Ankara'da, 28 Şubat dönemine ilişkin aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir'in de bulunduğu 103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davaya, sanıkların esas hakkındaki savunmaları ile devam edildi.
17.02.2018 18:24 Ankara'da, 28 Şubat dönemine ilişkin aralarında dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay İkinci Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir'in de bulunduğu 103 sanığın "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçundan yargılandığı davaya, sanıkların esas hakkındaki savunmaları ile devam edildi.
12.02.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesindeki duruşmaya sanıklar, müştekiler ve tarafların avukatları katıldı.
Duruşmada hazır bulunanların ve dosyaya gönderilen belgelerin tutanağa geçirilmesinin ardından sanıkların esas hakkındaki savunmalarının alınmasına başlandı.
Savcının esas hakkındaki görüşü
Cumhuriyet Savcısı Mehmet Hanifi Yıldırım, esas hakkındaki görüşünde, dönemin Genelkurmay Başkanı emekli Orgeneral İsmail Hakkı Karadayı ve Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir'in de aralarında bulunduğu 60 kişinin suç tarihinde yürürlükte bulunan ve sanıkların lehine olan 765 sayılı Türk Ceza Kanunu'nun 147. maddesi uyarınca, "Türkiye Cumhuriyeti hükümetini cebren düşürmeye, devirmeye iştirak" suçlarından "ağırlaştırılmış müebbet hapis" cezasına çarptırılmalarını isterken, 39 sanık hakkında beraat talebinde bulunmuştu.
Yıldırım, yargılama sırasında hayatını kaybeden dört sanık hakkındaki kamu davasının da düşürülmesini talep etmişti.
Savunmalar
Sanıklardan Şevket Turan, 1997'de Anlaşmalar Dairesi Başkanı olduğunu belirtti, bu görevi kapsamındaki sorumluluklarını özetledi.
Batı Çalışma Grubu'nun (BÇG) kuruluşundan haberdar olmadığını savunan Turan, BÇG ile ilgili kendisine herhangi bir görev verilmediğini, kendisinin de personeline bu konuda görev vermediğini kaydetti.
Hükümetin düşürülmeyip, istifa ettiğini söyleyen Turan, iddianamede 7 Nisan 1997'de Genelkurmay Başkanlığında yapıldığı belirtilen "irtica konusunda alınacak tedbirler"e ilişkin toplantıya katıldığı suçlamasını reddetti.
Bu toplantıya ilişkin iddianamede kendisine atfedilen, "Durum çok vahimdir. Yargı, Adalet Bakanlığı, MEB, Sosyal Sigortalar gitmiştir. Hükümetin istifası öncelikle şarttır. Önemli olan kadroların temizlenmesidir." şeklindeki ifadeleri kabul etmeyen Turan, "Benim sözlerimi kurgulayan FETÖ'cü kumpasçılar, 'Atalım da çamur durduğu yerde durur' anlayışındalar. Bu konuşmaları ben yapmadım. Kesinlikle kabul etmiyorum. Suçsuz olduğum açıkça anlaşılmaktadır. Beraatime karar verilmesini arz ederim." dedi.
İsrafil Aydın'ın savunması
Sanıklardan İsrafil Aydın da BÇG'nin hiçbir çalışmasının içinde olmadığını savundu.
Soruşturma aşamasında lehlerine olan delillerin FETÖ'den ihraç edilen iddianame savcısı Mustafa Bilgili tarafından toplanmadığını savunan Aydın, dosyada bulunan "kriz kurulu" adlı çizelgenin sahte olduğunu, bu belgede, ismine benzer iki kelimenin FETÖ mensuplarınca bilgisi dışında kumpas maksadıyla konulduğunu öne sürdü.
Aydın, şunları söyledi:
"1997'de binbaşı rütbesiyle Kara Kuvvetleri Komutanlığında Milli ve NATO Plan Subayı olarak görev yapmaktaydım. Yani Türkiye'nin icra edeceği bir milli harekat ile NATO'nun icra edeceği harekat planını hazırlamakla görevliydim. Görevlerim arasında irticai faaliyetler, yıkıcı ve bölücü faaliyetler yer almıyordu. Olmadığım bir yerdeki çalışmalar nedeniyle suçlanıyor, olmadığımı ispat etmem isteniyor. Kriz Kurulundaki ve BÇG'deki çalışmalara katılmam için emir almadım. 1997-1998'de Genelkurmay Başkanlığına giriş ve çıkış yapmadım."
Bazı belgelerin bulunduğu 5 nolu CD'nin FETÖ mensuplarınca oluşturulduğunu ve savcılığa iletildiğini öne süren Aydın, "FETÖ üyeleri, Ankara DGM ile İstanbul 4 Nolu DGM'nin verdiği takipsizlik kararlarını aşabilmek ve soruşturma açabilmek için sahte CD 5 ile delil oluşturmuşlardır." şeklinde savunma yaptı.
Aydın, soruşturmaya dahil edildiği sırada generalliğe terfisinin söz konusu olduğunu savunarak, FETÖ mensuplarının, terfisi halinde kendileriyle uğraşacağını bildiklerini söyledi.
Sanıklardan Ruşen Bozkurt'un, tutuklandıktan sonra kendisine üç ay selam vermediğini anlatan Aydın, Bozkurt'un daha sonra kendisine, "Sen bu çalışmalar içinde yer almadığın için 'İddia makamının aramıza soktuğu bir eleman mısın?' diye düşündük." dediğini anlattı ve beraatini istedi.
Duruşmada daha sonra sanıklardan Erkan Yaykır'ın savunmasına geçildi.
Sanığın savunmasının uzayacağının anlaşılması üzerine duruşmaya öğle arası verildi.
Çevik Bir'in avukatı, savunma için süre istedi
Bu arada, sanıklardan dönemin Genelkurmay 2. Başkanı emekli Orgeneral Çevik Bir ile Vural Avar ve Cemal Hakan Pelit'in avukatı Ümit Kara'nın mahkemeye dilekçe vererek, esas hakkındaki savunmalarını hazırlayamadıklarını bildirdikleri ve süre talep ettikleri belirtildi.
Sanıklardan Erkan Yaykır, sabah başladığı esas hakkındaki savunmasına öğleden sonra devam etti.
Atılı suçlamaları kabul etmediğini belirten Yaykır, "Genelkurmay Başkanlığında kurulan Batı Çalışma Grubu'na (BÇG) bilgi ve belge göndererek, REFAHYOL Hükümeti'ni devirmeye yönelik bir eylem içinde olmasının fiziken de icra ettiği görev bakımından da mümkün olmadığını" savundu. Yaykır, şunları kaydetti:
"Bana yöneltilen tüm iddia ve deliller Aralık 1997 ve sonrasına ait olan imzasız bilgisayar çıktısı dijital verilerdir ve hukuki delil niteliği bulunmamaktadır. Askeri disiplin ve mutlak itaat ile yürütmek zorunda olduğum Donanma Komutanlığı İstihbarat İKK ve Güvenlik Şube Müdürlüğüm sırasında her türlü işlem ve faaliyetim Anayasa, yasa, emirler ve hiyerarşik bağlantı ile her türlü vicdani sorumluluğa uygundur. Bu faaliyetler içerik ya da kronolojik olarak görev yaptığım tarihte zaten var olmayan 54. Hükümetin istifa etmesine sebep olabilecek fiil ve işlemler değildir."
Yaykır'ın avukatı Şule Nazlıoğlu Erol, iddianamede FETÖ mensubu olduğu gerekçesiyle TSK'den ilişiği kesildiği iddia edilen müştekiler bulunduğunu ifade ederek, buna ilişkin 58 kişilik listeyi okudu ve sonra da listeyi mahkemeye verdi. Erol, şunları söyledi:
"Bu listenin Anayasal Suçlar Bürosuna suç duyurusuyla gönderilmesini istiyorum. Cumhurbaşkanı'nın FETÖ konusundaki mücadelesini haklı buluyorum. Mahkeme bu 58 kişiyi katılan olarak davaya kabul etti. FETÖ üyesi olduğu savcı tarafından tespit edilip, 'Bunlar şahsidir. Bununla adam atılır mı?' gerekçesiyle iddianameye yansımış durumlar var. Böyle bir iddianameyle 28 Şubat davasının da görülemeyeceğini düşünüyorum. Çünkü sahte belgeler çıktı. Müvekkillerimin beraatine karar verilmesini istiyorum."
Sanıklardan eski Genelkurmay Adli Müşaviri Muhittin Erdal Şenel'in savunması, avukatı Mehmet Sever tarafından yapıldı. Sever, davanın omurgasını oluşturan CD'nin FETÖ'den ihraç edilen Tamer Tatar tarafından FETÖ mensubu Cumhuriyet savcılarına teslim edildiğini, bunların çoğunun ıslak imza bulunmayan çıktılar ve fotokopiler olduğunu, delil niteliği taşımadıklarını iddia etti.
Müvekkilinin 7 Nisan 1997 tarihli İrtica Konusunda Alınacak Tedbirler konulu toplantıya katılmadığını söyleyen Sever, şunları kaydetti:
"Müvekkilim BÇG'yi kuran, yöneten, içinde yer alan biri değildir. Ayrıca BÇG illegal değildir. Çalışma grupları Genelkurmayda bir gelenektir. BÇG'den Cumhurbaşkanı'nın, Genelkurmay Başkanı'nı, Milli Savunma Bakanının bilgisi vardır. Müvekkilin hiçbir hükümet yetkilisi hakkında cebir şiddet içeren söz ve eylemi yoktur. Tankların Sincan'dan geçmesinden müvekkilimin bilgisi yoktur. TSK'dan ihraç edilenlerin sicil amiri değildir, ihraç kararını veren kurul üyesi de değildir. Hükümetin istifasını sunması tamamen REFAHYOL hükümetinin protokolünün yerine getirilmesi amaçlıdır. Müvekkilimin beraatını isterim."
Sanıklardan Orhan Nalcıoğlu, olay tarihinde Genelkurmay Adli Müşavirliğinde görev yaptığını ve adli müşavirin görevlendirmesiyle, BÇG'nin bir veya iki toplantısına katılmak zorunda kaldığını ifade etti.
Ardından rutin işlerinin yoğunluğunu gerekçe göstererek, artık BÇG toplantılarına gitmeyeceğini bildirdiğini, adli müşavirin de buna onay verdiğini anlatan Nalcıoğlu, bu toplantılarda görev sınırları dışına taşan eyleminin söz konusu olmadığını savunarak, beraatini istedi.
Sanık Osman Atilla Kurtay da olay tarihinde BÇG ile aynı fiziki alanda Veri Toplama ve Kontrol Şubesi'nde çalıştığını ancak buranın BÇG'den ayrı olduğunu anlattı. Buna rağmen cezalandırılmasının istendiğini ifade eden Kurtay, "Suçsuzluğuma inanılmasını ve beraatime karar verilmesini talep ederim." dedi.
Kurtay'ın avukatı Zeynel Yüksel, müvekkilinin BÇG'nin hiçbir toplantısına katılmadığını ve çağrılmadığını anlatarak, müvekkili aleyhine hiçbir delil olmadığını söyledi ve beraatini talep etti.
Sanıklardan, 28 Şubat döneminde tümgeneral rütbesiyle Kara Kuvvetleri Komutanlığı Harekat Başkanı olan Şükrü Sarıışık ise aleyhine müşteki ve tanık ifadeleri bulunmadığını, sanık ifadelerinde de isminin geçmediğini kaydetti.
Kara Kuvvetleri Komutanlığında BÇG'nin görevlerinin İstihbarat Başkanlığına verildiğini belirten Sarıışık, "Balyoz'dan 3 yıl 7 ay cezaevinde yatarken, benzer bir kumpasla 28 Şubat davasındaki atılı suçlamaları kabul etmiyorum. İddianamedeki suçlamaların hiçbirinde ben yokum. Söz konusu sürecin ne içinde ne devamında yer aldım. Yargılama sonunda beraatime karar verilmesini talep ediyorum." diye konuştu.
Sarıışık'ın avukatı Ali Fahir Kayacan, Balyoz soruşturma ve davasından bahsederken, "Orada Mehmet Baransu'nun işlevini burada Tamer Tatar gördü." dedi.
Sanıklardan Sedat Arıtürk'ün avukatı Esra Kaya da dosya kapsamında müvekkili aleyhine bir delil bulunmadığını savundu. Müvekkilinin YÖK nezdinde denetleme görevinde bulunduğunu ifade eden Kaya, şunları söyledi:
"28 Şubat olarak adlandırılan süreçle ve BÇG ile müvekkilimin ilgisi yoktur. GATA'daki görevi sırasında mescit yaptırdığı için soruşturma geçirmiştir. Dicle Üniversitesinde İlahiyat Fakültesi açılmasını sağlamıştır. Müvekkil Prof. Dr. Sedat Arıtürk, eksik incelemeyle verilen cezalandırma istemli mütalaanın mağduru durumdadır. İleri yaşının verdiği rahatsızlıkları vardır. Müvekkilimin beraatini talep ederim."
Cumhuriyet savcısının esas hakkındaki görüşünde beraat talebinde bulunduğu sanıklardan Mustafa Özbey ise dava konusu olan süreçte hiçbir şekilde yer almadığını ifade etti.
Ortada düşürülen bir hükümet olmadığını, hükümeti oluşturan partilerin yaptığı protokol gereği bir istifanın olduğunu savunan Özbey, beraatini istedi.
Davaya yarın saat 09.00'da devam edilecek.
13.02.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görülen ve sanıklar, müştekiler ile tarafların avukatlarının katıldığı duruşmada savunmasını yapan emekli Tümgeneral Ayhan Cansevgisi, üzerine atılı suçu kabul etmediğini, 28 Şubat yargılamasının Fetullahçı Terör Örgütü (FETÖ) mensuplarının Türk ordusuna kurduğu bir kumpas olduğunu öne sürdü.
Batı Çalışma Grubunun (BÇG) kurulmasının görüşüldüğü ve Çevik Bir başkanlığında 7 Nisan 1997'de gerçekleştirilen toplantıya katıldığı yönündeki suçlamayı kabul etmeyen Cansevgisi, toplantıya katılanların isimlerinin yer aldığı tutanağın sonradan üretilerek FETÖ'den yargılanan firari Tamer Tatar tarafından savcılığa ulaştırıldığını savundu.
Genelkurmay'da 2 Temmuz 1997'de gerçekleştirilen özel toplantıya katıldığı iddiasını da kabul etmeyen Cansevgisi, bu iddianın herhangi bir dayanağının olmadığını, söz konusu toplantıya katılanlara ilişkin listenin üretme olduğunu, listede bulunan bazı kişilerin o dönem yurt dışında görevli bulunduğunu savundu. Cansevgisi, bu toplantının düzenlendiği tarihte 54. Hükümetin fiilen sona erdiğini, dolayısıyla hükümeti devirme suçunu işlemelerinin mümkün olmadığını öne sürdü.
"Bu soruşturmayı yürüten eski savcı Mustafa Bilgili ve diğer birçok görevlinin FETÖ mensubu oldukları iddiasıyla açığa alınması, bu soruşturmanın kurgu olduğunu gösteriyor." diyen Cansevgisi, beraatini talep etti.
"Yürütme üzerinde dayatma söz konusu değil"
Sanıklardan Emekli Orgeneral Orhan Yöney, 7 Nisan 1997'de düzenlenen toplantıyı hatırlayamadığını söyledi.
Toplantıda söylediği iddia edilen sözlerin kesinlikle kendisine ait olmadığını öne süren Yöney, 15 yıl sonra ortaya çıkan bu tutanağın gerçek olmadığını öne sürdü.
Sanıklardan eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral Ahmet Çörekçi de Hava Kuvvetleri Komutanlığı görevinden Ağustos 1997'de emekli olduğunu, 28 Şubat 1997'deki MGK toplantısına anayasa gereği katıldığını, bu durumun ve toplantıda alınan kararların altında imzasının bulunmasının suç sayılamayacağını söyledi.
MGK üyelerinin anayasayla belirlendiğini ifade eden Çörekçi, MGK kararlarının bakanlar kuruluna bildirilmesinin ve bakanlar kurulunun kararları öncelikli değerlendirmesinin o dönem yürürlükte olan yasalara uygun olduğunu, bu nedenle yürütme üzerinde bir dayatmadan söz edilemeyeceğini öne sürdü.
Hava Kuvvetleri Komutanı olarak katıldığı MGK toplantısında gündemin belirlenmesinde hiçbir etki ve katkısının olmadığını savunan Çörekçi, gündemlerin başbakan ve genelkurmay başkanı tarafından tavsiye edilerek cumhurbaşkanı tarafından belirlendiğini kaydetti.
28 Şubat'ta MGK üyelerinin hiçbirinin gündemdeki herhangi bir maddeye veya alınan kararlara itiraz etmediğini dile getiren Çörekçi, 28 Şubat'taki MGK'dan birkaç ay sonra emekliye ayrıldığını, katıldığı toplantılarda alınan kararları daha sonra hiçbir şekilde takip etmediğini, MGK üyelerinin alınan kararları takiple ilgili bir görevinin de olmadığını anlattı. Çörekçi, "28 Şubat kararlarını diğer sivil ve asker üyeler hangi gerekçeyle imzaladıysa ben de o gerekçeyle imzaladım." dedi.
Yüce Divan'da yargılanma talebi
Üzerine atılı suçun tek dayanağının 28 Şubat'taki MGK'ya anayasa gereği katılmak olduğunu ifade eden Çörekçi, bu nedenle yargılama yerinin Yüce Divan olduğunu söyledi.
Çörekçi, Batı Harekat Konsepti belgesini görmediğini, hazırlanmasında katkısının olmadığını, dolayısıyla belgenin emirlerinin yerine getirmesinin de söz konusu olmadığını öne sürdü.
1995 yılında Hava Kuvvetleri Komutanlığına bağlı birimlere gönderdiği yıkıcı ve bölücü örgütlere ilişkin genelgesinin aleyhinde delil olarak dosyaya konulduğunu ifade eden Çörekçi, hiçbir siyasi konusu olmayan bu genelgenin 2 yıl sonra kurulacak hükümeti yıkma suçuna delil olarak kullanılmasını anlayamadığını söyledi. Atılı suçu işlemediğini savunan Çörekçi beraat talep etti.
Çörekçi'nin beyanının ardından duruşmaya öğle arası verildi.
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmada, savunma yapan sanıklardan dönemin Genelkurmay İstihbarat Başkanı emekli Korgeneral Çetin Saner, dosyaya delil olarak konulan belgelerin hepsinin harekat kodlu olduğunu ve Genelkurmay Harekat Dairesi Başkanlığınca hazırlandığını, kendisinin istihbarat başkanlığı görevini yürüttüğünü, dolayısıyla harekat başkanlığınca hazırlanan evraklardan sorumlu olmadığını söyledi.
Söz konusu belgelerin, kayıtsız, onaysız ve fotokopi olduğunu ifade eden Saner, 4 Nisan 1997 tarihli Batı Çalışma Grubu (BÇG) kurulmasına dair yazının, İstihbarat Daire Başkanlığına gönderilmesi dolayısıyla suçlandığını, dosyada fotokopisi bulunan bu evrakın şahsına değil, makama gönderildiğini, bu yazıdan dolayı suçlanamayacağını bildirdi.
Saner, "Evrak bana gönderilmedi, makama gönderildi. Ben bu evrakı hiç görmedim, hatırlamıyorum. İmzam ve parafım olması gerekir, bunlar yok. Ayrıca aslı ortada olmayan bu evraklara aslı gibidir ibaresinin konulması suç." dedi.
Dosyaya delil olarak konulan belgelerin düzmece olduğunu savunan Saner, 27 Mayıs 1997 tarihli dönemin Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir imzalı "Batı Eylem Planı" belgesine ilişkin, "Bu eylem planının hiçbir değeri yoktur. Yok hükmündedir. Hatalarla doludur." dedi.
2 Temmuz 1997'de Genelkurmay'daki özel takvim toplantısına katıldığı iddiasını da kabul etmeyen Saner, söz konusu tarihte İzmir'de izinde bulunduğunu ileri sürdü.
7 Nisan 1997'de Genelkurmay İkinci Başkanlığında yapılan toplantıya da katılmadığını savunan Saner, "Toplantı tutanağı olduğu öne sürülen belgede isimlerin karşısında imzalar yok. Bu tutanak muteber değil. Sonradan üretilmiş, çelişkilerle dolu." diye konuştu.
Dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e söylediği sözleri hata olarak kabul eden Saner, "İçişleri Bakanına söylediğim o sözü hükümeti düşürmek için değil, şahsi söyledim. Şahsa söylenmiş bir söz. Bir hata yaptım. O zaman da söyledim. Bu durumun hükümetle ilgisi yok. Kendisine... Şikayeti de yok." dedi.
Suçsuz olduğunu öne süren Saner, beraat istedi.
"Adım dahi yanlış yazılmış"
Sanıklardan Yahya Cem Özarslan, 1994'te Genelkurmay İstihbarat Başkanlığında teknik subay olarak görev yapmaya başladığını, komutan makamları ile bazı askeri birliklerin güvenlik denetimlerini yürüttüklerini söyledi.
1997-1998 yıllarında İç İstihbarat Şube Müdürlüğünde görev yaptığını anlatan Özarslan, bu şubede PKK'ya ait telsiz konuşmalarının incelenmesi ve önemli hususların özetlerinin çıkarılmasından sorumlu olduğunu söyledi.
Genelkurmay'da görev yaptığı dönemde illegal hiçbir emir ve talimat almadığını, hiçbir eylemde bulunmadığını söyleyen Özarslan, BÇG'den takdirname aldığı iddiasını kabul etmedi. Bu belgeyi ilk kez soruşturma esnasında gördüğünü, özlük dosyasında böyle bir belge bulunmadığını savunan Özarslan, kendisine verildiği öne sürülen takdirnamede ad ve soyadının dahi yanlış yazıldığını ifade etti.
Özarslan, adının BÇG'nin faaliyet gösterdiği yere giriş yetkisi bulunan kişilere ait listede bulunduğunu, fakat bu listenin düzmece olduğunu öne sürdü. BÇG'nin telefon rehberi olduğu öne sürülen belgenin de gerçek olmadığını iddia eden Özarslan, adının karşısında bulunan telefon numarasının 5 kişiye daha yazıldığını savundu.
"28 Şubat'taki MGK'da alınan kararların altında imzası bulunan başbakan ve bakanlar tanık olarak buraya gelirken, ben neden sanık oluyorum?" diyen Özarslan, beraat istedi.
"Bu davada yargılanmak ağırıma gidiyor"
Sanıklardan Yahya Kemal Yakışkan da 28 Şubat döneminde İç Güvenlik Harekat Daire Başkanlığı Veri Toplama Analiz Şubesinde yüzbaşı rütbesiyle Otomatik Bilgi İşlem (OBİ) subayı olarak görev yaptığını ve tamamen yazılım sistemleri üzerinde çalıştığını söyledi.
BÇG ile ilgisinin bulunmadığını savunan Yakışkan, sahte kimlikle yakalanan FETÖ üyesi bir savcının hazırladığı iddianameyle yargılandıklarını, böyle bir davada yargılanmanın ağırına gittiğini söyledi.
Haklarında delil olarak ortaya konulan belgelerin sonradan üretildiğini savunan Yakışkan, BÇG faaliyetleri kapsamında herhangi bir evrak hazırlanmadığını, aldığı takdir belgesinin ise BÇG ile ilgisinin bulunmadığını ve suçsuz olduğunu belirterek beraat istedi.
Sanıklardan dönemin Hava Kuvvetleri Komutanlığı İstihbarat Daire Başkanı emekli Tümgeneral Yücel Özsır da 7 Nisan 1997'de Genelkurmay Başkanlığında gerçekleştirildiği ve BÇG'nin kurulmasının görüşüldüğü iddia edilen toplantıya katıldığı ve orada bir konuşma yaptığı yönündeki iddiayı kabul etmedi.
"Birileri tarafından ismim, sonradan toplantıya katılanlar arasına eklendi." diyen Özsır, söz konusu tarihte tümgeneral olarak İstihbarat Dairesi başkanı olarak görev yaptığını, hem rütbesinin hem de branşının böyle bir toplantıya katılmasına mani olduğunu öne sürdü.
BÇG'nin hiçbir faaliyetine katılmadığını savunan Özsır, beraat istedi.
Sanıklardan dönemin Genelkurmay Personel Başkanı emekli Korgeneral Yıldırım Türker, esas hakkındaki mütalaanın FETÖ'cü savcılarca yazılan iddianamenin özeti şeklinde hazırlandığını, duruşma savcısının 4 yıl boyunca duruşmalarda dile getirilen beyanları ve ortaya konulan delilleri dikkate almadığını savundu.
Savcının mütalaasında çok ciddi eksik ve çelişkiler bulunduğunu öne süren Türker, hayali senaryolar üzerinden suçlandıklarını savundu.
BÇG eylem planının icra makamında bulunmak, 7 Nisan 1997 ve 2 Temmuz 1997'de yapılan toplantılara katılmakla suçlandığını dile getiren Türker, Refahyol koalisyonunun dağılmasının da BÇG'nin cebir ve şiddet içeren faaliyetlerine bağlandığını, kendisinin ne BÇG ne de hükümetin dağılmasıyla bir ilgisinin bulunmadığını öne sürdü.
"Asıl mağdurlar biziz"
28 Şubat yargılamasının siyasi olduğunu iddia eden Türker, aleyhlerinde dosyada bulunan belgelerin sonradan üretildiğini öne sürdü.
"Tüm görevlerimde bu kutsal ülkeye ve aziz millete hizmet ettim. Takdir edilme yerine tutuklandım. Asıl mağdurlar biziz" diyen Türker, mahkemenin hakkında vereceği kararı kabul edeceğini söyledi.
"Üzerime atılı suç yok"
Sanıklardan eski YÖK üyesi emekli Korgeneral Erdoğan Öznal da Genelkurmay'da farklı görevlerde bulunduktan sonra 1996'da kadrosuzluktan emekli edildiğini, ardından Cumhurbaşkanı tarafından YÖK üyeliğine getirildiğini söyledi.
YÖK'ün, BÇG'nin şubesi gibi çalışıp talimatlarını yerine getirdiği iddiasının gerçekle hiçbir ilgisinin bulunmadığını öne süren Öznal, iddianamenin birçok yerinde YÖK'ü BÇG ile irtibatlandırmak için özel gayret gösterildiğini iddia etti. Öznal, "Eğer BÇG ile bir ilgimiz olsaydı bunu hiç şaşmadan dolaylı yollara sapmadan söylerdim." dedi.
Kendisini savunmak istediğini ancak iddianamede üzerine atılı hiçbir suç bulunmadığını dile getiren Öznal, beraatini istedi.
Öznal'ın savunmasının ardından mahkeme başkanı, duruşmayı yarın devam etmek üzere tamamladı.
14.02.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen duruşmanın öğleden sonraki bölümünde, savunmasına oturarak devam eden sanıklardan dönemin Genelkurmay Harekat Başkanı emekli Orgeneral Çetin Doğan, iddianamede, "Psikolojik Faaliyet Planı" olarak yer alan ve imzasız olduğunu ileri sürdüğü dijital belgenin, Genelkurmay antetli 5 numaralı CD'ye kaydedildiğini savundu.
Doğan, "Batı Eylem Planı" adıyla bir plan hazırlandığının kaydedildiğini belirterek, 1992'de hazırlanan "Yavuz Psikolojik Harp Planı"nın, Batı Çalışma Grubunun faaliyetleri olarak iddianameye eklediğini öne sürerek, deliller arasında gösterilen "Batı Çalışma Grubu İş Bölümüne İlişkin Belge"nin delil niteliği taşımadığını iddia etti.
Eski savcı Mustafa Bilgili'nin tek sayfalık metinle iş çevirmeye çalıştığını öne süner Doğan, "Savcı, BÇG'nin psikolojik harekat yapmak üzere yurt sathında örgütlendiği izlenimi yaratmak istemiştir. Dava dosyasında Yavuz Psikolojik Harekat Planı var ama taslak. Bu plan resmi bir dokümandır. 1992'de hazırlanmış ve Başbakan tarafından onaylanıp, yürürlüğe konulmuştur. 1999'da güncellenmiştir. İşte dosyada olan bunun taslağıdır. Aslına ben de ulaşamadım." ifadelerini kullandı.
Planda, Psikolojik Harekat Komutanlığı ve buraya bağlı tabur ve timlerin görevlerinin belirlendiğini belirten Doğan, "Tüm dünyanın modern ordularında psikolojik harekat birimi var. Savcı Bilgili, akıllara ziyan birtakım dedikodulardan derlediği bilgilerle Psikolojik Harekat Grup Komutanlığını suçlamıştır." dedi.
Dava dosyasındaki delillerin büyük bir kısmının "sahte" olduğunu ileri süren Doğan, savunmasına "gerçek" deliller olarak değerlendirdiği 4 başlıkta devam etti.
Çetin Doğan, delil başlıklarını şöyle sıraladı:
"Sanıklar lehine olduğu için iddianameye dahil edilmeyen deliller, iddianamede olan ve gerçekliğini kabul ettiğimiz, çarpık yorumlanmış deliller, Genelkurmay Başkanlığınca verilen brifingler ve brifinglerin yansımaları ve iddianameye konu edilen TSK'nın bazı faaliyetleri."
Sanıklar lehine olduğu için iddianameye dahil edilmediğini öne sürdüğü delillerin önemli bir kısmı BÇG'nin kurulmasından önce yayınlanmış direktifler ve genelgelerden oluştuğunu savunan Doğan, bu direktif ve genelgelerin, Genelkurmay Başkanlığınca irtica ile mücadele için yapılan düzenlemelerin ve yayınlanan emirlerin yasal dayanağını oluşturduğunu öne sürdü.
Sanık Doğan, "Bu belgeler tarih itibarıyla en sonda olmasına rağmen taşıdığı önem nedeniyle 54. Hükümetin Başbakanı merhum Necmettin Erbakan'ın 18 Haziran 1997 tarihli istifa dilekçesi ve ardından gerçekleştirdiği basın toplantısında yaptığı konuşma. Dönemin Cumhurbaşkanı merhum Süleyman Demirel'in, Erbakan'ın istifasına ilişkin açıklamaları. MGK'nın 28 Şubat 1997'deki toplantısında MİT tarafından verilen brifingin metni, 13 Mart 1997'deki Bakanlar Kurulu toplantı tutanağı, İçişleri Bakanlığınca 28 Mart 1997'de yayımlanan 'Anayasa ve Yasaların Uygulamasında Uyulacak Usul ve Esaslar' konulu genelge ve dönemin Başbakanı Erbakan, dönemin Başbakan Yardımcısı Tansu Çiller ve BBP Genel Başkanı merhum Muhsin Yazıcıoğlu'nun üçlü basın toplantısı." ifadesini kullandı.
"Burası tiyatro salonu değil.."
Doğan savunmasına, 9. Cumhurbaşkanı Demirel'in TBMM Darbeleri Araştırma Komisyonunda yaptığı açıklamayı okuduğu sırada izleyicilerden birinin alkışlaması üzerine Mahkeme Başkan Mustafa Yiğitsoy, izleyicinin salondan çıkartılmasını istedi.
Bu sırada müşteki avukatlarından Necip Kibar, Mahkeme Başkanına "Biraz da doğal karşılayın, kendi ürettikleri iftiraları burada tekrarlıyorlar." demesi üzerine Mahkeme Başkanı Yiğitsoy izleyicilere dönerek, "Burası tiyatro salonu değil, o şekilde tepki veremezsiniz. Tepki verecekseniz başka yere gideceksiniz, 'dinleyemiyorum, sabredemiyorum' da diyorsanız dışarı çıkacaksınız. Davanın uzamasına sebep oluyorsunuz, bizi zor durumda bırakmayın." dedi.
MİT'in hem dönemin Cumhurbaşkanı Demirel'e hem de 28 Şubat 1997 tarihli MGK toplantısında irticai faaliyetlerle ilgili olarak verdiği brifinglerden bölümler aktaran Doğan, "Brifinglere dair tutanaklar eski savcı Mustafa Bilgili'nin elinde olmasına rağmen, bunların içeriğine girilmedi. İrticayla mücadeleyi tamamen TSK mensuplarına, üstelik yasa dışı bir faaliyet olarak atfetmesi, savcının bir hukuk davasının değil, siyasi bir davanın peşinde olduğunu bir kez daha göstermektedir." değerlendirmesinde bulundu.
"Hukuki dayanak yok"
28 Şubat döneminde, yasal yolla iktidara gelmiş 54. Hükümeti cebir ve şiddet kullanılarak, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemleriyle ortadan kaldırmaya veya görevlerini yapmasını kısmen ya da tamamen engellemeye teşebbüs suçunun işlenmiş olduğu iddiasının hukuki dayanaktan yoksun olduğunu savunan Doğan, "Batı Çalışma Grubunun kuruluş amacı ve faaliyeti, hükümetin 14 Mart 1997'de yayınladığı talimat doğrultusunda, Genelkurmay Başkanlığının yayınladığı 10 Nisan 1997 tarihli emirde belirtilmiştir. Bu emirde, 'irticai olaylar hakkında ilgilileri ve yetkilileri uygun ve yasal platformlarda bilgilendirmek' ifadesi, emrin amacının irtica ile yasal zeminde mücadele olduğunu açıkça belirtmektedir. Bu grubu terör örgütü saymak, Türk Silahlı Kuvvetlerini bir terör örgütü saymakla eş anlamlıdır." ifadesini kullandı.
Doğan, dosyada bulunan bazı belgelerin, 28 Şubat 1997'de Milli Güvenlik Kurulunca alınan kararların, 54. Hükümetin onayı ve talimatıyla yürürlüğe konulmasını müteakip, TSK çapında uygulanmasına ilişkin belgelerden ibaret olduğunu ve içinde bir suç unsuru bulunmadığını savundu.
İddianameye konu olan bazı belgelerin ise 54. Hükümetin istifa ettiği tarihte taslak halinde olduğunu savunan Doğan, dolayısıyla bu belgelerin 54. Hükümetin istifasıyla ilişkilendirilmeyeceğini öne sürdü.
Batı Çalışma Grubunca 28 Nisan-02 Mayıs 1997 arasında düzenlenen Kamuoyunu Bilgilendirme Brifinglerinin ses kaydı çözümlerinde suç unsuru bulunmadığını iddia eden Doğan, "Atılı suça dayanak yapılan delillerin bir bölümünün, imzasız dijitaller olduğu, sanıklarla illiyet bağı tespit edilemediği, 18 Haziran 1997 itibariyle taslak olan Eylem Planının işleme konduğu sanısını yaratmak için çalıntı bir CD'ye 2007'de kaydedilmiş dosyalardan yapılan alıntılardan ibaret olduğu için yasal delil niteliği yoktur." diye konuştu.
"54. Hükümetten sonra da devam etti"
Kamuoyunda "28 Şubat süreci" olarak bilinen irtica ile mücadele sürecinin, 54. Hükümetinin istifasından sonra, 55, 56 ve 57. hükümetler döneminde de devam ettiğinin çıkarılan talimat ve yönergelerden anlaşıldığını belirten Doğan, söz konusu dönemde MGK'da alınan tavsiye niteliğindeki kararların sadece 54. Hükümet tarafından değil, peşi sıra kurulan hükümetler tarafından da benimsendiğini, bu durumun irticayla etkin mücadelenin sürdürülmesi amacıyla birbiri ardına yayınlanan genelge ve talimatlardan anlaşıldığını öne sürdü.
28 Şubat sürecinde irticayla mücadele için yasal zeminde alınan kararların, 14 Aralık 2010'a kadar yürürlükte kaldığını bildiren Doğan, "Ben, bu süreç içinde Genelkurmay Başkanlığı bünyesinde oluşturulan Batı Çalışma Grubu Başkanı olarak 10 Nisan 1997-15 Ağustos 1997 tarihleri arasında, dört ay boyunca, tamamen yasalara uygun olarak görev yaptım. 15 Ağustos 1997 tarihinde o dönem Diyarbakır'da konuşlu olan Jandarma Asayiş Komutanlığı'na atanmam nedeniyle Genelkurmay Karargahındaki, dolayısıyla Batı Çalışma Grubundaki görevim sona ermiştir. Bu zaman dilimi içerisinde atılı suç oluşmadığı gibi, atılı suça dayanak sayılabilecek hiçbir faaliyette bulunmadım. Emir-komuta zinciri içinde kurulmuş olan Çalışma Grubu, yönergesi gereğince faaliyetini sürdürmüştür." diye konuştu.
Sincan'da yürütülen tanklar
Savunmasının son bölümünde 4 Şubat 1997'de Sincan'da tankların geçişinin Kudüs gecesi veya BÇG ile ilgisinin olmadığını öne süren Doğan, şöyle devam etti:
"Mürted (Akıncı) arazisi 1950'de ABD'ye tahsis edilerek, NATO'ya ait nükleer mühimmat yeraltı depoları inşa edilmiştir. Gizliliği kalktığı için ve şimdi çekildiği için açıklıyorum. Zırhlı Birlikler Tümeni o depoları koruyordu. Tankların yürümesinin sebebi budur. Özel bir yönerge ile Etimesgut Zırhlı Birlikler Komutanlığına verilmiştir. Üssün konuşlu olduğu bölgede 1402'deki Ankara Savaşı'nda Osmanlı Ordusundan ayrılıp Timur'un ordusuna geçenlere izafeten Mürted ismi, 1995'te TSK'nın devrinin ardından 1996'da Akıncılar olarak değiştirildi ama bakıyorum şimdi yine orayı Mürted yapıyoruz. Mürted yani dönekler hapiste. Oradaki askerler vatansever. Bu isim değişikliğine gerek yok."
Muktedirlerin siyasi amaç ve istemleri doğrultusunda açılan nice davalarda işlenen hukuk cinayetlerine tarihin şahitlik ettiğini dile getiren Doğan, savunmasını, "Umarım Batı Çalışma Grubu-28 Şubat adını taşıyan iddianame ile açılan davanın görüldüğü bu mahkeme, ülkemizde adaletin mülkün temeli olduğu söyleminin sadece duvarlara kazınmış, göstermelik bir bezemeden ibaret olduğu yaygın kanıyı yok eder. Bu davaya ilişkin vereceğiniz karar sanıklardan daha çok Türk adaleti ve mahkeme heyetinin gelecek kuşaklara bırakacağı mirasa ilişkin olacaktır." sözleriyle tamamladı.
Duruşmaya yarın sanık savunmalarıyla devam edilecek.
15.02.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen, sanıklar ve müştekiler ile tarafların avukatlarının katıldığı davanın 100. duruşmasına, dünkü celsede savunma yapan dönemin Genelkurmay Harekat Başkanı emekli Orgeneral Çetin Doğan'ın avukatı Hüseyin Ersöz'ün savunmasıyla başlandı.
Yaklaşık 2 saat savunma yapan Ersöz, davanın açılmasında rol oynayan hakim, savcı ile TSK mensuplarının FETÖ soruşturmaları kapsamında tutuklu ya da firari olduklarını söyledi.
Avukat Ersöz'ün beyanlarının ardından sanıklardan emekli Korgeneral Köksal Karabay savunma yaptı.
28 Şubat soruşturmasının FETÖ'cüler tarafından kurgulanan bir kumpas ve intikam davası olduğunu savunan Karabay, iddianameyi düzenleyen FETÖ sanığı eski savcı Mustafa Bilgili'nin, ihbarcıların gönderdiği CD'leri 9 ay sonra adli emanete teslim ettiğini ileri sürerek, "Bu 9 ayda bunlara ne yapıldığını, neler eklendiğini bilmek mümkün değil. Savcı, bu davayı içinden çıkılmaz hale getirmek için dava ile hiçbir illiyet bağı olmayan yüzlerce belgeyi iddianameye koydu." diye konuştu.
Davanın açılması ve sanıkların tutuklanması için hukuk ihlallerinin yapıldığını ileri süren Karabay, şöyle devam etti:
"Dava kapsamında 239'u sivil, 438 kişinin beyanı alındı ancak bu kişiler hakkında işlem yapan kurumlardan bilgi alınmadı. Oysa bu bilgiler alınmış olsaydı davaya katılım kararları daha sağlıklı ve objektif verilirdi. Savcı Bilgili'nin amacı müştekilerin mağduriyetini gidermek değil, davayı içinden çıkılmaz hale getirmek ve mahkeme üzerinde sanıklar aleyhine baskı oluşturmaktır ancak mahkemenin bu baskılara aldırış etmeyeceğine inanıyorum."
Karabay, 28 Şubat döneminde yapılan her şeyin anayasaya uygun olduğunu iddia ederek, "Anayasal düzende yapılan çalışmalara şimdi darbe diyorlar. Hükümet 3-4 ay görevde kaldı, sonra da Başbakan Necmettin Erbakan istifa etti. O dönem hiçbir parti kapatılmadı." dedi.
Davanın 15 yıl sonra FETÖ tarafından açıldığını öne süren Karabay, "15 sene suç sayılmayan bir konu ne oldu da 15 sene sonra suç sayıldı? Acaba Erbakan'ın rahmetli olduğu için tanıklık yapamayacağı ve tüm belgelerin arşiv kopyalarının imha edilmiş olmasının etkisi var mıdır? Rahmetli Erbakan hayatta olsa, FETÖ'cülere en güzel cevabı verecekti." diye konuştu.
"Kumpas ve intikam davası"
İddianameye konu olan, 2 Temmuz ve 7 Nisan 1997'de Genelkurmayda düzenlendiği öne sürülen toplantılara katılmadığını, 2 Temmuz 1997'de Arnavutluk'ta bulunduğunu, 7 Nisan'daki toplantıya katıldığı iddiasına dayanak olan belgenin ise sonradan üretildiğini savunan Karabay, General-Amiral Oryantasyon seminerindeki iç güvenlik tehdit brifingini hazırladığı iddiasını da kabul etmedi. Karabay, bu seminerin bugün de rutin şekilde düzenlendiğini, iç güvenlik tehdit brifinginin de o dönem kendine bağlı dairece hazırlandığını, günümüzde faaliyetin aynı şekilde devam ettiğini belirtti.
Emniyet-Asayiş Yardımlaşma Protokolünde (EMASYA) parafı bulunduğu yönündeki iddiaya cevap veren Karabay, protokolün kendisi Arnavutluk'tayken hazırlandığını, bu yüzden imzası yerine protokolde parafının bulunduğunu, protokolün hazırlanmasında bir katkısının olmadığını söyledi.
Karabay, "Dönemin hükümetinin yıkılmasına dair bırakın cebir ve şiddet kullanmayı, en küçük bir imam dahi varsa ben konuşmamı kesip tüm suçlamaları kabul edeceğim. Bu dava FETÖ'cü bir grup tarafından kumpas ve intikam davası olarak açıldı. Biz halen hukuken yok hükmündeki bu iddianameyle yargılanıyoruz." dedi.
"Sanal bir liste"
Dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı (DKK) Harekat Başkanı emekli Tümgeneral Aytaç Atılan, 7 Nisan 1997'de sanıklardan eski Genelkurmay 2. Başkanı Çevik Bir başkanlığında irticaya karşı alınacak tedbirlerin görüşüldüğü toplantıya katıldığı iddiasını reddetti.
Toplantıya katılanlara ilişkin listenin FETÖ sanığı savcı Mustafa Bilgili tarafından düzenlenen sanal bir liste olduğunu savunan Atılan, bu belgelerin delil olarak kabul edilemeyeceğini öne sürdü, belgenin aslının dosyaya kazandırılmasını istedi.
DKK'ya ait 5 Mayıs 1997 tarihli " Batı Çalışma Grubu Bilgi İhtiyaçları" başlıklı belgenin sorumluluğunun Deniz Kuvvetleri İstihbarat Başkanlığına ait olduğunu söyleyen Atılan, Onbaşı Kadir Sarmusak tarafından çalınan söz konusu belgenin Genelkurmay Başkanlığınca verilen emir doğrultusunda bilgi toplamaya yönelik düzenlendiğini ve bu uygulamanın o dönemde yasal olduğunu iddia etti.
28 Şubat davasının FETÖ kumpas davası olduğunu savunan Atilla, amacın mütedeyyin vatandaşları TSK'ya karşı kışkırtmak olduğunu öne sürdü.
"O memleket batmış demektir"
Dönemin MGK Genel Sekreteri eski Hava Kuvvetleri Komutanı emekli Orgeneral İlhan Kılıç ise MGK gündeminin oluşturulması sürecine ilişkin bilgi verdi, genel sekreterin kurulun asli üyesi olmadığını, gündemin oluşturulması ve alınan kararlarda etkili olmadığını, oy hakkının da bulunmadığını söyledi.
Suçlamaları reddeden ve haklarındaki iddianamenin çelişkilerle dolu olduğunu savunan Kılıç, 28 Şubat döneminde hükümetin çalıştırılmadığına dair iddiaları da kabul etmedi.
28 Şubat'taki MGK kararlarını Necmettin Erbakan'a kendisinin değil Tansu Çiller'in imzalattığını, kararın TBMM'de imzalandığını ifade eden Kılıç, "Erbakan'a MGK kararlarını imzalatma... Yemin ediyorum, üç kere evine gitmişimdir. Siyasi görüşünü vesaire bilmem. Erbakan devlet adamıdır. Evine gitmişim, bana kapıyı kapatmış. Niye kapatsın? Çok kibardı. Hatta merdivenlerin başında 'Paşa hazretleri' diye karşılardı. Bu ortamda hükümeti çalışamaz hale getiren bir genel sekreter görevine devam edemez. Hükümeti yıkmak falan... Ciddi olalım. Genel sekreter hükümeti yıkıyorsa o memleket batmış demektir." diye konuştu.
28 Şubat'a "darbe" denmesinin bilgisizlik olduğunu savunan Kılıç, "28 Şubat o günkü siyasi liderlerin güç mukayesesidir. Buna Tansu Çiller dahildir. Süleyman Demirel ve diğerleri de. Onların yüzünden oldu. 28 Şubat sivil bir güç mukayesesidir." dedi.
Genel Sekreteri olduğu MGK'nın atılı suçu işlemeye elverişli olmadığını, personelinin büyük bölümünün sivil olduğunu söyleyen Kılıç, MGK Genel Sekreteri olduğu dönemde suç oluşturacak hiçbir faaliyetin içinde bulunmadığını öne sürdü ve beraat talebinde bulundu.
"Fikren karşıyım"
Sanıklardan emekli Albay Ziya Batur, fikren karşı olduğu böyle bir yapının içinde bulunmasının mümkün olmadığını söyledi. Üzerine atılı suçu işleme irade ve yetkisinin bulunmadığını savunan Batur, beraat istedi.
Batur, "Batı Çalışma Grubu (BÇG) görevlilerine ayrı bir giriş kartı veriliyordu." beyanının savcı Mustafa Bilgili tarafından iddianameye eklendiğini, kendisinin böyle bir beyanının olmadığını savundu ve böyle bir giriş kartı varsa Genelkurmaydan talep edilerek dosyaya kazandırılmasını istedi.
Sanıklardan emekli Binbaşı Bahattin Çelik, 54. hükümetin görevini yapmasını engellemeye yönelik hiçbir faaliyetin içinde bulunmadığını, rütbesi gereği bunun mümkün de olmadığını belirterek beraat talep etti.
Beyanların ardından heyet, yarın devam etmek üzere duruşmayı tamamladı.
16.02.2018 GÜNKÜ DURUŞMADA YAŞANANLAR
Ankara 5. Ağır Ceza Mahkemesinde görülen ve sanıklar ile müştekilerle tarafların avukatlarının katıldığı duruşmanın öğleden sonraki bölümünde savunmasını yapan emekli Tuğgeneral Ünal Akbulut, üzerine atılı suçları reddetti, yasa dışı hiçbir faaliyette bulunmadığını söyledi.
1994-1997 yılları arasında Genelkurmay Başkanlığı İç Güvenlik Harekat Dairesinde plan proje subayı olarak görev yaptığını ve bu göreve teamüllere göre atandığını anlatan Akbulut, "Göreve başladığım 1994 yılında ne Refahyol vardı ne de 28 Şubat kararları. Görevden ayrıldığım dönemde de 54. hükümet görevinin başındaydı. Dolayısıyla atanmama farklı anlamlar yüklenmesi beyhude bir çabadır." dedi.
Batı Çalışma Grubu (BÇG) faaliyetleri kapsamında tarikat ve ibadet yerlerini takiple görevlendirildiği iddiasını kabul etmeyen Akbulut, 10 Nisan 1997 tarihli emirle kurulan BÇG'nin, görev yaptığı plan şubeyle ilgisinin bulunmadığını, şubesinin PKK ile ilgilendiğini, BÇG'nin ise irtica iç tehdidine karşı kurulduğunu söyledi.
BÇG'nin kurulduğu tarihlerde Genelkurmay Başkanlığındaki görevinden başka bir yere atandığını dile getiren Akbulut, BÇG'nin görev yaptığı yere giriş yetkisi bulunan personele ilişkin dosyada bulunan belgenin düzmece olduğunu savundu.
28 Şubat davasının FETÖ kumpası olduğunu öne süren Akbulut, iddianameyi hazırlayan FETÖ sanığı eski savcı Mustafa Bilgili'nin kendileri gibi düşük rütbeli subayları, komuta kademesine ulaşmak için araç olarak kullanıldığını savundu.
28 Şubat davası da dahil FETÖ'nün kumpas davalarında büyük benzerlikler bulunduğunu anlatan Akbulut, örgütün kendi mensuplarını ordu içine yerleştirmek için bu davaları kurguladığını, nihayetinde ordu içine yerleştirilip önü açılarak hızla yükseltilen FETÖ mensuplarının 15 Temmuz'da darbe girişiminde bulunduklarını ifade etti.
"İrticayla ilgili brifinglere katılmadım"
Sanıklardan emekli Albay Ruşen Bozkurt, BÇG içinde yer alıp bu yolla hükümeti cebir ve şiddet kullanarak devirdiği iddiasını kabul etmediğini söyledi.
Genelkurmay Başkanlığı İç Güvenlik Harekat Dairesine atanma sürecini anlatan Bozkurt, harp okulundan mezun olduktan sonra gönüllü olarak Şırnak'a gittiğini, bu sürede yurt içi ve yurt dışında birçok operasyonu planladığını, başarılı çalışmalarından dolayı 1996'da Genelkurmay karargahına tayin edildiğini belirtti.
Genelkurmay'da PKK ve bu örgütle bağlantılı diğer örgütlerle ilgili görevlendirildiğini söyleyen Bozkurt, irticayla mücadele konusunda bir bilgisinin olmadığını, dolayısıyla bu alanda görevlendirilmesinin söz konusu olamayacağını öne sürdü.
BÇG'nin görev yaptığı yere giriş yetkisi bulunan kişilere ilişkin listenin sahte olduğunu öne süren Bozkurt, 28 Şubat döneminde irticayla ilgili brifinglere katılmadığını, Irak'ın kuzeyine düzenlenen operasyonu da hatırlatarak, kendisinin terörle mücadeleyle ilgili aralarında yabancıların da olduğu heyetlere brifingler sunduğunu dile getirdi.
"Kimin mürteci olduğuna devlet mi karar verir?"
Sanıklar Akbulut ve Bozkurt'un avukatı Avukat Coşkun Özbudak, savunma sırasında, Nazi Almanyası döneminden örnekler verip "Kimin Yahudi olduğuna ben karar veririm." sözünü kullanınca, savcı Mehmet Hanifi Yıldırım, "Kimin mürteci olduğuna devlet mi karar verir?" diye sordu.
Bunun üzerine avukatla savcı arasında tartışma oldu. Savcının, Mehmet Akif Ersoy'un konuyla ilgili şiirini de okumasını istediği avukat, "Takdir, ödüller kime, neye göre suç, kime, neye göre değil? Kimin Yahudi olduğuna kim karar verdi? Ben burada kimseyi rencide etmek istemiyorum, savunmamı renklendirmek istiyorum." dedi.
Mahkeme Başkanı Mustafa Yiğitsoy araya girerek, "Burası tartışma programı değil. Şimdi savcılık size cevap verirse tartışma programına döner. Savcı kamu görevi yapıyor, babasının hayrına burada durmuyor. Mütalaasını verdi, beğen beğenme." diye konuştu.
Daha sonra söz alan savcı Yıldırım, "Cumhuriyetin savcısı olmaktan gerçekten iftihar ediyorum. Ayrıca şunu söylemek isterim. Şerefli Türk ordusunun Mete Han'dan beri Türk benliğinin çelikleşmiş bir ifadesi olduğuna tüm benliğimle inanıyorum." dedi.
"19 yıl önce söyledik"
Daha sonra savunma yapan sanıklardan dönemin Genelkurmay Genel Sekreteri emekli Tümgeneral Erol Özkasnak, iddianamenin bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlandığını, FETÖ sanığı eski savcı Bilgili'nin iddianameyi yazdığı dönemde "Fetullah Gülen cemaatinin" el üstünde tutulduğunu, bu nedenle Genelkurmay'ın, brifing ve bilgi notlarında "Gülen cemaatinin" ülkenin başına ileride nasıl belalar açacağından bahsetmesinin savcı tarafından iddianameye suç delili olarak konulduğunu söyledi.
Genelkurmay Başkanlığının FETÖ yapılanmasına ilişkin raporlarından iddianameye delil olarak konulan bölümleri okuyan Özkasnak, şunları ifade etti:
"Bu örgütün ne kadar tehlikeli olduğu 15 Temmuz darbe girişiminden 19 yıl önce Genelkurmay tarafından tespit edilip ortaya konuldu. Geldiğimiz nihai aşamada her şey apaçık ortadayken süreç, BÇG üzerinden sözde darbe suçu haline getirildi. Duruşmaların sadece son dördüne katılan savcı, eski savcı Bilgili'nin her yanı kumpas olan iddianamesinin özetini çıkararak 60 sanığa ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası talep etti. Savcının hazır bulunmadığı diğer duruşmalarda ortaya çıkan gerçekleri dikkate almadığı anlaşılıyor."
İddianameyi düzenleyen Bilgili'nin, Genelkurmay'ın bu çabalarını irticayla değil, hükümetle mücadele olarak gösterebilmek için sahte deliller ürettiğini savunan Özkasnak, bu yapının gerçek yüzünün daha sonra görüldüğünü, TSK'nın o dönemde gerçekleştirdiklerini hükümetin bugün yaptığını söyledi.
28 Şubat dönemini postmodern darbe olarak nitelendirdiği iddiasına değinen Özkasnak, sözlerini şöyle sürdürdü:
"2001'de bir televizyon programına bağlanıp açıklamada geçen postmodern sözü benim icat ettiğim bir kelime değildir, isim babası ben değilim. Daha önce bazı gazeteciler de bu ifadeyi kullanmıştı. Ben bunun bir darbe olmadığını ifade etmeye çalıştım ama zaman kısıtlı olduğu için meramımı anlatamadım. Ben 'Postmodern darbedir.' demedim. 'Bu postmodern darbedir.' diyenlere bunun darbe olmadığını, toplumun, çağdaş değerlerini yok edilmesine yönelik bir tepkisi olduğunu dile getirmeye çalıştım ama bunun darbe olduğuna inananlar hemen bu sözün üzerine atladı ve söylediklerimi çarpıttı."
Özkasnak, dönemin İçişleri Bakanı Meral Akşener'e hakaret ettiğinin öne sürüldüğünü, böyle olmadığının mahkemede ortaya çıktığını, Sincan'da yürütülen tankları komuta ettiği iddiasının da aynı şekilde gerçek dışı olduğunu söyledi.
Erol Özkasnak, "Başbakana söyle istifa etsin." sözünü söylediği iddiasını kabul etmedi ve "Böyle bir laf söylemiş olsam merhum Erbakan bundan en azından yakın arkadaşlarına bahsetmez miydi?" dedi.
Özkasnak, ABD kongresine başvurarak darbe için izin istedikleri iddiasını da "gülünç" olarak nitelendirdi.
Savunma yapan dönemin Genelkurmay Başkanlığı Genel Sekreteri Erol Özkasnak, üzerine atılı suçlamaları kabul etmediğini söyledi. İddianamenin bütünüyle FETÖ'cüler tarafından hazırlandığını öne süren Özkasnak, "Genelkurmay'ın FETÖ'cülerin ileride ülkeye tehdit olacağına dair çalışmaları iddianameyi suç delili olarak konmuştur. Ancak 17-25 Aralık'tan sonra biz sanıklara yöneltilen bu suçlamalar Genelkurmay Karargahı'nın ne kadar haklı olduğunu ortaya çıkarmıştır. Genelkurmay Başkanlığı 15 Temmuz'dan 19 yıl önce bu örgütün tehdit olduğunu tespit ederken, Mustafa Bilgili'nin de dahil olduğu örgüt maalesef el üstünde tutuluyordu. Bu davanın sadece 4 celsesine katılan savcı, Mustafa Bilgili'nin iddianamesi üzerinden bizler için müebbet istemektedir" diye konuştu.
Özkasnak, 2001 yılında bir televizyon programında 28 Şubat dönemi için "postmodern darbe" ifadesini kullandığı iddiasını yalanladı. Bu ifadenin isim babasının kendisi olmadığını söyleyen Özkasnak, bu ifadeyi basından duyduğunu kaydetti. Özkasnak, katıldığı programda aksine bunun bir darbe olmadığını anlatmak istediğini, zaman kısıtlılığından dolayı düşüncelerini anlatamadığını savunarak, "Bu benim şahsi değerlendirmemdi. Bunun darbe olduğuna inananlar hemen söylediklerimin üzerine atlamış ve çarpıtmışlardır" dedi.
"Kamuoyunda, 'Sincan'da tankları yürüten komutan' olarak tanınıyorum"
Sanık Kara Kuvvetleri eski Komutanı emekli Orgeneral Erdal Ceylanoğlu, kamuoyunda "Sincan'da tankları yürüten komutan" önyargısı oluştuğunu, bunun gerçeği yansıtmadığını belirtti. İddianameyi hazırlayan savcı Mustafa Bilgili'nin FETÖ mensubu olduğunu sonradan öğrendiğini kaydeden Ceylanoğlu, Bilgili'nin tutuklama talebiyle kendisini hakimliğe sevk ettiğini, bu doğrultuda tutuklandığını, Ağustos 2013'de de tahliye edildiğini anlattı. "Tankların çıkışına emir veren komutanlıklar", "güzergah ve zamanı" ile "izinde bulunması" gibi unsurların tahliye edilmesine dayanak oluşturduğunu ifade eden Ceylanoğlu, Sincan'da tankların yürütülmesinde bir etkisinin olmadığını, kendisinin o tarihte yıllık izinde olduğunu öne sürdü. Ceylanoğlu, yılda birkaç kez eğitim çalışmalarının yapıldığını iddia ederek, "Bu kapsamda da önceden bir eğitim programı düzenlenmişti. İzinli olduğum tarihte bu eğitim programının öne alındığını öğrendim. İzinli olmama rağmen tankların geri dönmesini sağlamak için görevimin başına geçtim. Akşam vakti yaklaşırken tankları orada, arazide mi bırakacaktım? Davanın başından itibaren adım zorlama ile bu sözde suça bulaştırılmaya çalışıldığının en somut kanıtı olan bu haklı soruma hiçbir cevap alamadım" şeklinde konuştu.
"Batı Çalışma Grubu'nun çalışmalarına katılmadım"
Ceylanoğlu, alnının ak olduğunu, cumhuriyete, devlete ve millete zarar verecek hiçbir davranışının olmadığını söyledi. Ceylanoğlu, Batı Çalışma Grubu ile kendisinin ve birliğinin hiçbir ilişkisinin olmadığını iddia ederek şunları kaydetti:
"Batı Çalışma Grubu, Genelkurmay Başkanlığı'nda kurulmuş normal çalışan bir gruptur. Batı Çalışma Grubu'nun çalışmalarına katılmadım. Tümenimin hiçbir personeli de kesinlikle Batı Çalışma Grubu faaliyetleriyle görevli veya irtibatlı değildir. Bunu ima eden bir emare bile yoktur. Ağustos 1996'da planlanmış eğitim tatbikatının uygulama zamanının öne alınmasından bilgim ve haberim yoktur. Olması da mümkün değildir. Ayrıca bu süreçte ben izinliyim. İlgili olaydaki en alt rütbede olan şahsımın komuta katının verebileceği bir emirden emir verilmeden önce haberdar olmam mümkün değildir. İcra edilen askeri birlik eğitim tatbikatı bir art niyete dayandırılmamalıdır. 4 Şubat'ta gerçekleştirilen faaliyet 1960'lı yıllardan itibaren farklı aralıklarla rutin bir şekilde yapılan eğitim tatbikatıdır. 51 yıl boyunca şerefli üniformamla görev yaptım. Bu süre içerisinde kanunsuz bir emir almadım, emir vermedim. Beraatimi talep ediyorum."
Ceylanoğlu'nun savunmasının tamamlanmasının ardından duruşmaya kısa bir ara verildi. Aranın tamamlanmasının ardından ara kararını açıklayan mahkeme heyeti, davaya katılma talebinde bulunan iki kişinin talebini kabul etti.
Esas hakkındaki mütalaaya karşı savunma yapacak 16 sanığın kaldığını bildiren mahkeme, duruşmayı 2 Mart 2018'e erteledi.
Çiller davayı sarstı: 28 Şubat darbedir
28 Şubat davası duruşmaları
28 Şubat soruşturması manşetlerimiz
28 Şubat süreci manşetlerimiz
28 Şubat davasında 'paralel' tartışması
28 Şubat iddianamesinde arama yap
(17 Şubat 2018, 18:24)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: