Seçimler yaklaştıkça şok gelişmeler peşpeşe geliyor.. Dün AK Partili belediye ve kamu kuruluşlarına yönelik yolsuzluk operasyonları üzerine bugün İstanbul Emniyeti'nde operasyon yetkisine sahip 5 üst düzey emniyet müdürü görevden alındı. Müdürlerin, bağlı oldukları İçişleri Bakanı Muammer Güler'e bile haber vermeden böyle büyük çaplı bir operasyon yapması ve 3 bakanın çocuğunu da gözaltına alması kamuoyunda sert tepki doğurdu. Kamuoyunun her kesiminde, bunun cemaat gerilimini sürdürmek isteyen yargı ve emniyet içindeki yapılanmanın işi olduğu, bir yıldır süren dinlemelerden sonra seçimlerin kısa süre öncesinde operasyonların ve gözaltıların yapılmasının bu açıdan manidar olduğu görüşü hakim. Başbakan Erdoğan dün Konya'da açılış töreninde yaptığı konuşmada isim vermeden bu operasyonları eleştirmişti. Çok sert açıklamalar yapan Erdoğan, 'Tehdide boyun eğmeyeceğiz. 30 Mart'ta seçim var. Hesabı olan sandıkta görsün' demişti. Öte yandan bu krizin, hükümetin terör sorununu barış yoluyla çözme planını akamete uğratmak için 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı gözaltına alma ve bu yolla Başbakan Erdoğan'ı terörü azdıran kişi gibi göstererek kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırma girişimi ile büyük benzerlik taşıdığı görülüyor. Dersane ve MİT belgesi tartışmalarının ardından gelen bu gözaltıların zamanlaması son derece dikkat çekici. Yerel seçimlere kısa süre kala yerel yönetimlere yönelik yapılan ve seçimlerin sonuçlarını etkilemesi kaçınılmaz olan bu operasyonun siyasi amaçlar taşıdığı konusunda hemen herkes aynı görüşte. Köşe yazıları, Tv tartışmaları ve haber sitelerinde yer alan okuyucu yorumlarına kadar her yerde bu görüş hakim. İlginçtir, cemaat medyasında operasyonların savunulduğu aksi yöndeki yayınlar hakim. Bu kriz, akıllara, dersanelerin kapanmasına karşı olan cemaat yazarlarından ve tartışmaların odağındaki isimlerden Taraf yazarı Mehmet Baransu'nun 'daha bavulu açmadım, elimdeki sadece klasördeki bir belgeydi' diyerek hükümete yönelik tehdit ve şantajını getirdi. Bu şekilde hükümete meydan okuyan ve en gizli belgelere dahi ulaşabilen Baransu'nun ardındaki kişilerin kim olduğu medyada yoğun tartışma konusu olmuştu. '7 Şubat krizi, gezi, dersane, cemaat, taraf, baransu' gibi cemaat ağırlıklı konularda bir kaç haftadır yoğun tartışma konusu olan emniyet ve yargı içindeki cunta yapılanması iddialarının bu operasyonlarla güçlendiği gözleniyor. Öte yandan Sivil Toplum Kuruluşu Adalet Platformu, bu yapılanmayı çok sayıdaki somut delille belgeleyerek savcılığa suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Yargı içindeki bir yasadışı gizli cunta yapılanmasının yargı tarafından araştırılmasını talep edecek suç duyurusuna yargı makamlarının nasıl tavır göstereceği de merak konusu oldu. Adalet Platformu yetkilileri, suç duyurusunun akıbetinin medyanın da yardımıyla yakından takip edileceğini ve hasıraltı edilmesine izin verilmeyeceğini açıkladı.
18.12.2013 11:00 Seçimler yaklaştıkça şok gelişmeler peşpeşe geliyor.. Dün AK Partili belediye ve kamu kuruluşlarına yönelik yolsuzluk operasyonları üzerine bugün İstanbul Emniyeti'nde operasyon yetkisine sahip 5 üst düzey emniyet müdürü görevden alındı.
İstanbul Emniyeti’nde görevden alınan operasyon yetkisine sahip 5 üst düzey emniyet müdürünün isimleri şunlar:
Mali Şube Müdürü Yakup Saygılı
Kaçakçılık Şube Müdürü Tuğrul Turhal
Organize Şube Müdürü Nazmi Ardıç
Terörle Mücadele Şube Müdürü Ömer Köse
Asayiş Şube Müdürü Ersan Erçıktı
Türkiye'yi sarsan büyük rüşvet operasyonunu yürüten polis müdürlerinin görevden alınması sonrasında soruşturmaya iki savcı daha atandı.
TEPKİLER GİDEREK ARTIYOR
Müdürlerin, bağlı oldukları İçişleri Bakanı Muammer Güler'e bile haber vermeden böyle büyük çaplı bir operasyon yapması ve 3 bakanın çocuğunu da gözaltına alması kamuoyunda sert tepki doğurdu. Kamuoyunun her kesiminde, bunun cemaat gerilimini sürdürmek isteyen yargı ve emniyet içindeki yapılanmanın işi olduğu, bir yıldır süren dinlemelerden sonra seçimlerin kısa süre öncesinde operasyonların ve gözaltıların yapılmasının bu açıdan manidar olduğu görüşü hakim.
BAŞBAKAN: TEHDİDE BOYUN EĞMEYECEĞİZ
Başbakan Erdoğan dün sabah gerçekleşen operasyonları ilerleyen saatlerde Konya'da katıldığı açılış töreninde yaptığı konuşmada isim vermeden eleştirmişti. Çok sert açıklamalar yapan Erdoğan, 'Siz arkamızda olduğunuz sürece hiçbir tehdide boyun eğmeyeceğiz, geri adım atmayacağız. 30 Mart'ta seçim var. Hesabı olan sandıkta görsün' demişti.
Açılış için Konya'da dün halka seslenen Erdoğan Türkiye'yi sarsan operasyonlarla ilgili olduğu anlaşılan mesajlar vermişti:
"Bir kere daha söz veriyorum, sizin güveninize halel getirmeyeceğiz. Hiçbir tehdite boyun eğmeyeceğiz. Siz arkamızda olduğunuz müddetçe Allah'ın izniyle geri adım atmayacağız. Haktan ve hak mücadelesinden asla ayrılmayacağız. İstedikleri kadar çirkin yola tevessül etsinler, istedikleri kadar kirli ittifakların içine girsinler. Türkiye'de artık söz artık milletindir, karar milletindir, yetki milletindir. Arkasına karanlık odakları alanlar bu millete istikamet çizemez. AK Parti iktidarı buna izin vermez. Saldırılar, tuzaklar bu millete diz çöktüremedi, bundan sonra da çöktüremez.
Arkasına sermayenin medyayı alanlar, bu ülkenin istikametini değiştiremezler. Arkasına Türkiye'nin içinde ve dışında bir takım karanlık çevreleri alanlar Türkiye'nin istikametiyle oynayamazlar. Türkiye'nin ayarlarını değiştiremezler. Türkiye üzerinde operasyon yapılacak, üzerinde ameliyat yapılacak bir ülke değildir. Millet buna izin vermez. Bu milletin hükümeti olarak AK Parti iktidarı buna izin vermez.
Kimin ne hesabı varsa, kendilerine güveniyorlarsa 30 Mart'ta seçim var, o seçime girsinler hesabı orada milletle görsünler. Hesabını sandık dışında görmek isteyenlere ne millet ne de biz müsade etmeyiz, göz yummayız. Türkiye bir muz cumhuriyeti değildir, milletin çiğneneceği, kararlarının yok sayıldığı bir kabile devleti değildir. İçeriden ve dışarıdan hiç kimse benim ülkemi karıştıramaz, benim ülkemde çirkin tuzaklar kuramaz.
Çok enterasandır; birilerinin topu tüfeği varsa birilerinin hilesi hurdası varsa, bizim de Allah'ımız var. Bize millet yeter."
İKİNCİ 7 ŞUBAT KRİZİ
Öte yandan bu krizin, AK Parti hükümetinin terör sorununu barış yoluyla çözme planını akamete uğratmak için 7 Şubat 2012'de MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ı gözaltına alma ve bu yolla Başbakan Erdoğan'ı terörü azdıran kişi gibi göstererek kamuoyu nezdinde itibarsızlaştırma amaçlı olduğu ileri sürülen kriz ile büyük benzerlik taşıdığı görülüyor.
Hakan Fidan'ı MİT müsteşarlığı görevine sıradışı bir usulle getiren Başbakan Erdoğan, ona çok güvendiğini bu yolla belli etmişti. Fidan'ın göreve getirilmesi diplomasi tarihinde görülmedik şekilde İsrail'li üst düzey yetkililer tarafından resmi olarak eleştirilmişti. İlginçtir, cemaat yazarlarından olduğu bilinen Taraf gazetesi yazarı Emre Uslu, son günlerdeki dersane ve devamı tartışmalarında cemaat içerisinde hükümete yönelik olduğunu iddia ettiği tepkilerin asıl nedeninin İsrail'le bozulan ilişkiler olduğunu açıkça dile getirdi.
