FORUM - SORU MESAJI
Bulunduğunuz bölüm: TARTIŞMA FORUMU > Cumhurbaşkanlığı seçimine doğru provokasyonlar >
Genelkurmayın 27 Nisan 2007 muhtırası
Bölümü Açan: Abdullah Harun,
Tarih : 30 Nisan 2007, Pazartesi 06:10
Başlık : Genelkurmayın 27 Nisan 2007 muhtırası Açıklama : Genelkurmayın muhtırası niçin normal yolla verilmedi? Asker içinde farklı kesimler mi var? Niçin muhtıra cumhurbaşkanlığı seçiminin 1. turu sonrasında ve anayasa mahkemesine götürüldüğünde verildi? Gece yarısı niçin verildi? Amacına ulaşır mı? Erken seçimler yapılsa ve AKP oylarını arttırsa sizce nasıl bir durum oluşur? Bir darbe olasılığı görüyor musunuz? Muhtırada dile getirilen şikayetler hakkında ne düşünüyorsunuz? 28 şubat muhtırası süreci devam ediyor mu? e-muhtıra e-darbeyi getirir mi? e-darbe nasıl bişey? Hasan mutlucan internetten mi seslenecek? Artık Tandoğan meydanı yerine www.haydin-tandogan-meydanina.com falan filan gibi web sitesinde oylama yaparak mı gösteriler düzenlenecek? Darbe sanal mı olacak, kurumların web sitelerine mi el konulacak?
Bu
bölüme mesaj yolla-
CEVAP MESAJLARI
Recep Yavuz,
7 Şubat 2008, Perşembe 03:38
e-muhtırayı Genelkurmay içindeki Aydınlık grubu yaptı. Bülent Orakoğlu, cumhurbaşkanlığı seçim sürecinde 27 Nisan'da internetten verilen e-muhtıranın da şüpheler içerdiğini kaydediyor.
Orakoğlu'nun muhtıra ile ilgili iddiaları şöyle: "Bu muhtıra metninde, Peygamberimiz Hazreti Muhammed'in dünyaya gelişini kutlamak amacıyla organize edilen Kutlu Doğum Haftası etkinlikleri, irticai faaliyetler içinde telakki edilerek bir iç tehdit gibi ortaya konulmuş ve bu olay Türk milletini derinden yaralamıştır. Millet olarak 'peygamber ocağı' olarak da nitelendirdiğimiz ordumuz bir tarafta, manevi olarak ordumuzu yücelten inancımız bir tarafta; bu muhtıra ile iki kutsalımız rencide edilmiştir. Bu olay, birlik ve beraberliğimizin en üst seviyede olması gereken bir ortamda devlet-millet kaynaşmasının yara almasına neden olmuştur. Bu nedenle bu muhtırada, orduya sızmış ve deşifre edilememiş, yüce Türk milletinin manevi değerlerini hiçe sayan Aydınlık grubunun etkilerinin olup olmadığı, Türk kamuoyunun menfaatleri açısından, açıklanması gereken önemli bir husustur." Zaman gazetesi, 07 Şubat 2008, Perşembe (http://www.zaman.com.tr/haber.do?haberno=648842)
Hasan Cemal ,
21 Mayıs 2007, Pazartesi 04:44
Yasemin Çongar: Rusya'nın etki alanına girmiş askerler var... Putin'in konuşmasının TSK'nın sitesinde yayımlanmasını, Amerika kendisine mesaj diye aldı. Orduda, Rusya'nın otoriter rejimine sempati artıyor, bu da ABD'yi endişelendiriyor... Amerika darbeyi desteklemeyecek ama, Türk ordusunun müdahale etmeyeceğinden emin değil. Hatta emir-komuta zinciri dışında bir darbe olur mu kaygısını taşıyor... Türkiye'de bir darbenin, küreselleşmenin sonucu olan ekonomik süreçlerle çok ciddi cezalandırılacağını düşünüyorlar. Ekonomiyi demokrasinin en büyük güvencesi görüyorlar... (Radikal gazetesi, 21 Mayıs 2007, yazının tamamı bu adreste: http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=221837)
Abdullah Harun,
21 Mayıs 2007, Pazartesi 03:54
http://www.gazetem.net/ahmetaltan.asp adresindeki 21 Mayıs 2007 tarihli Ahmet Altan'ın "Türkiye bir iç savaşa mı gidiyor?" başlıklı yazısı alıntılanmıştır:
Türkiye gerçek bir seçim yaşayabilirse, ordunun ve yargı bürokrasisinin o sonsuz egemenliğinin sonuna geleceğiz.
Şemdinli olayında utanç verici bir anlaşma yaptığı ve bu anlaşmaya güvenerek cumhurbaşkanlığı stratejisini oluşturduğu anlaşılan AKP, kendisi için gidilecek demokrasiden başka bir yol olmadığını gördü.
Hiçbir siyasi partinin bu ülkede hukuk dışı kurnazlıklarla yapılacak işbirliğine dayanarak gerçek iktidarı ele geçiremeyeceğini anladı.
O yüzden AKP istese de istemese de, Türkiye’yi dünyanın bir parçası yapmayı ve demokrasiyi seçecek.
Bu, ordunun ve adli bürokrasinin hukukun sarsılmaz disiplini içine alınması demek.
Biz bu seçimlerden geçebilirsek, bir daha görevini tamamlamış bir cumhurbaşkanı “tek oy” almış birini rektör atama keyfiliğini, generaller muhtıra verme suçunu, anayasa profesörleri “siyasi çoğunluk devlet iktidarını istiyor” türünden saçma açıklamaları, Anayasa Mahkemesi de “oturum ancak 367 üyeyle açılır” gibi hukuki bir çarpıtmayı gerçekleştiremeyecek.
Peki, ordu ve yargı hukuk sistemi içine girmeye razı olacak mı?
Ordunun tavrına ve yargının kararlarına bakarsak razı olmak istemediklerini düşünmek için kuvvetli nedenler olduğunu algılarız.
Razı olmazlarsa ne yaparlar?
Hem Türkiye hem de dünya için dehşet verici ihtimaller bu soruyla başlıyor.
Bu kez “darbe yaparlar” deyip geçilebilecek bir durum yok ortada.
Çünkü bu sefer “darbeden” fazla şeyler olur.
Birincisi, zaten çok disiplinli olmadığı, kimin tarafından yazıldığı bile anlaşılamayan muhtıraların geceyarısı Genelkurmay’ın internet sitesine konmasından anlaşılan, ordu ciddi bir bölünme işaretleri veriyor.
Bir grup subayın ya da cuntanın, nasıl derseniz, Batı’dan ve demokrasiden kopup Rusya’yla hatta İran’la işbirliği yapmak istediği seziliyor.
Emekli generaller çok uzun zamandan beri bunun sinyallerini veriyorlar.
Ama bütün ordunun ve subayların aynı fikirde olmadığı da bir gerçek.
Batı’dan yana, NATO üyeliğinden yana, Amerikan ittifakından yana olan subaylar da var.
Bir darbe olması halinde bu iki grup, Türkiye’nin geleceğini kendi düşünceleri çerçevesinde biçimlendirmek için ne yapacaklar?
Böyle bir durumda Amerika’nın ve Rusya’nın kendi taraftarlarının kazanması için ellerini dirseklerine kadar Türkiye’nin içine sokacaklarını da unutmayın.
Bu ordunun bölünmesi ve ciddi bir iç savaş anlamına gelir.
İkincisi, cumhuriyet tarihinde hiç rastlanmamış başka bir ihtimalin ortaya çıkması.
Ordu hep silahlarını solculara, demokratlara, Kürtlere, Alevilere doğrulttu.
Bunlar, azınlıkta olan gruplar.
Ama bu kez darbe olursa silahlar Sünni dindarlara dönecek.
Yani orduyu oluşturan neferlerin ailelerine.
Annelerine, babalarına, kardeşlerine, amcaoğullarına, arkadaşlarına.
Neferler, diğer darbelerde olduğu gibi cuntacı generallerin emirlerini dinleyecekler mi?
Yasadışı bir hareketin parçası olup silahlarını ailelerine çevirecekler mi?
Bu da öyle kolayından “evet” denilemeyecek başka bir soru.
Bu iki gerçeği yan yana koyduğunuzda ve AKP’nin bu kez direnmek konusunda kararlı gibi gözükmesini de buna eklediğinizde, bir dahaki darbe girişiminin Türkiye’yi çok kanlı bir içsavaşa sürükleyebileceğini tahmin edebilirsiniz.
Cuntacılar ve hukukun dışına savrulan adli bürokrasi, gözü dönmüşlüğü darbeye kadar götürür mü, bilmiyorum.
Ama götürürlerse bu kez Türkiye büyük ve kanlı bir iç savaş yaşar.
Çok kanlı günlerden geçeriz.
Türkiye’yi dünyadan koparmaya çalışan cuntacıların, hukuka hiç aldırmayan hukukçuların bu ihtimalleri de düşünmesi gerekiyor.
Darbe çığırtkanlığı yapan, kendi iktidarını cuntacıların gölgesinde arayan, siyaseti çığrından çıkaran politikacılar da hesaplarını iyi yapsınlar.
Bu seferki darbe eskilerine benzemez.
Hiç kimse güvencede olmaz.
Umarım yasa dışına çıkan cuntacılar, hukuku hiçe sayan hukukçular ve darbe meraklısı politikacılar hayatın gerçeklerini çok zorlamazlar.
Çünkü Türkiye’yi tutuşturacak bir yangının kimi yakacağı artık hiç belli olmaz.
Abdullah Harun, aharun@gmx.net
14 Mayıs 2007, Pazartesi 04:50
http://www.radikal.com.tr/haber.php?haberno=221188 "500 aydından Genelkurmay muhtırasına karşı bildiri" - 14/05/2007 - RADİKAL - İSTANBUL 500 aydın Genelkurmay Başkanlığı'nın 27 Nisan'da internet sitesinden yayımladığı muhtıraya karşı bir bildiri yayımladı. 'Yurttaş Bildirisi' adlı metni aralarında yazar Adalet Ağaoğlu, Prof. Dr. Eser Karakaş gazeteci Aydın Engin ve oyuncu Mahir Günşiray'ın da bulunduğu 67 gazeteci, 48 profesör 132 akademisyen ve 35 hukukçunun yanı sıra çok sayıda hekim, sanatçı ve sivi toplum temsilcisi imzaladı.
"27 Nisan 2007 gecesi yayımlanan Genelkurmay Başkanlığı muhtırası, zaten kısıtlı olan demokrasimizi çok ağır yaraladı" denilen bildiride şu görüşler yer aldı: "Askeri bürokrasinin siyasi alana müdahale etmesi, siyasetin silahların gölgesinde yürümesinin doğal karşılanması, siyasal yaşamın asker vesayeti altında olması kabul edilemez. Genelkurmay Başkanlığı'nın muhtırası demokrasiye yönelik açık bir tehdit ve yasalara göre suçtur. Biz aşağıda imzası bulunan yurttaşlar bu muhtırayı açıkça reddediyoruz.
Bugün yaşanan sorunların temelinde, 12 Eylül darbesinin ürünü 1982 Anayasası ve bu Anayasa'nın kurguladığı rejim vardır. Türkiye, içinde bulunduğu bunalımdan kalıcı biçimde çıkmak istiyorsa, bu Anayasa'dan kurtulmalıdır. Ülkemiz; özgürlükçü, çoğulcu, barışçı, laik anlayış ortak paydasında, hukukun uluslararası değerleri ile örülmüş yeni bir anayasaya kavuşmadıkça, keza seçim barajları kaldırılarak toplumun bütün kesimlerinin siyasal temsiline olanak tanıyan bir Seçim Yasası benimsenmedikçe sürekli kriz üreten bu yapıyı ve krizden beslenen odakları etkisiz kılmak mümkün değildir. Oysa son günlerde yaşananlar, 'vesayet demokrasisi'nin açık darbeye dönüştürülmesi için bahaneler arandığını gösteriyor. Bizler, laik cumhuriyetin muhtıralara yaslanarak değil daha fazla demokrasi içinde yaşatılacağına inanıyoruz. 'Ne mutlu Türküm demeyenler düşmandır' diyebilenlere yanıtımız açıktır: Bizler bu ülkenin sorumlu, duyarlı yurttaşlarıyız ve yaratılan bu ortamda asla mutlu değiliz. Özgür, demokratik, laik Türkiye'yi korumaya kararlı yurttaşlar olarak demokrasiyi yoketmeye yönelen her türlü müdahaleye karşı direnme hakkına sahip olduğumuzu açıkça belirtiyoruz."
Bildiriye imza atanların listesi:...
(Site editörü Abdullah Harun'un notu: Bu yazı çok uzun olduğu için forumda kısaltmak zorunda kaldık. Tamamı için buraya tıklayın.)
Abdullah Harun,
11 Mayıs 2007, Cuma 04:12
Berat Özipek'in Star gazetesindeki 11 Mayıs 2007 tarihli yazısı alıntılanmıştır: ‘27 Nisan Süreci’ni nasıl okumalı?
İleride ‘27 Nisan Süreci’ni anlamak için internetten gazeteleri tarayacak olanlarla, bugün içinde yaşıyor olmalarına rağmen olup bitenleri anlamayanlar için yazıyorum.
27 Nisan gecesi, Türkiye demokrasisi son on yılın en ölümcül darbesini aldı. Siyasetin taşları yerinden oynadı, hukuk tahrip edildi. Demokratik siyaseti, insanların iktidara ulaşmak için birbirleriyle aynı kurallar çerçevesinde şiddet kullanmaksızın yarıştıkları bir oyun olarak tanımlayacak olursak, artık oyunda hangi kuralların geçerli olduğunu kimsenin bilmediği bir ortam oluştu. Muhtıra sürecinde icat edilen ‘367 şartı’, kuralların yeri geldiğinde ‘has yurttaşlar’a başka, ‘diğerleri’ne başka uygulanacağını bir kez daha gösterdi.
CHP, üst düzey bürokrasi, devlet aydınları ve diğer ‘seçkin yurttaşlar’, Çankaya’ya AK Partili birinin çıkmasını kabullenemiyorlardı. Meydanlar dolduruldu, cumhuriyet ve laiklik mitingleri yaptırıldı, AK Parti adayı Abdullah Gül’den şimdiye kadar hiçbir cumhurbaşkanından istenmeyen 367 şartı istendi, Anayasa Mahkemesi’ne gidildi, bu ortamda 27 Nisan gecesi Genelkurmay bildirisi geldi, DYP ve ANAP Meclis’teki cumhurbaşkanlığı oylamasına gelmeyerek bu planın uygulanmasını sağladılar, Mahkeme CHP’yi haklı buldu, siyaset kilitlendi ve zorunlu olarak erken genel seçim kararı alındı.
Hükümet, cılız bir sesle de olsa, muhtırayı reddetti. Ama böyle bir durumda herhangi bir demokratik ülkede yapılması gerekeni yap(a)madı, yani derhal muhtıracıları tespit edip yargı önüne çıkar(a)madı.
Eskiden her darbe ve muhtıra, kendisini haklı gösterecek mazeretler üretirdi. 12 Eylül öncesi kan akıyordu. 28 Şubat’ta Aczimendiler, Fadime’ler falan vardı. Ancak bu sefer gerçekten ortada kullanılabilecek hiçbir malzeme yoktu. Hükümet, onların ‘irticaya taviz’ diyebileceği hiç ama hiçbir şey yapmamıştı. Başörtüsü sorununu çözmemiş, katsayı adaletsizliğini giderememiş, hatta ‘gerginlik çıkmasın’ diye milletvekilleri ve bakanlar, eşsiz çağrıldıkları kokteyllere gitme tuhaflığını bile göstermişlerdi. Daha vahimi Hükümet ‘vatanı kurtarmak’ için işlenen cinayetlerin iplerini tutan ellere ulaşamamış, ulaşmak isteyenleri de yine ‘gerginlik çıkarmamak’ için kurban etmişti. Bu yüzden muhtıracılar ‘istemezük’ demek için genel idarenin içinde yer alan Diyanet İşleri Başkanlığı’nca da resmen kutlanan Kutlu Doğum Haftasında ilahi okuyan başörtülü küçük kız çocukları gibi abuk bir gerekçeyle sığındılar.
Kısacası bahaneleri geçip sadede gelmeli.
Herhangi bir siyasi olayı ekonomik boyutundan bağımsız düşürseniz anlayamazsınız. 27 Nisan’da da sorun ‘hükümetin irticaya taviz vermesi’ falan değildi. Egemen bir zümrenin, kendi sınıfsal çıkarlarını tehdit edebilecek bir demokratik süreci baltalama çabasıydı ve bu yapıldı. Sorun Gül’ün eşinin başörtüsü değildi. Geçmişte eşi ‘çağdaş’ olan Özal’a karşı çıkma nedenleriyle ona karşı çıkma nedenleri aynıydı; CHP’nin rolü de öyle.
O zaman soracaksınız, bütün o mitingler, bayraklar, şehirler arası seyahat yapan insanlar buna alet mi oldular? Cevabım duygusuz veya ruhsuz gelebilir ama evet!
Öyleyse nedir? 27 Nisan ‘merkez’deki ayrıcalıklı zümrenin, sahip olduğu ekonomik gücü, makam ve mevkileri, dezavantajlı çoğunluğu oluşturan ‘çevre’yle paylaşmamak için demokrasiyi kurban etmesinden ibarettir.
Kabullenmesi zor da olsa gerçek bu. (http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=120210)
Nuray,
8 Mayıs 2007, Salı 11:19
http://www.gazetem.net/ahmetaltan.asp adresindeki 8 Mayıs 2007 tarihli ve "Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’den çıkabilir…" başlıklı yazısında Ahmet Altan, ABD ve AB'nin kesinlikle dışlayacağı bir darbenin Türkiye'ye telafisi mümkün olmayan zararlar vereceği ve bu sebeple de darbe yapmak isteyenlerin çok zor durumda olduğunu, ama yine de batıdan kopmayı bile göze alarak buna karar verdiklerini, yönlerini Rusya ve İran'la işbirliğine çevirdiklerini, bu yeni kampın tüm dünya dengelerini sarsıp üçüncü dünya savaşına sebep olacağını iddia ediyor. Gerçi MGK sivilleştirilmeden önceki genel sekreter Tuncer Kılıç, Mart 2002'de (http://webarsiv.hurriyet.com.tr/2002/03/09/98232.asp) AB'den yakın destek göremedikleri gerekçesiyle ABD'yi de dışlamadan Rusya - İran - Hindistan - Çin gibi ülkelerle yakınlaşılması gerekir türünden birşeyler söyleyip herkesin dikkatini çekmeyi başarmıştı ama kimse bunu ciddiye almamıştı. Ahmet Altan’ın yazısında işaret ettiği 27 nisan cuntacılarının bu yeni kamp isteğinin aslında Tuncer Kılıç'ın kişisel görüşü olmadığı, ciddiyetle değerlendirildiği düşünülebilir. Peki İran'la yakınlaşmayı nasıl gerçekleştirecekler merak ediyoruz doğrusu. Daha geçenlerde İran'daki başörtüsü sorunu yine laikleri çıldırttı.
Olsun biz bir yolunu buluruz gül gibi geçiniriz mi diyorlar? Bir asırdır batıyı ulaşılacak medeniyet seviyesi olarak gösterip de şimdi doğuya dönmek nasıl mümkün olacak? Atatürkçülüğü nasıl bağdaştıracaklar "batıdan kop doğuya yönel olayı" ile? Kapalı bir
rejim olsun da bizim olsun diyebilirler ama bunu kimseye kabul ettiremezler. ABD, AB buna izin verir mi? Onlara rağmen hedeflerine ulaşabilirler mi, sanmıyoruz. Bu kadar kafası karışmış, temelsiz, çaresiz kimselere hiç kimse sempatiyle bakmaz. Ahmet Altan'ın yazısının tamamı bu adreste, merak edenler okuyabilir: http://www.gazetem.net/ahmetaltan.asp, 8 Mayıs 2007, "Üçüncü Dünya Savaşı, Türkiye’den çıkabilir…" başlıklı yazı
Abdullah Harun,
8 Mayıs 2007, Salı 07:34
http://www24.brinkster.com/aharun/basindaAH/19980315.asp adresinde de yayınlanmış Abdullah Harun'un, BU ACİLİYET NİYE? başlıklı Akit gazetesindeki 15 Mart 1998 tarihli yazısı 28 şubat cuntacıların arkasında alevi bir örgütlenmenin olduğu iddiasını delillendirerek işliyordu. Bugünkü cunta tartışmalarına da ışık tutabileceği için burada alıntılıyoruz. Emekliliğine dört ay kalan sarıkızcı orgeneralin ve diğerlerinin bu mezheple bir bağlantısı olabilir mi?
"Gerek ilk duyduğumuzda gerek daha sonra başkalarından duyduğumuzda da ilginç bir iddiadan öteye geçememişti bizim için. Üzerinde durmamıştık o zamanlar. Son günlerde peşpeşe yaşanan gelişmeleri daha öncekilerle birarada düşünürken birden akla bu iddia geldi ve dağınık gibi görünen bir çok olayı anlamlı bir bütün içinde yerleştiriverdi, herşey yerine oturdu. Ordunun içinde alevi-sol kökenli ve şiddetli İslam karşıtı bir cuntasal faaliyet var mıydı?.. İddiaya göre, 80'li yıllardan beri devam eden ve ordu içinde stratejik konumları ele geçirerek örgütlenmeye çalışan ve bir darbe ile Suriye tipi bir azınlık iktidarını hedefleyen atatürkçü maskeli alevi mezhepçi bir cuntasal yapılanma vardı. Bu iddia çeşitli kaynaklarca dile getirilmişti. Bu iddianın doğruluğunu kanıtlayabilecek gelişmeler var: ... " Yazının devamı için tıklayın.
Recep Yavuz,
8 Mayıs 2007, Salı 06:38
Başbakanın genelkurmay başkanıyla görüşmesinden kısa süre sonra mıhtıra bildirisinin genelkurmay sitesinden arşive kaldırılması ilginç. genelkurmay başkanının muhtıradan rahatsız olduğu bazı cuntacıların kendisine emrivaki yaptıkları iddialarını sanki doğruluyor bu gelişme. Önceki GK başkanı Özkök'de sarıkız darbe girişimlerine karşı çıkmış Nokta dergisinde yayınlanan darbe günlüklerine göre. Galiba ordu içinde gözünü nefret ve hırs bürümüş cunta heveslileri ile birçok şey hoşlarına gitmese de demokrasi yanlısı kalmaya çalışan aklı başında komutanların mücadelesi var. İnşallah cuntacılar ezici çoğunluğu demokrasi yanlısı olan Türk milleti tarafından ilk seçimlerde darbe yerler. Seçimde öyle tandoğandaki gibi metrekareye kaç kişi vardı tartışmasına gerek kalmayarak oyların sayısı net belli olacaktır. cumhurbaşkanını meclis değil halk seçdin dediler şimdi de kocası cuntacı olan gerzek chpli, halk seçmesin yoksa Türkiye'yi ateşe atar diyor. Bunlar böyle yaptıkça halkı akpye itiyorlar. Atatürkçülüğün altını oyuyorlar. Herhalde tüm askerler veya komutanlar cuntacı değil. Cuntaları tasvip ediyor değiller. İnsanları Atatürkçülükten nefret ettiren bu içleri nefret dolu cuntacıları tasfiye etmek, Türkiye'nin sorunlarına sandıklarda çözüm aramak aklın gereği. Askerler de bunu görüyor bence.
Abdullah Harun,
8 Mayıs 2007, Salı 04:28
http://www.milliyet.com.tr/2007/05/08/son/sonsiy05.asp adresinden alıntılanmıştır:
Hükümet de "karşı bildiriyi" arşive aldı, ABDULLAH KARAKUŞ Ankara
Hükümet ile Genelkurmay Başkanlığı arasında resmi internet sitelerine de yansıyan karşılıklı açıklama gerginliği yeni bir boyut kazandı. Hükümet, Genelkurmay Başkanlığı'nın internet sitesinde yer alan 27 Nisan bildirisinin arşive alınmasının ardından Başbakanlığın resmi sitesindeki "karşı açıklamayı" arşive aldı.
Hükümet Sözcüsü ve Adalet Bakanı Cemil Çiçek tarafından okunan metin düne kadar Başbakanlığın sitesinde açılış sayfasında yer alıyordu.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Genelkurmay Başkanı Orgeneral Yaşar Büyükanıt'ın geçen hafta İstanbul'da yaptığı görüşme sonrasında ilginç bir gelişme yaşandı. Cuma günü yapılan görüşmenin ardından Genelkurmay Başkanlığı, sitede yer alan bildiriyi kaldırdı. Gelişmenin basına yansımasının ardından Genelkurmay, "teknik" gerekçelerle bu işlemin yapıldığını ve bildirinin arşive alındığını açıkladı.
TSK'nın 27 Nisan bildirisine hükümet de 28 Nisan'da sert bir açıklamayla karşılık vermişti. Çiçek'in okuduğu 2 sayfadan oluşan hükümet bildirisi "basın açıklaması" şeklinde ifade edilmişti. Bu açıklama da Başbakanlık Basın Merkezi'nin internet bölümünde ana sayfada yer alıyordu. Hükümetin açıklaması, gelişmelerin ardından dün "Basın Açıklamaları" başlığı altındaki arşiv bölümüne kaydırıldı.
Mehmet ALTAN -http://www.stargazete.com/index.asp?haberID=119898, mehmetaltan@stargazete.com
8 Mayıs 2007, Salı 03:29
Halkın parlamentosu mu, devletin parlamentosu mu?
Cuma akşamı parlamentoya silah gösterildi. Halkın parlamentosundan ne beklenir?
Ayağa kalkması...
Ve halkın oylarına sahip çıkması.
Biz ne gördük?
Muhtıranın ortada dolaşmaya başlamasının hemen ardından CHP’nin genel başkan yardımcıları muhtıranın yanında yer aldılar...
Genel Başkanları da arkadan sökün etti.
Halkın parlamentosunun bu üyeleri, silahlı bürokrasi içindeki darbeci eğilimlere kulak verdiler..
Kulak vermek de ne, bazen onlara yol bile gösterdiler.
Adnan Menderes’in sulbünden geldiğini söyleyip duran DYP...
Turgut Özal’ın partisi ANAP...
Onların siyasal iktidara muhalefetlerini ikinci sıraya alıp, parlamentonun halkın parlamentosu olduğunu söyleyerek, bunu savunacakları sanıldı.
Daha doğrusu, kuvvetle umut edildi.
Ne gezer?
İlk tura girmeyen bu iki partinin ‘demokratik parlamenter sistemi’ korumak, parlamentonun gücünü ispat etmek için sonraki tura girmelerini boşuna bekledik.
Onlar, parlamentoya silah gösteren darbeci bürokratik zihniyetin partisi olmayı yeğlediler...
Reddi miras yaptılar...
Dün parlamento sabahtan hareketliydi... Gene 357 bulunamadı... Abdullah Gül adaylığını geri çekeceğini söyledi... Anayasal değişiklikler ve sonrası gün boyunca tartışıldı...
Ama esas soru sorulmadı:
Bu parlamento kimin?
Halkın mı, devletin mi?
Demokratik sistemin mi, darbelerin mi?
Anayasanın mı, yoksa anayasa hukukunu da siyasallaştıran tuhaf yorumların mı?
1960 darbesi ardından seçimleri Demokrat Parti’nin devamı olan Adalet Partisi kazanmıştı.. Cumhurbaşkanlığı seçimi söz konusu olduğunda partinin adayı Prof. Dr Ali Fuat Başgil’di..
Darbeciler ona, hem de fiilen silah göstererek adaylığını önlediler... Başgil adaylıktan vazgeçti, ülkeyi terk etti.
28 Şubat farklı mı?
Halkın oyuyla parlamentoya girenler, bir anda saf değiştirip post modern darbe safına geçmediler mi?
Bu gözler önünde ve parlamentoda yaşanmadı mı?
Milletvekili gibi dolaşıp, müdahalenin emir kulu olanları unuttuk mu?
Siyasal sistem..
Siyasal partiler...
Seçilmişler..
Temel soruyu sormadılar.
Oyun oynamayı yeğlediler.
Gerçek iktidar olamayıp koltuğun yanına iliştiler.
Bu parlamento halkın mı yoksa müdahalelerin mi?
Şimdi görülen tablo, en azından muhalefet kanadının parlamentoyu halkın parlamentosu olarak kabul etmediği.
Anayasal değişiklikler, seçimin tarihi..
Bunlar güncel laflar.
Parlamento halkın parlamentosu haline gelebilecek mi? Temel sorun da, asıl soru da bu. Siyasal partiler halkın oylarıyla parlamentoya girip, silah görünce saf değiştirmeye, demokrasiden, halkın egemenliğinden, demokratik bir hukuk devletini savunmaktan anında istifa etmeye devam edecekler mi?
Bunu göz ardı ederek sonuç alınamaz..
Alınmış gibi yapılır..
Türkiye dünyanın on yedinci büyük ekonomisi. Ama dünyanın en büyük on yedinci demokrasisi değil. Neden?
Çünkü parlamentosu halkın mı, devletin mi, belli değil.
Silah görünceye kadar halkın, muhtıra anından sonra darbe zihniyetinin parlamentosu olamaz bir parlamento.
Türkiye’nin önündeki temel çelişki bu..
Dünyanın en büyük on yedinci ekonomisi halkın parlamentosunu inşa ederse, dünyanın da en büyük on yedinci ekonomisi olacak.
Bizim geleceğimizi parlamento belirleyecek.
Ve biz gür bir sesle parlamentoya haykıracağız:
‘Sizi biz seçtik.. Sizden halkın oylarına sadakat bekliyoruz..’
Abdullah Harun, aharun@gmx.net
1 Mayıs 2007, Salı 08:30
TSK mensuplarından açıklama:
Genelkurmay Başkanlığı’nın resmi web sitesi olan tsk.mil.tr adresinde, 27 Nisan 2007 tarih ve BA-08/07 sayı ile yayınlanan geceyarısı açıklaması, Sayın Genelkurmay Başkanımız ve bütün Türk Silahlı Kuvvetleri mensuplarının düşüncelerini doğru olarak yansıtmamaktadır. Bahse konu açıklama, dört ay sonra emekliliği kesinleşen bir orgeneral tarafından, bazı gazetecilerin katkısı ile aynı akşam apar topar hazırlanarak Sayın Gnkur. Bşk.mızın tam onayı alınmadan web sayfasına konulmuştur. İlgili orgeneral önce bazı basın yayın organlarına böyle bir açıklama yapılacağı konusunda haber vermiş, yazı sitede yayınlandıktan sonra da Org. Büyükanıt’ı telefonla usulen bilgilendirmiştir. Açıklamadaki “Sn. Genelkurmay Başkanı’nın 12 Nisan 2007 tarihinde yaptığı basın toplantısı” ifadesi bu açıklamanın Org. Büyükanıt tarafından yapılmadığının en açık delilidir. Bu açıklama kendisine ait olsaydı, Sayın Gnkur. Bşk.ımız kendisinden üçüncü şahıs olarak bahsetmeye gerek duymazdı... Sayın Gnkur. Bşk.mız, oldu bittiye getirilip yayınlanarak Türk Silahlı Kuvvetleri’ne mal edilen bu açıklamayı kabullenmek ve savunmak durumunda bırakılmıştır...(şeklinde devam eden ilginç açıklamaların devamı için bakınız: Yazının tamamı veya http://www.harbiyeli.net/?q=node/58 veya http://www.karakutu.com/modules.php?name=News&file=article&sid=3164)
H.celal,
1 Mayıs 2007, Salı 08:19
Akşam ses tv'de eski bakan Hasan Celal beyle röpörtakı izledim dehşet içinde kaldım. Türkiye'nin sıcak bir darbeyi görmek üzere olduğunu ısrarla vurgulayarak defalarca belirtti. Kendisine inanıyorum. askerlerin görüşlerinin farklı da olsa sonuçta bildiri yayınlandığına göre durum değişmez dedi. Tankın üstüne çıkacak birkaç kişi olsa direneceğim ama o birkaç kişi çıkmaz dedi. Gerçeklerin konuşulması hem güzel hem kötü. Umarım kanalı kapatmazlar. Konuşmak güzel çünkü doğal olanı bu. Ama gerçeklerin acı olması kötü. Sinir bozucu. Döviz kurları fırladı, ne olacak bu işin sonu? Darbe yapmak çare olmuyor.Acaba darbe yapmayacaklarsa niye bu işi kaşıyorlar. Korkutmak mı istiyorlar Erdoğanı. Eğer korkmazsa ve darbe de yapılmassa ne olacak. yeni seçim Akpartinin oylarını arttırmaz mı. Hasan beyin laflarını düşününce darbe geliyor gibi geliyor bana.
Mehmet Ç.,,
1 Mayıs 2007, Salı 07:59
Komunist Rusya dönemi, Romanya Çavuşesku dönemi, Ukrayna Yanukoviç dönemi, Gürcistan Rusya yanlısı Şevardnadze dönemi, Kırgızistan Akayev dönemi, Irak baas dönemi sona erdi. Hepsinin ortak özellikleri vardı. Baskıcı ve kapalı rejimler yaşayamıyor. Hepsi sancılı şekilde biryere kadar yol alıyor ama sonra birden devriliyor. Demokrasinin olmadığı, baskıya dayanan, kafanın içine değil dışına bakılan son birkaç rejim de devrilmek üzere!
Çember gittikçe daralıyor. Kendikendinize oluşturdunuz aslında bu çemberi. Atatürk'ün arkasına sığınıyor ve aslında millişefinizin rusya etkisinde kalmış komün ideolojisini dayatıyorsunuz millete. İstiklal marşının ikinci kıtasından sonrası sizi rahatsız ediyor.
Müslümanları hedef gösteriyorsunuz oysa bu vatan için onlar savaştı. Küçük büyük tüm bayanların başörtüsüne karşısınız ama kurtuluş savaşı yıllarını ve Sütçü İmam olayını unutuyorsunuz. Kubilay'ı esrarkeşlere katlettirerek müslümanların üzerine attınız. Benzer provokasyonlarınızı acemice tekrarlıyorsunuz. Halkı zorla halkevlerine doldurup dans ettirdiniz, kuran okumayı yasakladınız, Menderesleri astınız.
Laiklik adı altında İslam düşmanlığı yapıyorsunuz! Kutludoğumun gittikçe daha bir coşkuyla kutlanması zorunuza gidiyor. Orduevindeki düğünde damadın annesini başörtülü diye içeri almıyorsunuz. Yoksa İslam'ın herşeyine mi karşısınız? Ezan sesi ve arapça okunması sizi rahatsız mı ediyor? Peygamberin bir arap olması zorunuza mı gidiyor? Türkler zorla mı müslüman oldu sizce? Bütün dünyada islamiyet yayılıyor, ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Cumhurbaşkanı eşinin başörtüsü içinizi mi karartıyor? Başörtülüler, imamhatipliler bu ülkenin zencileri mi? Yasaklamakla amacınıza ulaşabileceğinizi düşünüyor musunuz? Yaptıklarınız insan haklarına uyuyor mu? Siz yoksa müslümanları insan yerine dahi koymuyor musunuz? Siz, Ku-klux-klan mısınız?
Peki, şöyle bir geriye bakınca ne görüyorsunuz? Bir arpa boyu yol aldığınızı mı? Yoksa.. onu da mı alamadınız? Çağdışı kıyafet çağdışı ses çağdışı din.. Ne kadar da öfke ve nefret dolusunuz!.. AB niye sizi rahatsız ediyor. Hani Atatürk bize çağdaş batı uygarlığını hedef gösterdi diyordunuz? Batının rahatsız olmadığı müslümanlardan siz rahatsız oluyorsunuz. Başörtülüleri sokmadığınız üniversiteleriniz niye başarılı değil. Artı yerine eksi değer üretmekle uğraştığınız için mi?
Kapalı bir rejimsiniz! İnternet, uydu yayınları sizi tedirgin ediyor. 163, 141, falan filan gibi gerçeklerin tartışılmasını önleyici maddeleriniz artık işe yaramıyor çıplak olduğunuzu haykıran sesler yükseliyor. Darbeler muhtıralar korkutmuyor artık. Sular akması gereken yönde akıyor. Kimsenin kimseye tahakküm etmediği, insanların inancından dolayı baskı altına alınmadığı bir yöne, özgürlüğe doğru akıyor.
Ayağınıza taktırdığınız ip gittikçe dolanıyor. Beyler gittikçe kuşatılıyorsunuz.
Recep Yavuz - Moderatör,
1 Mayıs 2007, Salı 07:56
Bir darbe olacağına inanmıyorum. Konuşmak bile doğru değil. Gelişmeleri takip ediyoruz. Görüldüğü kadarıyla askerelerin bildirisi doğru gerekçeler içermiyor. Çoğu asılsız. Aslı olanlar da ne kadar tehdit. basından gördüğüm kadarıyla harbiyelilerin bir sitesinde bu bildiri şiddetle eleştiriliyor ve ordunun bununla alakasız olduğu birtakım darbe heveslilerinin aceleyle kaleme alıp başkana da kabul ettirdikleri, başkanın da ordu içinde ikilik var dememek için kabul ettiği bir bildiriymiş ki bana mantıklı geldi. Bu heveslilerin darbe yapabileceğine inanmıyorum. Engel olur en başta komutanlar. bugün işe gelirken epey yol yürüdüm. Polis poanzerleri heryer polis insanlar kalabalıklar halinde işlerine yürüyor. Ürküntü veren bir durum bence. Demokrasi yolunda alınan mesafenin yitirilmesine gönlüm razı değil.
Bu bölüme mesaj yolla
|