarak derlenen istihbari bilgilerin analizi neticesi
hazırlandığı, bu çerçevede tek bir kaynağa bağlı kalmayarak derlenen bilgilerle
ilgili açıklamada bulunulmasının mümkün görülmediğine dair yazı, 14-Milli
İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 27.05.2010 Tarihli Yazısı: DHKP/C ve İşçi
Partisine ait olduğu belirtilen basın açıklaması, bildiri ve benzeri dışında
kalan dokümanların evveliyatı, daha önce herhangi bir yerde ele geçirilip
geçirilmediği, örgütsel nitelik taşıyıp taşımadığı hususlarında bir tespitte
bulunulamadığı belirtilmiştir. (eklerinde ihbar mektubu ekindeki CD'de yer alan
dokümanlar Tuncay Güney'den ele geçirilen dokümanlar, H.Dink, İ.Güven, İ.Çiftçi,
A.S.Santaro hakkındaki dokümanlar DHKP/C ve İşçi Partisine ait evraklar ile açık
kaynaklarda yer alan dokümanlar olduğu belirtilmiştir) 15-Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığının 25.06.2010 Tarihli Yazısı: Suikast planlarıyla ilgili
Müsteşarlığa intikal etmiş bilgi bulunmadığı belirtilmiştir, 16-Milli İstihbarat
Teşkilatı Müsteşarlığının 08.04.2011 Tarihli Yazısı: İP/Karargah evlerine
ilişkin bilgi notunun, muhtelif ham bilgilerin ön incelenmesi neticesi
hazırlandığı, çalışmanın herhangi bir ihbar mektubu dayanak alınarak
yapılmadığı,
27.06.2007 tarihinde Genelkurmay Başkanına intikal ettirildiğine dair yazı,
17-Milli İstihbarat Teşkilatı Müsteşarlığının 08.03.2013 Tarihli Yazısı:
Strateji Dergisi Haber Koordinatörü Tuncay Güney ile 1998 yılında yapılan
görüşmenin içeriğine dair bilgi notunun gönderildiğine ilişkin yazı cevabı,
18-Milli İstihbarat Teşkilatının 08.06.2009 Tarihli Yazı Cevabı: 03.07.2002
tarihinde posta kanalı ile kaynağı tespit edilemeyen isimsiz bir ihbar mektubu
ekinde intikal eden 6 adet CD tetkiki ile arşiv ve açık kaynaklara yansıyan
teyit edilmemiş bilgilerle sınırlı tutulan incelemelerden hareketle hazırlanan
dokümanın görüldüğünden 10.07.2003 tarihinde sunulan çalışmaların özeti
niteliğindeki bilgi notlarının 19.11.2003 yılında Başbakan ve Genelkurmay
Başkanlığı'na sunulduğu bahse konu doküman içeriğinde belirtilen hususların
devam ettiği görüldüğünden söz konusu çalışmanın özeti niteliğinde olan bilgi
notunun 19.01.2006 tarihinde Başbakan'a 26.05.2006 tarihinde ise Genelkurmay
İstihbarat Başkanına tekraren sunulduğu, 19-Başbakanlık Müsteşarlığının
02.07.2008 Tarihli Yazısı : Ekinde MİT Müsteşarlığının Başbakanlık'a gönderdiği
Ergenekon şeması ve "mevcut bilgilerden hareketle kesin belirleme yapılamamakla
birlikte Ergenekon adı kullanılarak yürütülen çalışmaların bu aşamada
devleti/rejimi hedef alan bir grubun kendi çıkarları çerçevesinde organize olma
çabalarını içerdiği izlenimi edinildiği, ancak iddia niteliğindeki bu bilgilerin
birbirinden müstakil değişik kanallardan gelmesi ve birbirini teyit eder olması
olaya dedikodu çizgisinin ötesinde bir anlam kazandırmakta ve yönlendirilmiş,
organize bir faaliyetin işaretlerini taşımaktadır. Bu nedenle konuyla ilgili
mevcut bilgiler asker orijinli yönlendirici bir kadronun kontrolünde bazı sivil
toplum örgütleri (STÖ) siyasi parti ve medya kuruluşlarının kullanılması
suretiyle sivil idarenin örtülü biçimde denetime tabi tutulması ve yeni bir yapı
altında yeni bir yönetim biçimi yaratılması amacına dayalı, teorik yanı
detaylandırılmış, ancak pratikteki etkinliği tartışılabilecek bir oluşum olarak
mütalaa edilebilir" belirlemesinin bulunduğu MİT'in çok gizli başlıklı yazısı
olduğu anlaşılmaktadır. 20-Başbakanlık Müsteşarlığının 24.02.2009 Tarihli
Yazısı: Tuncay Güney ile ilgili yazıya konu bilgi ve belgelerin 2937 sayılı
Kanun kapsamında istihbari nitelikli bilgi olarak değerlendirmeye tabi tutulduğu
belirtilmiştir. 21-Genelkurmay Başkanlığının 24.9.2007 Tarihli Yazısı: Ergenekon
tipi bir yapılanmaya ait herhangi bir bilgi ve belgenin Genel kurmay
başkanlığında mevcut olmadığı bildirilmiştir. 22-Genelkurmay Başkanlığının
14.01.2009 Tarihli Yazısı: İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesine hitaben bu konuda
daha önce Cumhuriyet Başsavcılığına yazılan yazılar ilgi tutulmuş ve Ergenekon
oluşum adlı belgenin TSK'ya ait olmadığı belge içinde TSK ile ilgili geçen her
türlü bilgi ve ifadenin TSK ile hiçbir ilgisinin bulunmadığı, Ergenekon tipi bir
yapılanmaya ait herhangi bir bilgi ve belgenin Genelkurmay Başkanlığında mevcut
olmadığı bildirilmiştir.
23-Genelkurmay Başkanlığının 18.11.2011 Tarihli Yazısı; 1990 lı yıllarda Erol
Mütercimler tarafından gündeme getirilen Can Dündar ve Celal Kazdağlı'nın
yazdığı kitaba konu olan Aydınlık Dergisinin bazı sayılarında yer verilen ve
sair köşe yazarlarının yazılarında geçen, askeriye içinde olduğu belirtilen ve
var olduğu iddia edilen Ergenekon adlı yapılanma hakkında bu yayınlardan ve
tespitlerden dolayı gerek o tarihlerde, gerekse daha sonra herhangi bir
soruşturma yapılmadığı bildirilmiştir. 24-Jandarma Genel Komutanlığının
31.12.2008 Tarihli Yazısı: Jandarma Genel Komutanlığı karargahına Ergenekon
isimli örgütle ve bu örgütlerle bağlantılı örgütlerle ilgili 12.06.2007
tarihinden önce herhangi bir suç ihbarında bulunulmadığı, Ergenekon örgütü
tarafından 12.06.2007 tarihinden önce Jandarma sorumluluk bölgesinde işlenmiş
herhangi bir suç bilgisine rastlanılmadığı belirtilmiştir.
25-Jandarma Genel Komutanlığının 04.08.2010 Tarihli Yazı: Jandarma Genel
Komutanlığı, İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'ne gönderdiği yazıda devletin
yeniden yapılanması üzerine; Türk Ve Kürdü Birlikte Örgütleme Tasarımı;
Türkiyeyi Türksüzleştirme Operasyonu Kurtlar Vadisi-Ergenekon. Doc dokümanları
dışındaki DVD içerisinde yer alan ana belgeler ve yan belgeler olarak
nitelendirilen 50 dokümanın Ek -A ve Ek-B deki bilgiler dikkate alındığında,
dokümanların aynı bilgisayarlarda aynı kişiler tarafından yazıldığının
anlaşıldığı, dokümanların kapak tasarımları ve yazım şekillerinin benzer olduğu,
dokümanlarda bölüm ilk cümlelerinin ilk harflerinin dergi karakterine benzer
şekilde diğer karakterlerden büyük olduğu, dokümanların dergi için hazırlanmış
araştırma yazılarına benzediği, aynı yazı fontunun kullanıldığı, madde
işaretlemeleri ve numaralandırma sistemlerinin askeri metinlerde hiç
kullanılmadığı gibi sivil metinlerde de pek rastlanılmadığı, içerik itibariyle
benzer konuların aynı bakış açısı ile ele alınıp bazı dokümanların birebir aynı
olduğu, bazılarında çok küçük değişiklikler yapıldığı, DVD içindeki dokümanlarda
yazan hanesinde OPEY A. veya ÜMİT OĞUZTAN, en son kaydeden hanesinde OPEY A.
veya ÜMİT OĞUZTAN, şirket bölümünde STRATEJİ veya STRATEJİK VİZYON isimlerinin,
yönetici hanesinde ise OĞUZTAN veya ÜMİT OĞUZTAN isimlerinin bulunduğu, ayrıca
bu dokümanların 1999 ile 2001 yılları arasında oluşturulduğunun görüldüğü, OPEY
A. kelimesinin W97M/OPEY.C virüsünün dijital ortamdaki dokümanlara bulaşmasıyla
yazan hanesini OPEY A. olarak değiştirdiğinin anlaşıldığı, dokümanlar
içeriğinden ulaşılan Strateji Dergisinin 1998 yılında yayın hayatına başladığı,
genel yayın yönetmenin Ümit Oğuztan, haber koordinatörünün Tuncay Güney
olduğunun görüldüğü, TuncayGüney ve Ümit Oğuztan'ın ev ve iş yeri aramalarında
söz konusu dokümanların tamamına yakınının ele geçirildiği belirtilip,
dokümanlar hakkında özet bilgiler verilmesinden sonra, dokümanların örgüt
dokümanı olup olmadığı hususundaki değerlendirmenin tüm dosya içeriği üzerinden
yargılama makamı tarafından yapılmasının uygun olacağının mütalaa edildiği
belirtilmiştir. 26-Jandarma Genel Komutanlığının 06.05.2010 Tarihli 2010/83
Sayılı Dosyaya Gelen Yazısı : İddianamede ismi belirtilmeden anlatılan ve
silahlı terör örgütü olduğu belirtilen böyle bir örgütün yapısı ve eylemlerine
ilişkin bu güne kadar herhangi bir istihbari bilginin intikal etmediği ve
kayıtlarda bilgi ve belgenin bulunmadığı belirtilmiştir.
27-İstanbul Emniyet Müdürlüğünün 23.7.2007 Tarihli Yazısı: İstanbul Cumhuriyet
Başsavcılığının 10.07.2007 tarihli Ergenekon isimli gizli bir örgütlenme ile
alakalı geçmişte yapılan çalışma olup olmadığı hususundaki yazısı üzerine;
Müdürlük arşivine göre 15.3.2001 tarihli yazıları ile projeli çalışma
başlatıldığı 14.11.2002 tarihli yazı ile söz konusu çalışmaya son verilmesi
yazılarının bulunduğu bildirilmiştir. 28-Emniyet Genel Müdürlüğünün 22.01.2009
Tarihli Yazısı: Kaçakçılık ve Organize Suçlarla Mücadele Daire Başkanlığı'nın
arşivinde yapılan tetkik ve Emniyet Genel Müdürlüğünün ilgili diğer birimleriyle
yapılan yazışmalar neticesinde "İsviçre'deki Türk paralarının geri getirilmesi,
bilgisayar korsanları ve kara para ile mücadele" konularında yapılan
çalışmalarla ilgili hazırlanmış "Ergenekon" isimli bir rapor bulunmadığı
belirtilmiştir. 29-Emniyet Genel Müdürlüğünün 29.07.2009 Tarihli Yazısı:
İçişleri Bakanı Saadettin Tantan döneminde kara para ile mücadele konularında
yapılan çalışmalarla ilgili hazırlanmış Ergenekon isimli bir rapor bulunmadığı
belirtilmiştir. 30-Emniyet Genel Müdürlüğünün 06.01.2009 Tarihli Yazı Cevabı :
Genel Müdürlüğe intikal eden çalışmalarda elde edilen bulgulardan Ergenekon
isimli örgüt ve diğer örgütlerin Ergenekon isimli örgüt ile bağlantısının
12.06.2007 tarihinden önce bilinmemesi veya deşifre edilememiş olması nedeniyle
12.06.2007 tarihinden önce meydana gelen olaylar ile gerçekleştirilen operasyon
ve soruşturmalar esnasında anlamlandırılamadığı, 2001 yılında İstanbul Emniyet
Müdürlüğü tarafından yürütülen bir operasyonda Tuncay Güney isimli şahıstan ele
geçirilen Ergenekon örgütü ile ilgili dokümanların Genel Müdürlüğe intikal
etmediği, ancak İstanbul C.Başsavcılığınca Genel Müdürlüğe gönderilen bilgi,
belge ve dokümanların incelenmesi neticesinde bu örgüt veya bağlantılı
örgütlerce 12.06.2007 tarihinden önce işlenmiş terör/örgütlü suçlarla ilgili
olabileceğinin ortaya konulduğu, ayrıca soruşturma kapsamındaki 39 adet el
bombasının incelenmesinde aynı/yakın kafile ve stok numaralı bombaların önceki
yıllarda kullanıldığı 18 olaydan 7'sinin şiddet içerikli eylemler olduğu
belirtilmiştir. 31-Emniyet Genel Müdürlüğünün 21.01.2009 Tarihli Yazısı :
12.06.2007 tarihinde başlatılan operasyonlarda çok sayıda bilgi, belge doküman
ve silah ele geçirilmesi sonucu iddianamede belirtilen örgüt ile ilgili
bilgilere ulaşıldığı ve bomba irtibat raporlarının değerlendirilmesiyle geçmiş
dönemde faaliyetleri görülen bazı örgütlerin Ergenekon örgütü ile bağlantılı
olabileceğinin anlaşıldığı, kayıtlarının incelenmesinde adı geçen örgüte ve bu
örgütle bağlantılı terör/suç örgütlerine ilişkin bilgilerin iddianamede var olan
bilgilerle sınırlı olduğu, soruşturma süresince elde edilen tüm bulguların
soruşturma Cumhuriyet savcısının kontrolünde ve adli makamların uhdesinde
bulunduğu değerlendirmesi yapılmıştır. 32-Emniyet Genel Müdürlüğünün 05.06.2008
Tarihli Yazısı : Emniyet Genel Müdürlüğü kayıtlarında söz konusu soruşturmaya
kadar Ergenekon isimli herhangi bir terör örgütüne ilişkin daha önceden intikal
etmiş soruşturma ve kovuşturma bilgilerinin bulunmadığı ve dolayısıyla
soruşturma konusu yapılanmanın yeni ortaya çıkarılmış bir yapı olduğunun
anlaşıldığı belirtilip, Cumhuriyet savcılığı tarafından 2 adet CD, 2 adet DVD, 5
sayfa doküman 3 tanık ifadesi, iki sayfalık çözüm tutanağı, bomba irtibat
raporları çerçevesinde yapılan incelemede, Ergenekon yapılanmasının görünüşte
devletin yeniden yapılandırılarak iktidara ulaşmak şeklinde özetlenebilecek
amaca sahip olduğu dokümanlarda görülmekle birlikte, yapılanmanın amaca ulaşmak
için, naylon terör grupları oluşturularak terör dünyasına yön verme ve ülke
çıkarları mevcut rejim ilkelerine aykırı ideallerine sahip siyasilerin
engellenmesi için suikastın da kullanılabileceği, içte ve dışta ortak veya
benzer idealler doğrultusunda faaliyet gösteren benzer legal illegal örgütler
ile işbirliğinin kaçınılmaz olduğu yolundaki bilgi, karşı istihbarat örgütlerine
geçen, yakalanan veya operasyon amacına aykırı hareket eden herhangi bir ajanı
öldürmeyi kabul eden anlayış göz önüne alındığında, Ergenekon denilen yapının
iktidar olma hedefine yasal olmayan yöntemlerle ulaşmayı planladığı, örgütlü
yapının tam olarak oluşturulduğu ve hayata geçirildiğinden bahsetmenin mümkün
görüldüğü, yapılanmanın 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu'nun 1 ve
7. maddelerinde ifade edilen örgütlü yapıya sahip bir örgütlenme olduğu, ayrıca
cebir ve şiddet başlığı altında ifade edilen silah ve patlayıcı madde
bulundurma, eylem hazırlıkları, bomba irtibat bilgileri dikkate alındığında 3713
sayılı Kanun'un tanımladığı terör örgütü niteliklerinin tamamlanacağı ve
soruşturma konusu yapının terör örgütü olarak nitelendirilebileceğinin
değerlendirildiği belirtilmiştir. 33-Emniyet Genel Müdürlüğünün 18.03.2010
Tarihli Yazısına Ekli Bilgi Notu: DVD ortamında gönderilen belgelerin
evveliyatlarının olmadığı, daha önce herhangi bir yerde ele geçirilmediği,
herhangi bir örgüte ait olduğuna dair bir tespit yapılamadığı, ancak Danıştay
saldırısı sanığı Alparslan Aslan isimli şahsın hukuk bürosunda ele geçirilen 16
sayfalık belgenin gönderilen dokümanlardan bir kısım alıntılar içerdiğinin
anlaşıldığı, belgelerin tamamına yakın kısmının tasarım ve yazı karakterleri
yönünden benzerlik gösterdiği, "emir ve tensiplerine sunulan", "saygılarımızla",
"haddimizi aşarak" vb. tabirler kullanılan belgelerin hiyerarşik olarak üst
makama arz edilir tarzda talimatla veya önceden belirlenen konular üzerinde
uzman kişi veya kişiler tarafından ayrıntılı olarak hazırlandığı, içerik
yönünden devlet otoritesini ele geçirmek amacı olup, bir bütünlük içinde belirli
bir amaca yöneldiği, hiyerarşik bir yapının mevcut olduğu, karar alma
mekanizmasının bulunduğu, 1999 yılında hazırlandığı anlaşılan bir belgedeki
"re-organizasyon" ifadesi dikkate alındığında, öncesi olan bir yapı olduğu,
devamlılığın bulunduğu, gizlilik ve cezalandırmanın olup, cebir ve şiddeti
amaçlarına ulaşmada araç olarak kullanabilecek bir yapı olduğu, belgeler bir
bütün olarak incelendiğinde, belirlenen amaçlar etrafında üçten fazla kişinin
bir araya geldiği hiyerarşik bir yapının olduğu, gizliliğin esas alındığı, görev
dağılımı yapıldığı, işbölümü-faaliyet alanları ve sorumlulukların önceden tespit
edildiği, eleman-finansal kaynak temini ve üyelerinin eğitimi gibi hususların
açıkça ortaya konulduğu, yapılan iş bölümü çerçevesinde görevli grupların
faaliyet alanlarına ilişkin raporlar sunularak bir yapının hayata geçirildiği,
profesyonel bir örgütlenme olduğu, yapılanmanın amaçlarına ulaşabilmek için salt
demokratik ve yasal stratejilere yönelmekle yetinmeyerek yasal olmayan
yöntemlerle devlet otoritesini kendi amaçları doğrultusunda baskı altına almak,
yönlendirmek, alternatif bir otorite olarak ortaya çıkmak ve neticede devlet
otoritesini ele geçirmek şeklinde tezahür eden siyasal bir hedefi olduğunun
görüldüğü, DVD ortamında Genel Müdürlüğe gönderilen belgelerin içerik/şekil
yönlerinden incelendiğinde örgütsel nitelik taşıdığının değerlendirildiği ifade
edilmiştir. 34-Emniyet Genel Müdürlüğünün 19.11.2008 Tarihli Yazısı : Mevcut
mevzuat çerçevesinde Emniyet Genel Müdürlüğü tarafından tutulan idari ve icrai
işlem niteliğine haiz bir terör örgütleri listesi uygulaması bulunmadığı, zaman
zaman görülmekte olan somut davalarla ilgili soruşturma veya kovuşturma
makamlarının adli talimatlarına binaen bir yapılanmanın terör örgütü niteliğinde
olup olmadığının Genel Müdürlüğe sorulduğu ve ilgili kanun hükümleri gereğince,
yargı kararları ve kayıtlarda bulunan ya da adli makamlarca sunulan bilgi ve
belgeler doğrultusunda hazırlanan değerlendirme raporlarının adli makamlara
sunulduğu belirtilmiştir 35-Emniyet Genel Müdürlüğünün 21.07.2009 Tarihli
Yazısı: "General Veli Küçük'ün illegal yapılanması" adı altında mülakat
görüntüleri çözüm metinleri, evrak vb. herhangi bir dokümana rastlanılmadığı
yazılmıştır. 36-İçişleri Bakanlığı Genel Sekreterliğinin 28.09.2009 Tarihli Yazı
: İçişleri Bakanı Saadettin Tantan döneminde kara para ile mücadele konularında
yapılan çalışmalarla ilgili Ergenekon
“Görevli olduğum dönemde MİT Müsteşarı zaman zaman tarafıma bazı bilgiler ve
kayıtsız belgeler verirdi ancak hatırladığım kadarıyla Ergenekon olarak sözü
edilen örgütle ilgili arşivlere geçecek mahiyette kayıtlı bir evrak verilmedi”
şeklinde, 2-İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2009/191 Esas sayılı dosyasının
02.08.2012 tarihli duruşmasında, “MİT tarafından bana verilen belgede gördüğüm
ve o zaman bunu tutarsız olarak değerlendirdiğim belge dışında, Ergenekon
hakkında hiçbir bilgim yoktur. Ergenekon örgütü diye bir örgütün olduğu,
faaliyet gösterdiği hakkında da bilgim yoktur. Ergenekon belgesi diye, örgüt
diye gelen belgede büyük tutarsızlıklar vardı. Askeri yönden olmayan olmaması
gereken bir mantık hatası kıdemsiz olan birisi daha kıdemli olandan yukarıda
görünüyor. İsim vermiyorum. Dokümanları da çok ihtiraslı ve tutarlılığı
geçerliliği olmayan dokümanlar olarak değerlendirdim ve kayıtlı olarak da
gelmediği için İstihbarat Başkanına gönderdim. İstihbarat Başkanı benim
gönderdiklerimi incelediğinde daha ciddi bir şey bulursa tekrar bana döner.
Böyle bir dönüşte olmadı. Aslına bakarsanız Ergenekonun içinde geçen olayların
çoğu polisiye olaylar yani askerler belki işin içinde geçmiş ama bunların bir
kısmı emekli askerler falan
o zaman öyle değerlendirdik”, Şeklinde ifade vermiştir.
F-HÜKÜMDEN SONRA ORTAYA ÇIKAN DELİLLER : Örgütün varlığına delil kabul edilen
Proje-Kitleşim dijital dokümanlarının yer aldığı 06.12.2010 tarihinde Gölcük
Donanma Komutanlığı İstihbarat İKK Güvenlik Şube Müdürlüğü İstihbarat Kısım
Amirliğinin zemin kaplamaları altında bulunan 5 nolu Harddiskin İstanbul Anadolu
4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 31.03.2015 tarih ve 2014/188 Esas 2015/143 karar
sayılı kararında 5 nolu Harddiskte normal kullanıcı hareketi ile açıklanamayacak
biçimde altı ayrı zamanda, saati güncel olmayan, bir bilgisayardan tarih
sıralamasına uymaksızın veriler yüklenmesi ve kullanılan yazı fontlarının ilk
kullanım tarihleri ve yükleme tarihlerine göre çelişkiler bulunması nedeniyle
sahte olarak oluşturduğu yönünde kuvvetli şüphe bulunduğuna karar verilmiştir.
Dosyamız sanığı Mustafa Levent Göktaş'ın başka dosya sanıkları ile irtibatlı ve
bu kişilerin bağlı olduğu hücre yapılanması sorumlusu olarak faaliyet yürütüp ve
tahliye edilmemesi halinde soruşturma Cumhuriyet savcılarına yönelik suikat
yapılması talimatını verdiğinin kabul edilmesine rağmen; İstanbul Anadolu 5.
Ağır Ceza Mahkemesi'nin 02.10.2015 Tarih ve 2014/155 Esas, 2015/359 Karar sayılı
karar sayılı dosyasında; Levent Bektaş, Ercan Kireçtepe, Mustafa Turhan Ecevit,
Eren Günay ve Emre Onat haklarında Ergenekon silahlı terör örgütü üyesi olmak,
Cebir ve şiddet kullanarak TBMM'yi ortadan kaldırmaya, kısmen veya tamamen
görevlerini yapmasını engellemeye teşebbüs, Cebir ve şiddet kullanarak yürütme
organını ortadan kaldırmaya, kısmen veya tamamen görevlerini yapmasını
engellemeye teşebbüs etmek, 6136 sayılı Kanun'a
“Görevlendirme ve Nisan Bülteni” isimli word belgeleri içeriğinden dolayı
dosyamız sanıkları Hasan Ataman Yıldırım, Fatih Koca, Altunay Şahin, Cem Şimşek,
Recai Alkan ve Doğu Perinçek ile örgütsel irtibat kurulduğu kabul edilmiş ise de
aynı iddia ile açılan davada bu sanıklar beraat etmişlerdir. “Balyoz Davası”
olarak bilinen İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 31.03.2015 tarih ve
2014/188 Esas, 2015/143 Karar sayılı dosyasındaki mahkumiyet hükmüne esas alınan
dijital delilerdeki çok sayıdaki dosyanın oluşturulma ve değiştirilme tarihi üst
verileri arasında çelişkiler bulunması, donanma komutanlığında ele geçirilen 5
nolu Harddiske normal kullanıcı hareketi ile açıklanamayacak şekilde 6 ayrı
zamanda saati güncel olmayan bir bilgisayardan tarih sıralamasına uymaksızın
veriler yüklenmesi, son olarak 28/07/2009 tarihinden sonra toplu şekilde veri
yüklendiğinin anlaşılması, “calibri” ve “cambria” yazı tiplerinin office open
xml referanslarının microsoft office yazılımlarda ilk kullanılma tarihleri
dikkate alındığında belgelerin oluşturulma tarihinde de çelişkiler bulunması,
mahkumiyet hükmüne esas tüm dijital verilerde zaman, mekan ve kişi yönünden
birçok çelişkiler bulunması, belgelerin oluşturulma tarihlerinden çok sonraki
durum ve olayları içermesi dikkate alındığında, sahtecilik yapıldığı kesin
olarak belirlenen 11 ve 17 nolu CD'1er dışındaki dijital delillerin de sahte
olarak oluşturulduğu yönünde kuvvetli şüphe oluştuğu bu nedenle suç duyurusunda
bulunulduğu anlaşılmıştır.
Dosyamızda örgütün İrtica İle Mücadele Eylem Planının uygulanmaya konulduğu
kabul edilen “Erzincan Davası” olarak bilinen Yargıtay 11. Ceza Dairesinin ilk
derece mahkemesi sıfatıyla yaptığı yargılama sonucu verdiği 13.11.2015 tarih ve
2012/1E.-2015/4 K. sayılı kararı ile yargılanan sanıkların beraatine ve
soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcıları hakkında suç duyurusunda
kabul edilmiş, NATO'ya bağlı değişik Avrupa ülkelerindeki örgütlenmelere
devletlerin tarih ve kültürlerine göre değişik isimler verildiği belirtilerek,
Türkiye'de adına derin devlet de denilen kontrgerilla örgütünün varlığının
Başbakan Bülent Ecevit tarafından açıklandığı gibi, bu hususta bir çok yayının
da yapıldığı vurgulanarak, derin devlet, gladio, kontrgerilla şeklinde
adlandırılan kanun dışı yapılanmanın, terör örgütü niteliğinde bulunduğu kabul
edilmiş, 1952 yılında NATO üyesi olan Türkiye Cumhuriyeti'nin de Avrupa'daki
gibi kontrgerilla örgütlenmesi 1996 yılında Susurluk kazasında ortaya çıkmış
olsa da bu yargılamanın 14 kişi ile sınırlı kaldığı İstanbul 6 nolu DGM'nin
kararına atıf yapılarak bunun silahlı teşekkülün belli bir kısmı olduğu
vurgulanmış, soruşturmada ele geçen örgüt belgelerinin, Ergenekon terör örgütüne
aidiyeti hususunda şüphe bulunmadığı saptaması yapılmıştır. Susurluk kazası
sonrası ortaya çıkan yapının da aslında Ergenekon terör örgütünün küçük bir
hücresi olduğu kabulüne yer verilmiş, terör örgütüne Avrupa'daki örneklerine
uygun biçimde Türk kültürüne ait bir terim olan “Ergenekon” adının verildiği
kabul edilerek, “Ergenekon Analiz Yeni Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi
İstanbul/29 Ekim 1999” adı verilen Ergenekon örgütünün temel belgesinde
belirtildiği şekilde, örgütün adının Ergenekon olduğu kabul edilmiştir. Emniyet
Genel Müdürlüğünün 05.06.2008 tarihli örgüt hakkında mahkemeye göndermiş olduğu
yazı içeriğinden yapılan alıntılarla "12.06.2007 tarihinde başlayan soruşturmada
elde edilen delillerin değerlendirilmesi geçmiş dönemde faaliyetleri görülen
terör örgütlerinin yeni ortaya çıkartılan bir yapı olduğu, Ergenekon terör
örgütü ile bağlantılı olabileceği, Ergenekon örgütünün amacının devleti yeniden
yapılandırılarak, iktidara ulaşmak için, suikast dahil yasal olmayan yöntemleri
uygulamayı planladığı ve devlet otoritesini kendi amaçları doğrultusunda baskı
altına alarak onu yönlendirme hedefi doğrultusunda örgütlü yapının tam olarak
oluşturulup hayata geçirildiği belirtilmiştir. Soruşturma kapsamında ele geçen
silah mühimmat ve bomba yapım malzemeleri, eylem öncesi istihbarat faaliyeti
kapsamında Yargıtay krokisi, suikast planına dair bilgiler, soruşturma
kapsamında Ankara'da tanık olarak 12.03.2008 tarihinde dinlenilen bir kişinin,
dosya sanıkları ile İstanbul'da bir villada buluştukları kendilerine verilen 3
el bombasını para vaadi ile kendisi ve arkadaşının aldıklarını ve gazeteye
yönelik saldırı amaçlı atıldığı yolundaki beyanı nazara alınarak Ergenekon
yapılanmasının 3713 sayılı Kanun'un 1. ve 7. maddeleri kapsamında terör örgütü
olduğu değerlendirmesine" yer verilmiştir. Ergenekon örgütünün; yürütme
organının cebren ortadan kaldırılması veya çalışamaz duruma getirilmesi amacı
etrafında farklı birimlerce hücre şeklinde düzenlenen, Cumhuriyet Gazetesine
bomba atılması, Danıştay saldırısı gibi örneklerden hareketle, Ergenekon örgütü
üye profilinin bilinen diğer terör örgütü üye profilinden farklı olduğu kabul
edilmiştir. Dosya kapsamındaki delillere atıf yapılarak, Ergenekon terör
örgütünün bazı mensuplarının PKK, DHKP/C, Hizbullah gibi terör ve çıkar amaçlı
suç örgütleri ile irtibatlı bulunduğu, Ergenekon terör örgütünün diğer bütün
terör örgütlerinden farklı strateji ve yapılanmaya sahip bulunduğu saptamasına
yer verilerek, 3713 sayılı Terörle Mücadele Kanunu ve Türk Ceza Kanunu
hükümlerine göre silahlı terör örgütü olduğu kabul edilmiştir. H-ÖRGÜTÜN
VARLIĞINA İLİŞKİN DELİLLERİN ELEŞTİRİSİ: Susurlukta 03.11.1996 tarihinde meydana
gelen ve Abdullah Çatlı, Hüseyin Kocadağ, Gamze Us'un ölmesi, Sedat Edip
Bucak'ın yaralanması ile sonuçlanan trafik kazasından sonra devlet içindeki
çeteler ve derin devlet tartışmalarının yoğunlaştığı dönemde, dosya sanığı olup
örgüt üyeliğinden mahkumiyetine karar verilen Erol Mütercimler'in Aydınlık
Dergisine verdiği 05.01.1997 tarihli mülakat ile Ergenekon örgütü ilk kez
Türkiye gündeminde tartışılmaya başlanmıştır. Erol Mütercimler'in Show TV'de
07.01.1997 tarihinde yayımlanan “40 Dakika” adlı programa ve 14-15 Haziran 1997
tarihinde yapılan Susurluk Konferansına katılarak yaptığı konuşmalarında,
Ergenekon örgütünü ilk kez 1988 yılında Memduh Ünlütürk'ten duyduğunu 1950'li
yıllarda Turgut Sunalp ve Alparslan Türkeş tarafından Kıbrıs'da devletin bilgisi
dahilinde kurulduğunu, orada başarılı olmasından sonra 1960'ların başında
Türkiye'ye taşındığını, bu duyumunu Oramiral Kemal Kayacan'ın teyit ettiğini
açıklamıştır. 14-15 Haziran 1997 tarihinde yapılan Susurluk Konferansında ki bu
beyanlarına ilaveten Ergenekon örgütünün 1990 lı yıllarda şekil değişikliğine
gittiğini, Haydar Saltık'ın tasfiyesinden sonrada örgütün dağıtıldığını
belirtmiş, duruşmada ise bu beyanlarını tekrarla, 1983 yılında örgütün
dağıldığını ifade etmiştir. Erol Mütercimler'in, bu açıklamalarından sonra yine
bu dosya sanığı Ümit Oğuztan'ın TBMM Susurluk Komisyonuna gönderdiği 10.03.1997
tarihli dilekçesi ve bu dilekçesini yayınladığı Nefes Dergisinin 22-28 Mart 1997
tarihli sayısında "Türkiye Siyasi Cinayetler Ülkesi Vatansever Katillere Kırmızı
Mercedes" başlıklı haberinde Ergenekon örgütünden bahsettiği, Teori Dergisinin
Temmuz 1997 tarihli sayısında Uluslararası Susurluk Konferansı'nın
haberleştirildiği; Can Dündar tarafından yazılan “Ergenekon Devlet İçinde
Devlet” isimli 1997 yılında çıkan kitapta da, Erol Mütercimler'in anlatımına yer
verildiği, daha sonra Çetin Altan'ın, Sabah Gazetesindeki 18 Haziran 2000
tarihli “Yapay Çiçekler ve Kontrgerilla” başlıklı köşe yazısında, Aydınlık
Dergisinin 01 Nisan 2001 ve 08 Nisan 2001 tarihli sayılarında 'Orduya Haziran
Darbesi' ve 'Adil Serdar Saçan, İşçi Partisi ve Aydınlığa Komplo Hazırlıyor'
başlıklı haberlerinde Ergenekon örgütünden bahsedildiği anlaşılmaktadır. Daha
sonra da Fehmi Koru'nun Taha Kıvanç müstear ismi ile Yeni Şafak Gazetesindeki 30
Nisan 2001-1 Mayıs 2001 tarihlerinde yayınlanan “Hayaller Gerçek Galiba” ve
“Deli Saçması Sanmayın” başlıklı köşe yazıları ile konu tartışılmaya devam
edilmiştir. Fehmi Koru, Cumhuriyet savcılığı ve mahkemedeki tanık olarak verdiği
ifadelerinde bahse konu yazıları, güncel görüşme ve basın haberlerinden edindiği
bilgileri yorumlayarak kaleme aldığını, belgenin kendisine isimsiz posta yoluyla
geldiğini, belgenin imza kısmında karalı bir yazı olduğunu bu nedenle belgenin
altında isim var yazdığını beyan etmiştir. Basında konuya ilişkin yazılar;
Aydınlık Dergisinin 06.05.2001 tarihli sayısında Hikmet Çiçek imzası ile
yayınlanan 'CIA'nın Ergenekon Yaygarasında Fehmi Koru Başı Çekti' başlıklı yazı,
Aksiyon Dergisinin 12 Mayıs 2001 tarihli sayısında yayınlanan Harun Odabaşı
imzalı Ergenekon isimli haber, 02.08.2008 tarihli www. sabah com tr internet
sitesinde yayınlanan Yavuz Donat'ın Ceyhan Mumcu ile yaptığı görüşme içeriğine
ilişkin yazısı, Üzeyir Garih'in öldürülmesi konusunda www.yesil.org isimli
sitede 12 Ekim 2001 tarihinde yayınlanan yazı, Hayrullah Mahmud Özgür'ün
internet forumunda 27.05.2005 tarihinde yayınlanan 'Bu Vadi Başka Vadi' başlıklı
yazısı, Halil Behiç Gürcihan'ın açık isitihbarat intersitesinde Kıvanç
Değirmenli mahlası ile yazdığı 01.07.2005 tarihli “Paşa Çocukları Paşa
Gazetecileri Ve Kapılar” başlıklı yazı, yine Erol Mütercimler'in Türk Solu
dergisine mülakatını içeren 26.06.2006 tarihli yazılarla devam etmiştir. Bu
yazıların tamamı ve Alparslan Arslan'ın Yeditepe Hukuk Bürosunda yapılan aramada
ele geçen ve www.atin.org adlı internet sitesinden indirildiği anlaşılan
Ergenekon ibareli yazı (sanık Alparslan Arslan'ın Yeditepe Hukuk Bürosundan
ortağı olan Burhan Gün bu yazıyı internetten kendisinin indirmiş olabileceğini
ifade etmiştir.) ve sanık Veli Küçük'ün www.ozturkler.com sitesinin açılışı
nedeniyle yaptığı konuşma da örgütün varlığına delil kabul edilmiştir.
Bu süreçte sanıklardan Veli Küçük'ün eski komutanı Necabettin Ergenekon
vasıtasıyla gazeteci olarak tanıdığı ve bir süre yanında bulunduğu anlaşılan,
Tuncay Güney'in dolandırıcılık suçu nedeniyle gözaltına alınması sonrasında,
Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan'ın sorgulandıkları, Tuncay Güney ve Ümit Oğuztan ev
ve Strateji Dergisi Bürosu olarak kullandıkları işyeri aramalarında, mahkemece
örgüt dokümanı olarak kabul edilen dokümanların bulunduğu, Tuncay Güney'in
kefaletle serbest kalması sonrasında yurt dışına çıkış yaptığı ve bir daha
dönmediği soruşturma ifadesi dışında da ifadesinin bulunmadığı, dosyaya
getirilen ses kaydında ise gözaltında kötü muameleye maruz kaldığına dair
bulguların mevcut bulunduğu anlaşılmaktadır. Bu dokümanlar nedeniyle
soruşturmanın İstanbul Emniyet Müdürlüğü Organize Suçlar Şubesine devredildiği,
dosyamız sanıklarından o tarihte şube müdürü olan Adil Serdar Saçan'ın Devlet
Güvenlik Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığından 15.03.2001 tarihinde olayla
ilgili proje soruşturma izni alması üzerine İstanbul Emniyet Müdürlüğü
İstihbarat Şubesiyle olayın araştırılması için yazışma yapmış, ancak İstihbarat
Şube Müdürlüğü'nce bu konuda çalışma yapılmaması nedeniyle Devlet Güvenlik
Mahkemesi Cumhuriyet Başsavcılığı'nın onayı ile 14.11.2002 tarihinde proje
çalışmasının sonlandırılmasına, evrak ve belgelerin iadesine karar verilmiştir.
Evrak ve belgeler Tuncay Güney'e ulaşılamadığı için iade edilememiş, Ümit
Oğuztan'a ise 04.07.2003 tarihinde iade edilmiştir. Ümit Oğuztan'ın kollukta
yapılan mülakat çözüm tutanağına göre, dokümanların kendisine Tuncay Güney
tarafından redakte işlemi için getirildiği, kendisinin redakte etmesinden sonra
Tuncay Güney'e verdiğini ifade etmiştir. Dosya içerisinde Tuncay Güney'in Veli
Küçük ismi yazılı masada ve resmi önünde çekilmiş fotoğraflarının da bulunduğu
belirlenmiştir. Sanık Ümit Oğuztan'ın ise Tuncay Güney ile Strateji dergisini
çıkardığı ve aynı binayı iş yeri olarak kullandıkları, Ümit Oğuztan'ın medya ile
ilişkili olup 28 Şubat sürecinde de gündemde olan bazı kişilerin medyada
açıklama yapmasına yardımcı olduğu dosya kapsamından anlaşılmaktadır. Sanık Adil
Serdar Saçan, Tuncay Güney'i İstanbul Emniyet Müdürlüğü İstihbarat Şubesindeki
Fettullah Gülen'e yakın kişilerin gözaltına aldırdıklarını, bu grubun Veli Küçük
ve çevresinde bulunanlara yönelik operasyonu kendisine yaptırmak istendiğini
anladığını ifade etmiştir. Tuncay Güney'den elde edilen Ergenekon Analiz Yeni
Yapılanma Yönetim ve Geliştirme Projesi üzerinde İstanbul Kriminal Polis
Laboratuvarı Daire Başkanlığı tarafından yapılan inceleme sonucu düzenlenen
04.09.2009 tarihli Ekspertiz Raporuna göre belgenin 24. sayfasının sağ alt
bölümündeki 'En içten saygı ve şükranlarımızla' ibareli yazıların alt satırında
yer alan karalanmış bölümde 'Strateji Grubu' ibarelerinin bulunduğu ve üzerinin
siyah renk mürekkepli bir kalemle karalandığı ayrıca karalanan hatlarda kalem
ucu presyonuna bağlı, kağıdın dokusunda meydana gelen flaj izi derinliğinin
mevcut olduğu, mürekkep akışının bulunduğunun belirlendiği ve bu bulgulara atfen
'Strateji Grubu' ibareli yazıların üzerindeki siyah renk mürekkepli kalemle
karalanan hatların fotokopi/montaj yoluyla değil, ıslak mürekkepli kalemle
husule getirilmiş olduğunun belirtildiği, Ergenekon Analiz Yeni Yapılanma
Yönetim ve Geliştirme Projesi başlıklı örgütün ana dokümanı kabul edilen
belgenin sanıklarda ele geçen ve dosyada bulunan tüm suretlerinin de aynı
şekilde karalanmış fotokopi yada dijital suretleri olduğunun görüldüğü
anlaşılmıştır. Milli İstihbarat Teşkilatı'nın 09.05.2008 tarihli yazısından,
isimsiz mektupla yapılan ihbar ve ekindeki CD'lerdeki bilgiler, açık kaynak ve
arşiv bilgileri ile sınırlı yapılan çalışmanın, 2003 yılında Genelkurmay Başkanı
ve Başbakan'a sunulduğu, bu çalışmanın özetinin ise 2006 yılında yine Başbakan
ve Genelkurmay Başkanı 'na sunulduğu, Ergenekon adı kullanılarak yapılan
çalışmadan, devleti rejimi hedef alan bir grubun kendi çıkarları çerçevesinde
organize olma çabası izlenimi edinildiği, dokümanlardaki iddiaların büyük
çoğunluğunun özellikle Aydınlık Dergisi ve diğer basın yayın organlarından
alıntılar şeklinde ve iddia niteliğinde hususlar olduğu; yine Milli İstihbarat
Teşkilatı'nın 30.12.2008 tarihli yazısında önceki yazı içeriği tekrar edilerek,
iddia niteliğindeki bilgilerin organize faaliyetlerin işaretlerini taşıdığı,
yeni bir yapı altında, yeni yönetim biçimi yaratılması amacına dayalı, teorik
yanı
detaylandırılmış, ancak pratikteki etkinliği tartışılabilecek bir oluşum olduğu
belirtilmiştir. Genelkurmay Başkanlığı'nın 14.01.2009 tarihli yazısında ise
Ergenekon tipi yapılanmaya ilişkin bilgi belge bulunmadığı bildirilmiştir.
Jandarma Genel Komutanlığı'nın 04.08.2010 tarihli yazısında, dokümanların kapak
tasarımlarının ve yazım benzer nitelikte olduğu, dokümanlarda bölüm ilk
cümlelerinin ilk harfinin dergilerde kullanılan karaktere uygun şekilde diğer
harflerden büyük olduğu, DVD içindeki dokümanların yazan hanesinde "OPEY A."
veya "ÜMİT OĞUZTAN" şirket bölümünde "STRATEJİK VİZYON" yönetici hanesinde "ÜMİT
OĞUZTAN" yazılı olup 1999-2001 yılları arasında oluşturulduğu dijital virüs
Ümit Oğuztan,
Yönetmeninin Haber Koordinatörünün Tuncay Güney olduğunun bildirildiği; yine
Jandarma Genel Komutanlığının 06.05.2010 tarihli yazısında ise iddianamede
anlatılan örgüt yapılanması ve eylemlerine ilişkin bilgi ve belge bulunmadığı
şeklinde cevap verilmiştir. Emniyet Genel Müdürlüğünün 06.01.2009 tarihli
yazısında Ergenekon örgütü ve diğer örgütlerin Ergenekonla bağlantısının
12.06.2007 den önce bilinmemesi veya deşifre edilmemesi nedeniyle bu tarihten
önce operasyon ve soruşturmaların anlamlandırılamadığı; yine aynı Kurumun
21.01.2009 tarihli yazısında Ergenekon örgütü ve bu örgütle bağlantılı suç terör
örgütlerine ilişkin bilgilerin iddianamede var olan bilgilerle sınırlı olduğu
soruşturma sürecinde elde edilen tüm bilgilerin soruşturma Cumhuriyet
savcısı'nın kontrolünde, adli makamların uhdesinde bulunduğu; 18.03.2010 tarihli
tarihli cevabi yazıda ise ele geçen dokümanların içerik ve şekil yönlerinden
örgütsel nitelik taşıdığı ve devlet otoritesini, kendi amaçları doğrultusunda
baskı altına almak, yönlendirmek, alternatif bir otorite ortaya çıkarmak
suretiyle, devlet otoritesini ele geçirmeyi hedef aldığı değerlendirmesi
yapılmıştır. Emniyet Genel Müdürlüğünün Mahkemece hükme esas alınan 05.06.2008
tarihli yazısında ise Ergenekon isimli herhangi bir terör örgütüne ilişkin daha
önceden intikal etmiş soruşturma ve kovuşturma bilgilerinin bulunmadığı
dolayısıyla soruşturma konusu yapılanmanın yeni ortaya çıkartılmış 3713 sayılı
Kanun'un tanımladığı terör örgütü niteliğinde bulunduğu bildirilmiştir. Örgütün
ana dokümanı olarak kabul edilen “Ergenekon Analiz Yeniden Yapılanma Yönetim ve
Geliştirme Projesi” belgesine göre, Ergenekon örgütünün, Ergenekon örgütü
Başkanı/Komutanı'na bağlı olarak İstihbarat Dairesi Komutanlığı, İstihbarat
Analiz Değerlendirme Komutanlığı, Operasyon Dairesi Komutanlığı, Finansman Daire
Başkanlığı, Örgüt İçi Araştırma Dairesi Komutanlığı, Teori ve Tasarım Planlama
Dairesi Başkanlığı olmak üzere altı departman ve doğrudan Ergenekon
Başkanlığı'na bağlı olarak Kontrol Dairesi şeklinde örgütleneceğinin; yine
örgütün ana dokümanı kabul edilen “Lobi” belgesinde ise Ergenekon tarafından
atanmış Merkez departmanına bağlı Araştırma ve Bilgi Toplama, Analiz ve
Değerlendirme, Finans ve Ticaret, Kültür ve Bilim, Teori ve Senaryo, İletişim ve
Propaganda, Hukuk, Uluslararası ilişkiler olmak üzere sekiz departman şeklinde
örgütleneceğinin ve Merkez departmanın iki sivil köprü eleman ile Ergenekon ile
irtibatı sağlayacağının belirtildiği anlaşılmaktadır. Buna karşın mahkemece
kabul edilen Ergenekon ana yapılanmasının: Askeri yapılanma, Devlet kurumlarında
yapılanma, Sivil yapılanma, Mafya yapılanması, Terör örgütü yapılanması şeklinde
oluştuğu; Sivil yapılanmanın ise Sivil Toplum Kuruluşları, Teori Tasarım
Planlama Başkanlığı, Medya ve İletişim Yapılanması, Hukuk, Finans Daire
Başkanlığı şeklinde örgütlendiğinin kabul edildiği; karar yerinde örgütün
hiyerarşik yapısının ortaya konulamadığı, departmanlar ya da hücre yapılanmaları
arasında irtibatın ne suretle sağlandığı; astlık-üstlük ilişkisi, emir-talimat
verme yetkisinin her bir sanık için ayrı ayrı değerlendirilerek kime bağlı
faaliyet yürüttüğü ve kabul edilen örgüt hiyerarşisindeki yerinin somut
delillerle ortaya konulmamış, sanıkların örgütün ana belgeleri kabul edilen
dokümanlardaki ibarelere atıflar yapılmak suretiyle örgüte bağlandığı anlaşılmış
olup, örgütün nerede, ne zaman, kimler tarafından ne amaçla kurulduğu somut
bilgilerle tespit edilmemiştir. İşçi Partisinde ele geçen “Mütercim” ve “Bozkurt
Teşkilatı”; Kuvvai Milliye Derneği'nin Ankara'daki Genel Merkezinde yapılan
aramada bilgisayarda bulunan “önemlinotlar.doc” isimi word belgesi, Emcet
Olcaytu'nun ev aramasında bilgisayarda bulunan elektronik posta mesajı, Hakan
Arıkan'ın ev aramasında bulunan CD içerisindeki “İşte Gerçek Kurtlar Vadisi:
Buyük Klüp” başlıklı yazı, İsmail Yıldız'ın işyeri aramasında Harddisk içindeki
"Ultra Turk HM-eski.doc Ultra-Türkler02.doc” 03.HMUltra Turkler.doc,
ULTRATURKLERANAMETİN.doc ile Sevgi Erenerol ve İlyas Çınar'da ele geçen “Kurtlar
Vadisi Ergenekon” başlıklı dokümanların CMK'nın 134 maddesine aykırı olarak
toplanan kanıtlar niteliğinde bulunduğu gözetilmemiştir.
Örgüte ilişkin tüm dokümanlara 2001 yılında Tuncay Güney hakkındaki
dolandırıcılık suçu nedeniyle İstanbul Emniyet Müdürlüğü tarafından el
konulduğu, örgüt ana dokümanı olarak kabul edilen Lobi belgesinin 12.07.2006
tarihinde aloihbar. com da yayınlanmış olduğu; Örgüt ana dokümanı kabul edilen
Ergenekon Analiz Yeniden Yapılanma Geliştirme Projesi ve Lobi belgelerinde örgüt
dokümanlarında rastlanmayacak biçimde ve birden fazla 'Türk Silahlı Kuvvetleri
içinde kurulu bulunan 'Ergenekon Örgütü' ifadesine yer verildiği; yine örgüt
dokümanlarında rastlanmayan biçimde örgüt dokümanının içindekiler dizini
oluşturulduğu görülmektedir. Ümit Oğuztan'ın anılan belgelerin kendisine
redaksiyon işlemi için Tuncay Güney tarafından verildiği ve kendisinin
düzeltmeler yaptığı yolundaki beyanları ve ele geçen dokümanlarda farklı
nüshalarda düzeltme ve değişiklikler yapıldığı da nazara alındığında çok gizli
olması gereken bu nedenle örgüt üyelerinin dahi bilmesinde sakınca bulunan bu
belgelerin
tartışılmamıştır. Jandarma Genel Komutanlığı'nın 31.12.2008 tarihli yazı
içeriğinde yer alan dokümanlara ilişkin tespitlerin karar yerinde
değerlendirilmediği; Milli İstihbarat Teşkilatına Tuncay Yılmaz adı ve isimsiz
mektuplar ekinde 6 CD olarak gelen ihbara konu edilen dokümanlar ve arşivde yer
alan teyit edilmemiş bilgilere göre hazırlanan çalışma, 2003 ve 2006 yıllarında
Genelkurmay Başkanı'na ve Başbakan'a sunulduğu anlaşılmaktadır. Milli İstihbarat
Teşkilatı tarafından mektup ve eklerindeki CD'lerin, farklı kaynaklardan gelen
birbirini doğrulayan ihbarlar şeklinde nitelendiği gözetilmeden, mahkeme bu
ihbarları istihbari bilgi değerlendirmesi yapılarak kabule esas almıştır. Örgüt
ana belgelerinde Türk Silahlı Kuvvetleri içerisinde kurulu bulunduğu sık sık
vurgulanan Ergenekon örgütü hakkında Türk Silahlı Kuvvetleri Genelkurmay Başkanı
Hilmi Özkök'ün tanık sıfatıyla verdiği ifadelerinde; Milli İstihbarat Teşkilatı
tarafından tarafından kendisine verilen belge dışında, Ergenekon örgütü diye bir
örgütün olduğu, faaliyet gösterdiği yönünde bilgisinin olmadığını, Ergenekon
örgütü belgesi diye gelen belgede büyük tutarsızlıklar bulunduğunu, geçerli ve
tutarlı olmadığını değerlendirerek, kayıtlı olarak gelmediği için İstihbarat
Başkanına gönderdiğini, İstihbarat Başkanın teamül gereği ciddi bir şey
bulunması durumunda tekrar kendisine dönmesi gerektiğini, ancak kendisine dönüş
yapmadığını beyan etmiştir.
Örgütün ana dokümanı kabul edilen “Analiz Yeniden Yapılanma Yönetim ve
Geliştirme Projesi” belgesinde suikastın bir metot olarak kabul edilmesi
gözetildiğinde, “Şirket Köstebek 2000” belgesinde faili meçhul cinayetlere
olumsuz yaklaşılmasının keza Ergenekon örgütü yöneticilerinden olduğu kabul
edilen bir sanık hakkında “Dinamik Antitez ve Fabrikatör” başlıklı örgüt
dokümanların da tahkir edici ibareler bulunmasının nedenleri; “Ermeni sorunu”
başlıklı dokümanda ASALA yerine PKK'nın gelmesinin ne suretle örgüt ilişkisi
kabul edildiği açıklanmamıştır. Susurluk'da meydana gelen trafik kazası
sonrasında başlatılan soruşturma çerçevesinde cürüm işlemek için silahlı
teşekkül oluşturmak, hakkında tevkif ve yakalama müzekkeresi bulunan kişileri
yetkili mercilere haber vermemek suçlarından mahkumiyetlerine karar verilen
oluşturulan Ergenekon örgüt şemasının, örgüt dokümanları olarak kabul edilen
dokümanlardan ve mahkemenin örgüte ilişkin kabulünden farklı olup, Tuncay
Güney'in belirttiği bir çok isim hakkında dava açılmamış bulunduğu, sanık Kemal
Şahin'den ele geçen şemanın genel hatları ve içeriği itibariyle Ergenekon örgütü
şeması olarak kabulünün mümkün bulunamayacağı nazara alınmamıştır. Sanık Emin
Gürses'in gözaltında kolluğa ifade verdikten sonra sorguya sevki sırasında
oluşturduğu anlaşılan örgüt şemasının örgüt ana belgeleri ve mahkemenin kabul
ettiği örgütlenme şeması ile uyumlu olmadığı gibi bu şemayı ne amaçla çizdiği
yolundaki savunması da değerlendirilmiş değildir.
İmzasız ihbar mektupları ve ekinde gönderilen CD'ler ile arşive yansıyan açık
kaynak bilgilerine göre Milli İstihbarat Teşkilatı'nın oluşturduğu örgüt
şemasında yer alan bazı isimlerin dava sürecinde açık hale getirildiği, bir çok
ismin hala bilinmeyecek biçimde kapalı bulunduğu ve bu suretle karar verildiği
anlaşılmıştır.
Ergenekon örgütünden ilk kez bahseden sanık Erol Mütercimler'in örgütün canlı
bir örgüt olmadığına dair beyanlarına ne için itibar edilmediğine yönelik
mahkeme kabulü (sanığın 1997 yılındaki açıklamalarında örgütün dağıtılmış
olduğuna ilişkin açıklamaları karşısında) dosya kapsamına uygun bulunmamaktadır.
Örgütün kuruluşuna ilişkin Avrupa'daki bazı ülkelerde yapılan soruşturmalara
atıfta bulunulmak suretiyle, varsayıma dayalı olarak NATO bünyesinde Gladio
örgütü olarak kurulduğu kabulüne yer verilmiş, yine sanıklar Erol Mütercimler
ile Hüseyin Vural Vural arasında geçen, Hüseyin Vural Vural'ın Eski Hava
Kuvvetleri Komutanı Siyami Taştan tarafından verildiğini söylediği ve kendisinde
ele geçen “Kara Hava Deniz ERGENAKON” kartı ve aynı zarf içinde bulunan yemin
metninin 09 Mart 1971 darbecileri olarak belirttiği kişilerin, bu yapılanmaya
ilişkin olarak kullandıkları bir isim ve parola olduğu yönündeki iletişim tespit
tutanağına yansıyan ifadesi karar yerinde tartışılmaksızın sanık Hüseyin Vural
Vural'da ele geçen yemin metni ve “Kara Deniz Hava ERGENAKON” yazısı, örgütün
varlığına delil kabul edilmiş karta yazılı ERGENAKONun aslında Ergenekon olduğu
ancak baskı hatası nedeniyle ERGENAKON yazıldığı belirtilerek, örgütün 1971
tarihinde de var olduğuna kanıt kabul edilmiştir.
Veli Küçük'ün Tuncay Güney hakkında fezleke bulunduğunu bilmesinin örgütün
varlığına delil kabul edildiği gibi, Vatan Bölükbaşoğlu'nun bilgisayarında
bulunan resimde TİT yazılı olması da TİT örgütünün somut deliller gösterilmeden
Ergenekon örgütüne bağlı bir örgüt olarak kabulü ile dolaylı olarak, örgütün
varlığına delil kabul edilmiştir. Sanıklar Adil Serdar Saçan ile Ahmet Tuncay
Özkan arasında gerçekleşen, sanık Adil Serdar Saçan'ın
15.03 2001 tarihinde proje çalışma onayı aldığı Ergenekon soruşturmasının,
davada yargılanan bazı sanıklarla sınırlı olduğu ve Ergenekonun 1990'lı yıllarda
Güneydoğudaki faili meçhullerle ilgili halen faaliyeti olmayan bir örgüt olduğu
yolundaki söylemleri iletişim tespit tutanağı içeriği ve dosya kapsamı ile
değerlendirilmesi yerine, örgütsel gizliliğe dolayısıyla örgütün varlığına;
Kaşif Nevzat Tarhan ve Zahit Engin'in beyanlarının hayatta olmayan kişiler ve
çevreden duyuma ilişkin oldukları gözetilmeden ergenekon örgütünün varlığına
delil kabul edilmiştir. Abdullah Çatlı'nın ölümü nedeniyle Ergenekonun taziye
ilanı verdiğine ilişkin Av. Ceyhan Mumcu'nun bir TV kanalında söylemlerine konu
edilen ilan metni dosyaya getirtilip incelenmemiş, Ali Yiğit mahkeme huzurundaki
savunmasında; Muzaffer Tekin'in ifadesini değiştirmesi için kendisine baskı
yapmadığını ifade etmiş olması karşısında Ali Yiğit'in Muzaffer Tekin'in telkini
ile ifade değiştirmesinin ne suretle örgütün varlığına delil kabul edildiği
karar yerinde tartışılmamıştır. Cumhuriyet Gazetesine el bombası atılmasına
ilişkin davada yargılanan Sanık Osman Yıldırım'ın Cumhuriyet Gazetesi ve
Danıştay eylemleri nedeniyle yargılandığı Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi'nde
bozmadan önceki ifadelerinde yer almayan Ergenekon örgütüne ilişkin
beyanlarının, olaydan yaklaşık 2 yıl sonra, anılan davada 13.02.2008 tarihinde
mahkumiyet hükmü kurulmasından sonra sanık, tanık ve (gerekçeli kararın 2. Kitap
A-1910 sayfasında yazılı olduğu şekliyle) gizli tanık olarak verdiği ifadeler,
aralarındaki oluşa ilişkin çelişkiler giderilmeden, bu ifadelerin önceki
ifadelerine neden üstün tutulduğu karar yerinde gösterilmeden ve aynı olay
nedeniyle Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından mahkumiyetlerine karar
verilen Erhan Timuroğlu, Tekin İrşi, İsmail Sağır, Alparslan Arslan'ın aşama
ifadeleri ve Ankara 11 Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kurulan ve Yargıtay 9.