Hakan Fidan'ın MİT'in başına getirildiği o günlerde Ergenekon sanık ve çevrelerinde Fidan'a yönelik yoğun bir karalama kampanyası da dikkatleri çekmişti. Özellikle İsrail'li yazarların da yazı yazdığı "Odatv" web sitesinin Fidan aleyhtarı kampanyası zirve yapmıştı.
Fidan hakkında o günlerdeki bir başka paralel ve çok ilginç gelişme de, Başbakan Erdoğan'ın Mısır'da tüm dünyaya mesajlar verdiği ve İsrail yönetimine de eleştiriler getirdiği konuşmasını yaptığı saatlerde aynı anda bir internet sitesi hacklenerek ve 'oneminute' kullanıcı adı kullanılarak bir ses kaydının yayınlanmış olmasıydı. Ses kaydında İsveç'in Oslo kentinde MİT yetkilileri ile PKK yöneticileri arasında terörü durdurmak için yapılan görüşmeler yer alıyordu. Olay üzerine hükümetin teröristlerle görüşme yaptığı tartışmaları başladı. İlerleyen süreçte bir açıklama yapan Başbakan Erdoğan, Hakan Fidan'ı Oslo'da görüşmelere katılması için kendisinin bizzat görevlendirdiğini belirtti. Barış çabalarına devam edeceği mesajı da veren Erdoğan'ın açıklamalarıyla tartışmalar çok geçmeden sona erdi.
Ardından yoğun bir seçim süreci yaşandı ve AK Parti oylarını artırarak 2011'de 3. defa iktidar oldu. Ancak aylar sonra ses kaydının devamı sayılabilecek ilginç bir gelişme daha yaşandı. 7 Şubat 2012 tarihinde MİT Müsteşarı Hakan Fidan dahil üst düzey 5 MİT yetkilisi hakkında 'şüpheli' sıfatıyla gözaltı kararı çıkarıldı. Kriz olur olmaz kamuoyunda, bunun aslında Başbakan Erdoğan'ın gözaltına alınmak istendiği anlamına geldiği konuşuldu. Öyle ki, bu görüş CHP yetkilileri tarafından dahi dile getirildi. Ancak Başbakan Erdoğan ağır hasta olmasına karşın telefon görüşmeleriyle derhal olaya müdahil oldu ve 1 hafta içinde çıkarılan bir yasa ile MİT görevlilerinin soruşturulması başbakanlığın iznine bağlandı. CHP'nin anayasa mahkemesine götürdüğü iptal talebi de reddedildi.
O krizde dikkati çeken çok önemli bir ayrıntı söz konusu. 8. Cumhurbaşkanı Turgut Özal, 1993 yılında uygulamaya çalıştığı demokrasi paketiyle Doğu'daki terörü barış yoluyla çözmeye çalıştı. Ancak hakkında bir dava açılarak somut şekle bürünen iddiaya göre de bunun bedelini hayatıyla ödedi. O ve aynı ekipte yer alan çok sayıda üst düzey asker ve sivil yetkili 1993 yılı içinde peşpeşe hayatlarını kaybetti. İşte bu projenin bir benzerini Başbakan Erdoğan hükümeti bir kaç yıldır ısrarla uygulamaya çalışıyor. Barış çabalarının milliyetçi kesimlerde ve cemaat medyasında tepki çektiği yapılan yayın ve açıklamalarda açıkça görülüyor. "Son terörist öldürülünceye kadar barış olmasın" bakış açısıyla özetlenebilecek görüş, bu kesimde hakim. İşte Başbakan Erdoğan'ın, 2011 seçimlerinin hemen öncesinde medyaya sızdırılan ses kaydı ile zor durumda bırakılmasının hedeflendiği yorumları yapılmıştı. Ancak Erdoğan, tartışma konusu olan barış projesine açıkça sahip çıktı ve "siyasi hayatıma da mal olsa kan akmasını durduracağım, terörü bitireceğim" diye seçmen kitlelerine mesajlar verdi. Halktan bu şekilde oy istedi ve istediğini de halk ona verdi. Barış projesinin Türkiye genelinde büyük oranda kabul gördüğü bu şekilde anlaşıldı ve AK Parti hükümeti oylarını 3. seçimde de artırarak tekrar iktidar oldu. Bu sıradışı bir başarıydı. Çünkü iktidarlar her seçimde yıpranırken bu kez aksi oldu. Terörü durdurmak gibi toplumu derinden etkileyen ve oy kaybına neden olmasına kesin gözle bakılan bir konuda Erdoğan büyük başarı kazandı. Ancak seçimlerden başarıyla çıkan hükümete çok ciddi bir darbe girişimi, dediğimiz gibi aylar sonra 7 Şubat 2012'de "yargı yoluyla" gerçekleşti. Bu krizdeki en dikkat çekici yön ise, "terörü durdurmak isteyen" Başbakan Erdoğan'ın "MİT üzerinden terörü kışkırtan" bir Başbakan gibi gösterilmek istenmesiydi. İşte bu en çarpıcı yönüyle gözaltı krizi kamuoyunda büyük tepki çekti. Gözaltıları yürüten soruşturma savcısı görevden alındı. Ve kriz ilerleyen günlerde sona erdi.