Ceza Dairesi tarafından esasa girilmeden birleştirme zorunluluğundan bahisle
bozulan önceki mahkumiyet hükmüne neden itibar edilmediği de karar yerinde
açıklanmadan, eylemin Ergenekon örgütü adına işlendiğinin kabul edilmesi ve
Ümraniye'deki evde ele geçen el bomları ile Cumhuriyet Gazetesi eyleminde
kullanılan el bombaları arasında kesin olarak irtibat kurmaya elverişli veri
bulunmadığı nazara alınmadan, Cumhuriyet Gazetesine atılan el bombalarından biri
ile Ümraniye aramasında ele geçen 27 el bombasından iki adedinin sadece üretim
yılının aynı olduğundan hareketle bombalar ile eylem arasında bağlantı
kurulmuştur.
Önceki ifadelerinde örgüt hakkında beyanı bulunmayan ve hakkında TCK'nın 221.
maddesi uyarınca etkin pişmanlık hükümleri uygulanan sanık Habip Ümit Sayın'ın
etkin pişmanlık hükümlerinden yararlanmak amacıyla verdiği sonraki beyanları ve
Erol Ölmez'in yazdığı mektupların soruşturmayı akamete uğratmak için
dezenformasyon amacıyla yazıldığı kabul edilmesine rağmen somut deliller ortaya
konulmadan olayın ergenekon tarafından kurgulandığı; yine İbrahim Şahin'den ele
geçen S-1 dokümanı ile Gölbaşı ilçesinde yapılan aramada ele geçen silah ve
mühimmatın somut deliler gösterilmeden örgüt belgesi ve silahların Ergenekon
örgütü faaliyeti çerçevesinde yapılacak eylemlerde kullanılmak amacıyla
saklandığı kabul edilmiştir. Cumhuriyet Çalışma Grubu'nun ve darbe planlarının
örgütle ilişkisinin somut delilleri ile ortaya konulmaması, Ermeni soykırımı
iddialarına ilişkin yurt dışında hukuki mücadele zemininde meşru faaliyetlerde
bulunduğu anlaşılan Talatpaşa Komitesinin, kanıtları gösterilmeden örgütün sivil
toplum kuruluşu olduğuna karar verilmiştir. Serhan Bolluk hakkında Hakan
Saraylıoğlu'nun öldürülmesi nedeniyle açılan davanın tefrik edildiği
gözetilmeden, yine Hanefi Avcı'nın iş yeri aramasında bulunan kasetlerde yer
alan “Ali Yasak ile Tuncay Güney arasında geçen telefon konuşmasına” ilişkin
kayıtların hukuka uygunluğu tartışılmadan örgütün varlığına delil kabulü hukuka
uygun bulunmamıştır.
Ayışığı Darbe Planının, Özden Örnek'in bilgisayar günlüklerine dayanması, bu
planların Alper Görmüş tarafından gündeme getirilmesi, Özden Örnek'in günlük
tuttuğunu ancak darbe planlarına ilişkin kısımların sonradan eklendiği yönündeki
beyanı dikkate alınarak İbrahim Fırtına, Özden Örnek ve Aytaç Yalman hakkında
tefrik edildiği anlaşılan soruşturma dosyasının akıbeti araştırılıp Yargıtay
denetimine elverişli olacak şekilde dosya içerisine alınmadan “darbe günlükleri”
olduğu kabul edilen günlüklerin, sanık Mustafa Ali Balbay'ın bilgisayarında CMK'
nın 134 maddesi hükümlerine uygun olmayan biçimde elde edilen belgelerle
doğrulandığı ve Özden Örnek'e ait olduğu kabul edilip, dolaylı olarak örgütün
varlığına delil kabul edilmiştir. Örgüt dokümanı olarak kabul edilen
Proje-Kitleşim belgeleri ile Cumhuriyet Çalışma Grubu'na ilişkin belgelerin
içinde bulunduğu Gölcük Donanma Komutanlığı'nda ele geçtiği ileri sürülen 5 nolu
Harddisk ve diğer dijital veriler ile Poyrazköy Davası olarak bilinen dava
kapsamında ele geçen dijital delillerle ilgili manipülasyon yapıldığına ilişkin
hükümden sonra ortaya çıkan raporlar, Yargıtay 11. Ceza Dairesi'nde “ İrtica İle
Mücadele Eylem Planı ile bağlantılı Erzincan Davası” olarak bilinen dava da ve
Balyoz Davasında yeniden yargılama üzerine verilen beraat kararı ile sanık
Yüksel Dilsiz'in hükümden sonra verdiği 28.09.2015 havale tarihli dilekçesi
içeriği de gözetildiğinde örgütün varlığına ilişkin yeniden hukuki değerlendirme
yapılmasında zorunluluk bulunmalıdır. Bu tespit ve açıklamalar bağlamında,
Genelkurmay Başkanlığı ve Jandarma Genel Komutanlığının yazılarında Ergenekon
örgütünün varlığına ilişkin bilgiler bulunmadığı, Milli İstihbarat Teşkilatı
Müsterşarlı'ğına örgüte ilişkin bilgilerin, istihbarat niteliği bulunmayan
ihbarlar, eklerinde gönderilen dijital deliller ve açık kaynaklarla sınırlı
olduğu, Emniyet Genel Müdürlüğü yazısına göre ise örgüte ilişkin bilgilerin ilk
defa bu soruşturma ve dava kapsamında ortaya çıkmış olduğu belirtilmesine
rağmen, Emniyet Genel Müdürlüğü yazısının kabule esas alındığı mahkeme
kararında, örgütün nerede, ne zaman, kim ya da kimler tarafından ne amaçla
kurulduğunun somut olarak ortaya konulmadığı, örgütün mahkemece kabul edilen
büyüklüğü karşısında, dokümanların örgütün varlığını açıklamak için yeterli
olmadığı, örgüt faaliyeti kapsamında daha önce işlenmiş suçların ortaya
konulamadığı, sanıkların örgütle nerede ne zaman kimler vasıtasıyla organik
ilişki kurdukları açıklanmadan ve somut delilleri ortaya konulmadan dokümanlarda
yazılı soyut cümlelere atıf yapılarak örgütle bağlantılarının kurulduğu; örgüt
hiyerarşisinde konumları somut olarak ortaya konulmadığı gibi, kabul edilen
şekliyle departman/hücreler arasındaki köprü elemanları ve irtibatın ne suretle
sağlandığının da ortaya konulamadığı; örgüt hiyerarşisinin ve köprü elemanların
ortaya konulmamasının henüz örgüt hiyerarşisinde yer alan kişiler ile köprü
elemanlarının belirlenememiş olması gerekçesi ile açıklanamayacağı; mahkemece
kabul edilen şekli ile hiyerarşisi ortaya konulamayan örgütün, sevk ve
idaresinin mümkün bulunmadığı gibi kendisini de gizlemesinin mümkün bulunmadığı;
Türk Silahlı Kuvvetleri içinde kurulu olmakla birlikte sivil yapılanmaya da
sahip olduğu ve 1971 yılında da var olduğu kabul edilen örgütten, Milli
İstihbarat Teşkilatı, Genelkurmay Başkanlığı, Jandarma Genel Komutanlığı ve
Emniyet Genel Müdürlüğü ile Türk Silahlı Kuvvetleri
delil bulunmadığı; örgütün varlığına esas alınan bazı delillerin hukuka aykırı
delil niteliği taşıdığı; örgütün varlığına kanıt kabul edilen deliller ile
ilgili hükümden sonra ortaya çıkan bilirkişi raporları ve beraat kararları da
gözetilerek, sanıkların dosya kapsamındaki atılı suçlara ilişkin somut delillere
dayalı eylem ve faaliyetleri ile bu eylem ve faaliyetlerindeki irtibat ortaya
konulduktan sonra, varsa iştirak iradesini aşan hiyerarşik bir yapılanmanın
bulunup bulunmadığı ile bu yapıdaki konumları, bir ya da birden fazla oluşum ya
da örgüt niteliğinde olup olmadığı; yine dosya kapsamındaki delil ve eylemlerle
ilişkilendirilerek, varsa örgüt ya da örgütlerin nitelikleri de belirlendikten
sonra, sanıkların eylem ve faaliyetleri ile örgütteki hiyerarşik ilişkileri
somut delillerle ortaya konulup, hukuki durumlarının buna göre tayin ve takdiri
gerektiğinin gözetilmemesi usul ve yasaya aykırıdır.
IX-HÜKÜMETE KARŞI SUÇ Suçun konusu Türkiye Cumhuriyeti Devletinin yönetim gücünü
temsil eden hükümettir. Hükümet, Anayasanın 109. maddesine göre Bakanlar
Kuruludur. Cebir kullanılarak Hükümetin görevini yapamaz hale getirilmesinde,
Anayasayı İhlal suçu oluşmakta iken, Anayasal düzen bozulmadan da Bakanlar
Kurulunun görevlerini yapmasının kısmen veya tamamen engellendiği durumlarda
'Hükümete karşı suç' tan söz edilebilecektir. Teşebbüs suçudur. Türkiye
Cumhuriyeti Devletinin egemenlik unsurunun oluştuğu üç güçten yönetim gücünü
temsil eden Hükümetin ortadan kaldırılmasına veya böyle olmamakla birlikte,
görevini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs edilmesi olarak
tanımlanmış olup, bu suç Anayasal düzenin temel organlarından olan Hükümetin
ortadan kaldırılmasına veya görevlerinin engellenmesine yönelik, teşebbüse ait
icra hareketlerini tamamlanmış suç gibi cezalandırmaktadır. Suçun oluşumu için
Anayasa ile düzenlenen kurumsal yapıya sahip Hükümetin işlevini yerine getirmeyi
engelleme amacına yönelik cebir ve şiddet kullanılması gereklidir. 765 sayılı
TCK'nın 147. maddesinin Değerlendirilmesi Mülga 765 sayılı TCK 147. maddesinde
“Türkiye Cumhuriyeti İcra Vekilleri Heyetini cebren, ıskat veya vazifesini
görmekten cebren men edenlere, bunları teşvik eyleyenlere ağırlaştırılmış
müebbet hapis cezası ile cezalandırılır.” şeklinde yapılan düzenleme ile fiil
tanımlanarak yaptırıma bağlanmıştır. Bu suç, siyasi iktidar aleyhine
suçlardandır. Anayasal Düzen aleyhine işlenen suçla aynı hukuki değeri ihlal
etmektedir. Devleti meydana getiren dinamik unsur siyasi iktidar olduğuna göre,
bir devletin mevcudiyeti ve devamı iktidarın himayesine bağlıdır. Hukukun egemen
olduğu eski dönemden bu yana siyasi kuvvetler himaye edilmiştir. Devletin
otoritesinin mevcudiyeti siyasi iktidarın himayesi ile sağlanmıştır. İcra
organından kasıt hükümettir. Hükümet, Anayasaya göre Bakanlar Kurulu olarak
tecessüm etmektedir. İcra organı hem idari fonksiyonları hem de icrai
fonksiyonlar görmektedir. Hükümet aynı zamanda devletin anayasal düzeni içinde
bir kurumsal yapıyı ifade etmektedir. Bakanlar Kurulu bir bütün halinde siyasi
iktidarı temsil etmektedir. Başbakan ve Bakanlar çift sıfata sahiptirler. Bunlar
Bakanlar Kurulunun bir üyesi olarak siyasi icra iktidarlarını ellerinde
bulundurmaktadırlar. Buna karşılık başı bulundukları hizmet hiyerarşisi içinde,
idari fonksiyon göstermektedirler. Yani idari birer şeftirler. Bu mahiyetleri
ile de devlet kuvvetlerini ve devlet hakimiyetini kullanmaktadırlar. Suçun
konusu icra fonksiyonlarıdır. Bu nedenle tek tek Bakanların fonksiyonları veya
Başbakanın aleyhine yapılacak tecavüzler, bu suçu meydana getirmeyecektir.
Bakanlar Kurulu karar alma makamıdır. Cumhurbaşkanına ve Başbakana ait olmayan
bütün karar yetkileri kabineye aittir. Başbakan, hükümetin genel siyasetinin
yürütülmesinden sorumludur. Sadece bir bakan veya başbakan aleyhine işlenen fiil
Bakanlar Kurulunun görevini engelleyecek mahiyette ise bu takdirde hükümet
fonksiyonlarının engellendiği kabul edilmelidir. Suçun Unsurları: Hareket:
Belirli neticelere yönelmiş maddi bir harekettir, neticeye doğurmaya elverişli
bulunmalıdır. Netice doğurmaya elverişli olmayan bir hareket bu suç anlamında
hareket sayılmaz. Bu anlamda hazırlık hareketleri, irade uygunluklarını ifade
eden fiili birleşmeler hareketi meydana getirmemektedir. Bu hareketler başka
suçları oluşturabilecektir. Askeri Yargıtay Daireler Kurulunun 24.04.1972 tarih
30/29 sayılı kararında da yer aldığı üzere Anayasayı ihlale matuf cemiyet veya
silahlı çete kurulması veya propaganda yapılması bu maddeyi ihlal sayılmayacak,
bu şekildeki hareketler şartları gerçekleşmiş ise mülga 765 sayılı TCK'nın
168-171 maddeleri gereğince cezalandırılacaktır. Netice: Bu suçta neticenin
gerçekleşmesi aranmakta teşebbüs tamamlanmış suç gibi cezalandırılmamaktadır.
Suçun oluşumu bakımından aranan netice, icra fonksiyonlarının, cebren men veya
icra organının ıskat edilmesidir. Bu şekilde hükümetin siyasi karar alma iradesi
engellenmiş, kısmen yok edilmiş veya ıskat yoluyla tamamen bu imkan ortadan
kaldırılmıştır. İcra organının fonksiyonunun ifası yönündeki iradesi kısmen veya
tamamen ortadan kaldırılabilir. Bu ihlal geçici ya da kalıcı olması sonucu
değiştirmez. Cebir: Doktrinde bir kısım yazarların görüşüne göre “fillin hukuka
aykırılığı şeklinde anlamak gereklidir veya cebre matuf bir iradenin
mevcudiyeti” yeterlidir, şeklinde değerlendirilmiştir. Bir icra organını hukuki
yollardan düşürmek suç teşkil etmek bir yana parlamenter demokrasinin
şartlarından biridir. Burada söz konusu olan cebren men veya ıskat keyfiyetidir.
Cebir, “fertlerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek” gerçekleşmesi
anlaşılmalıdır. Bu nedenle maddi olabileceği gibi manevi cebir şeklinde de
gerçekleşebilir. Burada cebren hükümeti ıskat etmekle beraber, gaye hükümet
sistemini değiştirmek ise fiil 146. maddeyi ihlal etmiş olacaktır. Bu suç 5237
sayılı TCK'nın 312. maddesinde yer almaktadır. Suçta korunan hukuki değer
“Anayasayı İhlal” suçuyla aynıdır. Eski Ceza Yasasında 147. maddedeki suçtan
farkı “teşebbüs suçu” olarak düzenlenmiştir. Dolayısıyla hükumetin ortadan
kaldırılmasına veya görevlerinin engellenmesine yönelik teşebbüse ait icra
hareketlerini tam suç gibi cezalandırılmaktadır. Bu suçta cebir ve şiddet “suçun
unsurudur”. Doktrinde cebir unsurunu, maddi cebir olarak anlayanların yanında,
“fertlerin iradeleri zorlanmak suretiyle ifsat edilerek” tehditle de
gerçekleşebileceğini savunan görüşler de bulunmaktadır.
Manevi Unsur: Suçun manevi unsuru kasttır. Özel kastın mevcudiyetine ihtiyaç
yoktur. Yeni TCK 312. maddede yaptırıma bağlanan suçun sadece “maddi Cebir ” ile
işlenebileceğinin kabulü halinde, eski yasadaki düzenlemeye göre suçun
unsurlarının değiştiği kabul edilmeli ve lehe yasa bu duruma göre
belirlenmelidir.
X-DEVLET SIRRI Sır, kelime anlamı bakımından, başkalarınca bilinmesinde sakınca
görüldüğü için bir olayın, bir bilginin, bir durumun vb. dışarıya karşı
korunmasıdır. Bu koruma ihtiyacı, sırrın içeriğini oluşturan konunun,
başkalarınca bilinmemesinde yarar görüldüğünü açığa vurur. İnsan için bilginin
ve bilme durumunun dereceleri varsa sır, gizlilik açısından en üstte yer alır.
Gizlenen bilgi, üçüncü kişilerden özenle sakınılan bilgi, bir mahremiyet içerir,
başkalarına kapalı, alenileşmemiş, gizlenmesinde yarar görülen bir bilgiye, bir
olaya, bir duruma dair kapalı alandır. AİHS'nin 10/2 maddesinde “ulusal
güvenliğin” korunması ve demokratik toplumda gerekli olması halinde “devlet
sırrının açıklanmaması” ifade özgürlüğünü sınırlayıcı istisnalar arasında yer
almıştır. Anayasa’nın 26. maddesinde düşünce özgürlüğünün kısıtlanmasına yönelik
hangi fikir ve düşüncelerin sınırlandırılabileceğini belirtirken, devlet sırrı
kavramına yer vermiştir: “Bu hürriyetlerin kullanılması, millî güvenlik, kamu
düzeni, kamu güvenliği, Cumhuriyetin temel nitelikleri ve Devletin ülkesi ve
milleti ile bölünmez bütünlüğünün korunması, suçların önlenmesi, suçluların
cezalandırılması, Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilerin
açıklanmaması, başkalarının şöhret veya haklarının, özel ve aile hayatlarının
yahut Kanun'un öngördüğü meslek sırlarının korunması veya yargılama görevinin
gereğine uygun olarak yerine getirilmesi amaçlarıyla sınırlanabilir.” Burada
“Devlet sırrı olarak usulünce belirtilmiş bilgilere” yer verilmekle birlikte
neyin yani hangi tür bilgilerin
kastedildiği açık değildir. Yine Anayasa’nın 28. maddesinde, “devlet sırrı” ceza
hukuku bakımından bir kriter olarak değerlendirilmiştir.“…Devlete ait gizli
bilgilere ilişkin bulunan her türlü haber veya yazıyı, yazanlar veya bastıranlar
veya aynı amaçla, basanlar, başkasına verenler, bu suçlara ait kanun hükümleri
uyarınca sorumlu olurlar.” Bu düzenlemede ise bir aidiyetten bahsedildiğine göre
devletin “şahsileştirilmesi” söz konusudur.. Ceza Muhakemesi Kanunu’nun 47.
maddesinde “Açıklanması, Devletin dış ilişkilerine, milli savunmasına ve milli
güvenliğine zarar verebilecek; anayasal düzeni ve dış ilişkilerinde tehlike
yaratabilecek nitelikteki bilgiler, Devlet sırrı sayılır” ifadelerinde kısa bir
tanım görmekteyiz. Uluslararası ilişkiler bakımından üçüncü kişilerce bilinmesi
sakıncalı olan ve devletin dış ilişkilerine zarar verici nitelikte olan,
savunmaya, güvenliğe ilişkin bilgiler devlet sırrı kapsamındadır. Yine aynı
Kanun’un 125. maddesinde, “Bir suç olgusuna ilişkin bilgileri içeren belgeler,
Devlet sırrı olarak mahkemeye karşı gizli tutulamaz.” Burada yargılamanın
selameti ve iddiaların aydınlatılması adına, suç olgusuna dair bilgi içeren
belgelerin yargılamanın aleniliği çerçevesinde devlet sırrı olarak gizli
tutulamayacağı belirtilmektedir. Aynı maddenin ikinci fıkrasında “Devlet sırrı
niteliğindeki bilgileri içeren belgeler, ancak mahkeme hâkimi veya heyeti
tarafından incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece yüklenen suçu
açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler, hâkim veya mahkeme başkanı
tarafından tutanağa kaydettirilir” hükümleri yer almaktadır. Yani mahkeme
hakimin, sır statüsündeki bilgiyi edinmesi ya da sır olarak koruma altına
alınmış belgeleri görmesi, bunların içeriğine vakıf olması; o bilginin sır
niteliğini ortadan kaldırmayacaktır. Devlet sırrı kavramı ve gizlenmesi gerekli
bilgi kavramları ile ilgili olarak karşılaştığımız bir başka yasal düzenleme ise
4982 sayılı Bilgi Edinme Hakkı Kanunu'nun 16. ve 18. maddeleridir. Bu
düzenlemelere göre devlet sırrı, “açıklanması hâlinde devletin emniyetine, dış
ilişkilerine, millî savunmasına ve millî güvenliğine açıkça zarar verecek ve
niteliği itibarıyla devlet sırrı olan gizlilik dereceli bilgi veya belgelerdir.
Sivil ve askeri istihbarat birimlerinin görev ve faaliyetlerine ilişkin bilgi
veya belgeler, istihbarata ilişkin bilgi veya belgelerdir.” Sırdan maksat,
yetkili bulunmayan kişilerin hakkında bilgi sahibi olmaları hâlinde “Devletin
güvenliğinin, millî varlığının, bütünlüğünün, anayasal düzeninin veya iç veya
dış siyasal yararlarının tehlikeye düşebileceği bilgiler”dir. (TCK.m.
326-Gerekçe) Devlet Sırrı, açıklanması veya öğrenilmesi devletin milli
savunmasına ve milli güvenliğine zarar verebilecek anayasal düzenine dış
ilişkilerinde tehlike yaratabilecek ve bu nedenlerle gizli kalması gereken bilgi
ve belgelerdir. (Devlet Sırrı Kanunu Tasarısı m.3) Devlet sırları, devletin
güvenliğini ve bekasını ilgilendirdiğinden hukuk sistemi bu sırların muhafazası
hususunda büyük bir hassasiyet göstermekte, ihlaline veya buna teşebbüs edenlere
şiddetli cezalar öngörmektedir. 5237 sayılı TCK'da, devlet güvenliği ve bekası
için devletin gizli bilgilerinin korunmasına ilişkin düzenlemeler mevcuttur.
Bunlar “Devlet Sırlarına Karşı Suçlar ve Casusluk” adlı yedinci bölümde, 326.
ile 339. maddeler
arasındaki suçlardır.
Bunun haricinde kamu idaresinin menfaatlerini korumak, güvenirliğini ve düzenli
işleyişini sağlamak için 5237 sayılı TCK İkinci Kitap Dördüncü Kısım, "Kamu
İdaresinin Güvenirliğine ve İşleyişine Karşı Suçlar” başlıklı birinci bölümü
altında 258. maddede "Göreve ilişkin sırrın açıklanması” suçu düzenlenmiştir. Bu
düzenlemelerden yola çıkarak, genel anlamda devletin
Özünde
devlet sırrı olan bilgi ve belgeler, devlet güvenliği ve bekası, milli
menfaatler ve milli güvenliğe ilişkin menfaatler ile ilgilidir. Yetkili
makamların açıklanmasını yasakladığı bilgi veya belgeler ise, özünde devlet
sırları kadar olmasa da devlet menfaatleri için önemli görülen bilgi veya
belgelerdir. TCK'nın 326, 327, 328, 329 ve 330. maddelerindeki, "devletin
güvenliği veya iç veya dış siyasal yararları bakımından niteliği itibariyle
gizli kalması gereken bilgi, belge veya vesikalar” ifadesiyle "özünde devlet
sırrı olan bilgi ve belgeleri” kastetmektedir. TCK'nın 334, 335, 336 ve 337.
maddeleri, "yetkili makamların kanun ve düzenleyici işlemlere göre açıklanmasını
yasakladığı ve niteliği bakımından gizli kalması gereken bilgi ve belgeler”den
bahsetmektedir. Burada adı geçen sırlar, özünde devlet sırrı olmayan ancak,
devlet menfaatleri için gizli tutulması gereken, bu nedenle yetkili makamların
kanun veya düzenleyici işlemlerle açıklanmasını yasakladığı bilgi veya
belgelerdir. Türk Ceza Hukuku yönünden açıklanması yasaklanan sır, özünde devlet
sırrı niteliği taşımayan ancak, açıklanması ilgili mevzuat hükümlerine göre
yasaklanmış ve gizlilik derecesi verilmiş bilgi, belgeler veya şeylerdir.
Yasaklama, yürütmenin herhangi bir işlemiyle yapılabileceği gibi, belgeler
üzerine gizlilik derecesini gösteren damga veya özel bir yazının konulması,
uyarı veya tabela yerleştirilmesi şeklinde de yapılabilir. Yetkili makam
tarafından duruma göre, sirküler, tebliğ, resmi açıklama, yazılı veya sözlü
uyarı aracılığıyla, kişilerin bu konudaki yasaklamalardan haberdar edilmesi
sağlanabilir. Bu yasaklama hukuka uygun yapılmalıdır. Hukuka uygun ve usulüne
göre yapılmayan yasaklama, o bilgi, belge veya şeye açıklanması yasaklanmış sır
vasfını kazandırmaz.
Devletin idari makamları veya organları bilgi, belge veya şeylere açıklanmasını
yasaklanmış sır vasfını çoğunlukla, gizlilik sınıflandırması yaparak
vermektedirler. Yetkisiz kimselere açıklanması sakıncalı görülen bilgilerin,
önem derecesine göre sıralanması ve adlandırılmasına "gizlilik derecelendirmesi”
denir. Bakanlıklar ile kamu kurum ve kuruluşlarında, yetkili olmayan kişilerin
bilgi sahibi olmaları halinde devletin faaliyetlerini veya menfaatlerini
tehlikeye koyabilecek veya zarara uğratabilecek mesaj, doküman, rapor, araç,
gereç, tesis ve yerler hakkında kayıt edilmiş veya edilmemiş bilgi ve belgeler
"gizlilik dereceli bilgi veya belgeler” olarak adlandırılabilir. Bu bilgi veya
belgeler gizlilik dereceli yerlerde saklanır. Gizlilik dereceleri, bilmesi
gereken kişiler dışındakilere açıklanması veya verilmesi, milli güvenlik ve
devlet menfaatleri bakımından sakıncalı görülen bilgi, belge ve malzemelere
verilir.
Güvenlik soruşturması ve arşiv araştırması yönetmeliğine göre; Gizlilik
dereceleri aşağıda belirtildiği şekilde dört sınıfa ayrılır. Çok gizli: Bilmesi
gerekenlerin dışında diğer kişilerin bilmelerinin istenmediği ve izinsiz
açıklandığı takdirde Devletin güvenliğine, ulusal varlık ve bütünlüğe, iç ve dış
menfaatlerimize hayati bakımdan son derece büyük zararlar verecek, yabancı bir
devlete faydalar sağlayacak ve güvenlik bakımından olağanüstü önemi haiz mesaj,
rapor, doküman, araç, gereç, tesis ve yerler için kullanılır. Gizli: Bilmesi
gerekenlerin dışında diğer kişilerin bilmelerinin istenmediği ve izinsiz
açıklandığı takdirde Devletin güvenliğine, ulusal varlık ve bütünlüğe, iç ve dış
menfaatlerimize ciddi şekilde zarar verecek, yabancı bir devlete faydalar
sağlayacak nitelikte olan mesaj, rapor, doküman, araç, gereç, tesis ve yerler
için kullanılır. Özel: İzinsiz açıklandığı takdirde, Devletin menfaat ve
prestijini haleldar edecek veya yabancı bir devlete faydalar sağlayacak
nitelikte olan mesaj, rapor, doküman, araç, gereç, tesis ve yerler için
kullanılır. Hizmete özel: Kapsadığı bilgi itibarıyla çok gizli, gizli veya özel
gizlilik dereceleri ile korunması gerekmeyen fakat bilmesi gerekenlerden başkası
tarafından bilinmesi istenmeyen mesaj, rapor, doküman, araç, gereç, tesis ve
yerler için kullanılır. Soruşturma ve Kovuşturma aşaması; Arama ve elkoyma
işlemleri sırasında Devlet sırrı niteliği taşıyan belgelere tesadüf edilebilir.
Daha önce de belirtildiği gibi 5271 Sayılı CMK’nın, 125/2.
maddesi; “Devlet sırrı niteliğindeki bilgileri içeren belgeler, ancak mahkeme
hâkimi veya heyeti tarafından incelenebilir. Bu belgelerde yer alan ve sadece
yüklenen suçu açıklığa kavuşturabilecek nitelikte olan bilgiler, hâkim veya
mahkeme başkanı tarafından tutanağa kaydettirilir.” şeklindedir ve bu kapsamda
Cumhuriyet savcısı dahi, içeriği Devlet sırrı niteliği taşıyan belgeleri
inceleyemeyecektir. 5271 sayılı CMK’nın 122. maddesinde ise, hakkında arama
işlemli yapılan kişiye ait belgeleri inceleme yetkisinin Cumhuriyet savcısı ve
hakime ait olduğunun belirtildiği görülmektedir. Burada ayrımı yapılması gereken
husus devlet sırrı niteliğindeki belgelerin soruşturma aşamasında sanıkta ele
geçmesi durumudur. 5271 sayılı CMK’nın 125. maddesinin gerekçesinde resmi devlet
kurumlarından mahkemelerin niteliklerini öngörerek isteyeceği devlet sırrı
niteliğindeki belgelerden bahsedildiği görülmektedir. Bu açıdan soruşturma
aşamasında Cumhuriyet savcısı CMK’nın 122. maddesi gereğince, arama esnasında
sanıklardan ele geçecek belgeleri inceleyebilecek ve bu belgelere ilişkin devlet
sırrı olduğu şüphesine ulaştığı takdirde 5237 sayılı Kanun’un 125. maddesi
uyarınca işlem yapılması için belgeleri muhafaza altına alacak fakat bunların
niteliğine ilişkin mahkeme yerine geçerek araştırma yapamayacaktır. Devlet sırrı
niteliğinde olduğu düşünülen belgeler için incelenmesi gereken diğer bir husus
ise bu belgelerin ele geçtikleri tarihte halen sır ya da gizli niteliği taşıyıp
taşımadıkları sorunudur. Eğer bilgi temin olunduğu sırada sır olma vasfını
kaybetmiş, söz gelimi temin edilmeden önce açıklanmış (somut bilgiye dayalı
olmayan tahmini veya rivayet şeklinde yorumlar olmamak koşulu ile) veya herkes
tarafından bilinen bir husus hâline gelmiş ise artık sır olmaktan çıkacağı
değerlendirilmelidir. Bu açıklamalar kapsamında belgelerin ele geçtikleri
tarihte sır niteliğini taşıyıp taşımadıklarının araştırılması ve bu araştırma
sonucuna göre sanıkların hukuki durumlarının tayin ve takdirinin gerektiği
gözetilecektir. Devlet sırrı niteliği şüphesi taşıyan belgelere ilişkin mahkeme
araştırma yaparken konunun özelliği ve karmaşıklığına göre Devletin bu konudaki
yetkili kuruluşlarından görüş alabileceği gibi, bilirkişi incelemesi yaptırması
da mümkündür. Askerî Yargıtay Daireler Kurulu 21. 01. 1972 gün ve 1972/8-9 E. K.
sayılı kararı ile "Siyasi veya askerî sırrın nelerden ibaret olacağını
kanunlarımız tayin ve tespit etmemiştir. Bir malûmatın milli müdafaa bakımından
gizli kalması icap eden bir malûmat olup olmadığını salahiyetli mahkeme takdir
edecektir. Ancak, bir malumatın gizliliğini tayin teknik bir iş olduğu cihetle
bunun halli için hâkimin bilgisi kâfi gelmez. Yetkili makamlar, milli savunmanın
tahmil ettiği zaruretleri ve işbu malumatın elde edilmesinden tevellüt
edebilecek zararların mahiyetini isabetle takdir edecek durumdadırlar. Bu
bakımdan, tatbikatta, elde edilen malûmatın veya vesaikin mahiyetini tâyinde
yetkili makamların rey ve mütalâalarına daima müracaat edilmektedir. Gerçekten,
istihsal edilen malumatın vahamet derecesi, lehine casusluk yapılan devletin
düşmanlık hissiyatına ve bu devletle olan siyasi münasebetlerin mahiyetine göre
değişen nispi bir karakter arz edeceği cihetle yetkili makamlara başvurulmak
suretiyle malûmatın gizlilik derecesinin tâyin ve tespit edilmesi zaruret ifade
etmektedir” şeklindeki kararla aynı şekilde tespitler yapılmıştır.
Bu açıklamalar kapsamında; 1-Soruşturma aşamasında Devlet sırrına ilişkin belge
ve bilgilerin, CMK’nın 125. maddesi gereğince, mahkeme yerine Cumhuriyet
savcılığınca incelenip niteliğinin belirlenmesi; 2-Ele geçen ve Devlet sırrı
olduğu şüphesi duyulan belgelerin, ilgili kurumlardan Devlet sırrı olup olmadığı
hususunda görüş alınması yerine konunun uzmanı olmayan Askeri savcılıklar ve
Genelkurmay Adli Müşavirliklerinden alınan görüşler doğrultusunda hüküm
kurulması; 3-Mahkemece, belgelerin ele geçtikleri tarihte halen sır niteliğini
taşıyıp taşımadıklarının araştırılması ve bu araştırma sonucuna göre sanıkların
hukuki durumlarının tayin ve takdiri gerektiğinin gözetilmemesi; 4-Yasaklanan
bilgileri temin etmek suçuna konu belgelerde hukuka uygun ve usulüne göre
yapılmayan yasaklama, o bilgi, belge veya şeye açıklanması yasaklanmış sır
vasfını kazandırmayacağından; suça delil kabul edilen belgelerin yasaklanma
biçimlerinin hukuka uygun olup olmadığına ya da yasaklamanın suç tarihi itibari
ile devam edip etmediğine yönelik araştırma yapılmaması suretiyle, Sanıklar
Ergün Poyraz, Fikret Emek, İsmail Yıldız, Ahmet Tuncay Özkan, Aydın Yüksek, Doğu
Perinçek, Halil Behiç Gürcihan, Mustafa Levent Göktaş, Muzaffer Şenocak, Mustafa
Ali Balbay, Mustafa Hüseyin Buzoğlu ve bir kısım sanıklarda olduğu gibi eksik
soruşturma ile mahkumiyet hükmü kurulması, Usul ve yasaya aykırı bulunmuştur.
XI-MAHKEMENİN KABUL ETTİĞİ VAHAMET ARZ EDEN OLAYLAR: Gerekçeli kararda delil
değerlendirmesinin yapıldığı 2. Kitap A kısmında, Cumhuriyet Gazetesine atılan
bombanın kafile numarasının Ümraniye ilçesinde geçenler ile benzer olması,
Ümraniye ilçesinde ele geçen bombalar ile Oktay Yıldırım'ın ilgisinin beyanları
da desteklenen parmak izi maddi delili ile sabit olması, Muzaffer Tekin'in de
Oktay Yıldırım ile örgütsel bağlantısının da dikkate alarak Osman Yıldırım'ın
"Cumhuriyet Gazetesine atılan bombaların Muzaffer Tekin tarafından Ataşehir
semtindeki toplantıda verildiği'' şeklindeki beyanı dosya kapsamı ve maddi
deliller ile örtüştüğü; Sanık Alparslan Arslan'ın eylemleri gerçekleştirmek için
daha önceden tanıdığı sanık Osman Yıldırım aracılığı ile sanıklar Erhan
Timuroğlu, İsmail Sağır ve Tekin İrşi'yi ayarladığını, türban-başörtüsü gibi
dini değer veya sembollerle herhangi bir işleri olmayan sanıkların, bomba atma
eylemlerinden önce barda toplantı yaptıklarını, daha sonra İstanbul Şişli'de
bulunan Cumhuriyet Gazetesi binasına sanık Osman Yıldırım'ın, Muzaffer Tekin'den
aldığı el bombasını 05.05.2006 tarihinde Tekin İrşi'ye verdiğini, sanık Tekin
İrşi'nin, sanıklar Osman Yıldırım ve Erhan Timuroğlu'dan ayrılarak bombayı
atmasından sonra birlikte kaçtıklarını, 10.05.2006 tarihinde de İsmail Sağır'ın
attığını, bu sırada sanık İsmail'in yanında sanıklar Osman Yıldırım ve Tekin
İrşi'nin olduğunu, sanık Erhan Timuroğlu'nun olay yerinde olduğu; Sanık
Alparslan Arslan'ın, bizzat Muzaffer Tekin'den aldığı el bombasını 11.05.2006
tarihinde yanına sanık İsmail Sağır ve Erhan Timuroğlu olduğu halde Cumhuriyet
Gazetesine atarak patlattığı; Sanıklar Alparslan Arslan, Osman Yıldırım, Erhan
Timuroğlu ve İsmail Sağır'ın Ankara'ya birlikte arabayla geldiklerini,
16.05.2006 tarihinde sanıklar Alparslan Arslan, Erhan Timuroğlu ve İsmail
Sağır'ın araçla Danıştay binası etrafına geldiklerini, sanıklar Erhan Timuroğlu
ve İsmail Sağır'ın arabada beklerken sanık Alparslan Arslan'ın
5. katta bulunan 2. Daire Başkanlığına çıkarak keşif yaptığını, 17.05.2006 günü
saat 09.45 civarında Danıştay binasına gelen sanık Alparslan Arslan'ın,
ruhsatsız silah ile aynı masa etrafında toplantı halinde bulunan 2. Daire Başkan
ve üyelerini bir gazetede yer alan resimlerinden de teşhise çalışarak 10-15
saniye gözetleyip belirledikten sonra öldürmek kastıyla birkaç metre mesafeden
maktul ve mağdurlara ateş ettiğini, bu eylem sonucu yaralanan maktul Mustafa
Yücel Özbilgin'in öldüğü, mağdurlar Mustafa Birden, Ayfer Özdemir, Ayla Günenç
ve Ahmet Çobanoğlu'nun yaralandığını, olay yerinde bir kez tavana muhtemelen
kaçmasını kolaylaştırmak amacıyla korku vermek için ateş eden ve eylem sırasında
herhangi bir söz sarf etmeyen, slogan atmayan sanık Alparslan Arslan'ın,
panikten yararlanıp kaçmak için çıkış noktasına geldiği sırada güvenlik
görevlilerini görmesi üzerine tavana ateş ettiği ancak görevlilerce yakalanarak
etkisiz hale getirildiği; Sanık Alparslan Arslan'ın Cumhuriyet Gazetesine bomba
atılması ve Danıştay'a saldırı eylemlerini belli bir plan dahilinde yürüttüğü,
sanıklar Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır'ı Cumhuriyet Gazetesi
bombalamaları eylemleri karşılığındaki paraları orada vereceğini belirterek
Ankara'ya götürdüğünü; Sanık Alparslan Arslan'ın kendisine Ergenekon Terör
Örgütünce verilen görev ve görevi yerine getirmesi ile önemli yerlere geleceği,
çalışmasına gerek kalmayacağı şekilde maddi rahata kavuşacağı vaadi ile
eylemlere katıldığını, sanıklar Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu, Tekin İrşi ve
İsmail Sağır'ın münhasıran maddi çıkar vaadi ve beklentisi için Cumhuriyet
Gazetesinin bombalanması eylemlerine katıldıkları; Sanık Osman Yıldırım'ın,
Cumhuriyet Gazetesi saldırıları konusunda itibar edilen beyanlarında, kendisinin
Veli Küçük ve Ergenekon Terör Örgütü ile bağlantısını kabul ettiğini, Cumhuriyet
Gazetesi saldırılarının Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'in talimatı ve Muzaffer
Tekin'in verdiği bombalar ile gerçekleştirildiğini beyan ettiği; Danıştay
saldırısının ise, Cumhuriyet Gazetesi saldırılarından hemen sonra olması, her
iki eylemin de aynı amacı gerçekleştirmeye yönelik olması, eylemlerde de aynı
kişilerin istihdam edilmesi hususları birlikte değerlendirerek bu eylemin de
Ergenekon Terör Örgütü Yöneticisi Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'ün talimatı ile
gerçekleştirildiği; Cumhuriyet Gazetesine 3 kez bomba atılması ve akabinde
Danıştay üyeleri'nin heyet halindeyken hedef alınarak bir üyenin öldürülüp,
diğerlerinin öldürülmeye teşebbüs edilmesi bireysel olmadığını, eylemin örgütsel
bir eylem olduğunu, bu eylemlerin dinsel güdülerle değil, Ergenekon Terör
Örgütünün hedeflediği amaç suçların gerçekleşmesi için işlenen eylem olduğunu,
sanık Alparslan Arslan önemli bir Ergenekon Terör Örgütü üyesi olduğunu,
Cumhuriyet Gazetesinin bombalanması eylemlerine katılan sanıklar Erhan
Timuroğlu, İsmail Sağır ve Tekin İrşi'nin Ergenekon Terör Örgütü üyesi olmamakla
birlikte Ergenekon Terör Örgütü adına suç işleyen kişilerden olduğunu,
Cumhuriyet Gazetesinin bombalanması eylemine katılan sanık Osman Yıldırım'ın ise
Ergenekon Terör Örgütünün üyesi olduğu; Bu eylemlerin ve özellikle Danıştay
saldırısının dosyadaki amaç suç olan hükumeti ortadan kaldırmaya veya
görevlerini yapmasını kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs etme suçunun
gerçekleşmesine neden olacak niteliğe sahip olduğunu, ancak sanık Alparslan
Arslan'ın olaydan hemen sonra yakalanması ve soruşturma makamlarının etkin
çalışmalarıyla irtibatlarının hızla ortaya çıkarılmasından dolayı bu eylem
kendisinden beklenen ülkede askeri darbe yapılması sonucunu doğuramadığı; Bu
eylemlerin, süreklilik arzeden ve belli bir zaman diliminde, amaç suçların
gerçekleşebilmesi için işlenen ve dosyadaki sair eylemler ile organik bağı olan
örgütsel nitelikteki eylemlerden olduğu, eylemler öncesi ve işlenmesi
sırasındaki yapılan hazırlıklar ve organizasyon, sonrasında meydana gelen
olaylar ve dezenformasyon faaliyetleri, iddianamelerde sanıklara isnat edilen
suçlar ile Cumhuriyet Gazetesine atılan bombalar ve Danıştay saldırısı
arasındaki ilişki, işlenen suçların sonuç ve etkileri dikkate alındığında
eylemlerin Ergenekon Terör Örgütü mensupları tarafından gerçekleştirildiği;
Ergenekon Terör Örgütünün her iki eylemdeki amacının, TCK'nın 312/1 maddesine
uyan Cebir ve Şiddet Kullanarak Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini Ortadan
Kaldırmaya veya Görevlerini Yapmasını Kısmen veya Tamamen Engellemek olduğu
anlaşıldığından, eylemlere katılan sanıklar her ne kadar örgüt yöneticisi, örgüt
üyesi ve örgüt adına suç işlemek suçlarını işlemiş iseler de eylemlerinin bütün
halinde TCK'nın 312. maddesine uyan suçu oluşturduğu; Gerekçeli kararın
sanıkların bireysel değerlendirmesinin yapıldığı 3. Kitap kısmında ise, Sanık
Alparslan Arslan hakkında, Silahlı terör örgütü üyesi olmak suçu yönünden,
sanığın eylemlerini Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün amaçları doğrultusunda ve
örgüt yöneticilerinden sanıklar Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'ün talimatları ile
yerine getirdiğini, hiyerarşik yapıya dahil olarak eylem yaptığı; Nitelikli
öldürme ve nitelikli öldürmeye teşebbüs suçları yönünden, Danıştay saldırısı
eylemini Ergenekon silahlı terör örgütü adına, örgüt yöneticilerinden Muzaffer
Tekin'in talimatı ile yerine getirdiği; Sanık Osman Yıldırım hakkında, Silahlı
terör örgütü üyesi olmak suçu yönünden, sanığın Ergenekon Silahlı Terör
Örgütünün amaçları doğrultusunda, sanıklar Veli Küçük ve Muzaffer Tekin'in emir
ve talimatları üzerine el bombalarını Cumhuriyet Gazetesine attığını ve diğer
sanıklara attırdığını, sanığın bu eylemlerini Ergenekon Silahlı Terör Örgütünün
amaçları doğrultusunda ve örgüt yöneticilerinden sanıklar Muzaffer Tekin ve Veli
Küçük'ün talimatları ile yerine getirdiğini, hiyerarşik yapıya dahil olup,
sanıklar Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'e bağlı olarak örgütsel faaliyet
yürüttüğünü, bu nedenle sanığın Ergenekon Silahlı Terör Örgütü üyesi olduğu;
Danıştay saldırısı eylemi nedeni ile sanık Osman Yıldırım'ın örgüt içerisindeki
konumu itibariyle sanık Alpaslan Arslan'a emir ve talimat verecek konumda
olmaması, Danıştay saldırısı eyleminde sanık Alpaslan Arslan'ı azmettirdiği veya
eyleme bizzat iştirak ettiği yönünde delil bulunmaması, olay günü olay yerinde
olmaması hususları, sanığın kendi beyanı ve dıger sanıkların beyanları ile tüm
dosya kapsamı birlikte değerlendirerek suçun işlenmesi sırasında sanığın yardım
ettiğine dair her türlü şüpheden uzak, mahkumiyetine yeterli, kesin ve
inandırıcı delil elde edilemediğinden, sanığın atılı suçları işlediği sabit
olmadığı; Sanıklar Erhan Timuroğlu ile sanık İsmail Sağır hakkında, TCK'nın 312.
maddedeki suç yönünden, sanıkların, örgüt yöneticilerinden sanıklar Muzaffer
Tekin ve Veli Küçük'ün talimatı ile sanık Alpaslan Arslan tarafından Cumhuriyet
Gazetesine el bombası atılması eylemine katıldıklarını, eylemde bombanın
insanların bulunduğu bir ortama atılarak kişilerin hayati tehlikeye
düşürülmesine sebep oldukları, sanıklar bizzat bombayı atmasalar da, asıl
bombayı atan Alpaslan Arslan'ın yanında bulunup suçun işlenmesini
kolaylaştırarak suça iştirak ettikleri, bu nedenlerle de asli fail gibi
olmasalar da suçun işlenişine yardım eden olarak cezalandırılmaları gerektiği;
Silahlı terör örgütü üyesi olmak suçu yönünden, sanıkların, hiyerarşik yapıya
dahil olmadan, sanıklar Osman Yıldırım ve Alpaslan Arslan'a bağlı olarak hareket
ettikleri, bu nedenle sanıkların Ergenekon Silahlı Terör Örgütü üyesi olmamakla
birlikte örgüt adına suç işledikleri; Mala zarar verme suçu yönünden, sanıkların
iştiraki ile sanık Alpaslan Arslan tarafından 11.05.2006 tarihinde atılan el
bombasının patladığını, bu olay sırasında Cumhuriyet Gazetesinin binasında zarar
meydana geldiğinden sanıklar Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır'ın asıl failin
yanında bulunmak ve suçun işlenişini kolaylaştırmak suretiyle üzerilerine atılı
mala zarar verme suçunu işledikleri; Danıştay saldırısı nedeniyle sanıklar Erhan
Timuroğlu, İsmail Sağır'ın konumları itibariyle sanık Alpaslan Arslan'a emir ve
talimat verecek konumda olmamaları, Danıştay saldırısı eyleminde sanık Alpaslan
Arslan'ı azmettirdikleri veya eyleme bizzat iştirak ettikleri yönünde delil
bulunmaması, olay günü olay yerinde olmamaları, olaydan bir gün önce sanık
Alpaslan Arslan ile birlikte Danıştay binası yakınına gitmiş ise de arabada
beklemek suretiyle yapılan keşif işlemine katılmamaları
hususlarını, sanıkların beyanları ve diğer sanıkların beyanları ile tüm dosya
kapsamı birlikte değerlendirerek suçun işlenmesi sırasında sanıkların yardım
ettiklerine dair her türlü şüpheden uzak, mahkumiyetine yeterli, kesin ve
inandırıcı delil elde edilemediği bu nedenle sanıkların atılı suçları
işlemedikleri; Sanık Muzaffer Tekin hakkında, Danıştay saldırısı yönünden, sanık
Alparslan Arslan'ın bu
Danıştay saldırısı yönünden, sanık Alparslan Arslan'ın bu eylemi, Ergenekon
Silahlı Terör Örgütü adına, örgüt yöneticilerinden sanıklar Veli Küçük ve
Muzaffer Tekin'in talimatı ile yerine getirdiği, Mahkeme tarafından kabul
edilmiştir. Mahkemenin Kabulüne Göre Sanıkların Suça İştirakleri ve
Sorumluluklarının Tespiti Suça İştirak: 5237 sayılı Türk Ceza Kanununda asli
iştirak/fer'i iştirak ayrımı kaldırılmıştır. Yasa gerekçesinde belirtildiği
üzere mülga 765 sayılı TCK'da kabul edilen sistemin en önemli sakıncası, kişinin
suçun işlenişine katkısının, gerçekleştirilen suçun bütünlüğü içerisinde değil,
ondan bağımsız olarak ele alınmasıdır. Bu nedenle 765 sayılı Yasanın yürürlükte
olduğu dönemde uygulanan sistemde, suçun işlenişine iştirak eden kişilerin çoğu
zaman asli fail olarak mı yoksa fer'i fail olarak mı sorumlu tutulacakları
duraksamaya yer vermeyecek biçimde saptanamamaktadır. Yine gerekçede ifade
edildiği gibi, Hükümet Tasarısı'nda da benimsenen asli iştirak, fer'i iştirak
ayrımının adil ve eşit olmayan bir cezalandırmayı sonuçlaması ve uygulamada
zorluk ve duraksamalara neden olması dolayısıyla, bu ayrımı esas alan düzenleme
tasarıdan çıkarılmıştır. Yeni yapılan düzenlemeyle, iştirak şekilleri fiilin
işlenişi üzerinde kurulan hakimiyet ölçü alınarak belirlenecektir. Bu sistemde
birer sorumluluk statüsü olarak öngörülen iştirak şekilleri ise, faillik,
azmettirme ve yardım etmeden ibarettir. Yeni yasada, iştirak halinde faillik ve
şeriklik söz konusudur. Şeriklik de azmettiren ve yardım eden olarak ikiye
ayrılmaktadır. Böylece 765 sayılı Yasada asli manevi fail sayılan azmettiren,
5237 sayılı Yasada fail olarak kabul edilmeyip, şerikler arasında sayılmıştır.
Bir suçun işlenmesinde asıl sorumluluk faillere aittir, şerikler ise
40. maddede yer alan bağlılık kuralı gereğince sorumlu tutulabilmektedirler.
Yasa koyucunun 37. maddenin 1. fıkrasındaki “suçun kanuni tanımında yer alan
fiili birlikte gerçekleştiren kişilerden her biri, fail olarak sorumlu olur”
ifadesiyle faillik kavramının kapsamını oldukça geniş tuttuğunu söyleyebiliriz.
Bu durumda, suçun işlenmesini sağlayan hareket üzerinde hakimiyet kuran herkes
fail sayılabilecektir. Hareket üzerinde hakimiyet kurmak, birlikte irtikap etme
şeklinde gerçekleşebileceği gibi, zımni veya açık bir iş bölümüne dayalı olarak
hareketi birlikte gerçekleştirmeyi de kapsayabilir. Öyle ki, bu anlamda suçu
sonuçlayan hareketi yapmayan fakat bir başkasının bu hareketi yapması için
gerekli ortamı hazırlayanlardan her birisi de fail sayılabilecektir. Buradan
çıkartabileceğimiz netice, suçun işlenmesi sırasında mağdura yönelik olarak
yapılacak hareketlerin çoğu kez yardım etme olarak değil, faillik olarak
değerlendirileceği yönünde olacaktır. Ancak, bu ifadeden yardım etmenin sadece
suçun işlenmesinden önce veya sonra mümkün olabileceği sonucunun da
çıkartılmaması gerekir. Zira, yardım etme her aşamada mümkün olabilecek fakat
daha çok suçun işlenmesinden önceki ve sonraki hareketler yardım etme olarak
değerlendirilebilecektir. Olayımız açısından çözülmesi gereken sorun, nitelikli
öldürme suçuna katılıp katılmadığına ve katıldı ise iştirak düzeyinin
belirlenmesine yöneliktir. Kast insanın iç dünyası ile ilgili bir kavram olup,
kastın açıkça ifade edilmediği durumlarda, iç dünyaya ait bu olgunun dış dünyaya
yansıyan davranışlara bakılarak belirlenmesi yoluna gidilmektedir. Kişinin
eyleminin, bir suça katılma aşamasına ulaşıp ulaşmadığı, ulaşmışsa da suça
katılma düzeyinin saptanması için, eylemin bir evresindeki durumun değil,
eylemin yapılması için verilen kararın, bu kararın icra ediliş biçiminin olay
öncesi, sırası ve sonraki davranışların da dikkate alınıp, tüm kanıtların
birlikte değerlendirilmesi gerekir. Çünkü suç kastının mutlaka belli bir aşamada
oluşması gerekmediği gibi, iştirak iradesinin de suç tamamlanıncaya kadar her
aşamada oluşması mümkündür. Bu açıklamalar doğrultusunda dosya kapsamı ile
mahkeme kabulünden eylemin silahlı bir örgütün amaç ve talimatı doğrultusunda
işlendiğinin kabul edilmesinden veya kabul edilmemesinden bağımsız olarak araç
suçlar bakımından , sanık Alparslan Arslan'ın, sanık Osman Yıldırım aracılığı
ile sanıklar Erhan Timuroğlu, İsmail Sağır ve Tekin İrşi'yi ayarladığı,
sanıkların toplanıp karar almalarından sonra Cumhuriyet Gazetesine yönelik
eylemleri gerçekleştirdikleri, daha sonra Danıştay saldırısı eylemi için sanık
Tekin İrşi'yi İstanbul'da bırakarak Ankara'ya
aynı araçla geldikleri, 16.05.2006 tarihinde sanık Alparslan Arslan'ın, sanıklar
Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır'la birlikte keşif amacıyla Danıştay yakınına
geldikleri, sanık Alparslan Arslan'ın diğer sanıkları Danıştay'ın hemen
arkasında bulunan Necatibey Caddesi'nde araçta bırakarak Danıştay binasına
geçtiği, olay mahallini gezdiği, daha sonra sanıklar Alparslan Arslan, Erhan
Timuroğlu, İsmail Sağır ve Osman Yıldırım'ın biraraya gelerek konuyu
tartıştıkları, toplantıdan sonra bir arada Ankara'da otelde kaldıkları, ertesi
sabah sanık Alparslan Arslan'ın Danıştay binasında müzakere salonunda heyet
halinde çalışan maktul ve mağdurlara tabanca ile ateş ederek nitelikli öldürme
ve öldürmeye teşebbüs eylemi gerçekleştirdiği, olay yerinden kaçarken
yakalandığı, sanık Osman Yıldırım'ın ise sanıklar Erhan Timuroğlu ve İsmail
Sağır'ı Terminale götürerek otobüsle İstanbul'a gönderdikten sonra otogardan
ayrıldığı, bilahare sanıkların yakalandıkları anlaşılmıştır.
Kabul ve uygulamaya göre, A-) Mahkeme tarafından, Ergenekon Terör Örgütü
yöneticileri olduğunu kabul ettiği kişilerin İstanbul ili Ataşehir ilçesinde
yapılan bir toplantıda örgüt üyesi sanıklar Alparslan Arslan ve Osman Yıldırım'a
verildiği kabul edilen bombaların Cumhuriyet Gazetesine atılmasını örgütsel
eylem olarak değerlendirildiği, örgüt yöneticilerinin talimatıyla
gerçekleştirilen Danıştay saldırısında aynı ekibin kullanıldığı, önemli bir
örgüt üyesi olan Alparslan Arslan'ın, sürekli yanında bulunan ve örgütsel
toplantılara birlikte katılan örgüt üyesi sanık Osman Yıldırım ile Erhan
halde, sanıklar Osman Yıldırım, Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır'ın örgütsel
eylemden vazgeçtiklerine veya eylemlerinden gönüllü vazgeçerek, asli fail olan
Alparslan'ın eylemden vazgeçmesi için ellerinden gelen bütün gayreti
göstermelerine rağmen eylemi engelleyemediklerine (TCK'nın 41.m.) dair mahkemece
tespit edilmiş bir durum bulunmamasına rağmen, eylem öncesi suç işleme kararını
kuvvetlendirme, suç işleme sırasında yakınında bulunarak manevi destek olmak
şeklindeki davranışların, sanık Alparslan’ın fail olarak gerçekleştirdiği
nitelikli öldürme ve nitelikli öldürmeye teşebbüs fillerine yardım suçunu
oluşturacağı gözetilmeksizin, yasal olmayan gerekçelerle sanıkların beraatlerine
karar verilmesi; B-) Danıştay saldırısı eyleminin Ergenekon Terör Örgütü
Yöneticisi Muzaffer Tekin ve Veli Küçük'ün talimatı ile gerçekleştirildiği kabul
edildiği halde, sanık Alparslan Arslan ve Muzaffer Tekin'in bireysel
durumlarının değerlendirilmesi bölümlerinde nitelikli öldürme ve nitelikli
öldürmeye teşebbüs suçları yönünden, Danıştay saldırısı eylemini Ergenekon
silahlı terör örgütü adına örgüt yöneticilerinden Muzaffer Tekin'in talimatı ile
yerine getirdiği şeklinde tespit yapılması suretiyle çelişkiye düşülerek karar
verilmesi; C-) Amaç suç niteliğinde bulunan TCK'nın 312. maddesinde düzenlenen
Türkiye Cumhuriyeti Hükümetini ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını
kısmen veya tamamen engellemeye teşebbüs suçunu gerçekleştirmek amacı ile
vahamet arz eden eyleme herhangi bir şekilde iştirak edenlerin, amaç suç
bakımından sorumluluk statüleri faillik niteliğinde olduğu gözetilmeksizin,
olayda tatbiki mümkün olmayan, ancak koşulları oluştuğu takdirde araç suçlara
uygulama olanağı olan TCK'nın 39. maddesine göre indirim yapılarak sanıklar
Erhan Timuroğlu ve İsmail Sağır'ın eksik ceza ile cezalandırılması, Yasaya
aykırıdır.
XII-EKSİK SORUŞTURMA NEDENLERİ 1-Sanık Mustafa Dönmez hakkında, a)Şehit Üsteğmen
Hasan Kışlası Lojmanları adresinde yapılan aramada el konulan 61 numaralı ajanda
içinde yer aldığı iddia ve kabul edilen kroki ve uydu görüntülerinin basılı
olduğu (2) adet A/4 kağıdında yer alan yazıların kendisine ait olmadığı
yolundaki savunması karşısında; anılan kroki ile (2) adet A/4 kağıdında yer alan
yazıların sanığa ait olup olmadığı hususunda Adli Tıp Kurumundan rapor alınıp,
tüm kanıtlar birlikte değerlendirilerek sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve
takdiri gerektiği gözetilmeden eksik araştırma sonucu kroki yönünden İstanbul
Kriminal Polis Laboratuvarının 22.01.2009 tarihli raporu ile yetinilerek ve (2)
adet A4 kağıdında yer alan yazılar yönünden ise bu hususta hiçbir araştırma
yaptırılmaması; b)Sanık hakkında Genelkurmay Askeri Mahkemesi'nde askeri eşyayı
gizleme suçundan açılan kamu davasının akıbetinin araştırılması, karara çıkmış
olması halinde ise kararın onaylı bir örneğinin bu dosya içerisine alındıktan
sonra sanığın hukuki durumunun tayin ve takdirinin gerekmesi; c)Maddi gerçeğin
kuşkuya yer bırakmayacak şekilde ortaya konulması bakımından, sanığın aramalarda
ele geçen aynı sis kutusunun Gölbaşı'nda, Zir Vadisi'nde ve Poyrazköy'de yapılan
aramalarda ele geçirildiğini savunmasında iddia malzemelerin başka bir
soruşturmanın konusu olmaları ve mahkemenin görevi kapsamında bulunmadığından
incelenmediği belirtilerek yetersiz gerekçe ve eksik araştırma ile yazılı
şekilde sanık hakkında mahkumiyet hükmü kurulması; 2-Bir kısım sanıklar ve
müdafilerinin aramada ele geçen delillere kolluk görevlilerince sayı ve içerik
itibariyle ilave yapıldığının ileri sürülmesi karşısında; mahkemece bu hususta
ayrıntılı araştırma yapılmadan karar verilmesi; 3-Sanık İhsan Göktaş hakkında
TCK'nın 314/2. maddesi uyarınca verilen mahkumiyet hükmünün incelenmesinde,
29/05/2008 tarihli inceleme değerlendirme raporunda (2 nolu delil) telefon
hafıza kartı, bilgisayar inceleme raporunda ise medion marka pocket pc'den çıkan
hafıza kartı olarak kabul edilen dijital delilin, arama işleminde bulunduğuna
dair 24/01/2008 tarihli arama tutanağında herhangi bir ibare olmadığı; bahse
konu inceleme değerlendirme raporunun incelenmesinde, mezkur hafıza kartında
25/01/2008 günü 06:00-06:04 saatleri arasında oluşturulmuş 8 adet dijital
dosyanın mevcut olduğu tespit edilmiş, arama işleminin ise arama tutanağında
belirtildiği üzere 24/01/2008 günü saat 23:00'da tamamlandığı da gözetilerek;
a-Hafıza kartının sanık hakkında yapılan arama işleminden elde edilip
edilmediğinin araştırılması;
sanığın hukuki durumunun belirlenmesi ve delile el konulma tarihinden sonra
hukuka aykırı bir müdahalede bulunulduğu tespit edilmesi halinde, ilgililer
hakkında suç duyurusunda bulunulması gerekirken eksik inceleme ile karar
verilmesi; 4-Sanık Nusret Senem'in evinde yapılan aramada elde edildiği
belirtilen Başbakanlık MİT Müsteşarlığının "Çok Gizli" ibareli ve Susurluk
Raporu olarak tabir edilen evrak ile ilgili olarak, sanığın bu belgeyi avukatlık
mesleğini yürütmesinden dolayı vekili olduğu bir dava dosyasından temin ettiğine
dair savunmasının araştırılması gerektiği gözetilmeden mahkumiyet hükmü
kurulması; 5-İşçi Partisi Genel Merkezi, Ulusal Kanal ve Aydınlık Dergisinin Eti
Mahallesi Toros Sokak No:9 Maltepe Ankara adresinde 21/03/2008 günü yapılan
aramada, a) CMK’nın 119. ve Adli ve Önleme Aramaları Yönetmeliği’nin
11. maddesinde arama işlemini yapanların adı, soyadı, sicili ve unvanının arama
tutanağına yazılacağının ve imzalarının alınacağının belirtilmiş olması
karşısında; arama mahalline tutanakta imzası bulunanların dışında ve çok sayıda
kolluk görevlisinin girerek aramaya katıldığı; kolluk görevlilerinin bir çok
bağımsız bölüme avukatlar ve ilgililerin yokluğunda girerek arama faaliyetinde
bulundukları; arama tutanağının 3. sayfasında yazılı, girişin karşısındaki
sekreter odasının sağ tarafındaki masanın etajerinde bulunduğu yazılan
materyallerin, avukatların yokluğunda, kollukça bulunduğu iddiaları karşısında
söz konusu iddiaların arama işlemine katılanların dinlenilmesi ve Ankara 24.
Asliye Ceza Mahkemesi'nin 2010/318 esas sayılı dosyası getirtilip incelenmek
suretiyle araştırılarak sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri
gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi; b)
Aramada ele geçtiği iddia edilen Elba High Quality marka CD içerisinde
Cumhuriyet savcılığınca yaptırılan incelemede, CD'de bulunan “Yargı-Nusret
Senemden” klasörü içinde Yargıtay binası krokisi ve bu krokinin açılımına dair
bir metin belgesi bulunduğu yerel mahkeme tarafından kabul edilmiş olup;
sanıkların, bu CD’nin aramada bulunmadığı, CD içindeki klasörlerle bir
ilgilerinin olmadığı, kroki ve krokinin açılımı belgesinin 24.03.2008 tarihli
Taraf Gazetesi nüshasında yayınlandığı ve bu yayında yer alan belgenin
büyütülerek incelenmesinde 13.03.2008 tarihinde, yani İşçi Partisi aramasından 8
gün önce, Taraf Gazetesi'nin Ankara-İstanbul büroları arasında fakslandığının
anlaşıldığı hususundaki iddialar karşısında, söz konusu iddiaların
araştırılarak, bu iddialar ile ilgili Taraf Gazetesi yetkilileri hakkında bir
soruşturma yapılıp yapılmadığının, kamu davası açılıp açılmadığının tespiti ile
kamu davası açılmış ise bu dosyanın celbedilerek incelenmesi; Aynı CD içerisinde
yer alan ve Nusret Senem tarafından oluşturulduğu mahkemece kabul edilen "Liman
Lokantası Yemeği" belgesinde, yemeğe sanık Ergun Poyraz'ın da katılacağı yazılı
ise de belgenin oluşturulma tarihi olan 02/01/2008 tarihinde sanık Ergün
Poyraz'ın cezaevinde tutuklu olduğu ve bu sebeple söz konusu belgenin de gerçek
dışı olduğu hususundaki sanık savunmasının araştırılması ve sonucuna göre
sanıkların hukuki durumunun tayin ve takdiri gerektiği gözetilmeden eksik
araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi; 6-Sanık Hayati Özcan'ın ev ve iş
yeri aramasında ele geçirildiği iddia edilen 13 ve 55 nolu CD’lerde yer alan
çeşitli klasörlerde İzmir Şirinyer’de bulunan Vecihi Akıncı Kışlası NATO üssüne
ait fotoğraflar, krokiler, personele ait kimlik örneklerinin bulunması ile
ilgili olarak; MİT Müsteşarlığı’nın 30.12.2008 tarihli ve 497 sayılı cevabi
yazısında: Güneydoğu Anadolu Bölgesi kırsalında öldürülen bir teröristin
üzerinde bulunan belgeler arasında İzmir NATO üssüne yönelik eylem planlarına
rastlandığı, İşçi Partisi’nin NATO’ya yönelik olarak planlanan eylemle
ilişkilendirilmeye çalışılmasının dezenformasyon amaçlı bir yönlendirme
faaliyeti olabileceğinin belirtilmesi karşısında, sanıktan dijital olarak ele
geçirildiği iddia olunan NATO Üssü belgeleriyle, MİT yazısında belirtilen
teröristten elde edilen eylem planının aynı olup olmadığının, yine yazıda
belirtildiği gibi bu olayın İşçi Partisi’ne yönelik bir dezenformasyon faaliyeti
olup olmadığının araştırılarak sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve takdiri
gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde karar verilmesi;
7-Dosya arasında bir örneği bulunan ve sanık Erkut Ersoy hakkında olduğu
anlaşılan Dr. Tandoğan Tokgöz Düzce Devlet Hastanesinin 28/02/2006 gün ve 226
sayılı sağlık kurulu raporunda, sanığa "paranoid psikoz (tedavi ile çalışma
olanağı yok)" teşhisi konulduğu ve tüm dosyanın tetkikinde sanığın suç tarihinde
veya yargılama sırasında cezai ehliyetinin bulunup bulunmadığı hususunda bir
rapor aldırılıp aldırılmadığının tespit edilememesi karşısında, sanığın Adli Tıp
Kurumu ilgili ihtisas dairesine sevkinin yapılarak cezai ehliyetinin bulunup
bulunmadığı hususunda rapor aldırılıp sonucuna göre hukuki durumunun tayin ve
takdiri gerektiği gözetilmeden eksik araştırma ile yazılı şekilde karar
verilmesi; 8-Soruşturma aşamasında Muzaffer Tekin'in avukatlığını yapan sanık
Kemal Kerinçsiz'in aramalarında elde edilen ve TCK'nın 334. maddesi uyarınca
sanık hakkında verilen mahkumiyet kararına delil olarak kabul edilen belgelerle
ilgili olarak; sanık Kemal Kerinçsiz'in, diğer sanıklardan Aydın Yüksek'in
bürosuna hukuki yardım için geldiğinde yanında getirdiği CD içerisinde bu
belgelerin olduğu, müvekkili olan Muzafffer Tekin için de delil kabul edilen bu
belgelerin çıktısını savunma amacıyla aldığı, belgelerin avukatlık faaliyet ve
savunma hakkı kapsamında kendisinde bulunduğuna yönelik savunması karşısında,
sanık Aydın Yüksek'in bu savunmayı doğrular nitelikteki beyanları da gözetilerek
sanığın savunmasının doğruluğu araştırılmaksızın eksik araştırma ile mahkumiyet
hükmü kurulması; 9-Sanık İbrahim Şahin'in İstanbul'daki ikametinden ele
geçirilen ve örgütün eylem planları olduğu kabul edilen "tedhiş planı"
belgelerinde yer alan eylem planlarının hayatın olağan akışına uygun olup
olmadığı, yazılı olduğu şekilde bir eylemin gerçekleştirilip
gerçekleştirilemeyeceği hususunda belgelerde geçen yerlerde keşif yapılmadan, bu
konuda bilirkişi incelemesi Komutanlığına yapılan ihbarda verilen bilgiler
üzerine; Ümraniye Çakmak Mahallesi Muhtarlığı’nın önündeki tek katlı binanın
(önünde büfe var) çatısında elektrik direğinin yanında el bombası ve C-4
patlayıcı madde bulunduğunun belirtildiği ve bunun üzerine Trabzon İl Jandarma
Alay Komutanlığı’nca ihbar bildirim formunun düzenlendiği, bu bildirim formunda
ihbar saatinin 12:55, bildirimin saatinin
12:57 olarak belirtildiği, İstanbul’da düzenlenen ihbar kayıt formunda ise
ihbarın 12:40 da bildirildiğinin belirtilmesi karşısında, ihbar saati
hususundaki çelişki giderilmeksizin eksik araştırma ile hüküm kurulması;
11-Sanık Kemal Şahin’in, sanık İsmail Yıldız’a gönderdiği özgeçmiş raporunun
örgüt belgelerine esas alınmasına rağmen, özgeçmişin doğruluğuna ilişkin bir
araştırma yapılmadan hüküm kurulması; 12-Sanık Ali Yasak’ın silahlı terör örgütü
üyeliğine delil olarak kabul edilen ve Hanefi Avcı’dan ele geçtiği belirtilen
ses kasetlerinin hukuka uygun şekilde elde edilip edilmediği ilişkin bir
araştırma yapılmadan hükme esas alınması; 13-Sanıklar Aydın Yüksek ve Levent
Ersöz hakkında 5237 sayılı TCK’nın 204/1. maddesi uyarınca karar verilirken,
sahte olduğu kabul edilen belgelere ilişkin yeterli araştırma yapılmaksızın
mahkumiyet hükmü kurulması; 14-Sanık Doğu Perinçek’e ait olduğu belirtilen
Ergenekon belgesine ilişkin olarak dinlenilen tanık Aslı Aydıntaşbaş’ın, sanık
lehine olan beyanları, dikkate alınmadan ve bu husus karar yerinde
tartışılmadan, sanığın mahkumiyetine karar verilmesi; 15-Sanık Veli Küçük
müdafiinin; sanığın Ataşehir’de yapıldığı iddia edilen toplantıya katılmadığını
savunması, toplantı tarihinde sanığın cep telefonu baz istasyonu kayıtlarının
getirtilerek incelenmesini talep etmesi ve HTS kayıtlarındaki görüşme sayılarına
itiraz etmesi karşısında, bu hususlarda araştırma yapılmaksızın; Sanık Veli
Küçük'ten ele geçirilen belgelerle ilgili alınan kriminal raporlarına itiraz
edilmesi ve Adli Tıp Kurumundan rapor aldırılması talebi bulunmasına rağmen, bu
yöndeki talebin hangi sebeple yerinde görülmediği, polis kriminal raporu ile
neden yetinildiği tatmin edici bir şekilde ortaya konulmaksızın karar verilmesi;
16-Tanık Talip Doğan Karlıbel'in soruşturma aşamasında verdiği beyanları ile
mahkeme aşamasında verdiği beyanların doğruluğu araştırılmaksızın hüküm
kurulması;
17-Sanık Emin Gürses'in gözaltındayken nezarethanede yazdığını beyan ettiği
örgütsel şemanın ne şekilde ve ne zaman alındığı hususunda araştırma
yapılmaksızın karar verilmesi; 18-Genelkurmay Başkanlığı tarafından yerel
mahkemeye gönderilen 22 Haziran 2012 tarih ADMÜŞ:9140-653-12/M.O.A sayılı
Danıştay olayı ile ilgili oluşturulan şemaya ilişkin yazı içeriğinin, örgütün
varlığı ve eylemin sorumluların tespiti açısından delil olarak kullanmış olması
karşısında, bir kısım sanık ve müdafiilerinin, belgenin içeriğinin resmi yazı
formatı dışında şüphe doğurucu nitelikte olduğu gerekçesiyle belge içeriğine
itiraz etmelerine karşın bu iddianın doğru olup olmadığı araştırılmaksızın hüküm
kurulması; 19-Yargılama sürecinde gerek kolluğa gerekse soruşturma ve kovuşturma
makamlarına yargılama konusu olaylarla ilgili olarak çok sayıda isim içeren ve
içermeyen ihbar mektuplarının gönderildiği anlaşılmakla anılan ihbarların kim ya
da kimler tarafından yapıldığı yönünde herhangi bir araştırmaya gidilmemesi,
suretiyle eksik soruşturma sonucu hüküm kurulması, Yasaya aykırıdır.
XIII-GENEL BOZMALAR 1-Hüküm kurulduğu sırada kazanılmış hakkın gözetilmediği;
Sanık Alparslan Arslan hakkında 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan kurulan
Ankara 11. Ağır Ceza Mahkemesinin 13.02.2008 tarih ve 2006/158 esas, 2008/45
karar sayılı hükmün sanık müdafii tarafından temyizi üzerine Yargıtay 9. Ceza
Dairesinin 16.12.2008 tarih ve 2008/14884 esas, 2008/13337 karar ilamı ile
bozulduğu, aleyhe temyiz olmadığı, bozulan hükümde 6136 sayılı Kanun muhalefet
suçundan 2 yıl hapis ve 450,00-TL adli para cezası ile cezalandırıldığı,
sanıklar Kenan Özay ve Selçuk Özkan hakkında Üsküdar 5. Asliye Ceza
Mahkemesi’nin 13.07.2007 tarih 2006/820 esas 2007/363 karar sayılı hükmün, sanık
Kenan Özay müdafii ile sanık Selçuk Özkan müdafii tarafından temyiz edildiği,
Yargıtay 8. Ceza Dairesinin 25.12.2008 tarih 2008/8280-14870 sayılı ilamı ile
hükümlerin bozulmasına karar verildiği, 6136 sayılı Kanun'a muhalefet suçundan
sanıklara verilen ''2 yıl hapis ve 450-TL adli para cezası'' şeklindeki sonuç
cezanın, aleyhe temyiz bulunmaması nedeniyle 1412 sayılı CMUK'nın 326/son
maddesi uyarınca cezanın kazanılmış hak oluşturduğunun gözetilmemesi; 2-Mahkeme
heyeti tarafından imzalanan duruşma tutanağında geçen ''deve'' kelimesinin,
gerekçeli kararın 2. Kitap A bölümün 801 sayfasında bulunan 1137 nolu dipnotunda
''bu kelimenin edep olduğunu mahkememiz işitmiştir'' şeklinde değerlendirdiği,
talep üzerine duruşma tutanaklarında düzeltmeler yapıldığı halde bazı
düzeltmelerin kimin tarafından yapıldığı belirtilmeden paraf atıldığı;
./.. 21.06.2013 tarihli oturuma ilişkin tutanağın incelenmesinde, yapılan
yoklamaya göre duruşma salonunda olmaması gereken sanık Mehmet Bora Perinçek'e
son sözleri sorularak savunması alındığı, yine duruşma tutanağındaki yoklamaya
göre duruşma salonunda olması gereken sanık Ergün Poyraz'a son sözünün
sorulmadığı anlaşılmakla, Yargıtay denetimine olanak verecek şekilde duruşmanın
görüntü kaydının çözülerek duruşma tutanağına çevrilmesi sırasında CMK'nın 219
ve 221. maddelerine aykırı davranılması; 3-Sanık Dursun Çiçek müdafiinin
hükümden sonra temyiz aşamasında Dairemize sunduğu dilekçe ekinde, İstanbul
Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Soruşturma Bürosu'nun
2014/116784 Soruşturma sayılı dosyasında mevcut bulunan 3 kişilik adli tıp
uzmanı bilirkişi tarafından tanzim edilen belge inceleme raporunda “irtica ile
mücadele eylem planı” başlıklı dokümandaki “sanık Dursun Çiçek'e atfen atılan
imzanın basit tersimli ve taklidinin nispeten kolay oluşu nedeniyle zayıf
ihtimalle Dursun Çiçek'in eli ürünü olabileceği, ancak bunun kesin olarak
belirlenemediği”nin tespiti karşısında ilgili soruşturma evrakı ve bahse konu
rapor mahkemeye celp edilip incelenerek bu konuda alınmış diğer raporlarla
birlikte değerlendirilip belgedeki imzanın sanığın eli ürünü olup olmadığı kesin
olarak tespit edildikten sonra hukuki durumunun buna göre tayininin gerektiğinin
düşünülmemesi; 4-Bölge Adliye ve Adli Yargı İlk Derece Mahkemeleri İle
Cumhuriyet Başsavcılıkları İdari ve Yazı İşleri Hizmetlerinin Yürütülmesine Dair
Yönetmelik'in 139/n maddesi uyarınca değişik işler kaydı tutulması gerekir.
Yönetmeliğin 156 maddesine göre değişik işler kaydı; "(1) diğer kayıtlara
işlenmesi gerekmeyen; idari yaptırım kararlarına karşı yapılan başvurular,
arama, el koyma, gözlem altına alma, iletişimin tespiti, dinlenilmesi, kayda
alınması, gizli soruşturma için görevlendirilmesi, teknik araçlarla izlemek gibi
karar ve işlemler ile 5271 sayılı Kanun'un 205'inci maddesi uyarınca verilen
tutuklama kararlarının safahatının işlendiği kayıttır. (2) Bu kayıt; sıra
numarası, şüpheli veya kabahatlinin kimlik bilgileri, mahkeme esas numarası,
talep eden, talep ve tarihi, karar ve tarihi, merciine gönderildiği tarih ile
düşünceler sütunlarından oluşur." UYAP üzerinden gönderilemeyen evrakın ilgili
kişi ya da mercine gönderildiği tarihinin tespiti için ayrıca yönetmeliğin 158.
maddesine göre zimmet kaydı da tutulması gerekmektedir. Yönetmeliğin, değişik
işler kaydının yazılması gereken koruma tedbirlerinin sonradan düzenlendiği,
değiştirildiği yönündeki iddiaların bertaraf edilmesi, kararın verilme tarihinin
kuşkudan uzak şekilde belirlenmesi yönünden gerekli denetimin yapılmasına
yönelik olduğu dikkate alınmadan, diğer koruma tedbirleri yanında iletişim
tespiti kararlarının da hiçbirisinin bu kayda geçirilmesi söz konusu olmadığı
gibi sıra numarasının da yazılmaması; 5-Dosyadaki dijital verilerin
incelenmesinde genellikle bilirkişi olarak aynı kişi ya da kişilerin
görevlendirilmesi ve bu bilirkişilerin raporlarına karşı etkin bir itiraz
yolunun kullandırılmaması; 6-Kabule göre; a)Sanıklar Alparslan Arslan, Erhan
Timuroğlu, İsmail Sağır ve Veli Küçük hakkında mala zarar verme suçundan kurulan
hükümler yönünden, Hüküm tarihinden sonra 28.06.2014 tarihinde yürürlüğe giren
6545 sayılı Kanun'un 65. maddesiyle TCK'nın 152. maddesinin
2. fıkrasında yapılan değişiklik karşısında, mala zarar verme suçu bakımından
sanıkların hukukî durumunun yeniden takdir ve tayininde zorunluluk bulunması;
b)Adli sicil kaydına göre tekerrüre esas geçmiş hükümlülüğü bulunmayan ve terör
örgütüne yardım ettiği kabul edilen sanıklar Ferda Paksüt, Murat Uslukılıç,
Orhan Güçlü, Hüdayi Ünlüer, Hüseyin Nazlıkul ve Mahir Akkar hakkında örgüt
mensupları hakkında uygulanması mümkün bulunan TCK'nın 58/9. maddesinin
uygulanması; c)Sanık Sinan Aydın Aygün hakkında 765 sayılı TCK'nın lehe olduğu
kabul edilerek uygulama yapıldığına göre, anılan Kanun'un bir bütün halinde
uygulanması gerektiği gözetilmeden 5252 sayılı Kanun'un 9. maddesine aykırı
olarak müsadere kararı verilirken 5237 sayılı TCK'nın 55/1. maddesinin
uygulanması; d)Sanıklar Gürbüz Çapan, Hüdayi Ünlüer ve Mahir Akkar hakkında
eylemlerinin silahlı terör örgütüne yardım etme kapsamında kaldığı kabul
edilmesine karşın 6136 sayılı Kanuna aykırılık suçundan hüküm kurulurken suçun
ne suretle örgüt faaliyeti kapsamında işlendiği de gösterilmeksizin hükmolunan
cezadan 3713 sayılı TMK'nın 5. maddesi uyarınca artırım yapılması; e)Sanık
Mustafa Hüseyin Buzoğlu hakkında hüküm açıklama tutanağında devletin güvenliğine
ilişkin bilgileri temin etme suçundan TCK'nın 327. maddesinden mahkumiyet hükmü
kurulurken TCK'nın 62. maddesinin uygulanmasına yer olmadığına karar verildiği
halde, gerekçeli kararda anılan mahkumiyet yönünden TCK'nın 62. maddesi uyarınca
cezada indirim yapıldığının belirtilmesi suretiyle hükmün karıştırılması; usul
ve yasaya aykırı olup, f)Hükümden sonra, Gölcük Donanma Komutanlığında yapılan
aramada ele geçen 5 nolu harddisk, 11 nolu cd ve diğer dijital verilere ilişkin
İstanbul Anadolu 4. Ağır Ceza Mahkemesi'nin 2014/188 esas, 2015/143 karar sayılı
dosyasında alınan tüm bilirkişi raporlarının getirtilip incelenerek ve
denetimine olanak verecek şekilde dosya içine alındıktan sonra, gerektiğinde
konusunda uzman bilirkişi heyeti marifetiyle yeniden inceleme yaptırılmasında
zorunluluk bulunması, bozmayı gerektirmiştir.
XIV-EMANET/MÜSADERE Mahkeme tarafından hakkında beraat kararı verildiği halde
adli emanete kayıtlı;
Sanık Bahadır Berk'e ait cep telefonu, sim kart ile birçok sanıkla birlikte
sanık Bahadır Berk ait dijital verilerin toplandığı 16 DVD ve 3 adet CD'nin,
sanık Bekir Çelik'e ait CD, harddiskin, sanık Garip İrfan Torun'a ait CD'ler,
iletişim tespit tutanaklarını içeren CD'nin, sanık Hakan Akdoğan'a ait cep
telefonu ve 3 hafıza kartı ile Hakan Akdoğan ve arkadaşlarının ses kayıtlarının
CD'nin, sanık Maruf Şinik'e ve arkadaşlarına ait tapeler, ses CD'si ve görüşme
kayıtlarını içerir 5 adet DVD'nin, sanık Recep Taylan'a ait cep telefonu, Sim
kartı ile sanık ve arkadaşlarına ait tapeleri ses CD si ve görüşme kayıtlarını
içerir 5 adet DVD'nin, sanıklar Kenan Temur ve Önder Koç'a ait cep telefonu ve
sim kartı ile sanık Eren Mumcu'ya ait harddiskin dosyada delil olarak
saklanmasına karar verilmek suretiyle kabul ile hüküm arasında çelişki
yaratılması bozmayı gerektirmiştir.
XV. HÜKÜM Ayrıntısı karar gerekçesinde açıklandığı üzere; Belirtilen usul ve
yasaya aykırılıklar nedeniyle, Cumhuriyet savcıları, katılanlar Yenigün Haber
Ajansı Basın ve Yayıncılık A.Ş. ile Cumhuriyet Vakfı vekili, Danıştay Başkanlığı
vekili, Ayşe Sema Özbilgin, Serkan Özbilgin adlarına vekaleten kendi adına
asaleten Av. Gökhan Özbilgin'in temyiz nedenleri,
Sanıklar Abdullah Arapoğulları müdafii, Abdulmuttalip Tonçer müdafii, Abdulvahit
Özkaya müdafii, Adil Serdar Saçan müdafii, Adnan Bulut müdafii, Adnan Türkkan
müdafii, Ahmet Cinali müdafii, Ahmet Hurşit Tolon müdafii, Ahmet Tuncay Özkan
müdafii, Alaettin Sevim müdafii, Ali Kutlu müdafii , Ali Oktay Şahbaz müdafii,
Ali Yasak müdafii, Alparslan Aslan müdafii, Altunay Şahin müdafii, Arif Doğan,
Asim Demir, Atilla Aksu müdafii, Aydın Gergin müdafii, Aydın Yüksek, Aydoğan
Aksüngü, Ayhan Atabek müdafii, Aykut Metin Şükre ve müdafii, Ayşe Asuman Özdemir
müdafii, Barbaros Hayrettin Altıntaş müdafii, Bayram Demir müdafii, Bedirhan
Şinal müdafii, Bekir Öztürk ve müdafii, Birol Başaran müdafii, Boğaç Kaan
Murathan ve müdafii, Bora Ballı müdafii, Bülent Baş müdafii, Bülent Güngördü
müdafii, Caner Taşpınar müdafii, Cem Şimşek müdafii, Cemal Gökçeoğlu müdafii,
Cengiz Köylü ve müdafii, Cihan Arık müdafii, Cihandar Hasanhanoğlu müdafii, Doğu
Perinçek ve müdafii, Doğukan Yorulmaz, Durmuş Ali Özoğlu müdafii, Dursun Çiçek
müdafii, Emcet Olcaytu müdafii, Emin Caner Yiğit, Emin Gürses ve müdafii, Emin
Şirin ve müdafii , Emre Baltacı müdafii, Erbay Çolakoğlu müdafii, Ercüment Ovalı
ve müdafii, Erdal Şahin, Ergün Poyraz ve müdafii, Erhan Timuroğlu müdafii, Erkan
Önsel müdafii, Erkut Ersoy müdafii, Erol Manisa müdafii, Erol Mütercimler
müdafii, Erol Ölmez müdafii, Ersin Gönenci, Ertaç Giray, Ertuğrul Orta müdafii,
Evrim Baykara müdafii, Fahri Kepek müdafii, Fahri Süslü ve müdafii, Fatih
Derdiyok müdafii, Fatih Hilmioğlu müdafii, Fatih Koca müdafii, Fatma Cengiz
müdafii, Fatma Sibel Gürcihan ve müdafii, Ferda Paksüt müdafii, Ferid İlsever
müdafii, Ferudun Refik Nuhoğlu, Fikret Emek ve müdafii, Fuat Selvi ve müdafii,
Fuat Turgut müdafii, Gazi Güder, Güler Kömürcü müdafii, Gürbüz Çapanmüdafii,
Habip Ümit Sayın ve müdafii, Hakan Arıkan müdafii, Hakan Şanlı müdafii, Halil
Behic Gürcihan ve müdafii, Halil Kemal Gürüz müdafii, Hamza Demir müdafii, Hasan
Ataman Yıldırım müdafii, Hasan Atilla Uğur müdafii, Hasan Hüseyin Uçar müdafii,
Hasan Iğsız ve müdafii, Hatice Bahtiyar ve müdafii, Hayati Özcan ve müdafii,
Hayrettin Ertekin müdafii, Hayri Bildik müdafii, Hayrullah Mahmud Özgür müdafii,
Hıfzı Çubuklu müdafii, Hikmet Çiçek ve müdafii, Hulusi Gülbahar müdafii, Hüdayi
Ünlüer müdafii, Hüseyin Gazi Oğuz, Hüseyin Görüm müdafii, Hüseyin Keskin
müdafii, Hüseyin Nazlıkul müdafii, Hüseyin Nusret Taşdeler müdafii, Hüseyin
Vural Vural müdafii, Hüseyin Yanç müdafii, İbrahim Benli müdafii, İbrahim Özcan
ve müdafii, İbrahim Şahin ve müdafii, İhsan Göktaş, İlhan Bulayır müdafii, İlker
Güven müdafii, İlyas Çınar müdafii, İlyas Gümrükçü müdafii, İsmail Eksik, İsmail
Hakkı Pekin müdafii, İsmail Sağır müdafii, İsmail Yıldız ve müdafii, Kemal Aydın
ve müdafii, Kemal Kerinçsiz müdafii, Kemal Şahin ve müdafii, Kemal Yalçın
Alemdaroğlu müdafii, Kemalettin Balcı müdafii, Kenan Özay müdafii, Levent Ersöz
ve müdafii , Levent Temiz müdafii, Mahir Akkar, Mahir Çayan Güngör müdafii,
MahmutÖztürk müdafii, Mehmet Adnan Akfırat müdafii, Mehmet Ali Çelebi müdafii,
Mehmet Bedri Gültekin ve müdafii, Mehmet Bora Perinçek müdafii, Mehmet Bozkurt
müdafii, Mehmet Bülent Sarıkahya müdafii, Mehmet Dalagan ve müdafii, Mehmet
Demirtaş ve müdafii, Mehmet Deniz Yıldırım ve müdafii, Mehmet Eröz müdafii,
Mehmet Fikri Karadağ ve müdafii, Mehmet Haberal müdafii, Mehmet İlker Başbuğ
müdafii, Mehmet Koral müdafii, Mehmet Murat Yücel, Mehmet Otuzbiroğlu müdafii,
Mehmet Sabuncu müdafii, Mehmet Şener Eruygur müdafii , Mehmet Zekeriya Öztürk
müdafii, Melih Yüksel müdafii, Merdan Yanardağ müdafii, Meryem Kurşun müdafii,
Mesut Özcan müdafii, Mete Yalazangil müdafii, Muammer Karabulut müdafii,
Muhammed Murad Avar ve müdafii, Muhammed Sarıkaya müdafii, Muhammet Yüce
müdafii, Muhittin Erdal Şenel müdafii, Murat Ağırel müdafii, Murat Çağlar
müdafii, Murat Çavdar müdafii, Murat Eke müdafii, Murat Uslukılıç müdafii,
Mustafa Abbas Yurtkuran müdafii, Mustafa Ali Balbay müdafii, Mustafa Dönmez ve
müdafii, Mustafa Hüseyin Buzoğlu müdafii, Mustafa Koç ve müdafii, Mustafa Levent
Göktaş ve müdafii, Mustafa Özbek müdafii, Muzaffer Öztürk müdafii, Muzaffer
Şenocak müdafii, Muzaffer Tekin müdafii, Münür Kemal Yavuz müdafii, Neriman
Aydın müdafii, Noyan Çalıkuşu müdafii, Nusret Senem müdafii, Oğuz Alpaslan
Abdülkadir müdafii, Oğuz Bulut müdafii, Oğuzhan Sağıroğlu, Okan İşgör ve
müdafii, Oktay Yıldırım ve müdafii, Orhan Güçlü müdafii, Orhan Tunç, Osman
Gürbüz müdafii, Osman Yıldırım müdafii, Özkan Kurt, Özlem Usta müdafii, Rafet
Arslan müdafii, Raif Görüm müdafii, Recai Alkan müdafii, Recep Gökhan Sipahioğlu
müdafii, Rıza Ferit Bernay müdafii, Sami Hoştan müdafii, Sedat Özüer müdafii,
Sedat Peker müdafii, Selçuk Özkan müdafii, Selim Akkurt müdafii, Selim Utku
Gümrükçü müdafii, Semih Tufan Gülaltay müdafii, SerdarÖztürk müdafii, Serhan
Bolluk müdafii, Servet Kaynak ve müdafii, Sevgi Erenerol müdafii, Sinan Aydın
Aygün müdafii, Siyami Yalçın ve müdafii, Taner Ünal ve müdafii, TanjuGüvendiren
ve müdafii, Tanju Okan ve müdafii, Taylan Özgür Kırmızı müdafii, Tekin İrşi
müdafii, Tuğrul Derme müdafii, Tunç Akkoç müdafii, Tunçer Kılınç müdafii, Turhan
Özlü ve müdafii, Ufuk Akkaya müdafii, Ufuk Mehmet Büyükçelebi müdafii, Ulaş Özel
ve müdafii, Ümit Oğuztan müdafii, Ünal İnanç müdafii, Vatan Bölükbaşoğlu
müdafii, Vedat Yenerer, Veli Küçük müdafii, Yalçın Küçük ve müdafii, Yaşar
Arslanköylü, Yaşar Oğuz Şahin müdafii, Yaşar Tozkoparan müdafii, Yusuf Beşirik
müdafii, Yusuf Erikel müdafii, Yusuf Ethem Akbulut, Yusuf Görüm müdafii, Yusuf
Tunçer müdafii, Yüksel Dilsiz, Zafer Şen müdafii, Zahide Ruhsar Şenoğlu müdafii,
Zeki Yurdakul Çağman ve müdafii, Zerrar Atik müdafii ve Ziya İlker Göktaş
müdafiin temyiz dilekçeleri, Sanık Adil Serdar Saçan müdafii, sanık Adnan
Türkkan ve müdafii, sanık Ahmet Cinali ve müdafii, sanık Ahmet Hurşit Tolon ve
müdafiileri, sanık Ahmet Tuncay Özkan müdafiileri, sanık Alaettin Sevim ve
müdafii, sanık Alparslan Aslan müdafii, sanık Bekir Öztürk ve müdafii, sanık
Cihandar Hasanhanoğlu müdafii, sanık Doğu Perinçek ve müdafiileri, sanık Dursun
Çiçek ve müdafii, sanık Emin Gürses müdafii, sanık Ergün Poyraz müdafii, sanık
Erhan Timuroğlu müdafii, sanık Erkut Ersoy ve müdafii, sanık Fatih Hilmioğlu ve
müdafiileri, sanık Ferid İlsever ve müdafiileri, sanık Fikret Emek ve
müdafiileri, sanık Fuat Selvi ve müdafii,
müdafii, sanık Hikmet Çiçek ve müdafii, sanık Hüseyin Nusret Taşdeler ve
müdafii, sanık İbrahim Şahin müdafii, sanık İbrahim Özcan ve müdafii, sanık
İsmail Yıldız müdafii, sanık Kemal Aydın ve müdafii, sanık Kemal Kerinçsiz ve
müdafii, sanık Kemal Yalçın Alemdaroğlu müdafiileri, sanık Levent Ersöz ve
müdafii, sanık Mehmet Adnan Akfırat müdafiileri, sanık Mehmet Ali Çelebi
müdafii, sanık Mehmet Bedri Gültekin müdafii, sanık Mehmet Demirtaş ve müdafii,
sanık Mehmet Deniz Yıldırım ve müdafii, sanık Mehmet Eröz ve müdafii, sanık
Mehmet Fikri Karadağ ve müdafii, sanık Mehmet Haberal ve müdafii, sanık Mehmet
İlker Başbuğ ve müdafiileri, sanık Mehmet Şener Eruygur müdafii, sanık Merdan
Yanardağ müdafii, sanık Mustafa Abbas Yurtkuran ve müdafii, sanık Mustafa Ali
Balbay ve müdafii, sanık Mustafa Dönmez ve müdafii, sanık Mustafa Hüseyin
Buzoğlu ve müdafii, sanık Mustafa Koç ve müdafii, sanık Mustafa Levent Göktaş ve
müdafii, sanık Mustafa Özbek ve müdafii, sanık Nusret Senem ve müdafiileri,
sanık Oktay Yıldırım ve müdafii, sanık Rıza Ferit Bernay ve müdafii, sanık Sedat
Peker müdafiileri, sanık Semih Tufan Gülaltay müdafii, sanık Serdar Öztürk ve
müdafiileri, sanık Sevgi Erenerol müdafii, sanık Sinan Aydın Aygün ve müdafii,
sanık Tunç Akkoç müdafii, sanık Veli Küçük ve müdafii, sanık Yalçın Küçük ve
müdafiinin duruşmalı incelemede ileri sürdükleri temyiz itirazları bu itibarla
yerinde görüldüğünden, Sanıklar Ahmet Hurşit Tolon, Ahmet Tuncay Özkan,
Alparslan Arslan, Arif Doğan, Doğu Perinçek, Durmuş Ali Özoğlu, Dursun Çiçek,
Erhan Timuroğlu, Fatih Hilmioğlu, Ferid İlsever, Fuat Selvi, Hasan Ataman
Yıldırım, Hasan Atilla Uğur, Hasan Iğsız, Hikmet Çiçek, Hüseyin Nusret Taşdeler,
İbrahim Şahin, İsmail Sağır, İsmail Yıldız, Kemal Aydın, Kemal Kerinçsiz, Levent
Ersöz, Mehmet Adnan Akfırat, Mehmet Eröz, Mehmet Fikri Karadağ, Mehmet İlker
Başbuğ, Mehmet Şener Eruygur, Mustafa Ali Balbay, Mustafa Dönmez, MustafaÖzbek,
Muzaffer Tekin, Oktay Yıldırım, Sevgi Erenerol, Veli Küçük ve Yalçın Küçük
haklarında kurulan bazı hükümler yönünden re’sen de temyize tabi olan hükümlerin
öncelikle bu sebeplerden dolayı AYRI AYRI BOZULMALARINA; Bozma sebeplerine göre
hakkındaki mahkumiyet hükmünü, temyizden vazgeçme sebebiyle inceleme dışı
bırakılan Mahmut Güzel ile temyiz isteminde bulunmayan sanıklar Erdal İrten,
İsmet Reçber, Kahraman Şahin, Murat Aplak, Rasim Görüm ve Seyhun Zayim
hakkındaki mahkumiyet hükümleri yönünden 5320 sayılı Kanun'un 8/1 ve 1412 sayılı
CMUK’nın 325. maddesi gereğince SİRAYETİNE; Sanık Hasan Atilla Uğur yönünden
ruhsatlı tabancalarının, bir kısım sanıklar yönünden pasaportlarının iadesi ve
sanık
sanık hakkında verilen ceza miktarına, bozmanın içeriğine, tutuklulukta geçen
süreye ve halen hakkında verilen başka mahkumiyet kararlarının infazına devam
olunduğunun ve tutuklama müzekkeresinin infazına ara verildiğinin bildirilmiş
olmasına göre, bu aşamada tüm adli kontrol kararlarının yeterli olmayacağı
kanaatiyle, sanık Alparslan Arslan müdafiinin tahliye isteminin REDDİNE;
21/04/2016 tarihinde oybirliği ile karar verildi.
TEFHİM ŞERHİ: 21.04.2016 tarihinde verilen iş bu karar, Yargıtay Cumhuriyet
savcısı Süleyman Keleş'in huzurunda sanıklar Ahmet Hurşit Tolon, Doğu Perinçek,
Dursun Çiçek, Fuat Selvi, Hasan Ataman Yıldırım, Hasan Iğsız, Hikmet Çiçek,
Hüseyin Nusret Taşdeler, İsmail Yıldız, Kemal Kerinçsiz, Mehmet Eröz, Mustafa
Hüseyin Buzoğlu, Nusret Senem, Oktay Yıldırım, Sevgi Erenerol, Yalçın Küçük ile
müdafileri Av. Ahmet Ziyaettin Çörtoğlu, Av. Demet Reçber Öztürk, Av. Dursun
Yassıkaya, Av. Selami Mahmutoğlu, Av. Gönül Kerinçsiz, Av. Hulusi Coşkun, Av.
İlkay Sezer, Av. Mehmet Cengiz, Av. Mehmet Sever, Av. Murat Ergün, Av. Nazlı
Çubuklu, Av. Nevra Didem Yaşar, Av. Selahattin Seymen, Av.Serdar Özersin, Av.
Servet Bora, Av. Şerafettin Yavuz, Av. Zeynep Küçük, Av. Erkin Etike, Av. Deniz
Baykal, Av. Hilal Demirelli, Av. Esra Baran, Av. Tuncay Akı, Av. İrem Çiçek, Av.
Burhan Çelik, Av. Vural Ergül ve yetki belgesi ibraz eden Av. Hümeyra Çetin'in
yüzlerine karşı 21.04.2016 tarihinde usulen ve açık olarak tefhim olundu.
Gerekçeli karar tam metin (pdf)
(23 Nisan 2016, 08:49) |