YEREL SEÇİMLER ÖNCESİNDE YEREL YÖNETİMLERE OPERASYON
İşte "terörü durdurmak isteyen" Başbakan Erdoğan nasıl o krizde "terörü MİT yoluyla kışkırtan" Başbakan gibi gösterilmek istendiyse, AK partili belediyelere yönelik dünkü operasyonlarla da, "yolsuzluklara karşı" olmasıyla bilinen AK Parti ve Başbakan Erdoğan "yolsuzluk" gibi en hassas bir başka yerden vurulmak istendi. Bu görüş kamuoyunda hakim olan görüş. Operasyonların ve soruşturmanın ne şekilde gelişip sonuçlanacağı elbette bilinemez. Muhtemelen aylarca sürecek bir hazırlık safhası olacaktır. Ancak şu aşamada kesin olan bir şey varsa o da AK partili belediyeler 3 ay sonra yapılacak belediye seçimleri öncesinde şimdiden "çok büyük bir zan" altında bırakılmış oldu. Suçlu olmadıkları ortaya çıkacak olsa dahi bu gerçekleştiğinde iş işten geçmiş olacak. İşte sırf bu yönüyle, 1 yıldır hazırlandığı söylenen operasyonların yerel seçimlere kısa süre kala yerel yönetimlere yönelik ve seçimlerin sonuçlarını etkilemesi kaçınılmaz olarak yapılmış olması, operasyonların siyasi amaçlar taşıdığı konusunda hemen herkesin aynı görüşte olmasına yol açtı.
CEMAAT MEDYASI OPERASYONLARI SAVUNUYOR
Diğer taraftan operasyonların, cemaat bağlantılı "dersane, MİT belgesi, Hakan Şükür'ün istifası" tartışmalarının hemen ardından gelmesi de dikkatleri çekiyor. Köşe yazıları, Tv tartışmaları ve haber sitelerinde yer alan okuyucu yorumlarına kadar her yerde bu görüş hakim. İlginçtir, cemaat medyasında ise operasyonların savunulduğu aksi yöndeki yayınlar hakim. TV tartışmalarına cemaati temsilen katılan örneğin Zaman'dan Büşra Erdal gibi isimlerin operasyonları normal görmeleri ve çeşitli argümanlarla savunmaları dikkati çekiyor. Benzer bir durumu 2012'deki MİT krizinde de yaşamıştık. Aynı isim MİT'e yönelik gözaltıları yapan savcının görevden alınmasını da eleştirmiş, gözaltıları savunmuştu.
BAVUL AÇILDI MI?
Bu kriz, akıllara, dersanelerin kapanmasına karşı olan cemaat yazarlarından ve tartışmaların odağındaki isimlerden Taraf yazarı Mehmet Baransu'nun 'daha bavulu açmadım, elimdeki sadece klasördeki bir belgeydi' diyerek hükümete yönelik tehdit ve şantajını da getirdi. Bu şekilde hükümete meydan okuyan ve en gizli belgelere dahi ulaşabilen Baransu'nun ardındaki kişilerin kim olduğu medyada yoğun tartışma konusu olmuştu. "7 Şubat krizi-gezi-dersane-cemaat-taraf-baransu" gibi konularda bir kaç haftadır yoğun tartışma konusu olan emniyet ve yargı içindeki cunta yapılanması iddialarının bu operasyonlarla güçlendiği gözleniyor. Son günlerde yoğun şekilde tartışılan ve inanılmaz derecede somut yer ve kişi isimlerini barındıran bu gizli yapılanmaya yönelik iddialara karşı, o iddialarda adı geçenlerin hala hukuk yoluna başvurmamış olması "iddiaların doğruluğunun ortaya çıkmasından çekiniliyor mu?" sorusuna da yol açıyor.
SUÇ DUYURUSU GELİYOR
Öte yandan Sivil Toplum Kuruluş Adalet Platformu, son günlerde yoğun şekilde tartışılan ve somut iddia ve isimleri barındıran bu gizli yapılanmanın ortaya çıkarılması talebiyle, çok sayıdaki somut bulgu ışığında savcılığa suç duyurusunda bulunmaya hazırlanıyor. Suç duyurusunda 7 Şubat 2012 MİT krizi konusunun da yer alacağı öğrenildi. Yargı içindeki bir yasadışı gizli cunta yapılanmasının yargı tarafından araştırılmasını talep edecek suç duyurusuna yargı makamlarının nasıl tavır göstereceği de merak konusu oldu. Adalet Platformu yetkilileri, suç duyurusunun akıbetinin medyanın da yardımıyla yakından takip edileceğini ve hasıraltı edilmesine izin verilmeyeceğini açıkladı.
(Abdullah Harun / kontrgerilla.com)
------------------------------------------------------------------------------
İŞTE CEMAATİN OPERASYONLARI SAHİPLENMESİNE BİR DELİL DAHA
19.12.2013 14:48 Hükümet ve cemaat kavgasında iki tarafı da zaman zaman eleştiren ve uzlaşımcı tavır alan Ahmet Taşgetiren cemaatteki bazı isimler tarafından "pirincin içindeki taş" olarak nitelendirilmişti. Cemaate yakınlığıyla bilinen Bugün gazetesi yazarı Taşgetiren bugünkü yazısında operasyonun aslında en çok hizmeti vuracağını söyleyerek eleştirdi. Cemaat yazarlarının operasyona sahip çıkmasını eleştiren yazar hükümetten habersiz yapılan operasyonla Erdoğan'a bedel ödetildiğini savundu.
Bu operasyonla "Biz öyle bir gücüz ki sizin damarlarınızda dolaşırız da haberiniz olmaz" mesajnın verildiğini söyleyen Taşgetiren'in yazısı aynen şu şekilde:
"En çok Hizmet'i vuracak.. Bu operasyonun Hizmet'in üstünde kalması durumunda ortaya çıkacak sonucu tahmin edebiliyor musunuz? Diyelim iktidarda CHP var ve onun başbakanı, bir yıl süreyle ülkesinde sürdürülen bir soruşturmadan haberdar edilmiyor. Nasıl bir şey bu? Yargıdan birkaç kişi, emniyetten birkaç kişi ile bakanları, muhtemelen Başbakan'ı bile dinleme alanı içine alıyor, İçişleri Bakanı'nın kendi emri altındaki polislerin ne yaptığından haberi olmuyor, Emniyet Genel Müdürü'nün haberi olmuyor, MİT'in haberi olmuyor, İstanbul Emniyet Müdürü'nün haberi olmuyor... Böyle bir durumu CHP'li bir hükümet normal karşılar mı? Bu durum, başbakanların darbe girişiminden sabah kapıları askerler tarafından çalındığında haberinin olduğu günlerden çok farklı bir şey midir? Bu, "Biz öyle bir gücüz ki sizin damarlarınızda dolaşırız da haberiniz olmaz" demekten başka bir şey midir? Bu öncelikle Başbakan'a, sonra bütün hükümete, sonra güvenlik bürokrasisine atılmış bir çalımdan başka bir şey midir? Böyle bir operasyonun Cemaat'e-Hizmet'e mal edilmesi kadar Hizmet'i zora sokacak bir durum olabilir mi?
Öyle sorular ki
Hizmet medyasından arkadaşlarımızın belki de en çok "Savcılar hep doğru yaptı" gibi yorumlarla böyle bir operasyona sahiplik görüntüsü vermemesi gerekir.
Soruyu şöyle koyalım ortaya:
-Bu operasyon diyelim Hizmet'e bağlı emniyet-yargı grubunun işidir ve Hocaefendi'nin bilgisi dahilindedir. Bunun ne anlama geldiğini düşünün bir.
-Ve diyelim bu operasyon Hizmet'e bağlı emniyet-yargı grubunun işidir ve Hocaefendi'nin bilgisi dışında gerçekleşmiştir. Ya bu ne anlama gelirdi?
Ne yazık ki yaşanan ortamda bu tür işlerde Hizmet "olağan şüpheli" muamelesi görmektedir. Ne kadar problemli bir durumdur bu.
Belki de Amerika-İsrail bloku, Türkiye'nin İran'la ambargoyu delen ilişkilerinden dolayı intikam almaktadır, gelip iş hükümet-Hizmet ilişkisinin savaşa dönüşmesiyle sonuçlanmaktadır. Akıl alır gibi değil. İster Hizmet'in aldığı yarayı düşünün, ister hükümetin aldığı yarayı ya da Tayyip Erdoğan'a operasyon çekilmesini düşünün, neresinden baksanız kazananı olmayan bir hadise ile karşı karşıyayız.
Diyelim yolsuzluk söz konusu. Bu, bütün kademeler kirlendi ise bile, Başbakan'a bildirilmesi gereken bir durum değil mi? Haaa, Başbakan'ı da sollamak, ona da güvenmemek ve bedel ödetmek... Demek birileri o safhaya gelindiğine karar vermiş oluyor.
Hizmet'i korumak
Hüseyin Gülerce Hizmet'e yönelik işaretlerin önünü kesmek için "Bu işin içinde devletin parmağı olabilir" gibi bir tweet atıyor. İlginç bir yaklaşım bu. İlk akla gelen "Acaba hangi devlet" sorusu tabii ki. "Diktatör" diye nitelenebilecek kadar muktedir bir adam olan Başbakan Erdoğan'a karşı yürütülen operasyona bakar mısınız? Amerika'ya kızdık, birçok ülkenin liderlerini, bu arada bizim liderlerimizi de dinleme ağı içine aldığı için. Kendi ülkemizde emniyet birimlerimiz ruhumuzu okuyor, ne diyeceğiz? Yargıdan birileri buna imkan hazırlıyor, yargı bağımsızlığı olarak mı algılayacağız bunu? Yolsuzluk... Evet, yolsuzluğa karşı, nereye kadar gidilecekse gidilsin. Ama şu operasyonda en kolay söylenecek olan söz bu. Operasyonun devlet hiyerarşisine karşı nanik yapan boyutu, belki de en büyük yönetim yolsuzluğu niteliği taşıyor. Ben şu sıralar en çok "Hangi tavır Hizmet adına ve kim Hizmet adına hareket ediyor" sorusunu soruyorum. Sorayım: "Benim bu yazım mı Hizmet'i koruma niyeti taşıyor, yoksa yolsuzluk operasyonunda rol alan yargı-emniyet birimlerinin hükümete çalım atan hamlesi mi?"
------------------------------------------------------------------------------
CEMAATİN OPERASYONLARI SAHİPLENMESİNE BİR BAŞKA DELİL
20.12.2013 11:35 Cemaat, 'Erdoğan'sız AK Parti' projesini 'Erdoğan'ı mezara gömene kadar" bitirmeyecek. İddia, Cemaatçilerin tebrik ettiği yazardan... Hükümet ile Cemaat arasındaki savaşta hizmet hareketini mal edilen rüşvet operasyonu iktidar kanadını sallıyor. Hükümete yakın medyada çıkan bir iddiaya göre Cemaat, 'Erdoğan'sız AK Parti' projesini 'Erdoğan'ı mezara gömene kadar" bitirmeyecek. İddialı komplo teorisi Yeni Şafak'ın eski genel yayın yönetmeni ve köşe yazarı Yusuf Kaplan'dan geldi. Dershaneler yazısı için Cemaatçilerin kutladığı isim olan Kaplan, bu kez hizmet hareketi için zehir zemberek iddialarda bulunuyor.
İşte yazısından bölümler;
CEMAATÇİLER DEMİŞ Kİ...
Cemaat'in yöneticileri, 'Okulları kapatın, dershaneleri değil!' başlıklı yazımdan sonra teşekkür ziyaretine geldiklerinde, 'Erdoğan'sız Türkiye' projesine nasıl baktıklarını sormuştum; verdikleri cevap, 'böyle bir şeyden Allah'a sığınırız' şeklinde olmuştu. Ancak adına 'Rüşvet ve Yolsuzluk Operasyonu' denilen ama asıl hedefi, Erdoğan'ı ve Türkiye'nin yürüyüşünü durdurmak olan, iç ve dış şebekelerin ortaklaşa gerçekleştirdikleri bütün çıplaklığıyla günışığına çıkan bu operasyonla birlikte, Cemaat medyasının, 'Erdoğan'sız Türkiye' operasyonuna bütün gücüyle destek verdiği, bu süreçte CHP, MHP hatta Ergenekon çetesinin artıklarıyla aynı kare içinde yer aldıkları ve bundan da hiç bir şekilde rahatsız olmadıkları görülüyor! Eyvah ki, ne eyvah!
CEMAATİN BU YOLU BENİ ÜRKÜTTÜ
(...) Bu kadarını beklemiyordum. Meşrû bir şeye, gayr-ı meşrû yollarla gidilemez. Cemaat medyasının, her şeyi kendi çıkarları için bu kadar ilkesizce ve çirkin bir şekilde kullanması ürküttü beni.
GÜLEN'İN AÇIKLAMASI TÜYLER ÜRPERTİCİ
(...) Fethullah Gülen'in, cemaatin operasyonla ilgisinin olmadığına (!) dair avukatı aracılığıyla yaptığı açıklama, tüyler ürpertici bir açıklamadır. Zaman gazetesi, bu açıklamayı, Fethullah Gülen fotoğrafı eşliğinde aynen şöyle vermiş: 'Mesnetsiz iddialarla kamuoyunun dikkati soruşturmadan uzaklaştırılıyor.'
Bu nasıl bir açıklamadır, Allah aşkına! Tek kelimeyle: Ürkütücüdür! Çünkü bu, her şeyden önce, Cemaat'in kendi ayağına kurşun sıkmasından başka bir anlam ifade etmez!
CEMAAT ERDOĞAN'I MEZARA GÖMECEK
Öyle anlaşılıyor ki, iç ve dış şebekeler, hükümeti devirinceye ve Türkiye'nin bölgedeki yürüyüşünü durduruncaya, kısacası, 'Erdoğan'ı mezara gömünceye' kadar bu savaşı sürdürecekler.
Bu ürpertici gerçek bütün çıplaklığıyla ortadayken, Cemaat, Cemaat'in önünü sonuna kadar açan Tayyip Erdoğan'ı 'mezara gömecek' ve Türkiye'nin yürüyüşünü durduracak 'Erdoğan'sız Türkiye' hayaline su taşımakla, sadece kendi ayağına kurşun sıkmakla kalmadığını, aynı zamanda, İslâm dünyasının toparlanma hayallerini suya düşürdüğünü göremiyorsa, vay hâline Müslümanların!
OPERASYON BAŞARILI OLURSA TÜRKİYE PARÇALANIR
Şunu iyi bilelim: Bu operasyon, Erdoğan'ı ve Türkiye'nin yürüyüşünü durdurma operasyonudur. Türkiye, iki yüzyıl boyunca, içeriden ve dışarıdan kuşatılan tek önemli ülkedir dünyada. Türkiye'nin, ilk defa, tarihî yükümlülüğünü farkettiği ve küresel sistemin bölgemizi köleleştiren, kaynaklarını sonuna kadar sömüren oyunlarını püskürtmeye başladığı bir zaman diliminde, 'Tayyip Erdoğan'sız Türkiye' operasyonu eğer başarıya ulaşırsa, Türkiye parçalanmaktan ve leş kargalarına yem olmaktan kurtulamaz.
Son söz: Hükümetin hem yolsuzlukların, hem de bu operasyonu tezgâhlayanların üzerine sonuna kadar gitmesi, Türkiye'nin bu belayı defedebilmesinin tek çıkar yoludur.
------------------------------------------------------------------------------
CEMAATİN OPERASYONLARI SAHİPLENMESİNE BİR DELİL DAHA
20.12.2013 11:37 Cemaat yazarı cemaati çıldırtacak.. Cemaate yakın Bugün gazetesi yazarı Gülay Göktürk cemaati işaret ederek "Acil tasfiye edilmeli" dedi. Bugüne kadar hükümet cemaat kavgasında ortada tavırlarıyla bilinen dershanelerin kapatılmasında hükümeti eleştiren Göktürk bu defa kalemini cemaate yöneltti. Bugün gazetesinin liberal kalemlerinden Gülay Göktürk öyle bir yazı yazdı ki olay yaratacak. Büyük resmi görmek gerek diyen Göktürk cemaati isim vermeden devlet içinde kazandığı yeri hayırlı bir iş için kullananlar diyerek tanımladı ancak artık kontrol edilemez noktaya ulaştığını ifade etti. Göktürk ilerleyen zamanlarda bu gücün hangi amaçlar için kullanılacağının bilinemeyecegini bu yüzden acil tasfiye edilmesi gerektiğini söyledi:
İlk yazımda "Başlatılan bu büyük operasyonun siyasi anlamı ve hedefi de elbette üzerinde durulması gereken, ayrıca değerlendirilmesi şart olan bir konudur" demiştim ya; artık sıra bu konuya geldi sanırım.
BAŞBAKAN HAKLI BU İŞ SİYASET MÜHENDİSLİĞİ
Bugün Türkiye'de başını kuma gömmemiş herkes gibi ben de son operasyonun dikkatle planlanmış, zamanlanmış, hedefi belli, siyasi bir operasyon olduğunu düşünüyorum.
DEVLET İÇİNDE KENDİ SİYASİ HEDEFLERİ VAR
Bu olay artık devlet içinde, kendi siyasi hedefleri olan, ortak bir irade gösteren, ortak hareket eden otonom bir oluşumun varlığını görmezden gelinemeyecek bir hale getirmiştir. Yani Başbakan haklıdır. Bu bir siyaset mühendisliğidir ve hedefi de Erdoğan hükümetine seçim öncesinde ağır hasar vermektir.
HEPİMİZ İÇİN TEHDİT
Bu oluşumun varlığını sadece siyasi iktidar için tehdit olarak görmek de yanlıştır. Böyle bir tablo sadece hükümet ya da muhalefet partileri ya da Meclis'te değil, bütün toplumda ürküntü ve korku yaratır. Bu yapı tasfiye edilmeden hiç kimse kendini güvende hissedemez. Oylarımızla getirdiğimiz iktidarın ne zaman nasıl bir operasyonla götürüleceğini bilememek, böyle bir ülkede yaşamak, istikrarı da güvenlik duygusunu da yok eder.
YARIN BU GÜCÜ HANGİ AMAÇLA KULLANACAKLAR
Şu son olayda bu oluşum devlet içinde kazandığı mevzileri hayırlı bir iş için kullanmış olabilir; eğer iddialar doğrulanırsa bu sayede biz de büyük bir yolsuzluk ağını öğrenmiş oluruz. Ama bu da bir şeyi değiştirmez. Yarın öbür gün bu gücün hangi amaçla kullanılacağını, neler yapacağını bilemeyiz. Hangi araçlar kullanılarak hükümet politikaları üzerinde baskı oluşturulacağından; bakanların ya da milletvekillerinin iradelerinin hangi araçlar kullanılarak teslim alınacağından emin olamayız.
DENETLENEMİYOR
Çünkü karşımızda elimizle tutamadığımız, gözümüzle göremediğimiz, yasalara bağlı olma zorunluluğu olmayan bir yapı var. Seçilmişler yanlış bir şey yaptıkları zaman hesap sorabiliriz ama bu yapıdan soramayız. O yapıyı dizginleyemez, denetleyemeyiz.
ACİL TASFİYE EDİLMELİ
İşte bu yüzden de, hükümetin bu yapıyı tasfiye etmek gibi acil bir görevi vardır. Böyle bir tasfiye hareketinin meşruiyetine demokratik hukuk devletini savunan hiç kimse karşı çıkamaz.
Burada püf nokta, tasfiyenin hukuk devleti anlayışı içinde yapılmasıdır. Bizim devletin çatışmaların kızıştığı ortamlarda "rutin dışına çıkma" alışkanlığını birçok örneğiyle biliyoruz. Şimdi yeni ve çok şiddetli bir çatışmanın ortasında olduğumuza göre, yine "rutin dışına çıkma" ve bir cadı avı başlatma tehlikesine karşı baştan uyarmak isterim.
Bu yapılanmanın tasfiyesi mutlaka hukuka uygun bir şekilde; insanlar sırf kimlikleri yüzünden mağdur edilmeden; devletin hiyerarşik işleyişine aykırı davranıldığı ve otonom grup tavrı gösterildiği ortaya konularak yapılmalıdır.
Zor olduğunu biliyorum. Ama devlet olmak da böyle bir şey işte...
(18 Aralık 2013, 11:00), son güncel.: (20 Aralık 2013, 11:37)
HABERLE İLGİLİ ŞİKAYET, DÜZELTME GİBİ TALEPLERİNİZİ İLETMEK İÇİN TIKLAYIN
HABERLE BAĞLANTILI OLABİLECEK LİNKLER: