Özden Örnek Darbe Günlükleri
Nokta dergisinde 2007 yılında yayınlanan "Darbe Günlükleri" sayesinde, 2004 yılı içinde "Sarıkız"
ve "Ayışığı" kod adı dışında bir de isimsiz üç darbe girişiminin atlatıldığı
ortaya çıkmıştı.
18.03.2009 - Nokta dergisinde 2007 yılında 29 Mart - 4 Nisan arasında yayınlanan sayıda
kamuoyuyla paylaşılan "Darbe Günlükleri" sayesinde, 2004 yılı içinde "Sarıkız"
ve "Ayışığı" kod adı dışında bir de isimsiz üç darbe girişiminin atlatıldığı
ortaya çıkmıştı. Günlüklerde hem darbe planları, hem de "darbe için gerekli
toplumsal ve sosyal karışıklıkların meydana getirilmesinde medya ve akademik
çevrelerin harekete geçirilmesi" amacıyla düşünülen eylem planları yer alıyor.
Günlüklerde ayrıca, Ergenekon Operasyonu kapsamındaki son büyük gözaltı
dalgasında polis tarafından gözaltına alınanlardan bazılarının adlarına da
rastlanıyor.
İşte kamuoyunda büyük etki yapan o Darbe Günlükleri...
4 Eylül 2003
Günümüz ziyaret ve brifingle geçti. Önemli ziyaretçim Kara Kuvvetleri Komutanı
Org. Aytaç Yalman'dı. Denk ve kafadar. Kendisini 1993 yılından beri tanıyorum.
Ülkenin durumu ve ne yapabileceğimiz konusunda konuştuk. Düşünce farklılığımız
yok. Hayret ettiğim, bu adamın komuta kademesinde sanki bölücü olarak
tanıtılmasıydı. Gayet uzlaşıcı ve mantıklı düşünen ve medeni bir insan. 14:30'da
Genelkurmay Başkanı tarafından Hava Kuvvetleri K. Ve MGK Genel Sekreteri ile
beraber Cumhurbaşkanı'na takdim edildik. Cumhurbaşkanı, bizlere çok güvenen,
bizlerden destek bekleyen bir insan. AKP'nin yaptığı eylemlere karşı bizden
destek arıyor. Biz bu desteği ona vermek mecburiyetindeyiz. Aksi halde devletin
üst kısmında bölünme görüntüsü, bu adamlara teşvik olabilir.
5 Eylül 2003
Jandarma Genel Komutanı ziyaretime geldi ve malum meseleden konuştuk.
12 Eylül 2003
Sabahleyin Genelkurmay Başkanı bana hayırlı olsun ziyaretine geldi. Kendisiyle
açık olarak sohbet ettik. İlhami Paşa'nın olayı ile beraber MGK, Tersane, 28
Şubat gibi olayların da aynı zamanda yayına geçirildiği ve bunun bir yıpratma
kampanyası olduğunu kendisine anlattım ve "28 Şubat için bir işlem yapacak
mısınız" diye sordum. (Nokta'nın notu: Metinde kısaca "28 Şubat" diye söz edilen
şey, Vatan gazetesinde 9 Eylül 2003'te başlayan 28 Şubat konulu yazı dizisi...
Dizide, Çevik Bir'in, harekete geçmeyi savsakladığını düşündüğü zamanın
Genelkurmay Başkanı İsmail Hakkı Karadayı'nın yakasına yapışıp hesap sorduğu
anlatılıyordu.) "Hiçbir şey düşünmüyorum, bizimle değil yani kurumla bir
ilişkisi yok ama şahıslar ile ilgisi doğru. Esasında birçok çirkin olay da oldu.
Ben şahidim. YAŞ toplantısında Çevik Bir Genelkurmay Başkanı'nın üzerine yürüdü
ve bazı kişiler salondan çıkmaya davet etti" dedi. "Yine de kurumumuzu
zayıflatan bir yayın tarzı, bence bir açıklamaya değer" dedim.
22 Eylül 2003
(...) 14:00'te Genkur (Genelkurmay -Nokta) karargahına gittim. (...) Bu takdimin
bitiminden sonra 1 Ekim meclis açılışına eğer TBMM Başkanı kapıda bizleri
türbanlı ve eşli olarak karşılarsa gitmeme kararı aldık. Sonra bizler
(komutanlar Jandarma Genel Komutanlığı'na geçip çok özel olarak konuştuk. Şu
kararı aldık: * AKP hükümetini vazgeçirmek için neler yapılması konusunda
yapılan hazırlıklar bu hafta Genelkurmay Başkanı'na takdim edilecek. *
İncelemesi için kendisine fırsat verilecek ve sonra onun niyetleri ve görüşü
sorulacak. * Eğer bizle aynı fikirde veya yakın ise yolumuza devam edeceğiz. *
Eğer bir işlem yapılmasını kabul etmezse kendisine "Ya sen çekil yahut da biz
çekiliyoruz" diyeceğiz. Kısaca planımız bu. Bu konuyu ve planı tartıştık. Kara
Kuvvetleri Komutanı ikide bir ne kadar rahatsız olduğunu belirtip, bir şeyler
yapılmalı diyor. Kendisinin YÖK konusunda attığı adımları bayağı benimsemiş.
Belki de hükümetin attığı bazı adımların reaksiyon göreceğini belirtmek
bakımından iyi oldu ama, imam yine de bildiğini okuyacağı için yetki olmadığı
sürece veya hükümet korkutulmadıkça yapılacak hiçbir eylem hükümeti kararından
vazgeçirmeyecektir. Neyse bu arada Fırtına (Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim
Fırtına-Nokta) ayağa kalktı ve haydi hep beraber el sıkışalım dedi ve dördümüz
ellerimizi üst üste koyup el sıkıştık! Bana çok komik geldi. Ortalıkta sezdiğim
kadarı ile JANGENK (Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur-Nokta) kışkırtıcı rol
oynuyor. İllaki bir şeyler yapılmalıdır, diyor. Geçen yıl neler olduğunu biz
bilmiyoruz. Ne olduğunu sordum, Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman
cevap vermedi ama hep geçen yıl biz bunu gördük, bu adam korkak bir şey yapamaz.
Hükümet ile aynı düşüncede, farklı bir düşüncesi olmaz deyip duruyorlar. Bu
sıralarda milletin ihtiyacı olan bir şey de bizim aramızda doğacak bir gerginlik
olabilir mi? Çok dikkatli davranmalıyız, hele aramızdaki kopukluk olması yerine
Genkur'u da kazanarak ne yapacaksak yapmalıyız. Bana bugün buraya gelişimiz bile
bir tezgah gibi geldi.
26 Eylül 2003
Sabahtan öğleye kadar özel çalışmayı yaptım. Güzel hazırlanmış. Bazı eksik
noktalar vardı, onları not ettim ve öğle yemeği için Kara Kuvvetleri
Komutanlığı'na gittim. Özel çalışma üzerinde konuştuk. Hepimiz aynı fikirdeyiz.
Bu çalışma tüm ordu komutanları ve bizlerin fikirlerini yansıtıyor. Bu çalışma
Kara Kuvvetleri Komutanı tarafından Genkur. Bşk'a verilecek ve onun reaksiyonu
beklenecek. Çalışma biraz muhtırayı andırıyor ama Kara Kuvvetleri Komutanı'na
onu yumuşatarak vermesini söyledik. Eğer Genkur. Bşk. Onaylamazsa problem o
zaman başlayacak. Ya o gider ya da biz gideriz. Ama ülkenin gidişi çok kötü ve
birilerinin buna dur demesi lazım. Aksi halde kısa sürede İran'a döneceğiz.
Genelkurmay Başkanı adamların şeriatçı olduğuna inanmıyormuş
30 Eylül 2003
Kara Kuvvetleri Komutanı'nı aradım, özel çalışmayı sahibine vermişti. Dört
noktada itiraz olmuştu. Adamların şeriat devletini kurmak istediğine
inanıyormuş... Diğer gerekçeleri de önemli ama en nemlisi budur. Yani esastan
aramızda fark var. Tedbirler ile genelde hemfikir olmuş. Ben de Kara Kuvvetleri
Komutanı'na "bu çalışmayı kendisine vermek dahi önemliydi. Bence iyi yaptınız.
Hemfikir olmak veya olmamak onun bileceği şey. Eğer böyle devam ederse istifam
çantadadır ve hemen verir ve giderim. Dünya umurumda değil" dedim. (...)
14:00-17:00 arasında kesintisiz konuklar geldi. Birinci konuğum (e) Or. Edip
Başer'di. Kendisi ile son durum nedir ve neler yapılabilir konusunda sohbet
ettik. Onun görüşü de benimki gibi adamlar ile dialog kurulması gerektiği
şeklinde. Dialog kurulmazsa husumet doğacak ve inandıklarımızı onlara
inandıramayacağımız gibi. Fark kemikleşecek ve hiçbir zaman kaybolmayacak.
7 Ekim 3003
Akşam İHL'ler ile ilgili yasa tasarısının meclise sevk edileceğine dair bir
duyum geldi. (Genelkurmay Başkanı ve komutanlar bir yurt gezisindedir-Nokta).
Haber her zamanki gibi JANGENK'e gelmişti. Bu, hükümetin ne kadar kararlı olarak
Cumhuriyet ve Laikliğe karşı hareket ettiğini göstermekteydi. İşin tuhafı
yapabileceğimiz eylem ve alabileceğimiz tedbirler çok azdı. Yemekte konuyu
Genelkurmay Başkanı'na açmaya karar verdik. (...) Bu arada İmam hatipler ile
ilgili tasarının Meclis'e komisyona geldiğine dair haber geldi. Yemekte
Genelkurmay Başkanı'nın bir yanında ben diğer yanında Kara Kuvvetleri Komutanı
Orgeneral Aytaç Yalman oturuyordu. Hemen konuyu İHL ile ilgili yasaya getirdim.
Bunun kabul edilemez bir teşebbüs olduğunu kendisine söyledim. Hatta ileride bu
bizim harp okullarına İHL mezunu öğrenci kabul etmemize bile neden olabilir
dedim. Bana "Beni çiğnemeden, benim üzerimden geçmeden bunu çıkaramazlar, ama
sizler de konuyu abartıyorsunuz. İtiraz etmek iyi ama bir öneri hazırlamamız ve
diğer meslek okullarının üniversiteye girişleri için önlerini tıkamamız lazım"
dedi. Sonra bana kendisinin kafasındaki çözümü anlattı. "İHL'ler normal liseye
ek olarak din dersleri okuyor. Bu nedenle onların üniversiteye girmesi normal
ama bu kadar İHL'ye gerek yok onun için gerektiği kadarını bırakıp geri
kalanlarını normal liseye dönüştürelim" dedi. Ben de kulaklarıma inanamayarak
onu dinledim. Dini düşünceler ile yetiştirilmiş, bir olayı sebep sonuç ilişkisi
yerine yüce yaratanın neden
olması ile açıklayan bir kafa yapısının nasıl bir
bilimsel öğrenim göreceğini anlamak zor. Daha doğrusu üniversitenin yobazlaşması
anlamına gelecek olan bu adımı açıklamak mümkün değil. Diğer yandan da Aytaç
Paşa da aynı şekilde onu sıkıştırmaya devam etti. Akşam oldukça tedirgin oldu ve
suratı asıldı. Yemek bittikten sonra ayrıldık ve yattık.
Hepimiz şüpheleniyoruz: Genelkurmay Başkanı dinci mi?
8 Ekim 2003 Sabah Ufuk beni erkenden kaldırdı. (Komutanların gezisi devam
ediyor-Nokta). Kara Kuvvetleri Komutanı bizlerle 07:35'te görüşmek istiyormuş.
Toplandık. Konu İHL yasa tasarısı. Dün akşam komutan ile yaptığı görüşmeden çok
rahatsız olmuş. Komutan ona aldırmaz bir tavır ile cevap vermiş. Ben de
kendisine bana söylediklerini anlattım. Şaşırdı kaldı. Karargahlarımıza bu
konuda ayrı ayrı çalışma yaptırmaya karar verdik. Sonunda Cuma günü bu
çalışmaları birleştirip seçenekli bir öneri ile Genelkurmay'a göndermeye karar
verdik. Mühim olan bundan sonrası ne olacak. Genelkurmay Başkanı yazdıklarımızı
kabul ederse sorun yok. Etmezse ne yapacağız. Kahvaltıya oturduk. Komutan yorgun
gözüküyordu. Sebebini sorduk. "Dün gece uyuyamadığını ve İHL yasasından tedirgin
olduğunu" söyledi. Bu sözler dün gece onun huzurunu kaçırdığımızı gösteriyordu.
Bilhassa kahvaltı sırasında Hurşit paşa "Gazetelerde İHL ile ilgili haberleri
gördünüz mü" diyerek bilerek ve planlı bir şekilde konuyu açtı ve Genelkurmay
Başkanı'nı konuşturmaya başladı. Her taraftan sıkıştırmaya başladık.
Kahvaltıdan sonra hemen karargahı aradım ve talimat verdim. Diğer taraftan da
Kocaeli Üniv. Rektörünü aradım ve ona da rektörler olarak bu işi hemen ve sert
bir şekilde protesto etmelerini, arkalarında olduğumuzu söyledim. Sonra önce
Hava Eğitim K. Korg. Nuri Solakoğlu'nu, sonra Landsoutheast Org. Orhan Yöney ve
Güney Deniz Saha K. Kora. Lütfü Sancar'ı ziyaret ettik. Tüm gittiğimiz
komutanlar bölgelerindeki irtica durumu ile ilgili bilgi verdiler. Aramızdaki
durum şöyle: Hiç birimiz Genkur'un cesur bir kişi olduğunu zannetmiyor. AKP
hükümetine karşı zaman kazanmak için bizi oyaladığını zannediyoruz. Geçen yıl
biz yoktuk ama olanların anlattığına göre hükümetin attığı her anayasa karşıtı
harekete yumuşatıcı bir bahane bulmuş. Geldiğimden beri benim gözlemim de aynı.
Hükümet ile adeta gizli bir anlaşması varmış gibi davranıyor. Halk nazarında
zemin kaybettiğimiz ve gözden düştüğümüz, halkın güvenini kaybettiğimiz kesin
olmakla beraber gerekli davranışı sergilemiyor ve hala hükümet ile iyi geçinmeye
gayret ediyor. Belki de hafif anlamda yaptığı çıkışlar da danışıklı dövüş. Sanki
bizi askıda tutmak ve yumuşatmak gibi bir misyonu var.
Kara Kuvvetleri K. Sonunda işin başına kalacağını biliyor. Bu nedenle çok
dikkatli ve her olayı takip ediyor. Yaptığı her hareketin duyulmasını ve
anayasal kurumların yalnız olmadığı intibaını vermek istiyor. Çok dürüst ve
güvenilir insan. JANGKK tam bir şahin. Genkur. hakkında bir kanaate sahip olmuş
ve o kanaat kendisinde bir saplantı haline gelmiş. Genkur. ne yaparsa yapsın
şüphe ile karşılıyor. Ona göre Genkur. bizi oyalıyor. Kendine göre hesapları da
olabilir. Havacı bence hala ortalığı tartıyor. Ama güvenilir biri. Hepimiz aynı
şekilde birbirimize güvenerek hareket ediyoruz. Herkesin anlamadığı veya
şüphelendiği birkaç konu şunlar. Hükümetin adamı mı? Dinci mi? Bizi oyalıyor mu?
(...) Erzurum'a giderken uçakta Kara Kuvvetleri Komutanı'na "eğer komutan
bizimle aynı fikirde olmazsa onu da aramıza alarak beşimiz birden istifa edelim.
Etmek istemezse zorlarız" dedim. Bu fikir onun çok hoşuna gitti. Ayrıca "Umarım
iş bu noktaya gelmez. Daha önce atacağımız adımlar da var. Genkur'da brifing
vererek durumu basına açıklamak, Genkur. Bşk. Tarafından hükümete mektupla
uyarıda bulunmak gibi yapacaklarımız var" dedim. Erzurum'da da aynı konuşmalar
cereyan etti.
Uçakla Diyarbakır'a giderken Kara Kuvvetleri Komutanı ile artık çok
yakınlaşmıştık. Bana, "Bu sene geçen sene gibi olmayacak demiştim ve nitekim de
öyle oluyor. Havacı (bir önceki Hava Kuvvetleri Komutanı Cumhur Asparuk-Nokta)
ve Denizci (bir önceki Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Alpkaya-Nokta) geçen yıl
gidip Hilmi Paşa'ya biz seni destekliyoruz dediler. Bir kere dahi oturup bu
konuları aramızda konuşmadık. Bu sene rahat rahat aramızda konuşuyoruz ve en
güzeli artık gülüyoruz. Şu gezinin böyle olacağını hiç düşünmemiştim. Hiç
yorgunluk hissetmiyorum ve artık çok mutluyum" dedi. Kara Kuvvetleri Komutanı
ilave olarak "Ben geçen yıl da yıl başında bu yılki özel çalışmaya benzer bir
mektup yazıp verdim. Çok tedirgin oldu ve bir müddet bana karşı tavır takındı"
dedi. Diyarbakır'a indik. Ankara ile konuştum ve hazırlıkların istediğimiz gibi
gittiğini öğrendim. Bu arada rektörlerden de ilk tepki geldi.
13 Ekim 2003
Önemli bir konuda da İHL ile ilgili olarak yapılan sert açıklamaydı.
"Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ, imam hatip mezunlarına
üniversiteye giriş kolaylığı sağlayan tasarının Anayasa'ya uygunluğu konusunda
"ciddi endişeleri bulunduğunu" söyledi. Başbuğ, ihtiyacın çok üzerinde olan imam
hatip liselerinin (İHL) sayısının daha da artırılmak istenmesini de
anlayamadıklarını belirterek "Mezunların ne olduğunu takdirinize sunarız" dedi.
(...) Kara Kuvvetleri Komutanı'nı aradım o da beni arayacakmış. Çok memnundu.
Zorlayarak da olsa Genkur'a istediğimiz açıklamayı yaptırmıştık. Genelkurmay
Başkanı'nın dinci bir görüşü desteklediğine karar verdik"
25 Ekim 2004
16.30 da önce Hava Kuvvetleri K. ve sonra da Kara Kuvvetleri Komutanı'na gittim.
İbrahim bana çok dertliydi. Arkadaşım seninle paylaşmak istediğim bazı şeyler
var dedi. Bir gün önce gazetelerde Kayseri Orduevi'nde türbanlı olarak içeri
alınan bazı kişilerin ve valinin resimleri vardı. Bunun için Genelkurmay
Başkanı'nı görmeye gitmiş. "Bu çok ciddi bir konu, ben garnizon komutanı olan
tümgenerali Ankara'ya tayin etmeyi düşünüyorum" demiş. Esasında olay tam
anlamıyla valinin bir tezgahı. Türbanlıları bir anda içeri sokup sonra da
resimlerini çektirmiş ve gazetelere dağıtmış. Sonradan türbanlılar çıkartılmışsa
da bir işe yaramamış. Genelkurmay Başkanı bu konuda "Ama bu çok ciddi bir iş,
bir kısım halk buna karşı tepki gösterebilir. Onun için bunu yapamayız. Sonra
generale yazık olur" demiş. Fırtına devamla "Generale bir şey olmayacak sadece
buraya tayin edeceğiz" demesine rağmen kabul etmemiş ve "O zaman senin de istifa
etmen gerekir" demiş. Fırtına da "Hemen şimdi istifa ediyorum ve bu konuşmamızı
da derhal bir basın toplantısı yaparak açıklıyorum" demiş. Genelkurmay Başkanı
olay ciddiye binince mayna ederek kıvırmaya başlamış ama bizim Fırtına bir kere
çileden çıkmış ve bu tehdit onun çok ağrına gitmiş. Kendisini teselli ettim ve
her türlü desteğimin ondan yana olduğunu söyledim.
Beraberce Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na gittik. JANGENK da geldi. Daha biz yeni
içeri girmiştik ki Genelkurmay Başkanı Kara Kuvvetleri Komutanı'nı aradı ve
ABD'nin isteği üzerine hükümetin Irak'a asker göndermekten vazgeçtiğini ve bu
mevzuda biraz sonra General Jones'un kendisini arayacağını ve kendisine ne
söylemek gerektiğini sormuş. Az sonra da beni aradığına dair haber geldi. Ben de
kendisini aradım. Bizim hep beraber olduğumuzun haberini almış. Sesi çok
bozuktu. Herhalde bizim ondan habersiz toplanmamız onu çok rahatsız etmişti.
Bana da aynı soruyu sordu. Hepimiz hemen birkaç konu tesbit ettik ve Aytaç
Paşa'ya verdik. O da bunları hemen kendisine bildirdi. Sonra kendi aramızda
konuşmaya başladık. Bu toplantıyı ben talep etmiştim. Önemli bazı konular
konuştuk. İbrahim istifa olayını açıklayınca kızılca kıyamet koptu. Kara
Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman çok bozuldu ve kendisine ait benzeri
bir olayı anlattı. Ekim ayı başında Harp Okulları açılışı için yapılacak
konuşmada hepimiz mesajlar vermeye karar vermiştik. Genelkurmay Başkanı
açılıştan bir gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı'nın konuşma metnini istemiş, o
da ben size bu metni veremem demiş. GM (Genelkurmay Bşk. Nokta) peki ben kuvvet
komutanlarının metinlerini kontrol edemeyecek miyim demiş. O da hayır
edemezsiniz, diye cevap vermiş. Bunun üzerine hepimiz artık bu Genelkurmay
Başkanı ile işlerin yürüyemeyeceğine, kendisinin başka menfaatler peşinde
olduğuna, korkak ve hükümet yanlısı olduğuna, dıştan cumhuriyetçi gözükmekle
beraber içeriden dinci bir görüşü desteklediğine karar verdik. Bunun üzerine ben
de şunları söyledim:
AB'nin ilerleme raporu bizim için büyük bir şans oldu. Bana kalırsa AB intihar
etti. Artık bundan böyle bizi almak istediklerine zor ikna edeceklerdi. Bizim
bundan sonra yapmamız gereken AB'nin bizi istemediğine dair olan konunun üzerine
giderek her tarafta bunu yaygınlaştırmamız. Böylelikle hükümetin eline geçmiş
olan AB kozunu elinden alarak onları iç siyasete döndürerek bizden korkar hale
getirmemiz lazım. Bunu yaparken de daima sert açıklamalardan kaçınmamalı ve
onlara gerekirse her şeyi yapabileceğimiz intibaını vermeliyiz, dedim. Tabii bu
arada en önemli konu Kıbrıs ve mahalli seçimler. Kıbrıs'ı istediğimiz şekilde
çözümsüz olarak bırakmalıyız ve bu arada Kıbrıs muhalefetinin seçimi kazanmasını
da önlemeliyiz. Böylece AB'ye ikinci bir darbe vurabileceğiz. Mahalli seçimler
için muhakkak bir alternatif cephe yaratılmasına çalışmalı ve bu adamların
Ankara ve İstanbul'u da kazanmalarını önlemeliyiz, dedim. Ne yapacaksak bir an
önce yapmamız lazım geldiğine inanıyoruz. Önümüzde daha vakit olduğu için bugün
konuştuklarımızı dönüşte yazılı olarak Kara Kuvvetleri Komutanı'na vereceğiz ve
kendimize artık bir çalışma programı yapacağız.
15 Kasım 2003
Sabahleyin "Allied Action" NATO tatbikatını izlemek üzere Ayazağa'ya gittim.
Akşamki yorgunluğuma rağmen sabahleyin dinç bir vaziyette kalkabildim. HOSİM'de
diğer komutanlar ile buluştuk. Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı,
JANGENKK oradaydılar. Beni neşe ile karşıladılar. Kara Kuvvetleri Komutanı "sana
anlatacaklarım var, bugün bana biraz zaman ayır" dedi (...) Tatbikatın
bitiminden sonra Kara Kuvvetleri Komutanı ile Harbiye Orduevi'ne gittik. Kara
Kuvvetleri Komutanı anlatmaya başladı: - Pazartesi günü alışılmış şekilde
kendisine haftalık bilgi vermek üzere aradım. Sesi biraz tuhaftı ve buruktu. Ben
anlamamazlıktan gelerek kendisine anlatmaya başladım. Bitirince o bu sefer
konuşmaya başladı.
Cuma akşamı sizleri aradığımda hepinizi benden habersiz olarak senin orada
toplanmış bir durumda buldum. Benden habersiz toplanmanıza da üzüldüm. - Bizler
muhtelif zamanlarda çay içmek sohbet etmek için toplanıyoruz. Bu ilk değil.
Bugüne kadar kaç kere toplandık. Bu sefer de istek Özden'den geldi ve son
gelişmeleri, Kıbrıs, AB gelişme raporunu hep beraber değerlendirelim istedi. Biz
de bunun üstüne toplandık. Bunda ben bir yanlış taraf görmüyorum. Eğer size
karşı bir hareket içinde olduğumuzu zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Zira böyle
bir iş herhalde resmi dairelerde olmaz. Onun için de endişenizi anlamadım. -
Yine de bana haber verseydiniz ben de gelirdim veya niye bu konuları benimle
paylaşmıyorsunuz. Bunları söylerken sesini yükseltmeye başladı. Benim huyumu çok
iyi bildiği için ben de sesimi yükseltmeye başladım ve. - O zaman size
söyleyeceklerim var. 312 kişi "Onbaşı bile olamayacakları general yapıyorlar"
diye bir gazetede haber yayınlandığında mahkemeye veriyor ve siz buna
katılmıyorsunuz. Herkes bize acaba Genelkurmay Başkanı AKP partisinden mi yoksa,
TSK'den değil mi diye soruyor. Cevap vermekte güçlük çekiyoruz. Neden bizimle
beraber siz de mahkemeye vermediniz. - Genelkurmay Başkanı'nın o kadar bir
gizemi olsun. Ben sizlerin de yani kuvvet komutanlarının da vermesini tasvip
etmedim. Bir gazetede küçücük bir köşede yer alan bir haber şimdi büyüdü, tasvip
eden var etmeyen var. - Bunu nasıl söylersiniz. Zaten halk üzerinde itibarımız
gittikçe zayıflıyor. Siz kalkmış neler söylüyorsunuz. Bu yakıştırmayı TSK'da kim
kabullenebilir ki. Sizin bizimle olmamanız bizleri çok üzdü. Diğer bir konu siz
"sizlerle konuşmak istiyorum, benimle toplanın" diyorsunuz ama bugüne kadar
hiçbir şeyi bizle paylaşmadınız. Biz yayınladığınız bildirileri gazetelerden
öğrendik. Bizdeki intibanız siz bizle bu konuları paylaşmak istemiyorsunuz,
şeklindedir. Size söylemek istemezdim ama geçen yıl size en fazla desteği kim
verdi. Şöyle bir düşünün. - Tabii ki sen verdin ve sana çok müteşekkirim. - O
halde nasıl olur da böyle birşeyi bizim hakkımızda düşünebilirsiniz. Son sözleri
söylememin gayesi geçen yıl eğer ben ona karşı Çetin Doğan ile birlikte olsaydım
onu paramparça edeceklerdi.
Ama ben öyle yapmadım. Konuşmamız bundan sonra tatsız bir şekilde sona erdi. 11
Kasım günü kendisi yurt dışına gitti. Ben de İlker'e gittim (II Başkan).
Yaptığımız özel çalışmanın ne olduğunu sordum Bana: - Biz de bir grup kurduk.
Komutan sizinkileri okudu. Grup bizim ve sizin önerilerinizi birleştirerek bir
öneri hazırlayacak ve bunu sizlere göndereceğiz. Sonra bu konuyu Askeri Şura'ya
getirerek tartışıp herkesin fikrini alacağız. Bilahare de sonucu
Cumhurbaşkanı'na götüreceğiz, sonra da Başbakan'ı buraya davet ederek kendisi
ile bu konuyu görüşeceğiz. Bizim planımız bu şekilde. Yani sonuçta bir nevi
"Muhtıra" olacak. - İlker sana ayrılırken söyledim. Şahsi menfaatlerin sakın
ülke menfaatlerinin önüne geçmesin. Tekrar aynı şeyi söylüyorum. Yapmazsın ama
yine de unutma. Böylece Genelkurmay'ın planı ilk defa belli oluyordu. Bu plan
üzerinde Kara Kuvvetleri Komutanı ile tartıştık. Zira bazı konuların açığa
çıkması gerekiyordu. Onlar bize çalışma sonuçlarını verince bizim bu konu
üzerinde çalışmamız ve konunun hafifletilmesini önlememiz gerekiyordu. Diğer bir
konu Şura'daki bu öneriler tartışılırken Başbakan olmamalıydı. Zira bu şekle
gidilirse olay normal bir Şura tartışmasına dönecek, kendisi hiç konuşmayacak
buna mukabil bizleri konuşturarak aynen Çetin Doğan'ın durumuna düşecektik. Buna
engel olunmalıydı. Her kafadan bir ses çıkmasını önlemek için de Şura öncesi bir
toplantı yapılarak herkes ayın hizaya getirilmeliydi. Önceden nabız yoklandığı
için hiçbir çatlak ses çıkacağını zannetmiyorduk. Hatta Kara Kuvvetleri
Komutanı, Yaşar (Büyükanıt, o sırada 1. Ordu Komutanı-Nokta) ile de görüşmüş.
Ben de bu konuyu çok merak ediyordum. Zira Yaşar ileride G (Genelkurmay
Başkanı-Nokta) olabilecekti.
Ama o da kendinden beklendiği şekilde "Önümüzde iki seçenek var. Ya bu iktidara
hiç sesimizi çıkarmayacağız. Ya da sopa zoru ile istediğimizi yaptıracağız"
demiş. Kendisinden ben de bunu beklerdim. Ama gene de onun durumunu takdir edip
mümkün olduğu kadar kendisini korumamız lazım. İlker için de aynı şeyi konuştuk.
Her ikimiz de İlker'in zafiyetinin olduğunu ve şimdiden ikbal heyecanına düştüğü
şeklinde oldu. Çok pasif davranıyor ve durumu idare etmeye çalışıyordu. Bence de
Genelkurmay Başkanı Ağustos 2004'e kadar durumu idare edip Kara Kuvvetleri
Komutanı ve JANGENKK'un gitmesini bekleyecek ve ondan sonra da üzerimizde tam
bir hakimiyet kurmaya çalışacaktı. Diğer üzerinde konuştuğumuz bir konu da eğer
Başbakan kendisine söyleyeceklerimizi hiç nazarı itibara almazsa ne olacaktı. O
zaman daha Şura toplantısında bu iç işin de kararı alınmalıydı. Zira bundan
sonraki Şura toplantısı Ağustos 2004 ayındaydı. Bu arada Kara Kuvvetleri
Komutanı bana - Şener'in (Eruygur-Nokta) bazı sivri fikirleri var. O bizden
biraz farklı bu konulara yaklaşıyor. Ama onun fikirlerini benimsemek şimdilik
mümkün değil. Çok dikkatli olmalıyız, gereksiz yere tırmandıracak hareketlerden
kaçınmalı ama az derecede de reaksiyon göstermemeliyiz. - Katılıyorum. Ben
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un fikirlerinin ne olduğunun
başından beri farkındayım. Amacımız mümkün olduğu kadar beraberce hareket etmek.
Bu nedenle ne yapıp edip Genelkurmay Başkanı'nı kendi yanımıza çekmeliyiz. Hatta
bence bu hafta topluca ona gidelim ve açıklamada bulunalım. Yaptığımız her şeyin
ona destek vermek için olduğunu ama kendisi bizimle beraber olmak istemezse
bizim buna devam edeceğimizi ve bu olaylar aleyhimize işlemeye devam eder ve o
bizden ayrılırsa o zaman da "Biz TSK'nın imajını koruyamadık o nedenle hep
beraber siz de dahil istifa ediyoruz" diyerek ayrılırız. - Bu işleri bu yıl
sizler ile konuşmak çok iyi, geçen yıl ben çok yalnızdım. Bülent (bir önceki
Deniz Kuvvetleri Komutanı Bülent Alpkaya-Nokta) kendisine gidip ben sizi
destekliyorum onlar ile beraber değilim ve siz doğru yapıyorsunuz deyince biz
Şener ile yalnız kaldık. Onlar Havacıyı (bir önceki Hava Kuvvetleri Komutanı
Cumhur Asparuk-Nokta) da yanlarına alarak bir grup oldular. Buna rağmen Çetin'e
karşı ona elimden gelen desteği verdim. Ama Bülent bize bir yıl kaybettirdi. Onu
biz terfi ettirdik ama ben o adamın böyle bir tip olduğunu tahmin etmiyordum. -
Tabii biliyorsunuz o bunları niye yaptı. Sadece üçüncü yıla uzamak istiyordu.
Bunun için de Genelkurmay Başkanı'nın onayına ihtiyacı vardı. Bu yüzden ona
yaranmak için ülke menfaatlerini ayakları altına aldı. Biz dışardan geçen yıl
olayları böyle görüyorduk.
Ben bunu altı ay önce fark ettim ve Genelkurmay Başkanı'na giderek ağırlığımı
koydum. Bülent'i uzatmak gibi bir niyetiniz olduğunu seziyorum, böyle yaparsanız
çok yanlış yaparsınız, üstelik ben bunu tasvip etmiyorum dedim. Ağırlığımı
koyunca bana rağmen bunu yapamadı. Bu sene de ben artık gideceğim ama onun kendi
adamlarını terfi ettirip istediği yerlere getirmesine engel olacağım. - Bizden
her türlü destek. Beraber listeleri yapalım. Biz Fırtana da dahil her türlü
desteği verdik bile dedim. - Genelkurmay Başkanı'nın esasında başka amaçları
var. Kendini TSK'ne yenilikler getirmek ve çağ açmak misyonuyla yükümlü sayıyor.
- Benim kanaatim de aynı. Kendisinin uygulamalarından anladığım kadarı ile
TSK'ni MSB'ye bağlayacak ve kuvvet komutanlarını da kendisine danışman gibi
yardımcı olarak alacak. Küçülecek ve tüm kuvvetlere emir veren bir komutan
haline gelmek istiyor. Bir çok şeyi birleştirmesi, bunun bazı ipuçları gibi
geliyor. Kafasında Müştereklik adı altında yatan bu fikirler olduğunu
zannediyorum dedim. - Bana rağmen KK'ni küçültemez. Ama senin haklı olduğun
değerlendirmeler var. Daha karargaha gelir gelmez adli müşavire Genelkurmay'ın
MSB'na bağlanmasının hukuki ve fiili sonuçları ne olabilir diye bir inceleme
yaptırdı.
19 Kasım 2003
Öğleden sonra 14:00'da Genelkurmay Başkanı başkanlığında toplanarak MGK'da
konuşulacak konuları gözden geçirdik. Genelkurmay Başkanı kendine bazı
konuşmalar hazırlamış. Bizi dinlemedi bile, söylediklerimizi de kaale bile
almadı. Bilhassa KKK ne derse hep ters yanıt verdi. Anlaşılmaz bir tutum
içersinde. Konuşmalarında hep hükümeti savunuyor ve sizin doğru dediğiniz her
konunun tersini ileri sürüyor. Eğer bir sivri konu olursa ve savunamayacak
durumda ise "Bunu sen söyle" diyor. Buradan çıktıktan sonra JANGENKK bizi davet
etti ve onun odasına gittik. İbrahim yurt dışında olduğu için toplantıda yoktu.
Durumu değerlendirdik. Aynı mevzuları tekrar konuştuk ve MGK'da hiç konuşmama
kararı aldık. Bu arada JANGENKK bize yine bir sürü irtica ile ilgili resim ve
takip neticesi yapılan tesbitler ihtiva eden yazılar dağıttı. Eylül başından
beri biriken miktar inanılmaz hacimde. Hala irtica yaygın değildir diyebilmek
için insanın aklında başka fikirler olması lazım.
Bizi takip ettirdiğini de zannediyoruz
22 Kasım 2003
KKK'lığında toplandık. Ne yapacağımızın programını yaptık. 1 Aralık günü
bizlere yani kuvvet komutanlarına bir takdim yapılacak. Bu tadimi müteakip 3
Kasım günü Şura üyelerine bir takdim yapılacak ve sonra konu Başbakan'a ve
Cumhurbaşkanı'na iletilecek. Şura toplantısında amacımız Ağustos 2004 ayına
kadar olacak sürede bu hükümet bildiğini okumaya devam ederse komuta heyetinin,
halkın da duyacağı bir muhtıra vermesi şeklinde bir yetki almak. Akşam Kara
Kuvvetleri Komutanı'nın verdiği akşam yemeğine katıldık. Öğlen yaptığımız
toplantıda artık hepimiz bu işin bu Genelkurmay Başkanı ile gitmeyeceğini, bu
adamın kendi menfaatlerini ülke yararı önünde tuttuğunu, korkak ve hükümete
yaranma peşinde olduğuna dair fikir birliğine vardık. Bizi takip ettirdiğini de
zannediyoruz.
1 Aralık 2003
Bugün öğleden sonra Genelkurmay Başkanı bize verdiğimiz özel çalışmaya cevap
olarak bir takdim yapacaklardı. Öğleden sonra Genkur'a gittik ve takdimi
dinledik. Takdim benim tahminimden daha detaylı hazırlanmıştı. Önemli konular
vardı. Biz komutanlar olarak taviz vermez bir tutum içerisine girecektik.
Takdimi durdurarak sorular ile açtık. Aklımızda hep uyutuluyor muyduk endişesi
vardı. II. Başkan (Genelkurmay İkinci Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ-Nokta)
güvenilecek bir general değildi. Kendi yararını ülke yararı üzerinde tutuyordu.
Ve bize kesin cevaplar vermiyordu. Genelkurmay Başkanı dahil hepimiz bu
hükümetin esas amacının dini bir devlet esası getirmek olduğunda hemfikir olmuş
ve bugüne kadar olan eylemlerinin anayasaya aykırı ve hatta onu değiştirmek
üzere planlandığını ama görünürde demokrasinin verdiği özgürlüklerden
faydalandığını tesbit ettik. (...) Bir ara laiklik tanımı üzerinde tartıştık.
AKP ile bizim laiklik anlayışımızda fark vardı. Ve bütün uyutmaca da buradan
kaynaklanıyordu. Son olarak hepimize söz verdi. Kara Kuvvetleri Komutanı "Ben
çok rahatsızım ve devlet elden gidiyor. Bir an önce bir sıkıyönetim içerisine
girmeli" dedi. Bana söz verdiğinde "Mademki hepimiz bu hükümetin anayasaya
aykırı hareket ettiğine eminiz, o halde 35. madde gereğince anayasayı da korumak
bizim görevimizdir. Eğer bir eylem planı yapılacaksa bu planın ne maksatla
yapıldığının bilinmesi lazım. Bu nedenle burada bir karar vermemiz gerekiyor"
dedim. Genelkurmay Başkanı bana dönerek "her ikiniz de açıkça konuşmadınız ama
söylemek istediğiniz şey olamaz ve bize çok zemin kaybettirir. Yapacağımız başka
şeyler var" dedi. Ben de "Doğru söylüyorsunuz o telaffuz etmek istediğimiz
şeyden başka da şeyler olabilir. Mesela bu hükümete bir alternatif yaratmak
gibi. Ama onun bile kararının verilmesi gerekir ki eylem planı ona göre
hazırlansın." Bu önerimi kabul etmedi. O zaman boşuna akıntıya kürek çektiğimizi
anladım. Niyetleri galiba bize bir şeyler yapıyor gözüküyor bizleri oyalamaktı.
Benden sonra Org. Şener ve Fırtına konuştular ve aynı ifadeleri kullandılar.
Kararlılık göstermiştik. Genelkurmay Başkanı'nın rahatsız olduğunu yüzünden
okuyorduk. Bize yapılan takdimin sadece durum tesbitini Cumhurbaşkanı ve
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a takdim edeceklerini açıkladılar. Benim kanaatim
yine de bu toplantı yerine mesaj vermişti. Kimse Genelkurmay Başkanı'ndan bir
kalkışma talebinde bulunmadı ama herkes için gittiği yere kadar gitmeye kararlı
olduğumuzu (o da) gördü. Bundan sonra bizlere yaklaşımlarının daha değişik
olacağını tahmin ediyorum.
Özkök: Muhtıra yok!
3 Aralık 2003
Genkur. Başk.lığında YAŞ (Yüksek Askeri Şura) Hazırlık Toplantısı (...) Önce
Genelkurmay bize Pazartesi günü yaptıkları takdimin aynısını yaptılar ve
Genelkurmay Başkanı sonra en kıdemsizden başlamak üzere tüm katılanlara söz
verdi. Söz alanların ifade ettikleri konular sırası ile ve özet olarak
aşağıdadır.
Faruk Cömert: AKP yerel seçimleri kazanırsa amacına ulaşabilmek için batıya daha
fazla taviz verebilir, dolayısı ile haklarımızı da kaybedebiliriz.
Yener Karahanoğlu: Pozitif eylem için neredeyiz? Acaba geç mi kalıyoruz?
İcraatlarının izlenerek sonuçlarına göre karar vereceksek, geç kalabiliriz.
Onlar nasıl tam demokrasiyi kullanıyorlarsa biz de onlara tam demokrasi ile
mukabele etmeliyiz. Yani azınlık olarak çoğunluğa hükmedemeyeceklerini
anlatmalıyız.
Orhan Yöney: AKP'nin iktidar olmasına rağmen muktedir olamadığı halka
gösterilmelidir. Bu yönde eylemler yapılmalıdır. Zaman geçtikçe karşımızdaki
kitle büyümektedir. Bunlar kadrolaştıkça genişliyorlar. Dolayısı ile zaman
lehimize çalışmıyor. Bu nedenle ileride bir eylem yapmaya gidersek, alacağımız
tedbirler çok sancılı olabilir. Eylemlerimiz Aralık 2004 dönemine kalmamalıdır.
O tarihlerde AB, AKP'nin isteklerini yapacak, bu ise bizim aleyhimize olacaktır.
Bu nedenle eskalasyonu hızlandırmalıyız. Halka bazı şeyleri açıkça anlatmalıyız.
Yazarlar ve önemli kişiler ile temasa geçerek "Eğer demokrasiyi korumak
istiyorsanız biz sizinleyiz" diye mesaj vermemiz lazım. Yargı bitmiştir.
Yargıdan medet ummamalıyız. Ama yargıyı eski rayına oturtmak için destek
vermeliyiz. Doğal mütefiklerimiz, üniversiteler ve sendikalardır. Bu kurumlar
bizlerden işaret beklemektedirler. Halktan uzaklaşmışız, halka daha çok
yaklaşmalı ve şeffaf olmalıyız. AKP'nin hassas taraflarından biri de
milletvekili dokunulmazlığıdır. Bu konuyu işlememiz gereklidir. Siyasete
bulaşmayacak şekilde derneklere üye olalım. Böylelikle kendimizi daha iyi
tanıtır ve fikirlerimizi etrafa daha iyi yayabiliriz. Muhalefet partisinin
üzerine daha çok gitmeliyiz. Bir gün müdahale etmek zorunda kalırsak siz de
hesap vereceksiniz, mesajını onlara verelim. Bizi hafife alıyorlar.
Şükrü Sarıışık: Bizim çok fazla zamanımız kalmadı. Onların icraatlarının
demokrasi ile önlenmesi mümkün değil. Alternatif lazım. Kamuoyunun bizden
beklentisi var. Çoğunluğun hakkını gaspediyorlar. Erbakan kararı onları
rahatlatmıştır. (Bugün Yargıtay Erbakan'ın sahtecilikten verilmiş olan iki buçuk
yıla yakın hapis cezasını onadı.)
Fethi Tuncel: Takdimde belirtilen hassas taraflarından hiçbirini istismar
edemeyiz. Alternatif olarak karşılarına bir siyasi alternatif çıkaramayız.
Basının desteğini alamayız. Eylem planını bir an önce tesbit edecek icraata
geçmeliyiz.
Fevzi Türkeri: Devletin bütünlüğü tehlikededir. Bu takdimi seçimden sonra
Başbakan'a anlatmanın bir yararı yok. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da bölücülük hız
kazanmıştır. Ülkemiz süratle bölünmeye gitmektedir. Şimdiden tedbir alınmalıdır.
Basın, TÜSİAD, sermaye sahiplerini toplayıp bu iktidarın yaptıklarını anlatalım.
Onları tarafımıza çekmeye çalışalım. Eylem planında çok zorluklar ile
karşılaşacağız. Toplum iktidarın yaptıklarına pembe gözlükler ile bakmaktadır.
Yerel seçimlerden önce Başbakan'a bu işlerin böyle gitmeyeceğini anlatalım.
II. Başkan: Tablo kötü ama umutsuz olmaya gerek yok. Mart ayındaki seçimler
önemli. Stratejimizin büyük kısmı yerel seçimlerden öne yapılmalı. Aksi halde
işimiz zorlaşacaktır. Eylem planımızın tek zorluğu acaba toplum bu konuyu ne
kadar biliyor? En önemli nokta bu. Acaba ne kadar insan bu durumun bu kadar
vahim olduğunun farkında? Durum tesbitini kamuoyuna yansıtmalıyız. Halkın
desteğini almaksızın bir eylem planı yapmak önemli değil. (Soru: Durum tesbitini
kamuoyuna nasıl yansıtacağız.) Çeşitli kişiler ile görüşüyoruz. Ama adamlarımızı
iyi seçmeliyiz. 28 Şubat konjonktürü farklıydı. Halk daha hazır değil.
Oktar Ataman: Kötü bir tablo bedbin olmamak lazım. Doğu ve Güneydoğu Anadolu'da
bölücülük ve irtica iç içe beraberce hareket ediyorlar. Hızla bölünme noktasına
gidiyoruz. Bu iktidar güvenliğimize ae anayasamıza bir tehdittir. Bertaraf etmek
için her şey yapılmaktadır. Kamuoyunun kazanılması gerekir. Medya patronları
önemli. Bu kişiler birebir konuşularak tarafımıza kazanılmalıdırlar. Eylem
planını süratle geliştirerek icraata koymalıyız.
Hurşit Tolon: Bu iktidar ne olduğunu ortaya koydu. Ancak takiyyeye başvuruyor.
Arkasında ABD, AB var. Bunlar Ortadoğu'yu 1915'te yaptıkları gibi şekillendirmek
istiyorlar. Bu hükümetten öncelikli tehdit bölücülük, sonra irticadır. İrtica
bunların devlet yapısı içerisindeki kinin ifadesidir. Seçimden önce ikaz
etmezsek önümüze aşamayacağımız bir engel çıkacaktır. Halk bize sırtını
çevirmez. Bu hükümet ulusal onurumuz ile oynamaktadır. Onur kırıcı bir
durumdayız. Üniter yapımıza zarar verilmektedir. Bu iktidarın alternatifi var
mı? Şu anda yok gibi görünüyor. Muhalefete bu konu anlatılmalıdır. Dünya
kamuoyuna açıklanan konular onurumuzu kırmaktadır. (Pek çok örnek verebiliriz.
Bir örnek dil konusunda yaşananlardır.) Uyum paketi altında hazırlananlar sadece
bölünmemizi kolaylaştıracaktır.
Şener Eruygur: Söylenecekler söylendi. Sadece bir-iki konu ilave etmek
istiyorum. Her şey elden gidiyor. Örneğin Emniyet teşkilatı jandarma ile
yarışıyor ve onu kötüleyerek yükselmeye çalışıyor. Ayrıca WEB sayfası açmıştır
ve Başbakan'ı destekliyorlar.
Yaşar Büyükanıt: Ortaya konan stratejinin bazı gerekli parametrelerin ilavesi
ile gözden geçirilmesi uygundur. Vahim bir tablo. Jeopolitik açıdan ABD ve AB
ülkemize Ortadoğu'da yeni bir rol biçmeye çalışmaktadır. Yeni model bir Türkiye
yaratmaya çalışmaktadırlar. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, ABD'ne gittiğinde
Fetullah Gülen ile buluştular. AK ismi bilinerek ve kasıtlı olarak
Bediüzzaman'ın yazılarından alınmıştır. ABD, AB ve Türkiye'yi manipüle
etmektedir. Direnmenin başladığı yerde ekonomi bir silah olarak
kullanılmaktadır. Pozitif davranmalıyız. Acaba zaman mı geçti? Bence geçti. Dead
line seçimlerdir. Eylem planında tedbirleri sıralamak kolay ama uygulanabilir
olmalıdırlar. Kamuoyu desteği için en önemli kaldıraç basın yayındır. Bunu
kullanmalıyız.
İbrahim Fırtına: Eylem planının amacı anayasayı korumaktır. Takdimde TSK'nın
eylem planını tek başına yapamayacağını belirtmek bir zafiyetir. Bu cümleler
kayıtlardan çıkarılmalıdır. Cumhurbaşkanı ile müşterek hareket şart. Parlamento
Cumhurbaşkanı tarafından feshedilmelidir. Yeniden anayasa yapılmalı ve bu
anayasa kendini koruyacak her türlü imkan konulmalıdır. Bu hükümetle olmaz.
Hukuki şartlar müsaittir. Gereken yapılmalıdır. Cumhurbaşkanı'nın yetkileri
vardır.
Özden Örnek:
Takdimde yapılan durum tesbiti dışında ben de bir durum tesbiti yaptım. Burada
bulunan herkes aynı fikirde. Bu bence en önemli konuydu. TSK zaman ile zemin
kaybetmektedir. Bu ifadeyi halk desteği anlamında söylüyorum. İkinci tezkereden
sonra ve bilhassa Ağustos 2004 ayındaki MGK yasasının çıkmasından sonra halkın
TSK'ne karşı olan inancı zayıflamıştır. Ilımlı İslam diye bir şey Türkiye için
mevzubahis değildir. Biz halkının çoğunluğu Müslüman olan bir toplumuz ve idare
tarzımız da cumhuriyettir. Sakınmamız gereken en önemli konu bundan sonra
aleyhimizde "dinsizler" propagandasının yapılmasıdır. Böyle bir tutum ile
karşılaşırsak süratle ve kararlı bir şekilde cevap vermeliyiz. Eğer elimizde
NATO tatbikatlarında olduğu gibi ikaz endikatörlerini gösteren bir ışık levhamız
olsaydı şimdi hepsi kırmızı olacaktı. Askerin söylediği yapılır ama bunun nedeni
vardır. Zira askerin elinde silahı vardır ve bu silah askere bazı manevra
yetenekleri verir. Silahımız bizim caydırıcılığımızdır. Bu nedenle "ben silahımı
kullanmayacağım" diye açıklamalar yapmamalıyız. AKP'nin attığı her adıma aynı
şiddetle ama çok kararlı olarak cevap vermeliyiz. Ben bunların bölüneceğine
inanmıyorum ve bundan sonraki seçimi de kazanacaklardır. O zaman geç olacaktır.
Bölücülük ve bugünkü vahameti; bu durum tesbitinde bütün şiddeti ile
vurgulanmalıdır.
Aytaç Yalman: Söylenecekler söylendi. Kendimi suçlu hissediyorum (Genelkurmay
Başkanı bu söz üzerine "neden kendini yalnız sorumlu hissediyorsun" diye
sordu)1. Yalnız kendim değil, siz de benim kadar sorumlusunuz. Buradaki diğer
arkadaşların sorumluluğu bizden sonra gelir. Zamanı boşuna geçirdik. Benim
önerim hemen ve gecikmesiz eylem planına başlamak. Seçimden önce muhtıra
vermeliyiz.
Genelkurmay Başkanı: Teşekkür ederim, herkesin aynı fikirde olması güzel. Ben
yüzde sekseni ile aynı fikirdeyim. Ama katılmadığım noktalar var. Açık
konuştuğunuz için hepinize teşekkür ederim. Muhtıra vermeye niyetim yok. Bu
hükümet gitmelidir. Demokratik yollardan bu işi halledeceğiz. Yapabileceğimiz
bir çok şeyin olduğuna da inanıyorum. Bu toplantı bence tarihi bir toplantıydı.
Bir yıldır ilk defa yapılıyordu. Genelkurmay Başkanı'na onunla aynı fikirde
olmadığımız mesajı verildi. O da kendinin yalnız kaldığını anladı. Görüntüye
rağmen direnmekte devam ediyor. Ama artık çok geç. Zira yasal olarak kendisi de
geri dönemeyecek bir yola girdi. Eylem planına ad konuluyor:
SARIKIZ
6 Aralık 2003
Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'un isteği üzerine jandarma
sosyal tesislerine gittik. Kara Kuvvetleri Komutanı ve JANGENKK Çarşamba günkü
toplantıdan sonra çok rahatsız olmuşlar ve bu arada Kuran kursları ile ilgili
yönetmelik düzeltmesi yayınlanınca hepimiz de rahatsız olduk. Bilhassa bu hafta
bütçe komisyonunda (TBMM Plan-Bütçe Komisyonu-Nokta) bir AKP milletvekili
tekkelerin açılmasını isteyince hepimiz çok rahatsız olduk. Toplandık. AY:
(Aytaç Yalman-Nokta) Ben bu işten çok rahatsız oldum ve kendime göre şöyle bir
plan yaptım. Aralık ayında bunların, Cumhurbaşkanı'nın Başbakan Recep Tayyip
Erdoğan ile görüşmelerini bekleyip eğer ocak ayı içinde bir hareket olmazsa
istifa edeceğim. Hepimiz buna itiraz ettik. ŞE: (Şener Eruygur-Nokta) Buna gerek
yok. Kabul etmiyoruz. Daha yapacağımız çok şey var. AY'ın bazı rahatsızlıkları
vardı. Kendini rahatlatmadan takıntıdan kurtulamayacaktı. Bu nedenle de Pazar
günü tüm or'ları kahvaltıya davet etmişti. Buna neden or'lardan birinin vermiş
olduğu bir cevaptı. Hepimiz AY'ın istifa etmesini kabul etmedik. Ve kendimize
göre bir eylem planı yapmaya karar verdik. - Önce basını ele geçirmeye
çalışacaktık. Bu nedenle ben MÖ'ı davet edecektim. - Sonra rektörler ile temas
edip öğrencileri sokağa dökecektik. - Sendikalar ile aynı şekilde hareket
edecektik. - Sokaklara afiş astıracaktık. - Dernekler ile temas edip onları da
hükümet aleyhine teşvik edecektik. - Bütün bu olayları yurt çapında yapacaktık.
Yukarıdakiler SARIKIZ olarak anılacaktı.
Ayrıca bana ALABANDA isimli bir proje verdiler. Ben de onun hazırlığını
yapacaktım.
12 Aralık 2003
Akşam grubumuz ile biraraya geldik ve son bir haftadır olan gelişmeleri
gözden geçirdik. AY bugün Genelkurmay Başkanı ile görüşmüş ve mesleki konulardan
sonra ulusal konuları konuşmuşlar. AY'ın söyledikleri özetle: 1. Rahat olun.
Bizler gayet iyi anlaşıyoruz ve bir bütünüz. Sizin de bize katılmanız lazım.
Geçen seneyi hatırlarsanız ne kadar iyi bir konumda olduğumuzu anlarsınız. Bu
akşam yemek yiyeceğiz isterseniz gelin siz de bizimle beraber olun. Bizler arada
bir toplanıp ulusal meseleleri tartışmakta yarar görüyoruz. 2. Bu adamların
yaptıkları artık tartışılmaz bir şekilde meydanda. 3. Ordu komutanlarının
tepkisini gördünüz. Herkes daha fazla etkin olmamızı istiyor. 4. Gerekirse
bunlara seçimlerden önce bir muhtıra verelim. (...) Sonra hepimiz SARIKIZ
kapsamında yaptıklarımızı anlattık. Ben de İstanbul'da MÖ ile yaptığım konuşmayı
ve gazetecilerin bu konuya ne kadar önem vermeleri gerektiği konusunda kendisine
verdiğim mesajı, Rahmi Koç ile olan görüşmemizin özetini, Orhan Karabulut'a AD
(Aydın Doğan) ile olan görüşmemizi anlattım ve 18 Aralık günü MÖ ile görüşme
yapmaya karar verdik.
19 Aralık 2003
Jandarma Genel Komutanlığı İstihbarat Başkanı general yaptıkları faaliyetler
ile ilgili olarak sadece bana özel bir birifing verdiler. AKP hükümetine karşı,
bu hükümeti demokratik kurallar içerisinde zayıflatmak için neler yapılması
gerekiyorsa hepsi düşünülmüş ve uygulamaya geçmişler. Hayranlıkla dinledim.
Kendilerine birkaç konuda görüşlerimi söyledim. Alınacak tedbirler içersinde
afiş asmaktan gazetelerde ilanlar vermeye kadar değişen bir çok hal tarzları
vardı. Bu çalışmaya "Cumhuriyet Platformu" ismini vermişler.
29 Aralık 2003
Genelkurmay Başkanı'nın müsait olduğunu haberini alınca kendisine haftalık
haber vermek için telefon ettim. Benim verdiğim bilgilerden sonra bana kendisine
gönderdiğimiz rapor ile ilgili bazı serzenişlerde bulundu. "Ben bu raporun iki
noktası hariç her şeyi ile hem fikirim. Bu noktalar şunlardır......Ama beni esas
üzen konu raporun dördünüz tarafından imzalanarak gönderilmesi ve böylece bir
muhtıra şekline dönüşmesi. Sen aklıselim sahibi bir insansın ve bu gibi olaylara
engel olman gerekir. Daha önce de benden habersiz dördünüz toplandınız. Acaba
sen komutan olsan ve senin komutanların böyle yapsa ne dersin" dedi. Ben de
kendisine "Bizim hiçbir değişik fikrimiz yok sadece size fikirlerimizi aktarmak
istedik ve bunun için de bir haftadır gece 3-4 saat uyuyarak çalıştık, tüm
Kıbrıs konusunda uzman olanlar ile konuştuk ve o kağıdı öyle hazırladık.
Amacımız sadece size yardım etmek ve siz Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile
görüşmeden önce bu raporu hazırlamaktı. Raporu size nasıl takdim edeceğimiz
aramızda sorun oldu. Bu şekilde takdim etmeye karar verdik." dedim. "Sen aklı
selim sahibisin. Onların bunu yapmalarına izin vermemen gerekir. Eğer bir
söyleyeceğiniz varsa bana söyleyin" dedi ve konuşmamızı tamamladık. Anlaşılan
Genelkurmay Başkanı rahatsız olmuştu.
Bizi Kara Kuvvetleri Komutanı aradı. Genelkurmay Başkanı onu da aramış ve aynı
konuları ona da anlatmış. Çok üzülmüş ve Genelkurmay Başkanı raporun
değiştirilerek imzasız gönderilmesini istemiş. Ayrıca raporun son kısmında yer
alan ve Hava Kuvvetleri Komutanı tarafından eklenen bir cümlenin de
çıkarılmasını talep etmiş. Bunun üzerine o da kağıtları toplayıp yeniden
göndeririz demiş. Beni, gönderdiğimiz raporun bendeki kopyasını istemek için
aramış. Ben de peki dedim. Benden önce Hava Kuvvetleri Komutanı'nı aramış, ondan
raporu isteyince Hava Kuvvetleri Komutanı tavır koymuş. Bana Hava Kuvvetleri
Komutanı'nı yumuşatmamı söyledi. Akşam Hava Kuvvetleri Komutanı ile bu konuyu
evde konuştuk ve sorunu kendisine izah ettim. Hava Kuvvetleri Komutanı çok
üzülmüştü ve güvenini yitirmişti. Bence de haklıydı. Hep beraber
değiştirilebilirdi. Sonra aldığımız bir karardan geri adım atarsak sonra
başımıza nice haller gelecekti. Bunlara çok üzülmüştü. Kendisine bunu yapmazsa
Kara Kuvvetleri Komutanı'nın Genelkurmay Başkanı ile kavga etmesi gerekir, o da
bizim şimdi istemediğimiz bir konu diye izah ettim.
Jandarma Genel Komutanı daima bir ihtilal özlemi içersinde
20 Ocak 2004
Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nda yapılacak kuvvet komutanları toplantısına
katıldım. MGK ön toplantısı Perşembe günü yerine yarına alındığı için bir
koordinasyon ihtiyacı doğmuştu. (...) Konuşmalar sırasında Jandarma Genel
Komutanı daima bir ihtilal özlemi içersinde, bir an önce bu işi yapalım şeklinde
konuşuyordu. Bugün de defalarca tekrar etti, en nihayet dayanamadım ve bakın biz
sizle böyle konuşmadık. Planlamayı 23 Ocak'tan sonra yapabileceğimizi birkaç kez
tekrar ettim. Onun için hiçbir hazırlığımız yok ama başlayacağız dedim ve ağzı
kapandı.
1 Şubat 2004
Aytaç Paşalar'a ziyarete gittik ve hemen konu ülke meselelerine döndü. Bana
"seninle özel konuşmamız lazım. Ben Şener ile İbrahim'in davranışlarını tasvip
etmiyorum. Çok ifrata kaçıyorlar. Geçen gün gelen MİT'ten habere göre, Şenkal
iki haber verdi; birincisi JGKK'nın bütün hareketleri biliniyor ve yasa dışına
çıktığı değerlendiriliyor. İkincisi ise Genelkurmay Başkanı ile kuvvet
komutanları arası açık ve bu sorun herkes tarafından ve kesinlikle biliniyor. Bu
nedenle artık kendimize bir çekidüzen verip ülkeyi bir maceraya götürmek yerine
devamlı ve kararlı bir tutum sergilemeyi ama açık konuşmayı tercih ederim,
zannederim sen de benim gibi düşünüyorsun" dedi.
3 Şubat 2004
Kara Kuvvetleri Komutanı ile beraber önce Doğu Aktulga'nın ailesine hem
bayramlık, hem de başsağlığı için gittik. Sonra geri döndüğümüzde onların evinde
çok özel bir konuşma yaptık. Ben denetlemeye gittiğim zaman hepsi Jandarma Genel
Komutanlığı'nda toplanmışlar ve Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur
onlara bana Salı günü takdim edilen hazırlıkları göstermiş ve yapılan üst
düzeydeki bazı yöneticilerin konuşmalarına ait ses kayıtlarını dinletmiş.
Bunların çoğu AKP'ye danışmanlık yapan kişilermiş ve Kıbrıs sorununu nasıl
halletmeyi düşündüklerini ve bu konuda neler yaptıklarını anlattıkları
kayıtlarmış. Takdimin sonunda Hava Kuvvetleri Komutanı ve Jandarma Genel
Komutanı hemen 10 Mat'ta ihtilal yapalım diye bastırmaya başlamışlar. Kara
Kuvvetleri Komutanı onları şimdilik frenlemiş ve bunun için daha zamanın uygun
olmadığını beklememizi salık vermiş. Jandarma Genel Komutanı benimle
görüşeceğini söylemiş ve dağılmışlar.
Kara Kuvvetleri Komutanı bu konudan çok rahatsız olmuş. Bana sen ne
düşünüyorsun, dedi. Ben de düşüncelerimi anlattım. "Bir ihtilal için zeminin
hazır olması gerekir, yani halk ihtilali istemelidir. 12 Eylül'de olduğu gibi
ordu niye duruyor, ne zaman müdahale edecek gibi başlıklar basında yer
almalıdır. İkincisi önceki ihtilallerde olmayan bazı özellikleri bugün
yaşıyoruz. Ekonomimiz çok bozuk ve tamamen dışabağımlı. Eğer dışarıdan kredi
alamazsak ekonomimiz çökebilir ve halk büyük sıkıntı yaşar. Bunun nasıl
sorumluluğunu almaya hazır değiliz. Bir diğer konu da ABD bundan önceki
darbelere destek vermesine rağmen bugün AKP'ye destek veriyor. Onların
istemediği bir darbe veya hükümeti idame etmek çok zordur. Yani ABD'ye rağmen bu
işlem olmaz. Diğer bir konu TSK içerisindeki birlik sağlanmış mıdır? Eğer bir
ayrım varsa sonumuz tam bir felaket olacaktır. Bu nedenler ile darbeye henüz
hazır olmadığımızı söyledim. Ama bu bizim eylemimize engel olmamalıdır. Biz
Kıbrıs olaylarını takip etmeliyiz. Bizim en kuvvetli olduğumuz konu Kıbrıs
konusudur. Bunlar eğer bu konuda açık verirler ve MGK kararları dışında bir
hareket tarzı uygulamaya kalkarlarsa o zaman Genelkurmay Başkanı'na gidip, biz
bu konuyu tasvip etmiyoruz ve sorumluluğu üzerimize alamayız, bu nedenle de bir
basın bildirisi hazırladık, ya bizle beraber bu açıklamayı yaparız yahut da biz
bu açıklamayı ve tüm düşüncelerimizi açıklayıp istifa ederiz, diyerek onun
hareket tarzını öğreniriz. Eğer bize katılırsa bu açıklamayı hep beraber, yoksa
yalnız başımıza yaparız. Bana göre bunun etkisi darbeden daha etkili olacaktır.
Genelkurmay Başkanı da bu hareketten sonra yalnız kalacak ve istifa edecektir,
dedim. Kara Kuvvetleri Komutanı bu görüşüme katıldı. Esasen o da böyle
düşündüğünü bana söyledi. Onun endişesi Şener ve Hava Kuvvetleri Komutanı'nın,
biz onlar ile aynı fikirde olmazsak bizleri suçlayacakları ve bizim onlara engel
olduğumuzu her tarafa yayacak olmalarıdır. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral
Şener Eruygur'un amacı Kara Kuvvetleri Komutanı olmak. Bu nedenle de Yaşar'ın
kuyusunu kazmakta olduğunu anlattı. Jandarma Genel Komutanı bana kalırsa biraz
haksız ve haris davranıyordu. Kara Kuvvetleri Komutanı bana jandarma Genel
Komutanı'nın bir senaryo dahilinde ve hükümet düzeyinde şimdiden teşebbüse
geçtiğini ve amacının Yaşar'ın ekarte edilmesini ve bu konuda bir baskının
hükümet tarafından Genelkurmay Başkanı'na yapılmasını sağlamak olduğunu
düşünüyor. Kendisine Şener'in bu konuda faaliyette bulunduğuna dair bazı
bilgilerin geldiğini söyledi. "Yaşar ile ilgili bir değil birkaç senaryo etrafta
dolaşıyor. Benim hepsinden haberim var" dedi. Ben de eğer Yaşar için
yapabileceğim bir şey olursa benim de haberim olsun, dedim. Sık sık bunları
benim bilmemi istediğini bana tekrarladı. Bu bilgiler çok özel bilgiler
olmalarından dolayı benimle paylaşmasına çok müteşekkir olduğumu kendisine
defalarca söyledim. Zannediyorum o da buna biraz mecbur kalmıştı. Zira ben
yokken yaptıkları görüşmede diğer ikisi onu biraz fazlaca sıkıştırmışlardı.
Konuşmamıza darbe konusu ile devam ettik. Ben eğer bir darbe yapılacaksa bunun
2004 Aralık'tan önce yapılmamasını ve AB'nin vereceği cevaba göre AKP'nin zaten
köşeye sıkışacağını ve o zaman halkın desteğini de alabileceğimizi söyledim.
Benden bu konuda Hava Kuvvetleri Komutanı ve JGKK'nın bu amaçlarından onları
vazgeçirmemi ve çocukça olan bu isteklerini bir mantık esasına oturtarak hayal
yerine gerçeklere dayalı bir hareket tarzını seçmemizi söyledi. Ben de
kendisiyle hemfikir olduğumu ve elimden geleni yapacağımı söyledim. Kara
Kuvvetleri Komutanı kişilik olarak çok dürüst ve düşündüğünü açıkça söyleyen
sinsi hesapları olmayan bir kişi. Bu nedenle onun söylediği her cümleye itimadım
sonsuz ve artniyet aramam gereksiz. Yaklaşık üç saat konuştuk. Ama iyi ki
konuştuk zira bu konuları ben kendi değerlendirmelerime göre tahmin ediyor ve
rahatsız oluyordum. Zannediyorum her ikimiz de rahatlamıştık.
5 Şubat 2004
Akşam eve gidince kıyamet koptu. Kara Kuvvetleri Komutanı İstanbul'a
gitmişti ve Pazar akşamı dönecekti. Telefonla beni aradı ve gizli hattan
görüşmek istedi. Alışıldığı şekilde telefon arızası nedeni ile açık telefondan
görüşmek zorunda kaldım. "Annan'ın mektubu gelmiş ve içerisindeki konular
tamamen bizim söylediklerimizin dışında olayları kapsıyor. Onur Öymen ile
İstanbul'da görüştük ve bana bunları anlattı. Ben karargaha emir verdim. Size
birer kopya getirecekler. Ben İlker'i aradım, bana hala düşündüklerini ve
hareketlerini Denktaş'a göre ayarlayacaklarını söyledi. Senden rica hemen duruma
müdahale etmen" dedi. Bunun üzerine ben de hemen Hava Kuvvetleri Komutanı'nı
aradım ve eve davet ettim Jandarma Genel Komutanı bir bağlantısı olduğunu ve
gelemeyeceğini söyledi. Hava Kuvvetleri Komutanı 19:30'da geldi ve konuştuk.
Önce darbe olabilir mi konusunu açtık. Amacım Şener yokken onunla teke tek
konuşarak fikirlerimi ona söylemekti. Nitekim darbe konusundaki fikirlerimi ona
naklettim ve zannediyorum benimle aynı fikirde oldu. Ülkenin ekonomik zorluğu,
ABD'nin diğer darbelerden farklı olarak bu kez hükümet tarafını tuttuğunu,
halkın henüz destek vermediğini ve desteğin yahut zeminin oluşması gerektiğini
kısaca anlattım. Sonra bugün gelişen olay için ne yapabileceğimizi konuştuk. Bir
hal tarzı olarak Genelkurmay Başkanı'na giderek halka bir basın açıklaması
yapılacağını, isterse kendisinin de gelebileceğini, istemezse bizim bu
açıklamayı yaparak TSK'nın Kıbrıs konusundaki düşüncelerinin ne olduğunu
açıklayıp istifa etmemiz gerektiğini söyledim. Hava Kuvvetleri Komutanı başka
bir seçenek tavsiye etti. Kıbrıs'ta herkesin Annan Planı aleyhinde sokağa
dökerek gösterilerin yapılmasını sağlama ve anavatandan da bu hareketlere destek
vererek hükümet aleyhine olaylar çıkarmak. Bunları tartıştıktan sonra ertesi
sabah buluşmak üzere ayrıldık.
Bu iş sonunda olacak galiba. Ben bu işin olmasını istemiyorum ama...
6 Şubat 2004
Sabah doğruca Jandarma Genel Komutanlığı'na gittim ve orada üçümüz buluştuk.
Durumu tekrar gözden geçirdik. Jandarma Genel Komutanı hala darbe yapalım diye
inat ediyordu. Ne düşündüğümü bana sordu. Dün akşam Hava Kuvvetleri Komutanı'na
anlattıklarımı aynı şekilde ona da anlattım. "Çok aculsunuz" dedim. İkna değil
ama durdurulması zaman aldı ve sabah toplanmamızın esas gayesi Kıbrıs konusunda
neler yapılabileceği konusunda seçenekleri gözden geçirmek. Ancak biz bu konuyu
bırakıp darbe yapacak mıyız yoksa yapmayacak mıyız konusuna girdik. Jandarma
Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'u ikna etmek oldukça güç. Bir netice
alamayacağımı bildiğim halde yine de onu ikna etmeyi denedim. Pek ikna olduğunu
söyleyemem. Dikkat ettim Hava Kuvvetleri Komutanı hiçbir konuşmaya karışmıyor ve
konuşmalarda beni yalnız bırakıyordu.
25 Şubat 2004
Tümg. Can Teller ziyaretime geldi. Özel konulardan konuştuk. Amacım onların
bizlere bakış açılarını görmek ve öğrenmekti. Nitekim Genelkurmay Başkanı'ndan
ümitlerini kesmişler ve bir bahane ile uzaklaştırılmasını istiyorlar. Komuta
katına itimatları tamam ama Ağustos 2004 ayından sonra ne olacak diyorlar.
Kendisine sakın ola ki bir yanlışlıkla komuta katının haberi olmadan başka bir
hareketin içine girmemelerini, bunun TSK için bir felaket olacağını açıkladım.
28 Şubat 2004
14:00'te kuvvet komutanları ile bizim evde toplandık. Amacınız Kıbrıs meselesini
değerlendirmek ve Denktaş'tan aldığımız birçok özel ve gizli mektupları
değerlendirmekti. (...) Hükümete karşı bir tepki olarak da hem Kıbrıs'ta hem de
anavatanda gösterilere ve ulusal platformda toplantılara 3 Mart'tan itibaren
başlanacaktı. (...) İkinci konu olarak yine aynı mesele, biz bu adamları darbe
ile alaşağı edelim konusuydu. Şener ve Havacı bu konuda çok bastırıyorlar.
Şener'in adeta aklından çıkmıyor, iki kelimede bir bunu söylüyor. Havacı da keza
öyle. Eğer Kıbrıs'ı vermek istemiyorsak en son limitimiz 9 Nisan 2004. Bu
tarihten sonra hükümet taraflara taahhüt vereceğinden geriye dönüş şansı sadece
referandum olacak. Referandumun hangi şartlar altında yapılacağını hepimiz
tahmin ediyoruz. Bütün şer güçleri evet dedirtmek için keselerin ağzını açacak
ve sözler verilecek sonuçta cahil halk "evet" diyecek. Ne yapacaksak 9 Nisan'dan
önce yapmamız gerekecek. Bu nedenle yanımıza Tümg. Can Teller'i de alarak
gerekli planlamaya başlamaya karar verdik. Bu iş sonunda olacak galiba. Ben bu
işin olmasını istemiyorum ama benim oyumun pek bir itibarı olmayacaktı. Ama
onlara hiç değilse bu işin Kıbrıs tabanına oturtularak haklı olacağımız bir dava
edinebiliriz dedim ve olayı marttan nisana kaydırttım. Akşam Cumhurbaşkanı'nın
yemeğine gittik. Atatürk'ün yaşadığı yerde yemek yemek beni çok heyecanlandırdı.
Konuşmalar sırasında Cumhurbaşkanı'nın da sanki ümidini kaybetmekte olduğuna
dair intiba uyandı. Bazı mesajlar da verildi. Örneğin Cumhurbaşkanı "Burayı
mahsus seçtim ki nereye geleceğinizi görün. Aranızda buraya gelmeyi bekleyenler
var (Genelkurmay Başkanı'nı ima ederek)" dedi. Tabii hemen başımız öne düştü.
Ama herkes bu lafı duyunca tereddütsüz ona baktı. Eşi, Kara Kuvvetleri
Komutanı'nın kulağına eğilerek "Siz de gidince ne olacak" deyivermiş. (...)
Cumhurbaşkanı genelde herhangi bir askeri harekete karşıdır. Bu onun için çok
doğaldır. Zira kendisi bir hukukçu. Hem de Anayasa Mahkemesi Başkanlığı yapmış
bir kişi. Her zaman bu kimliği ile bizleri frenlemeye çalışırdı. Bu akşam ilk
defa kendisini farklı bir tutum içinde gördüm. Adeta ülkenin bu adamlardan
kurtulmasının zor olduğuna karar vermiş gibiydi. Bu nedenle, bir yıl sonra da
buralarda neler olur bilinmez, diye bir söz sarfetti. Çok güzel bir yemek ve
gece geçirdik. Neşeli bir geceydi.
29 Şubat 2004
İlginç bir toplantı yaptık. Jandarma'nın Beytepe'deki tesislerinde kuvvet
komutanları ve eski Melis Başkanı Ömer İzgi bir araya geldik. Oraya gitmeden
önce Kara Kuvvetleri Komutanı beni telefonla arayarak toplantıya gitmeden önce
bir süre benimle görüşmek istediğini söyledi. Gittim. Dün yapılan toplantıdan
çok rahatsız olduğunu Şener'in başka işler peşinde olduğunu, İbrahim'in ise saf,
ne istediğini bilmez halde olduğunu anlattı. Bilhassa Şener'in, Yaşar'ın önünü
kesmek için hükümet dahil her türlü angajmana girdiğini ve utanılacak senaryolar
peşinde olduğunu, sadece hükümet ile değil diğer bazı yollardan da aynı
teşebbüsünü devam ettirdiğini anlattı. Ben de kendisine hafta içersinde Can
Teller'in bana geldiğinde Yaşar ile ilgili bazı menfi bilgiler verdiğini ve
hatta Yaşar Paşa'ya güvenmeyin efendim dediğini hatırlattım. Bunun üzerine Can
Teller ile temasa geçmeyeceğimi, onun muhtemelen Şener'in adamı olduğunu
söyledim. Kendisine onların dediği gibi darbenin olamayacağını, bu işin komuta
zinciri içersinde bile bir aydan fazla aldığını anlattım. Burada da en kritik
konunun Genelkurmay Başkanı olduğunu, ondan habersiz nasıl birlik
kaydırılacağını, nasıl tertip alınacağını bilmiyorum edim. Kendi kanaatim olarak
böyle bir hareket ile ilgili inisiyatifin daima elimizde olması gerektiğini ve
gerekirse ben katılmıyorum diyeceğimi anlattım. Hemfikir olduk. Bundan sonra üç
konuya dikkat etmemiz lazım dedim Biri Genelkurmay Başkanı, diğeri harekat
planlaması ve üçüncüsü de bizim iki kişi nasıl oyalayacağımız konusu.
Konuşmalardan sonra Beytepe'ye gittik. Herkes toplandı. Amacımız 3 Mart günü
yapılacak olan "Ulusal hareket" toplantısına MHP'den bol destek sağlamaktı. Ama
konu darbeyi seçimden önce mi sonra mı yapılıma döndü. Ömer İzgi gayet tabii bir
şey yapacaksanız hemen yapın, seçimden sonraya kalırsanız bu iş olmaz,
karşınızda diğer partileri de bulabilirsiniz, bu adamlar seçimden kuvvetlenmiş
olarak çıkacaklar, ama ileriki senelerde kendilerini yıpratacaklar, bu nedenle o
zaman hiçbir parti sizi desteklemez, ama başa kim gelirse gelsin ülkeyi de
parçalanmaktan kurtaramaz, dedi. Kendisi aynı lafları 4 Kasım 2002 günü de Kara
Kuvvetleri Komutanı'na söylemiş. İşin zaman geçtikçe ne kadar karmaşık hale
geldiğini anlattı. Ben bu fikrin bu kadar açık bir sivil ile konuşulmasından çok
rahatsız oldum. Olayı da buraya getiren hep Şener ile İbrahim. Halbuki bizim
evde ve dün bir karar aldık. Üstelik de kimseye söylemeyecektik. Anladığım
kadarı ile onlar da ikisi beraber biraraya gelip konuştular. Zira çıkarken
İbrahim'in Şener'e bundan sonra ne zaman toplantıyı ayarlayalım dediğini duydum.
Bana kalsa adamın niyeti ülke yararı değil kendi yararı
1 Mart 2004
Sabah brifingini takiben Hava Kuvvetleri Komutanı beni aradı. Maksadı açıtı.
Ağzımı arayacaktı. Kendisine ne düşünüyorsam aynen söyledim. "Dün geceden çok
rahatsız oldum. Verdiğimiz kararı niye tartışıyoruz, ikinci olarak da bu kadar
gizli tutalım dediğimiz konuyu neden bir siville paylaşıyoruz. Ağzı sıkı
olabilir ama bilmesi gerekmez. Bu adamın hayatı siyaset." Bana o zaman akşama
tekrar buluşalım, ben ne yapacağımızı anlamadım, dedi. Ben de diğerlerine haber
ver, ben gelirim, dedim. Akşam 19:30'da Hava Kuvvetleri Komutanlığı'nın Gölbaşı
tesislerinde buluştuk. Kara Kuvvetleri Komutanı ile ben biraz gergindik. Zira
aynı mevzuları yeniden konuşmak istemiyorduk. Bu seferki konuşmalarda biraz sert
davrandım. Çünkü Jandarma Genel Komutanı sözü ikide bir oraya getirip, bu işi ne
zaman yapacağız, diyordu. Bazen süreyi uzatmanın en iyi çözüm yolu olduğunu
söyleyince suratı asılıyordu. Bana kalsa adamın niyeti ülke yararı değil kendi
yararı. Bu iş biran önce olsun da nasıl olursa olsun, o da mevkiini korusun.
3 Mart 2004
Hilafetin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat kanununun yürürlüğe girişinin
yıldönümü toplantısı... ATO'da yapılan panele tüm kuvvet komutanları eşli olarak
katıldık. Genelkurmay Başkanı İsveç'te olduğu için, Hava Kuvvetleri Komutanı ise
dün şehit olan pilotların cenaze törenine Konya'ya gittiği için bu panele
katılamadılar. Bu paneli el altından biz teşvik ettik. Coşkulu ve tatmin edici
bir toplantı oldu. Salona girdiğimiz zaman katılanlar bizleri alkışladılar ve
"Cumhuriyetin Koruyucuları" diye slogan atmaya başladılar.
13 Mart 2004
Öğleden sonra Kara Kuvvetleri komutanı beni aradı ve konuşalım dedi.
15.30'da onların evine gittim. Çok sıkıntılıydı. Önce evvelce kararlaştırdığımız
gibi yapmış olduğu gezi hakkında bilgi verdi. Tüm orduları dolaşmış ve tüm or
ile kor rütbesindeki subaylar ile görüşmüş. Aldığı intiba şöyle: Herkes durumdan
rahatsız ve gidişi beğenmiyor. Ama hiç kimse bu gidişin bir darbe ile
düzeltilmesini istemiyor. Sivillerin bu gerekli tepkileri göstermelerini ve
bizim onlara destek vermemizi istiyorlar. Bu çok önemliydi. Zira artık oturup
tekrar aynı mevzuları konuşmaya gerek yoktu. Jandarma Genel Komutanı bu habere
sevinmeyecekti, ama gerçek buydu. Kara Kuvvetleri Komutanı, diğerlerine ben bu
bilgiyi veririm, dedi. Diğer bir konu da Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri
Komutanı ile görüşürken "Hilafetin kaldırılması ile ilgili törenlere niçin
gittiniz, bana İsveç'e sorabilirdiniz" demiş. Bu adamla bizim aynı düşüncede
olmamız mümkün değil. Halbuki olaylar ondan sonra ne güzel gelişti. Kıbrıs
konusu ile ilgili yapılan gösteri. Bugün öğrencilerin Kızılay'da yaptığı YÖK
aleyhindeki gösteri, hepsi halkın yavaş yavaş uyanmaya başladığının delili. Bu
hareketler yükü bizim üzerimizden alarak bizim yasal düzende ve demokrasi
sınırları içinde kalmamızı sağlayacakken o bunu anlamıyor ve idrak edemiyor.
(...) Son konu Kıbrıs konusu idi. Kara Kuvvetleri Komutanı da benden sonra ayrı
bir yazı yazmış ve o da aynı istekleri belirtmiş. Şimdi Genelkurmay
Başkanlığı'nın bir açıklama yapacağını bekliyoruz. Ama bu açıklamanın bizim
beklediğimiz bir açıklama olmayacağına yavaş yavaş inanmaya başladım. Kara
Kuvvetleri Komutanı'na "Eğer Kıbrıs için işler beklediğimiz gibi gitmezse ben
bunu paylaşmam ve ayrılırım. İleride adımızın bu ekibin isimleriyle beraber
anılmasını istemiyorum. Yapabileceğimin azamisini yaptığıma inanıyorum" dedim. O
zaten kararlı, ayrılmayı kafaya koymuş. Bu adamla beraber geçinmek ve onun
fikirlerini paylaşmak mümkün değil. Bize belki kaçtınız diyebilirler ama bunu da
söylemeye kimsenin hakkı yok. Yapacağımız yegane hal tarzı olarak darbe kaldı,
onu da biz yapmak istemiyoruz.
15 Mart 2004
Sabah bir ara beni Jandarma Genel Komutanı aradı. "Genelkurmay Başkanı her
şeyi biliyor. Biraz önce beni aradı. Hemen öğleyin biraraya gelmemiz lazım"
dedi. Kendisine neleri bildiğini sordum, jandarma tesislerinde Ömer, İzgi ile
yemek yediğimizi biliyor. Hemen hemen herşeyi biliyor, dedi.
16 Mart 2004
Genelkurmay Başkanı'nı görmeye gittim. (...) Sonra oturduk ve bana TSK'da
bölünmüş bir görüntü olduğunu ve bazı davranışların çok kötü değerlendirmelere
neden olduğunu anlattı. Bizim yaptığımız bazı girişimler ve bilhassa Jandarma
Genel Komutanı'nın girişimlerinin hemen hepsinden haberi vardı. Jandarma Genel
Komutanı'nı nedense hedef olarak almıştı. "Bütün belgeler elimde, bunları
devletin arşivlerine geçireceğim, bu tarihi bir görevdir. Şener'in yaptıkları
yetkisini aşmaktadır. Kendi tesislerinde eski Meclis Başkanı ve rektörler ile de
görüşme yapmış. Bunları nasıl yapar? Dedi. (...) Karargaha dönünce Kara
Kuvvetleri Komutanı'nı aradım ve doğru ona gittim. Mantı yapmıştı.
Konuşmalarımızı anlattım. Anlattıklarım onu çok rahatlattı. (...) Bu arada
Şener'in kendisini aradığını ve Genelkurmay Başkanı'nın onu hırpaladığını ve biz
bu işi hep beraber yaptık, o halde herkes benim yaptıklarımı üstlenmeli,
dediğini anlattı. Ben de kendisine, saçmalık, onun istediği hep darbe yapmak,
başka bildiği bir şey yok, dedim. Hava Kuvvetleri Komutanı ile ikisini
durdurmaya karar verdik. Kara Kuvvetleri Komutanı bir ara Şener'i görmüş ve
Şener ona ne haber diye sorunca, menfi demiş ve bir anda Şener'in yüzü asılmış
başka bir şey konuşmamışlar.
17 Mart 2004
Biz komutanlar erkenden tümen komutanının odasında buluştuk. Herkesin yüzü
bir karıştı. Amaç bundan sonra ne yapacağımıza karar vermekti. Erken gitmemizi
Kara Kuvvetleri Komutanı istedi. Önce Kara Kuvvetleri Komutanı ordulara yaptığı
ziyaretle ilgili kısaca bilgi verdi. Maalesef herke, durum kötü ama darbe ile
düzeltilmesi için iç ve dış ortam müsait değil, dediler. Buna göre bir
değerlendirme yapmamız gerekiyor, dedi. Hepimiz fikrimizi söyledik. İnanılmaz
ama Şener hala bu iş olsun diye çırpınıyordu. Bence Genelkurmay Başkanı'ndan
nefret ettiği ve Kara Kuvvetleri Komutanı olmak istediği için saplantı haline
gelmişti. Şener söz aldığı sarada Genelkurmay Başkanı'nın her şeyden haberi
olduğunu ve kendisine özel olarak cevaplandırılmak üzere bir yazı yazdığını,
bunu kendisinin kabul edemeyeceğini söyledi, yazılan yazı yayınlanan bir
derginin personel tarafından okunması hakkındaydı. Ben de kendisine dedim ki
"Ben size aramızda hainler olduğunu, bütün hareketlerinizin takip edildiğini,
uyarmıştım. Bunda sizin kabahatiniz yok mu? Cevap veremedi. Neyse ben sonunda
toplamak zorunda kaldım. "Anladığım kadarı ile bu şartlar altında bir şey
yapılamaz, mücadeleye yasal hudutlar içinde devam edeceğiz, anlaşmamız bu mu,
dedim. Kimse itiraz etmedi. Şener hemen söz aldı, tamam ama biz artık
Genelkurmay Başkanı ile konuşmayalım, gülmeyelim, dedi. Hala nerede, Genelkurmay
Başkanı'na karşı saplantısı var.
24 Nisan 2004
Bugün Kıbrıs'ta referandum yapılıyor. Sonuçlar akşam 18:00'den itibaren alınmaya
başlandı. Gece yarısı sonuçları, Türk tarafı % 65 evet ve Rum tarafı % 75 hayır.
Böylece Kıbrıs'ta hiçbir değişiklik olmadı ama Rumlar AB'ne girecek. Akşam
Jandarma Genel Komutanı'nın evinde yemeğe gittik. Genelkurmay Başkanı gittikten
sonra aramızda konuştuk. Anladığım kadarı ile Jandarma Genel Komutanı ile Hava
Kuvvetleri Komutanı hala bozuklar. Amaçları illaki darbe yapalım ve AKP'ni
uzaklaştıralım. Yapalım da, Kara Kuvvetleri Komutanı olmazsa nasıl olur, bunu
düşünen yok. Hava Kuvvetleri Komutanı'nı fena bozdum, zira vatanını sadece o
seviyor ve ona destek verilmiyormuş pozlarında. Üstelik ne söylediğini kendisi
de anlamıyor. Şener hala darbeye ümidini bağlamış durumda. Bana "çok erken
çözüldük, daha direnmeliydik" demez mi. Basınla temaslar: "Daha ne
bekliyorsunuz" 10 Ekim 2003 Öğleden sonra Aydın Doğan geldi. Kendisine gazeteci
olarak mevcut düzene destek vermemesini, bu işin sonuna gelmekte olduğumuzu
anlattım. Kendisi de günah çıkarmaya gelmiş. Üzerine atılan pislikler ile ilgisi
olmadığını ve Cumhurbaşkanı'nın Meclis'in açılışında yanlış hedef gösterdiğini,
kendisinin medya tekeli yaratmadığını ve daima dürüst temiz bir gazete patronu
olduğunu söyledi.
5 Aralık 2003
Akşam üstü Cumhuriyet gazetesinden Balbay (Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay-Nokta)
aradı. "Başbakan'a zor anlar yaşatmışsınız doğru mu" dedi. Ben de "hayır" dedim.
(Balbay, Askeri Şura'daki tartışmalara gönderme yapıyor-Nokta).
8 Aralık 2003
Taylan Bilgel ile Aydın Doğan için konuştum ve kendisine "Bizim artık
medyadan desteğe ihtiyacımız var. Hep bize, size güveniyoruz, diyorsunuz ama
medya bize gerekli desteği vermiyor. Olayları hükümete karşı kullanmaları lazım.
Teslimiyet bizi de iş yapamaz duruma sokar. Medya halkı uyandırmak zorundadır.
Aksi halde desteğimizi kaybederiz. Halk neler döndüğünü öğrenmelidir. Bu da
ancak en etkili olarak medya kanalı ile olacaktır" dedim. Aydın Bey'e
ileteceğini ve hatta gerekirse kendisi ile beraber yemek yememizi tavsiye etti.
18 Aralık 2003
Akşam yemeğe Mustafa Özkan ve eşi ile Kara Kuvvetleri Komutanı ve HVKK
geldiler. MÖ bize gelmeden önce Süleyman Demirel'e uğramış ve bize ondan bazı
mesajlar getirmişti. MÖ ile konuştuğumuz konuların özeti şöyleydi. Basın ile
aramızı nasıl düzeltebiliriz, diye konuştuk. Kendisi bu işin zor olduğunu,
hepsinin kendi ticari ilişkileri nedeni ile hükümete göbekten bağlı olduklarını
ve kolay kolay hükümet aleyhine bir yazı yazamayacaklarını, hepsinin devlete
borcunun bulunduğunu anlattı. Bilhassa Aydın Doğan üzerinde durarak, en büyük
medya patronu olması nedeni ile aramızı nasıl düzeltebileceğimiz konusunu
araştırdık. Kolay olamayacaktı ama MÖ bize tüm medya patronlarına işin kötüye
gittiğini ve tedbir alınmazsa çok geç olacağı konusunu anlatarak onları iknaya
çalışacağını söyledi.
25 Aralık 2003
Tuncay Özkan (Özkan bugün KanalTürk TV kanalının sahibi-Nokta) daha önce
Show TV'de görev yapıyordu. Ancak bu hükümet kendi aleyhinde yayın yapan tüm
kişileri oldukları gazetelerden çıkarttı ya da tv'lerden uzaklaştırdı. Kemal
Yavuz general de aynı durumda. Ben de kendilerine yardım edebilmek için MÖ ile
konuştum. Tuncay Özkan, Müfit Gürtuna'nın (Eski İstanbul Büyükşehir Belediye
Başkanı / AK Partili-Nokta) İstanbul TV'sini satın almak istiyor ve AKP'nin
yerel seçimlerde İstanbul'dan çıkaracağı adaya karşılık Ali Müfit Gürtuna'nın
birleşik cephenin adayı olarak gösterilmesini koodine ediyor. Şimdilik ANAP ve
DYP ile anlaşma sağlamış.
7 Ocak 2004
Tuncay Özkan'ın ziyareti... Benden OYAK'ın kurulacak şirkete hissedar
olmasını ve böylece BAŞBAKAN RECEP TAYYİP ERDOĞAN'a karşı bir çeşit koruma
sağlamayı istedi. Ben de, kendisine elimden geleni yapacağım, dedim. Bana kendi
hazırladığı "Türk Medyası" ile ilgili bir kitap verdi. İçinde her türlü ilişki
ve rezaleti bulabilirsiniz, dedi. Medya desteği olmadan ulusalcıların BAŞBAKAN
RECEP TAYYİP ERDOĞAN ve partisi ile başa çıkması mümkün değil. Bu nedenle TÖ'nün
destelenmesi gerekir. Bende uyandırdığı intiba dürüst ve yılmayacak bir kişi.
Bilgili bir görüntüsü var. Hiç değilse mesleğini iyi bildiği intibaı uyandı.
10 Ocak 2004
Akşam Jandarma'nın Anıttepe'deki tesislerine gittim. Jandarma Genel Komutanı
ile beraber Aydın Doğan ile yemek yiyecektik. Aydın Doğan'ın yanında Mehmet Ali
Yılmaz ve Fikret Bila (Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi-Nokta) vardı. Beraber
olmamızın amacı AD'a bazı mesajlar vermekti. Öncelikle basının satılmış bir hale
geldiğini değerlendirdiğimizi, kendisinin bu konudaki görüşünün ne olduğunu.
İkinci olarak bu hükümete karşı hepimizin aynı gemide olduğunu ve gemi batarsa
hep beraber batacağımızı. Aleyhimize yazı yazanlara kendi grubunda destek
vermemesini söyleyecek ve onların da son günlerdeki olaylar hakkındaki
görüşlerini alacaktı. Nitekim konuşmalarımız bu merkezde devam etti. Kendisi
bize medyanın ekonomik durumunu izah etti. Ona göre medyanın kendisi hariç bütün
patronları mali yönden hükümete muhtaç hale getirilmişti. Bu nedenle hükümete
karşı çıkmaları mümkün değildi. Karşı çıkanların hayatı söndürülecekti. Nitekim
bazı yazarlar hükümet aleyhine yazdıkça rte'nin (Recep Tayyip Erdoğan-Nokta)
şahsi müdahaleleri ile kendileri işten çıkarılmışlardı. Tuncay Özkan, Sedef
Kabaş, televizyonlardaki bazı programlar gibi. Bu arada Tuncay Özkan'ı çok
sevdiğini, ama kendisine şu sıralarda hiçbir şey yapamayacağını söyledi. Yemek
bittiğinde ben sizin mesajınızı aldım, dedi. Biz de kendisine "işadamı olarak
bazı sıkıntılarınızın olabileceğini anlıyoruz. Ama bazen hükümet lehinde de
yazmamak karşı tarafa destek vermektir" dedik.
19 Ocak 2004
Sabah kalkınca evi terk etmeden önce gazetelere baktım. EGE Ordu K. Org. Hurşit
Tolon dün yaptığı bir köy ziyareti sırasında "Kıbrıs'ta ver-kurtul'cu olanlar
vatan hainidir" anlamında bir söz söylemiş ve bugünkü bütün gazeteler bu haber
ile doluydu. Tabii gerçek vatan haini olan kendilerini AB'ne satmış ve onlardan
maddi menfaat sağlayan köşe yazarları Hurşit hakkında veryansın e diyorlardı.
Aralarında evvelce kan kırmızı komünist olup şimdi beş vakit namaz kıldığını ima
edenler, dedesi binlerce Türk evladını cephelerde kırdıran vatan hainlerinin
torunu olanlar, her çeşit hayvanat bahçesi yaşayanı vardı.
21 Ocak 2004
14:00-14:30 - E. Dışişleri Bakanı Coşkun Kırca'nın ziyareti... 1445 - 15:15 - M.
Ali Kışlalı'nın ziyareti... Her iki ziyaretçi de cumhuriyetçi ve TSK'ni
destekleyen yazarlar. Kırca 76 yaşında. O kadar duygulu hale gelmiş ki, benim
yanımda olayları ve son durumu anlatırken iki kez ağladı. Yeni bir Anayasa
hazırlamış, ondan bir kopya getirmiş, aldım. Kışlalı da efendi bir insan. Her
ikisi de bana "zaman geçiyor ve her gün daha kötüye gidiyoruz. Ne yapacaksanız
yapın, yoksa geç olacak" mesajını verdiler.
10 Mart 2004
Bugün sabah gazeteleri aldığımızda çok ilginç bir haberle karşılaştık. (Hürriyet
gazetesinde yayımlanan ve aynı yıl "yılın haberi" ödülüne layık görülen
"Sosyetik fişleme" manşeti-Nokta). Kara Kuvvetleri Komutanlığı tarafından
yayınlanan birer evrak ile birçok kişi fişlenmek üzere kaymakamlıklardan bilgi
isteniyordu. Doğal olarak bu haber inanılmaz bir etki yaptı ve ortalığı
karıştırdı. Böyle bir bomba habere hiç ihtiyacımız yoktu. Şimdi herkes tekrar
TSK'ne yüklenecekti. Bence haber bilinçli olarak yazılmıştı. Haberi yavaş ve
doğru okuyan her kim olursa olsun bunun bir saçmalık olduğunu ve haberde iddia
edildiği gibi bir sorun olamayacağını görecekti. Nitekim haberi araştırdığım
zaman gördüm ki Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri Komutanlığı yıllık
yayınlanan haber toplama planını I. Odu'ya göndermiş. Plan o arada Ordu
Komutanı'nın haberi olmadan bu hale getirilmiş. İktidara yaranmak isteyen
Hürriyet gazetesi sahibi Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök de hiç düşünmeden bu
haberi yayınlamışlardı. Basın üzerindeki baskı devam ediyor. Genelkurmay
Başkanlığı cevabı ise ayrı bir alem. Aynı gün yapılan açıklamada haber
doğrulanmış ve inceleme başlatıldığı açıklanmıştı. Bu ne demekti. Kimse bir şey
anlamadı. Bu hafta içersinde hep sivil arkadaşlarım ile beraber olduğum için
bana rahatlıkla neler hissettiklerini anlatıyorlardı. Herkes son derece
rahatsızdı ve Kara Kuvvetleri Komutanı'nı suçluyorlardı.
15 Mart 2004
Tuncay Özkan yanında yeni kurmakta olduğu TV istasyonu (Kanal Türk-Nokta)
yöneticisi olacak Kerim C an ile beraber geldi. Çok oturmadılar. Bana OYAK'ın
reklam teminatı verip veremeyeceğini sordu. Esas bunu öğrenmeye gelmişler. Bana
göre dehşetli bir istihbarat bilgisi var. Yazdığı kitabı verdi. CIA ve Kürtler.
OYAK'ın reklam için teminat belgesini veremeyeceğini söyledim.
8 Haziran 2004
Erol Mütercimler nezaket ziyareti için gelmiş. Bana önemli bir konuyu
hatırlattı. Dün TRT'de ana dilde yayın programı ile yaptığı araştırmanın
sonuçlarını söyledi. İlginç. Bu konuda doktora yapmış. İddiası, yapılan
programın anayasal dayanağı yok. Yakında beş lisan dışında yayını yapılan
toplumlardan biri eğer bu programın anayasaya aykırı olduğu şeklinde bir
müracaatta bulunursa iptal edilir. İç hukukta tamamlanamadığı için bir şikayete
AİHM bakacaktır ve ondan sonra da felaket gelebilir, ya 26 lisanda yayın yapılır
ya da bu yayınlara son verebilir, dedi.
21 Temmuz 2004
Can Ataklı geldi. Gelmeden önce ne isteyebileceğini düşündüm. Bir çok konu
arasında patronun askerlik konusu olabileceği aklıma geldi. Kendisi ile daha
önce hiç karşılaşmadım ama STAR televizyonunda, bilhassa televizyon kanalına el
konuncaya kadar, cesaretli çıkışları ile tanıyordum. Ama ben bu çıkışları daha
ziyade patronu Uzan'lar ile ilgili olarak değerlendiriyordum. Bu hükümet Uzan
ailesinin çanına ot tıkadı ve onların haysiyetlerini beş paralık etti. Daha da
üstüne gidiyorlar. Son olarak da Aydın Doğan grubunun ortaya çıkardığı askerlik
meselesi var. Cem Uzan daha önce bütün Kuvvet komutanlarından randevu istemişti
ama hiçbirimiz kabul etmemiştik. Ataklı'nın niye geldiğini bilmemekle beraber,
askerlikle ilgili olarak geldiğini tahmin ediyordum. Nitekim bana kendi durumunu
uzun uzun anlattıktan sonra sadede gelerek askerlik sorununu açtı. Kendilerinin
haklı olduklarını ama yargının korku ile bir karar veremediğini ve Aralık ayında
Uzan'ın askere alınacağını söyledi. Ayrıca mahkeme başlasa ellerinde kendilerini
temize çıkaracak belgeler olduğunu ilave etti. Kendisine "Bu davaların kuvvet
komutanlıkları ile ilgisi yoktur. Muhatap MSB'dır. Konuyu bize sormazlar bile"
dedim. Ben sadece sizin bilmeniz için anlatıyorum, dedi. Haklı olduğu yerler
var. Adamların mallarına el konma şekli tam bir zorbalık.
İş dünyası "Adamların tuzu kuru"
11 Aralık 2003
Rahmi Bey bana nezaket ziyaretine geldi. Konuşmamız sırasında ben de ona
bugün içinde bulunduğumuz durumu anlattım. Hükümetin tutumu Kıbrıs meselesi ve
nereye gittiği gibi konularda. Kendisine "Hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak hep
beraber batacağız. Bunu kimse unutmamalı. Hükümet de unutmamalı, bizler de, iş
adamları da. Onun için esas desteğimiz olan halkı aydınlatacak şekilde, halkın
gerçekleri görebileceği şekilde hareket etmeliyiz" dedim. Pek hoşlarına gitmedi
ama gerçek bu. Bana, durum kötüye gidiyor ama hala daha o kadar kötü değil,
dedi. Ben de "sıfırdan yüze kadar bir skalada nerede olduğumuzu
değerlendiriyorsunuz" dedim. Bana, 35-40, diye cevap verdiler. Ben de bunun
üzerine "belki 95'e yakınız" dedim. Hayret ettiler. Adamların tuzu kuru. Onlara
göre ekonomi düzelmekte. Ama bunun sadece büyük şirketler için olduğunu
görmüyorlar. Zavallı halk hala çekiyor. Halk yokluk içinde ne yapacağını
bilmiyor. Enflasyon düşüyor. Zira halkın harcayacağı parası yok. Bunları onlara
hep anlattım.
30 Haziran 2004
Sinan Aygün, ATO Başkanı. Senede iki kez gelerek bizlere bilgi veriyor.
Verdiği bilgiler daha ziyade ekonomideki gelişmeler ve bazı sosyal olaylar
karşısında ne düşündüğü. Genellikle hükümeti tenkit ediyor. Bu sefer de
ekonomideki kötü gidişi anlattı. İşsizliğin giderek artmakta olduğunu ve bunun
sonunun felakete doğru gittiğini, hükümetin izlediği teslimiyetçi politikalar
nedeniyle yatırım yapılamadığını, bunun da işsizliğin artmasına neden olduğunu
belirtti. Diğer bir ilginç açıklaması da DEP milletvekilleri ile ilgiliydi.
Onların yaptığına mukabele olarak kendisinin örgütlediği bir gurup ile emekli
yarbay Korkut Eken'in hapishaneden çıkış gününde büyük bir tören yapacaklarmış.
Bunun için de yüzlerce insanı topluyorlarmış. Fikir almak ve diğer kişilerin
neler düşündüğünü anlamak bakımından yararlı görüşmeydi.
Özden Örnek'ten TSK eleştirileri / Ordu-Millet ilişkisi "İnsan içinden
geldiği toplumu nasıl inkar edebilir?"
TSK içersinde modaya uygun olarak Deniz Kuvvetleri'nde de bu ilişkiler günah
sayılıyordu. Terfi senesinde çektiğim sıkıntıyı çok iyi hatırlıyorum, beni
defalarca siviller ile ilişkide olmamam için uyarmışlardı. Lojmanda yaşayıp,
orduevlerinde eğlenen ve OYPA'lardan alışveriş yapan bir toplum nasıl siviller
ile ilişki kurabilir ki. Subayların sivil arkadaşları olmadığı gibi sivillerin
de subaylardan arkadaşları yoktu. Çocukluğumuzda her mahallerde bir subay ailesi
yaşar ve hepimiz onlara imrenerek ve özenerek bakardık. Hele o zamanlar makam
arabaları yerine atların kullanıldığı hatırlanırsa, bizler için işine giden
subayları seyretmek ayrı bir zevk olurdu. Sonraları nedense yukarıda çizdiğim
tablonun içersine giriverdik. Zaman geçince, 1990'lı yılların başında
ilişkilerin böyle gidemeyeceği ve şeffaf olunması ihtiyacı ortaya çıkınca, TSK
içersinde bir şeffaflık modası yayılmaya başladı. Siviller ile ilişkilerin bence
iki ayrı boyutu var. Birincisi, TSK sivilleri nasıl görünüyor. İkincisi,
sivillerin TSK'ni tanıyabilmesi için silahlı kuvvetlerin sivil topluma ne kadar
açık olduğu. Akredite basın konusu Genelkurmay Başkanlığı tarafından icat
edildi. Derinlemesine düşünmeden görülebilir ki, bu tutum tüm yasalara ve en
sonunda da Anayasa'ya bile aykırıdır. Birincisinin sonucudur. Sivile bakış
açımız değişmedikçe tutumlarımızdaki değişme aldatmacadan başka bir şey olamaz.
AKP iktidarda iken onlar ile görüşmek günahtır. Hemen Atatürkçülüğe karşı
olmakla suçlanırsınız. Ama kimse size "Peki, biz bu insanlar ile aykırı
fikirdeyiz ama nasıl birbirimizle diyalog kuracağız, nasıl birbirimizi kendi
inandıklarımıza ikna edeceğiz" sorusuna cevap vermez. Sivillerin yurt sevgisi
eksiktir. Çoğunlukla onlar vatanlarını ve milletlerini düşünmeden şahsi
yararları için hareket ederler. Onlar tembeldirler, çalışmaz ve bedava olarak
para kazanmaya bakarlar. Bu nedenle TSK'daki herkes çok çalışır ve fedakar
oldukları için her şeye layıktırlar. Bu düşünceler ile nereye varılabilir. Yakın
zamana kadar bilimsel yönden bile sivil uzmanlara danışılmazdı. Sanki 1700'lü
yıllarda yaşıyormuş gibi tepki verirdik. Her şeyin öncüsü TSK'dır. Bu fikir o
kadar yaygınlaşmış ve sivillere güven o kadar azalmıştır ki, TSK sonunda kendi
yüksek lisans eğitim yapan enstitülerini kurdu ve ihtiyacı olan her şeyi özel
sektör veya devletin diğer kesimlerinden temin edecekken kendisi her şeye sahip
olmaya başladı. Bu nereye kadar gidebilir ki. Eğer arkadaşınız devlet memuru
değilse ya da bir şirkette çalışıyor veya bir iş, ticaret sahibi kimsedir. İşte
o zaman yandınız, size hemen suçlu ve menfaat sağlıyorsunuz gözü ile
bakacaklardır. Siviller ile her temas muhakkak bir yarar karşılığında
yapılmaktadır. Bu genel kanıdır. Bu konuda çıkmış emirler mevcuttur. Karargaha,
sivilleri bırakın, mesleğinden emekli olmuş amiralleri bile davet edemezdim.
Hala, etmeyin diye de emirler mevcuttur. Böyle düşünen bir kuvvet komutanı acaba
ne düşünüyor olabilir ki. Mesai saatlerinden sonra insanların serbest yaşadığını
ve eğer niyetleri kötü ise bu kişilerin bu saatlerden sonra her şeyi
yapabileceğini acaba bilmiyor mu. Bu tip davranışlar ve düşünceler kapalı bir
toplum içine kendini kapatan, çevresinden etkilenmeyen ve kendisini çevresine
kapatmış insanlara özgüdür. İnsan içinden geldiği toplumu nasıl inkar edebilir.
Özden Örnek'ten TSK eleştirileri / Atatürk, ideoloji, törenler "Atatürk'ü bir
idol haline getirmişiz"
30 Ağustos 2004
Meslek hayatımda son kez üniforma ile katılacağım 30 Ağustos törenlerine
iştirak ettim. Sabah 08:00'den gece yarısına kadar dur dinlenmesi olmayan bir
tören zinciri. Yapımızda ve anlayışımızda düzeltmemiz gereken çok konu var. En
başta Atatürk'ü bir idol haline getirmişiz. Kendisi bile "beni görmek önemli
değil benim fikirlerimi anlamak önemlidir" demişken, biz her yerde Atatürk'ü
heykel, resim, poster olarak anmayı sanki onu anlamak ile eş tutuyoruz. Bu böyle
devam edemez. Bir taraftan İslamiyet'in günün şartlarını karşılamadığını ve
reform geçirmesi gerektiğinden bahsederken, sanki Atatürkçülük ilelebet
yaşayacakmış gibi davranıp ilkelerini tartışmaya dahi açmıyoruz. Tabi o zaman bu
ilkeler bir yol gösterici olmaktan öteye, dogma haline geliyor. Sağ olsaydı
herhalde en fazla kendisi bu durumu tenkit ederdi. İkinci bir konu da bu toplumu
Kara Kuvvetlerinin etkisinden kurtarmak lazım. Devletin her kesiminde kendi
düşünceleri hakim olsun, herkes kendileri gibi düşünüp kendileri gibi hareket
etsin istiyorlar. Harbiye Marşı ile yatıp Harbiye Marşı ile kalkıyorlar.
29 Ekim 2004
Bugünkü törenleri, şöyle sabahtan akşama kadar yaşadım. Hepsi onuncu yıl
için planlanandan farklı değildi. O zaman devletin gücünün mesajını her köşeye
dağıtmak ve birlik beraberlik gösterisi yapmak birinci amaçtı. Aradan seneler
geçti. Amaç belki aynı ama yapılış şeklinin çok farklı olması gerekir, diye
düşündüm. Bir tribünde saatlerce oturarak geçenleri seyretmek pek bir fikir
vermiyor. Üstelik de bir başıbozukluğa şahit oluyorsunuz. Bir sürü şımarık ve
umursamaz genç önümüzden geçiyor. Ne kadar ve nasıl bir mesaj verildiği şüpheli.
Bu konuda biraz çalışmamız gerekli. Saatlerce konuşmalar, koca koca adamların
sıraya girip el sıkmaları, artık modası geçmiş kutlamalar.
Özden Örnek'ten TSK eleştirileri / Ordu-Hükümet "Askerin karışması yönetmeye
döndü"
Devletin karar süreci uzun süre Genelkurmay Başkanlığı'ndan etkilendi. İç ve dış
olaylara ait kararlar alınmadan önce Genelkurmay'a sormak adet halini almıştı.
Hükümette olanlar özgür olarak karar veremiyorlardı. Bu nedenle de verilen bir
karar halk arasında beğenilmezse cevap kolaydı: "Asker öyle istedi". Bu
alışkanlık ihtilallerin bir sonucuydu. Askerin karışması, fikir beyan etmesi
gereken olaylar elbette vardı ama bu karışma bir çeşit yönetmeye dönüşmüştü.
Bunun için de özellikle dış politikada cesur adımlar atılamıyordu.
Siyasetçiler "Bir şey yapacaksanız hemen yapın"
23 Eylül 2003
Sabah Adalet Bakanı Cemil Çiçek ziyaretime geldi. Dün kendisinin geleceğini
ve ne yapmam gerektiğini, Kara Kuvvetleri Komutanı ve JANGK (Jandarma Genel
Komutanı-Nokta) ile görüştüğümde bana "gelsinler ama ziyarete gitmiyoruz"
dediler. Bana böyle bir tutum çok ters geldi. İnsan harbin sonunda dahi oturup
düşmanı ile konuşuyor ve bir anlaşmaya varmaya çalışıyor. Biz böyle yaparak neyi
ispat etmeye çalışıyoruz. (...) 16:00'da İçişleri Bakanı (Abdülkadir Aksu-Nokta)
ziyarete geldi. Kendisi esasında Kürtçü ve AKP'nin kurucularından sayılan bir
bakan. Kendisi ile uzun süre sohbet ettik. Irak'a asker meselesini sordum. Bu
sefer sorun yok, dedi. Ve bana ilk seferindeki yani ikinci tezkere ile olan
hikayesini anlattı. Sonra Kuzey Irak'ta Barzani ve Talabani ile olan ilişkileri
anlattı. Kendisi Kürt ama hiç de Kürtçülük lehine çalışan bir adam gibi
konuşmuyor.
21 Kasım 2003
Yavuz Kayral'ı mahsus davet ettim, zira bundan önceki gelişinde DYP'nin her
zaman emrimize hazır olduğunu söylemişti. Ben de bundan önceki gün topluca
aldığımız karar gereğince kendisine DYP'nin seçimlerden önce bir miting
tertipleyerek Kıbrıs konusunu desteklemesini istedim. "Peki" dedi ve gitti.
24-30 Kasım 2003
Yavuz Kayral aradı ve DYP'nin Kıbrıs seçimlerinden bir hafta önce Mersin'de
bir miting yapacağını söyledi. Bekleyip göreceğiz.
25 Aralık 2003
Kuvvet komutanları ile beraber toplanarak Onur Öymen ile Kıbrıs konusunda
görüşme yaptık. Diğerlerinde olduğu gibi onun da görüşlerini sorguladık. Katı
bir tutumları var. Kendisi ile Kıbrıs konusundan daha çok son siyasi durumu ve
bu noktadan öteye neler yapılabileceğini görüştük. Bize CHP'nin bir TV kanalı
vasıtası ile sisini duyurmaya başlayacağını ve bu konudaki hazırlıkların
sonuçlanmak üzere olduğunu anlattı.
14 Şubat 2004
Dün akşam Jandarma Genel Komutanı bana Kara Kuvvetleri Komutanı'nın Salı
günü Onur Öymen ile toplantı yapacağını ve gelmemi istedi. Ben de gelemeyeceğimi
söyledim. Ama eve dönünce Kara Kuvvetleri Komutanı beni telefonla aradı ve
muhakkak gelmem gerektiğini anlatınca ben de "peki dedim." Salı günü öğleyin
komutanlar toplantısı nedeni ile verilecek yemeğe katılamayıp oraya gideceğim.
17 Şubat 2004
OÖ (Onur Öymen)'den öğrendiğimiz bir ifade bizi bayağı şaşırttı. ABD'nin
AKP'yi desteklemek üzere Türk basınını yönlendirmek üzere 200 milyon dolara
yakın bir yatırım yaptığına dair bazı bilgiler varmış. Bu ABD'nin oyunu nasıl
oynadığının bir işaretiydi. OÖ ile yaptığımız diğer konular ile ilgili sohbet de
çok ilginçti: Mehmet Ağar'a işbirliği teklif edilmiş ama o "Ben tarikatlar ile
işbirliği çarelerini arıyorum" diyerek bunu kabul etmemiş. Kıbrıs sonrası
gündeme gelecek olan EGE sorunları ile ilgili de fikrini aldık. Bize doğrudan
"Bu adamlar EGE'de de vermeye hazırlar ve planlarını bu yol haritasına göre
kurmuşlar" dedi. Genelkurmay Başkanı'nı tenkit etti ve artık kimsenin ordudan
bir şey beklemediğini ve ordunun bir şey yapacağını da sanmadıklarını, ayrıca
Genelkurmay Başkanı'nın adeta partinin bir adamı gibi hareket ettiğinin çok
yaygın bir kanaat olduğunu belirtti. Dikkatimi çeken ve beni dehşete düşüren
diğer bir konu da OÖ gibi bir kişinin hala gerçeklerin farkında olamamasıydı.
Hala işçiler ve talebelerden medet umuyordu. Kendisine bazı sendikalar ile
konfederasyonların nasıl satıldıklarını anlattım, öğrenciler ile ilgili olarak
rektörlerin anlattıklarını ve öğrencilerin nasıl atıl ve maddeci olduklarını,
artık eskisi gibi sokaklara düşmeyeceklerini izah ettim. Anladığım kadarıyla CHP
de ne yapacağını ve ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. Bendeki izlenim kimle
konuştuysak bugüne kadar kimsenin bir darbeyi arar veya ister olmadığını gördüm.
29 Şubat 2004
Konuşmalardan sonra Beytepe'ye gittik. Herkes toplandı. Amacımız 3 Mart günü
yapılacak olan "Ulusal hareket" toplantısına MHP'den bol destek sağlamaktı. Ama
konu darbeyi seçimden önce mi sonra mı yapalıma döndü. Ömer İzgi "gayet tabii
bir şey yapacaksanız hemen yapın" dedi.
Sözü edilen Tolga, Tolga Çandar mı?
27 Aralık 2003
Gündüz OHAL gazilerinin TSK Rehabilitasyon Merkezi'nde açmış oldukları
sergiye katıldık. Duygu ve hüzün dolu bir gün geçirdik. Sergiyi gezdikten sonra
gaziler sinema salonunda bir konser verdiler. Fevkalade güzel bir konserdi.
İnsanların isterlerse neler başarabileceklerini gördük. Bir ara Ege bölgesinden
türküler çalınıyordu. Sahnede, TRT'den saz ve türküleri ile Tolga isimli bir
sanatkar
gazilere refakat ediyordu. Sanatkarın sesi aynı Hasan Mutlucan'ın (12 Eylül
darbesi sırasında TRT'nin yayınladığı kahramanlık türküleriyle ünlenen
türkücü-Nokta) sesi gibiydi. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur
hemen kulağıma eğildi ve bu sanatkarın adresini alalım, lazım olabilir, dedi.
Güzel bir espriydi.
Tek komutanlı darbe girişimi AYIŞIĞI
"Sarıkız" darbe girişiminin, başlangıçtaki destekçiler Kara Kuvvetleri Komutanı
Yalman ve Deniz Kuvvetleri Komutanı Örnek'in kesin tavrının ardından tümüyle
raftan indirilmesini izleyen günlerde, bu darbe girişiminin en aktif unsuru
olarak öne çıkan Şener Eruygur tek başına bir darbe planlamış. Yalman, Örnek'e,
planın öteki kuvvet komutanlarını da işe katmak ve sadece Hava Kuvvetleri
Komutanı'nı işe katmak şeklinde, iki alternatifli olarak düşünüldüğünü
anlatıyor.
Özden Örnek'in günlüklerinde, "Ayışığı"ndan sadece bir paragrafla söz ediliyor
(14 Ekim 2004): "Fenerbahçe'ye Aytaç Paşa'lara (Kara Kuvvetleri Komutanı-Nokta)
gittim. Daha çok o konuştu. 'Şener (Jandarma Genel Komutanı-Nokta) bizden
habersiz darbe planı hazırlatmış. Adı da 'Ay Işığı.' Darbede kimin başkan
olacağı belli değil. Hepimize davranışlarımıza göre bir kod adı vermiş. Havacı
(Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına-Nokta) ona destek verdiği için o
anlamda, bizler ise sana karşıt anlamda, bana da belli değil anlamda kodlar
vermiş. Bu plan GB'nin (Genel Kurmay Başkanlığı-Nokta) elinde olduğu gibi
içlerinden biri tarafından sızdırıldığı için MİT ve hükümetin de elinde varmış.
İkinci bir planda ise senle ben gösterilmiyoruz, sadece havacı var." Yani 2004
yılında, komuta kademesinin her defasında biraz daha fazla bölündüğü üç
girişimle karşı karşıya kalmışız: * Genelkurmay Başkanı'nın hiçbir zaman
katılmadığı, başlangıçta dört kuvvet komutanının içinde olduğu, sonraki aylada
kara ve deniz kuvvetleri komutanlarının dışına çıkmaya çalıştığı "Sarıkız" kod
adlı darbe girişimi. * Jandarma Genel Komutanı Şener Eruygur'un tek başına
hazırladığı ama öteki üç kuvvet komutanını da işin içine katmaya çalıştığı "Ayışığı"
darbe girişimi. * Şener Eruygur'un yanına sadece Hava Kuvvetleri Komutanı
İbrahim Fırtına'yı alarak yapmayı planladığı darbe. Dediğimiz gibi, "Ayışığı"
darbesi, Örnek'in günlüklerinin sadece bir yerinde, ayrıntısız olarak geçiyor.
Fakat o darbenin ayrıntılı power-point sunumları da Nokta'ya ulaşmış bulunuyor.
Bundan sonraki sayfalarda bu sunumların tümünü okuyabilirsiniz. Okumanıza
yardımcı olabilir düşüncesiyle, bu sunumlarda belirtilen kod adlarının gerçekte
kimlere veya hangi kurumlara tekabül ettiğine dair tahminlerimizi bilginize
sunuyoruz...
Ocak TSK Sağduyu Millet, kamuoyu Yetim Genelkurmay Başkanı Gemi Aslanı Başbakan
Tayfa Milletvekilleri Yörük Cumhurbaşkanı En Büyükler Kuvvet komutanları (+) ve
(-)ler Darbeci ya da karşı çıkan üst düzey subaylar Kaplan Kara Kuvvetleri
Komutanı Leopar Jandarma Genel Komutanı Penguen Deniz Kuvvetleri Komutanı Şahin
Hava Kuvvetleri Komutanı Çadır Yüksek Askeri Şura Salon TBMM Kasa Bütçe, Maliye
Kahve Borsa Ayna Polis Gözlük MİT Sırtlan ABD Çiyan AB Karanlık Doğan Medya Sarı
Öküz Devlet Abide Yaşar Büyükanıt
ABD darbe istemiyor
5 ŞUBAT 2004
Akşam eve gidince kıyamet koptu. Kara Kuvvetleri Komutanı İstanbul'a
gitmişti ve Pazar akşamı dönecekti. Telefonla beni aradı ve gizli hattan
görüşmek istedi. Alışıldığı şekilde telefon arızası nedeni ile açık telefondan
görüşmek zorunda kaldım. "Annan'ın mektubu gelmiş ve içerisindeki konular
tamamen bizim söylediklerimizin dışında olayları kapsıyor. Onur Öymen ile
İstanbul'da görüştük ve bana bunları anlattı. Ben karargaha emir verdim. Size
birer kopya getirecekler. Ben İlker'i aradım, bana hala düşündüklerini ve
hareketlerini Denktaş'a göre ayarlayacaklarını söyledi. Senden ricam hemen
duruma müdahale etmen" dedi. Bunun üzerine ben de hemen Hava Kuvvetleri
Komutanı'nı aradım ve eve davet ettim Jandarma Genel Komutanı bir bağlantısı
olduğunu ve gelemeyeceğini söyledi. Hava Kuvvetleri Komutanı 19:30'da geldi ve
konuştuk. Önce darbe olabilir mi konusunu açtık. Amacım Şener yokken onunla teke
tek konuşarak fikirlerimi ona söylemekti. Nitekim darbe konusundaki fikirlerimi
ona naklettim ve zannediyorum benimle aynı fikirde oldu. Ülkenin ekonomik
zorluğu, ABD'nin diğer darbelerden farklı olarak bu kez hükümet tarafını
tuttuğunu, halkın henüz destek vermediğini ve desteğin yahut zeminin oluşması
gerektiğini kısaca anlattım. Sonra bugün gelişen olay için ne yapabileceğimizi
konuştuk. Bir hal tarzı olarak Genelkurmay Başkanı'na giderek halka bir basın
açıklaması yapılacağını, isterse kendisinin de gelebileceğini, istemezse bizim
bu açıklamayı yaparak TSK'nın Kıbrıs konusundaki düşüncelerinin ne olduğunu
açıklayıp istifa etmemiz gerektiğini söyledim. Hava Kuvvetleri Komutanı başka
bir seçenek tavsiye etti. Kıbrıs'ta herkesin Annan Planı aleyhinde sokağa
dökerek gösterilerin yapılmasını sağlama ve anavatandan da bu hareketlere destek
vererek hükümet aleyhine olaylar çıkarmak. Bunları tartıştıktan sonra ertesi
sabah buluşmak üzere ayrıldık. Eruygur darbeden vazgeçmiyor.
6 ŞUBAT 2004
Sabah doğruca Jandarma Genel Komutanlığına gittim ve orada üçümüz buluştuk.
Durumu tekrar gözden geçirdik. Jandarma Genel Komutanı hala darbe yapalım diye
inat ediyordu. Ne düşündüğümü bana sordu. Dün akşam Hava Kuvvetleri Komutanı'na
anlattıklarımı aynı şekilde ona da anlattım. "Çok aculsünüz" dedim. İkna değil
ama durdurulması zaman aldı ve sabah toplanmamızın esas gayesi Kıbrıs konusunda
neler yapılabileceği konusunda seçenekleri gözden geçirmek. Ancak biz bu konuyu
bırakıp darbe yapacak mıyız yoksa yapmayacak mıyız konusuna girdik. Jandarma
Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur'u ikna etmek oldukça güç. Bir netice
alamayacağımı bildiğim halde yine de onu ikna etmeyi denedim. Pek ikna olduğunu
söyleyemem. Dikkat ettim Hava Kuvvetleri Komutanı hiç bir konuşmaya karışmıyor
ve konuşmalarda beni yalnız bırakıyordu.
25 ŞUBAT 2004
Tümg. Can Teller ziyaretime geldi. Özel konulardan konuştuk. Amacım onların
bizlere bakış açılarını görmek ve öğrenmekti. Nitekim Genelkurmay Başkanı'ndan
ümitlerini kesmişler ve bir bahane ile uzaklaştırılmasını istiyorlar. Komuta
katına itimatları tamam ama Ağustos 2004 ayından sonra ne olacak diyorlar.
Kendisine sakın ola ki bir yanlışlıkla komuta katının haberi olmadan başka bir
hareketin içine girmemelerini, bunun TSK için bir felaket olacağını açıkladım.
Darbeye Kıbrıs kılıfı
28 ŞUBAT 2004
14:00'te kuvvet komutanları ile bizim evde toplandık. Amacımız Kıbrıs
meselesini değerlendirmek ve Denktaş'tan aldığımız birçok özel ve gizli
mektupları değerlendirmekti. (...) Hükümete karşı bir tepki olarak da hem
Kıbrıs'ta hem de anavatanda gösterilere ve ulusal platformda toplantılara 3
Mart'tan itibaren başlanacaktı. (...) İkinci konu olarak yine aynı mesele, biz
bu adamları darbe ile alaşağı edelim konusuydu. Şener ve Havacı bu konuda çok
bastırıyorlar. Şener'in adeta aklından çıkmıyor, iki kelimede bir bunu söylüyor.
Havacı da keza öyle. Eğer Kıbrıs'ı vermek istemiyorsak en son limitimiz 9 Nisan
2004. Bu tarihten sonra hükümet taraşara taahhüt vereceğinden geriye dönüş şansı
sadece referandum olacak. Referandumun hangi şartlar altında yapılacağını
hepimiz tahmin ediyoruz. Bütün şer güçleri evet dedirtmek için keselerin ağzını
açacak ve sözler verilecek sonuçta cahil halk "evet" diyecek. Ne yapacaksak 9
Nisan'dan önce yapmamız gerekecek. Bu nedenle yanımıza Tümg. Can Teller'i de
alarak gerekli planlamaya başlamaya karar verdik. Bu iş sonunda olacak galiba.
Ben bu işin olmasını istemiyorum ama benim oyumun pek bir itibarı olmayacaktı.
Ama onlara hiç değilse bu işin Kıbrıs tabanına oturtularak haklı olacağımız bir
dava edinebiliriz dedim ve olayı marttan nisana kaydırttım. Akşam
Cumhurbaşkanının yemeğine gittik. Atatürk'ün yaşadığı yerde yemek yemek beni çok
heyecanlandırdı. Konuşmalar sırasında Cumhurbaşkanı'nın da sanki ümidini
kaybetmekte olduğuna dair intiba uyandı. Bazı mesajlar da verildi. Örneğin
Cumhurbaşkanı "Burayı mahsus seçtim ki nereye geleceğinizi görün. Aranızda
buraya gelmeyi bekleyenler var (Genelkurmay Başkanı'nı ima ederek)" dedi. Tabii
hemen başımız öne düştü. Ama herkes bu lafı duyunca tereddütsüz ona baktı. Eşi,
Kara Kuvvetleri Komutanı'nın kulağına eğilerek "Siz de gidince ne olacak"
deyivermiş. (...) Cumhurbaşkanı genelde herhangi bir askeri harekete karşıdır.
Bu onun için çok doğaldır. Zira kendisi bir hukukçu. Hem de Anayasa Mahkemesi
Başkanlığı yapmış bir kişi.
Her zaman bu kimliği ile bizleri frenlemeye çalışırdı. Bu akşam ilk defa
kendisini farklı bir tutum içinde gördüm. Adeta ülkenin bu adamlardan
kurtulmasının zor olduğuna karar vermiş gibiydi. Bu nedenle, bir yıl sonra da
buralarda neler olur bilinmez, diye bir söz sarfetti. Çok güzel bir yemek ve
gece geçirdik. Neşeli bir geceydi.
Yapacaksanız hemen yapın
29 ŞUBAT 2004
İlginç bir toplantı yaptık. Jandarma'nın Beytepe'deki tesislerinde kuvvet
komutanları ve eski Meclis Başkanı Ömer İzgi bir araya geldik. Oraya gitmeden
önce Kara Kuvvetleri Komutanı beni telefonla arayarak toplantıya gitmeden önce
bir süre benimle görüşmek istediğini söyledi. Gittim. Dün yapılan toplantıdan
çok rahatsız olduğunu Şener'in başka işler peşinde olduğunu, İbrahim'in ise saf,
ne istediğini bilmez halde olduğunu anlattı. Bilhasa Şener'in, Yaşar'ın önünü
kesmek için hükümet dahil her türlü angajmana girdiğini ve utanılacak senaryolar
peşinde olduğunu, sadece hükümet ile değil diğer bazı yollardan da aynı
teşebbüsünü devam ettirdiğini anlattı. Ben de kendisine hafta içersinde Can
Teller'in bana geldiğinde Yaşar ile ilgili bazı menfi bilgiler verdiğini ve
hatta Yaşar Paşa'ya güvenmeyin efendim dediğini hatırlattım. Bunun üzerine Can
Teller ile temasa geçmeyeceğimi, onun muhtemelen Şener'in adamı olduğunu
söyledim. Kendisine onların dediği gibi darbenin olamayacağını, bu işin komuta
zinciri içerisinde bile bir aydan fazla aldığını anlattım. Burada da en kritik
konunun Genelkurmay Başkanı olduğunu, ondan habersiz nasıl birlik
kaydırılacağını, nasıl tertip alınacağını bilmiyorum dedim. Kendi kanaatim
olarak böyle bir hareket ile ilgili inisiyatifin daima elimizde olması
gerektiğini ve gerekirse ben katılmıyorum diyeceğimi anlattım. Hemfikir olduk.
Bundan sonra üç konuya dikkat etmemiz lazım dedim. Biri Genelkurmay Başkanı,
diğeri harekat planlaması ve üçüncüsü de bizim iki kişi nasıl oyalayacağımız
konusu.
Konuşmalardan sonra Beytepe'ye gittik. Herkes toplandı. Amacımız 3 Mart günü
yapılacak olan "Ulusal hareket" toplantısına MHP'den bol destek sağlamaktı. Ama
konu darbeyi seçimden önce mi sonra mı yapalıma döndü. Ömer İzgi gayet tabii bir
şey yapacaksanız hemen yapın, seçimden sonraya kalırsanız bu iş olmaz,
karşınızda diğer partileri de bulabilirsiniz, bu adamlar seçimden kuvvetlenmiş
olarak çıkacaklar, ama ileriki senelerde kendilerini yıpratacaklar, bu nedenle o
zaman hiçbir parti sizi desteklemez, ama başa kim gelirse gelsin ülkeyi de
parçalanmaktan kurtaramaz, dedi. Kendisi aynı lafları 4 Kasım 2002 günü de Kara
Kuvvetleri Komutanı'na söylemiş. İşin zaman geçtikçe ne kadar karmaşık hale
geldiğini anlattı. Ben bu fikrin bu kadar açık bir sivil ile konuşulmasından çok
rahatsız oldum. Olayı da buraya getiren hep Şener ve İbrahim. Halbuki bizim evde
ve dün bir karar aldık. Üstelik de kimseye söylemeyecektik. Anladığım kadarı ile
onlar da ikisi beraber biraraya gelip konuşuyorlar. Zira çıkarken ibrahim'in
Şener'e bundan sonra ne zaman toplantıyı ayarlayalım dediğini duydum.
1 MART 2004
Sabah brifingi takiben Hava Kuvvetleri Komutanı beni aradı. Maksadı açıktı.
Ağzımı arayacaktı. Kendisine ne düşünüyorsam aynen söyledim. "Dün geceden çok
rahatsız oldum. Verdiğimiz kararı niye tartışıyoruz, ikinci olarak da bu kadar
gizli tutalım dediğimiz konuyu neden bir siville paylaşıyoruz. Ağzı sıkı
olabilir ama bilmesi gerekmez. Bu adamın hayatı siyaset". Bana o zaman akşama
tekrara buluşalım, ben ne yapacağımızı anlamadım, dedi. Ben de diğerlerine haber
ver, ben gelirim, dedim. Akşam 19:30'da Hava Kuvvetleri Komutanlığının Gölbaşı
tesislerinde buluştuk. Kara Kuvvetleri Komutanı ile ben biraz gergindik. Zira
aynı mevzuları yeniden konuşmak istemiyorduk. Bu seferki konuşmalarda biraz sert
davrandım. Çünkü Jandarma Genel Komutanı sözü ikide bir oraya getirip, bu işi ne
zaman yapacağız, diyordu. Bazen süreyi uzatmanın en iyi çözüm yolu olduğunu
söyleyince suratı asılıyordu. Bana kalsa adamın niyeti ülke yararı değil kendi
yararı. Bu iş biran önce olsun da nasıl olursa olsun, o da mevkiini korusun.
3 MART 2004
Hilafetin kaldırılması ve Tevhid-i Tedrisat kanununun yürürlüğe girişinin
yıldönümü toplantısı... ATO'da yapılan panele tüm kuvvet komutanları eşli olarak
katıldık. Genelkurmay Başkanı İsveç'te olduğu için, Hava Kuvvetleri Komutanı ise
dün şehit olan pilotların cenaze törenine Konya'ya gittiği için bu panele
katılamadılar. Bu paneli el altından biz teşvik ettik. Coşkulu ve tatmin edici
bir toplantı oldu. Salona girdiğimiz zaman katılanlar bizleri alkışladılar ve
"Cumhuriyetin Koruyucuları" diye slogan atmaya başladılar.
13 MART 2004
Öğleden sonra Kara Kuvvetleri Komutanı beni aradı ve konuşalım, dedi.
15:30'da onların evine gittim. Çok sıkıntılıydı. Önce evvelce kararlaştırdığımız
gibi yapmış olduğu gezi hakkında bilgi verdi. Tüm orduları dolaşmış ve tüm or
ile kor rütbesindeki subaylar ile görüşmüş. Aldığı intiba şöyle: Herkes durumdan
rahatsız ve gidişi beğenmiyor. Ama hiç kimse bu gidişin bir darbe ile
düzeltilmesini istemiyor. Sivillerin bu gerekli tepkileri göstermelerini ve
bizim onlara destek vermemizi istiyorlar. Bu çok önemliydi. Zira artık oturup
tekrar aynı mevzuları konuşmaya gerek yoktu. Jandarma Genel Komutanı bu habere
sevinmeyecekti, ama gerçek buydu. Kara Kuvvetleri Komutanı, diğerlerine ben bu
bilgiyi veririm, dedi.(...) Diğer bir konu da Genelkurmay Başkanı, Kara
Kuvvetleri Komutanı ile görüşürken "Hilafetin kaldırılması ile ilgili törenlere
niçin gittiniz, bana İsveç'e sorabilirdiniz" demiş. Bu adamla bizim aynı
düşüncede olmamız mümkün değil. Halbuki olaylar ondan sonra ne güzel gelişti.
Kıbrıs konusu ile ilgili yapılan gösteri. Bugün öğrencilerin
Kızılay'da yaptığı YÖK aleyhindeki gösteri, hepsi halkın yavaş yavaş uyanmaya
başladığının delili. Bu hareketler yükü bizim üzerimizden alarak bizim yasal
düzende ve demokrasi sınırları içinde kalmamızı sağlayacakken o bunu anlamıyor
ve idrak edemiyor. (...) Son konu Kıbrıs konusu idi. Kara Kuvvetleri Komutanı da
benden sonra ayrı bir yazı yazmış ve o da aynı istekleri belirtmiş. Şimdi
Genelkurmay Başkanlığı'nın bir açıklama yapacağını bekliyoruz. Ama bu
açıklamanın bizim beklediğimiz bir açıklama olmayacağına yavaş yavaş inanmaya
başladım. Kara Kuvvetleri Komutanı'na "Eğer Kıbrıs için işler beklediğimiz gibi
gitmezse ben bunu paylaşmam ve ayrılırım. İleride adımızın bu ekibin isimleriyle
beraber anılmasını istemiyorum. Yapabileceğimin azamisini yaptığıma inanıyorum"
dedim. O zaten kararlı, ayrılmayı kafaya koymuş. Bu adamla beraber geçinmek ve
onun fikirlerini paylaşmak mümkün değil. Bize belki kaçtınız diyebilirler ama
bunu da söylemeye kimsenin hakkı yok. Yapacağımız yegane hal tarzı olarak darbe
kaldı, onu da biz yapmak istemiyoruz.
Hilmi Özkök her şeyi öğreniyor
15 MART 2004
Sabah bir ara beni Jandarma Genel Komutanı aradı. "Genelkurmay Başkanı her
şeyi biliyor. Biraz önce beni aradı. Hemen öğleyin bir araya gelmemiz lazım"
dedi. Kendisine neleri bildiğini sordum, Jandarma tesislerinde Ömer İzgi ile
yemek yediğimizi biliyor. Hemen hemen herşeyi biliyor, dedi.
16 MART 2004
Genelkurmay Başkanı'nı görmeye gittim. (...) Sonra oturduk ve bana TSK'da
bölünmüş bir görüntü olduğunu ve bazı davranışların çok kötü değerlendirmelere
neden olduğunu anlattı. Bizim yaptığımız bazı girişimler ve bilhassa Jandarma
Genel Komutanı'nın girişimlerinin hemen hepsinden haberi vardı. Jandarma Genel
Komutanı'nı nedense hedef olarak almıştı. "Bütün belgeler elimde, bunları
devletin arşivlerine geçireceğim, bu tarihi bir görevdir. Şener'in yaptıkları
yetkisini aşmaktır. Kendi tesislerinde eski Meclis Başkanı ve rektörler ile de
görüşme yapmış. Bunları nasıl yapar?" dedi. (...) Karargaha dönünce Kara
Kuvvetleri Komutanı'nı aradım ve doğru ona gittim. Mantı yapmıştı.
Konuşmalarımızı anlattım. Anlattıklarım onu çok rahatlattı. (...) Bu arada
Şener'in kendisini aradığını ve Genelkurmay Başkanı'nın onu hırpaladığını ve biz
bu işi hep beraber yaptık, o halde herkes benim yaptıklarımı üstlenmeli,
dediğini anlattı. Ben de kendisine, saçmalık, onun istediği hep darbe yapmak,
başka bildiği bir şey yok, dedim. Hava Kuvvetleri Komutanı ile ikisini
durdurmaya karar verdik. Kara Kuvvetleri Komutanı bir ara Şener'i görmüş ve
Şener ona ne haber diye sorunca, menfıemiş ve bir anda Şener'in yüzü asılmış
başka bir şey konuşamamışlar.
17 MART 2004
Biz komutanlar erkenden tümen komutanının odasında buluştuk. Herkesin yüzü
bir karıştı. Amaç bundan sonra ne yapacağımıza karar vermekti. Erken gitmemizi
Kara Kuvvetleri Komutanı istedi. Önce Kara Kuvvetleri Komutanı ordulara yaptığı
ziyaretle ilgili kısaca bilgi verdi. Maalesef herkes, durum kötü ama darbe ile
düzeltilmesi için iç ve dış ortam müsait değil, dediler. Buna göre bir
değerlendirme yapmamız gerekiyor, dedi. Hepimiz fikrimizi söyledik. İnanılmaz
ama Şener hala bu iş olsun diye çırpınıyordu. Bence Genelkurmay Başkanı'ndan
nefret ettiği ve Kara Kuvvetleri Komutanı olmak istediği için saplantı haline
gelmişti. Şener söz aldığı sırada Genelkurmay Başkanı'nın her şeyden haberi
olduğunu ve kendisine özel olarak cevaplandırılmak üzere bir yazı yazdığını,
bunu kendisinin kabul edemeyeceğini söyledi, yazılan yazı yayınlanan bir
derginin personel tarafından okunması hakkındaydı. Ben de kendisine dedim ki
"Ben size aramızda hainler olduğunu, bütün hareketlerinizin takip edildiğini,
uyarmıştım. Bunda sizin kabahatiniz yok mu?" Cevap veremedi. Neyse ben sonunda
toplamak zorunda kaldım. "Anladığım kadarı ile bu şartlar altında bir şey
yapılamaz, mücadeleye yasal hudutlar içinde devam edeceğiz, anlaşmamız bu mu,
dedim. Kimse itiraz etmedi. Şener hemen söz aldı, tamam ama biz artık
Genelkurmay Başkanı ile konuşmayalım, gülmeyelim, dedi. Hala nerede, Genelkurmay
Başkanı'na karşı saplantısı var.
24 NİSAN 2004
Bugün Kıbrıs'ta referandum yapılıyor. Sonuçlar akşam 18:00'den itibaren
alınmaya başlandı. Gece yarısı sonuçları, Türk tarafı % 65 evet ve Rum tarafı %
75 hayır. Böylece Kıbrıs'ta hiçbir değişildik olmadı ama Rumlar AB'ne girecek.
Akşam Jandarma Genel Komutanı'nın evinde yemeğe gittik. Genelkurmay Başkanı
gittikten sonra aramızda konuştuk. Anladığım kadarı ile Jandarma Genel Komutanı
ile Hava Kuvvetleri Komutanı hala bozuklar. Amaçları illaki darbe yapalım ve
AKP'ni uzaklaştıralım. Yapalım da, Kara Kuvvetleri Komutanı olmazsa nasıl olur,
bunu düşünen yok. Hava Kuvvetleri Komutanı'nı fena bozdum, zira vatanını sadece
o seviyor ve ona destek verilmiyormuş pozlarında. Ne söylediğini kendisi de
anlamıyor. Şener hala darbeye ümidini bağlamış durumda. Bana "çok erken
çözüldük, daha direnmeliydik" demez mi.
Medya temasları; Aydın Doğandan destek isteniyor
10 EKİM 2003
Öğleden sonra Aydın Doğan geldi. Kendisine gazeteci olarak mevcut düzene
destek vermemesini, bu işin sonuna gelmekte olduğumuzu anlattım. Kendisi de
günah çıkarmaya gelmiş. Üzerine atılan pislikler ile ilgisi olmadığını ve
Cumhurbaşkanının Meclis'in açılışında yanlış hedef gösterdiğini, kendisinin
medya tekeli yaratmadığını ve daima dürüst temiz bir gazete patronu olduğunu
söyledi.
5 ARALIK 2003
Akşam üstü Cumhuriyet gazetesinden Balbay (Ankara Temsilcisi Mustafa Balbay
- Taraf) aradı. "Başbakan'a zor anlar yaşatmışsınız doğru mu" dedi. Ben de
"hayır" dedim. (Balbay, Askeri Şura'daki tartışmalara gönderme yapıyor - Taraf)
8 ARALIK 2003
Taylan Bilgel ile Aydın Doğan için konuştum ve kendisine "Bizim artık
medyadan desteğe ihtiyacımız var. Hep bize, size güveniyoruz, diyorsunuz ama
medya bize gerekli desteği vermiyor. Olayları hükümete karşı kullanmaları lazım.
Teslimiyet bizi de iş yapamaz duruma sokar. Medya halkı uyandırmak zorundadır.
Aksi halde desteğimizi kaybederiz. Halk neler döndüğünü öğrenmelidir. Bu da
ancak en etkili olarak medya kanalı ile olacaktır" dedim. Aydın Bey'e
ileteceğini ve hatta gerekirse kendisi ile beraber yemek yememizi tavsiye etti.
18 ARALIK 2003
Akşam yemeğe Mustafa Özkan ve eşi ile Kara Kuvvetleri Komutanı ve HVKK
geldiler. MÖ bize gelmeden önce Süleyman Demirel'e uğramış ve bize ondan bazı
mesajlar getirmişti. MÖ ile konuştuğumuz konuların özeti şöyleydi. Basın ile
aramızı nasıl düzeltebiliriz, diye konuştuk. Kendisi bu işin zor olduğunu,
hepsinin kendi ticari ilişkieri nedeni ile hükümete göbekten bağlı olduklarını
ve kolay kolay hükümet aleyhine bir yazı yazamayacaklarını, hepsinin devlete
borcunun bulunduğunu anlattı. Bilhassa Aydın Doğan üzerinde durarak, en büyük
medya patronu olması nedeni ile aramızı nasıl düzeltebileceğimiz konusunu
araştırdık. Kolay olamayacaktı ama MÖ bize tüm medya patronlarına işin kötüye
gittiğini ve tedbir alınmazsa çok geç olacağı konusunu anlatarak onları iknaya
çalışacağını
Tuncay Özkan'ın ziyareti
25 ARALIK 2003
Tuncay Özkan daha önce Show TV'de görev yapıyordu. Ancak bu hükümet kendi
aleyhinde yayın yapan tüm kişileri ya oldukları gazetelerden çıkarttı ya da
tv'lerden uzaklaştırdı. Kemal Yavuz general de aynı durumda. Ben de kendilerine
yardım edebilmek için MÖ ile konuştum. Tuncay Özkan, Müfit Gürtuna'nın (Eski
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı -Taraf) İstanbul TV'sini satın almak
istiyor ve AKP'nin yerel seçimlerde İstanbul'dan çıkaracağı adaya karşılık Ali
Müfit Gürtuna'nın birleşik cephenin adayı olarak gösterilmesini koordine ediyor.
Şimdilik ANAP ve DYP ile anlaşma sağlamış.
7 OCAK 2004
Tuncay Özkan'ın ziyareti... Benden OYAK'ın kurulacak şirkete hissedar olmasını
ve böylece Başbakan Recep Tayyip Erdoğan'a karşı bir çeşit koruma sağlamayı
istedi. Ben de, kendisine elimden geleni yapacağım, dedim. Bana kendi
hazırladığı "Türk Medyası" ile ilgili bir kitap verdi. İçinde her türlü ilişki
ve rezaleti bulabilirsiniz, dedi. Medya desteği olmadan ulusalcıların Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan ve partisi ile başa çıkması mümkün değil. Bu nedenle TÖ'nün
desteklenmesi gerekir. Bende uyandırdığı intiba dürüst ve yılmayacak bir kişi.
Bilgili bir görüntüsü var. Hiç değilse mesleğini iyi bildiği intibaı uyandı.
10 OCAK 2004
Akşam Jandarma'nın Anıttepe'deki tesislerine gittim. Jandarma Genel Komutanı
ile beraber Aydın Doğan ile yemek yiyecektik. Aydın Doğan'ın yanında Mehmet Ali
Yılmaz ve Fikret Bila (Milliyet Gazetesi Ankara Temsilcisi - Taraf) vardı.
Beraber olmamızın amacı AD'a bazı mesajlar vermekti. Öncelikle basının satılmış
bir hale geldiğini değerlendirdiğimizi, kendisinin bu konudaki görüşünün ne
olduğunu. İkinci olarak bu hükümete karşı hepimizin aynı gemide olduğunu ve gemi
batarsa hep beraber batacağımızı. Aleyhimize yazı yazanlara kendi grubunda
destek vermemesini söyleyecek ve onların da son günlerdeki olaylar hakkındaki
görüşlerini alacaktı. Nitekim konuşmalarımız bu merkezde devam etti. Kendisi
bize medyanın ekonomik durumunu izah etti. Ona göre medyanın kendisi hariç bütün
patronları mali yönden hükümete muhtaç hale getirilmişti. Bu nedenle hükümete
karşı çıkmaları mümkün değildi. Karşı çıkanların hayatı söndürülecekti. Nitekim
bazı yazarlar hükümet aleyhine yazdıkça rte'nin (Recep Tayip Erdoğan -Taraf)
şahsi müdahaleleri ile kendileri işten çıkarılmışlardı. Tuncay Özkan, Sedef
Kabaş, televizyonlardaki bazı programlar gibi. Bu arada Tuncay Özkan'ı çok
sevdiğini, ama kendisine şu sıralarda hiç bir şey yapamayacağını söyledi. Yemek
bittiğinde ben sizin mesajınızı aldım, dedi. Biz de kendisine "işadamı olarak
bazı sıkıntılarınızın olabileceğini anlıyoruz. Ama bazen hükümet lehinde de
yazmamak karşı tarafa destek vermektir" dedik.
19 OCAK 2004
Sabah kalkınca evi terk etmeden önce gazetelere baktım. EGE Ordu K. Org.
Hurşit Tolon dün yaptığı bir köy ziyareti sırasında "Kıbrıs'ta ver-kurtul'cu
olanlar vatan hainidir" anlamında bir söz söylemiş ve bugünkü bütün gazeteler bu
haber ile doluydu. Tabii gerçek vatan haini olan kendilerini AB'ne satmış ve
onlardan maddi menfaat sağlayan köşe yazarları Hurşit hakkında veryansın
ediyorlardı. Aralarında evvelce kan kırmızı komünist olup şimdi beş vakit namaz
kıldığını ima edenler, dedesi binlerce Türk evladını cephelerde kırdıran vatan
hainlerinin torunu olanlar, her çeşit hayvanat bahçesi yaşayanı vardı.
21 OCAK 2004
14:00 -14:30 - E. Dışişleri Bakanı Coşkun Kırca'nın ziyareti... 14:45 -15:15
- M. Ali Kışlalının ziyareti... Her iki ziyaretçi de cumhuriyetçi ve TSK'ni
destekleyen yazarlar. Kırca 76 yaşında. O kadar duygulu hale gelmiş ki, benim
yanımda olayları ve son durumu anlatırken iki kez ağladı. Yeni bir Anayasa
hazırlamış, ondan bir kopya getirmiş, aldım. Kışlalı da efendi bir insan. Her
ikisi de bana "zaman geçiyor ve her gün daha kötüye gidiyoruz. Ne yapacaksanız
yapın, yoksa geç olacak" mesajını verdiler.
10 MART 2004
Bugün sabah gazeteleri aldığımızda çok ilginç bir haberle karşılaştık.
(Hürriyet gazetesinde yayımlanan ve aynı yıl "yılın haberi" ödülüne layık
görülen "Sosyetik fişleme" manşeti -Taraf). Kara Kuvvetleri Komutanlığı
tarafından yayınlanan birer evrak ile birçok kişi fişlenmek üzere
kaymakamlıklardan bilgi isteniyordu. Doğal olarak bu haber inanılmaz bir etki
yaptı ve ortalığı karıştırdı. Böyle bir bomba habere hiç ihtiyacımız yoktu.
Şimdi herkes tekrar TSK'ne yüklenecekti. Bence haber bilinçli olarak yazılmıştı.
Haberi yavaş ve doğru okuyan her kim olursa olsun bunun bir saçmalık olduğunu ve
haberde iddia edildiği gibi bir sorun olamayacağını görecekti. Nitekim haberi
araştırdığım zaman gördüm ki Genelkurmay Başkanlığı ve Kara Kuvvetleri
Komutanlığı ile ilgisi yok. Kara Kuvvetleri Komutanlığı yıllık yayınlanan haber
toplama planını I. Ordu'ya göndermiş. Plan o arada Ordu Komutanı'nın haberi
olmadan bu hale getirilmiş. İktidara yaranmak isteyen Hürriyet gazetesi sahibi
Aydın Doğan ve Ertuğrul Özkök de hiç düşünmeden bu haberi yayınlamışlardı. Basın
üzerindeki baskı devam ediyor. Genelkurmay Başkanlığı cevabı ise ayrı bir alem.
Aynı gün yapılan açıklamada haber doğrulanmış ve inceleme başlatıldığı
açıklanmıştı. Bu ne demekti. Kimse bir şey anlamadı. Bu hafta içersinde hep
sivil arkadaşlarım ile beraber olduğum için bana rahatlıkla neler
hissettiklerini anlatıyorlardı. Herkes son derece rahatsızdı ve Kara Kuvvetleri
Komutanı'nı suçluyorlardı.
15 MART 2004
Tuncay Özkan yanında yeni kurmakta olduğu TV istasyonu (Kanal Türk - Taraf)
yöneticisi olacak Kerim Can ile beraber geldi. Çok oturmadılar. Bana OYAK'ın
reklam teminatı verip veremeyeceğini sordu. Esas bunu öğrenmeye gelmişler. Bana
göre dehşetli bir istihbarat bilgisi var. Yazdığı kitabı verdi. CIA ve Kürtler.
OYAK'ın reklam için teminat belgesini veremeyeceğini söyledim.
8 HAZİRAN 2004
Erol Mütercimler nezaket ziyareti için gelmiş. Bana önemli bir konuyu
hatırlattı. Dün TRT'de ana dilde yayın programı ile yaptığı araştırmanın
sonuçlarını söyledi. İlginç. Bu konuda doktora yapmış. İddiası, yapılan
programın anayasal dayanağı yok. Yakında beş lisan dışında yayını yapılan
toplumlardan biri eğer bu programın anayasaya aykırı olduğu şeklinde bir
müracaatta bulunursa iptal edilir. İç hukukta tamamlanamadığı için bir şikayete
AİHM bakacaktır ve ondan sonra da felaket gelebilir, ya 26 lisanda yayın yapılır
ya da bu yayınlara son verilir, dedi.
Can Ataklı, Cem Uzan için yardım istiyor
21 TEMMUZ 2004
Can Ataklı geldi. Gelmeden önce ne isteyebileceğini düşündüm. Bir çok konu
arasında patronun askerlik konusu olabileceği aklıma geldi. Kendisi ile daha
önce hiç karşılaşmadım ama STAR televizyonunda, bilhassa televizyon kanalına el
konuncaya kadar, cesaretli çıkışları ile tanıyordum. Ama ben bu çıkışları daha
ziyade patronu Uzan'lar ile ilgili olarak değerlendiriyordum. Bu hükümet Uzan
ailesinin çanına ot tıkadı ve onların haysiyetlerini ' beş paralık etti. Daha da
üstüne gidiyorlar. Son olarak da Aydın Doğan grubunun ortaya çıkardığı askerlik
meselesi var. Cem Uzan daha önce bütün Kuvvet komutanlarından randevu istemişti
ama hiçbirimiz kabul etmemiştik. Ataklı'nın niye geldiğini bilmemekle beraber,
askerlikle ilgili olarak geldiğini tahmin ediyordum. Nitekim bana kendi durumunu
uzun uzun anlattıktan sonra sadede gelerek askerlik sorununu açtı. Kendilerinin
haklı olduklarını ama yargının korku ile bir karar veremediğini ve Aralık ayında
Uzan'ın askere alınacağını söyledi. Ayrıca mahkeme başlasa ellerinde kendilerini
temize çıkaracak belgeler olduğunu ilave etti. Kendisine "Bu davaların kuvvet
komutanlıkları ile ilgisi yoktur. Muhatap MSB'dır. Konuyu bize sormazlar bile"
dedim. Ben sadece sizin bilmeniz için anlatıyorum, dedi. Haklı olduğu yerler
var. Adamların mallarına el konma şekli tam bir zorbalık.
İş dünyası nasıl tepki verdi? "Adamların tuzu kuru"
11 ARALIK 2003
Rahmi Bey bana nezaket ziyaretine geldi. Konuşmamız sırasında ben de ona
bugün içinde bulunduğumuz durumu anlattım. Hükümetin tutumu Kıbrıs meselesi ve
nereye gittiği gibi konularda. Kendisine "Hepimiz aynı gemideyiz. Batarsak hep
beraber batacağız. Bunu kimse unutmamalı. Hükümet de unutmamalı, bizler de, iş
adamları da. Onun için esas desteğimiz olan halkı aydınlatacak şekilde, halkın
gerçekleri görebileceği şekilde hareket etmeliyiz" dedim. Pek hoşlarına gitmedi
ama gerçek bu. Bana, durum kötüye gidiyor ama hala daha o kadar kötü değil,
dedi. Ben de "sıfırdan yüze kadar bir skalada nerede olduğumuzu
değerlendiriyorsunuz" dedim. Bana, 35-40, diye cevap verdiler. Ben de bunun
üzerine "belki 95'e yakınız" dedim. Hayret ettiler. Adamların tuzu kuru. Onlara
göre ekonomi düzelmekte. Ama bunun sadece büyük şirketler için olduğunu
görmüyorlar. Zavallı halk hala çekiyor. Halk yokluk içinde ne yapacağını
bilmiyor. Enflasyon düşüyor. Zira halkın harcayacağı parası yok. Bunları onlara
hep anlattım.
30 HAZİRAN 2004
Sinan Aygün, ATO Başkanı. Senede iki kez gelerek bizlere bilgi veriyor.
Verdiği bilgiler daha ziyade ekonomideki gelişmeler ve bazı sosyal olaylar
karşısında ne düşündüğü. Genellikle hükümeti tenkit ediyor. Bu sefer de
ekonomideki kötü gidişi anlattı. İşsizliğin giderek artmakta olduğunu ve bunun
sonunun felakete doğru gittiğini, hükümetin izlediği teslimiyetçi politikalar
nedeniyle yatırım yapılamadığını, bunun da işsizliğin artmasına neden olduğunu
belirtti. Diğer bir ilginç açıklaması da DEP milletvekilleri ile ilgiliydi.
Onların yaptığına mukabele olarak kendisinin örgütlediği bir gurup ile emekli
yarbay Korkut Eken'in hapishaneden çıkış gününde büyük bir tören yapacaklarmış.
Bunun için de yüzlerce insanı topluyorlarmış. Fikir almak ve diğer kişilerin
neler düşündüğünü anlamak bakımından yararlı görüşmeydi.
SİYASİLERLE İLİŞKİLER Ömer İzgi darbe istiyor
23 EYLÜL 2003
Sabah Adalet Bakanı Cemil Çiçek ziyaretime geldi. Dün kendisinin geleceğini
ve ne yapmam gerektiğini, Kara Kuvvetleri Komutanı ve JANGK (Jandarma Genel
Komutanı-Taraf) ile görüştüğümde bana "gelsinler ama ziyarete gitmiyoruz"
dediler. Bana böyle bir tutum çok ters geldi. İnsan harbin sonunda dahi oturup
düşmanı ile konuşuyor ve bir anlaşmaya varmaya çalışıyor. Biz böyle yaparak neyi
ispat etmeye çalışıyoruz. (...) 16:00'da İçişleri Bakanı (Abdülkadir Aksu
-Taraf) ziyarete geldi. Kendisi esasında Kürtçü ve AKP'nin kurucularından
sayılan bir bakan. Kendisi ile uzun süre sohbet ettik. Irak'a asker meselesini
sordum. Bu sefer sorun yok, dedi. Ve bana ilk seferindeki yani ikinci tezkere
ile olan hikayesini anlattı. Sonra Kuzey Irak'ta Barzani ve Talabani ile olan
ilişkileri anlattı. Kendisi Kürt ama hiç de Kürtçülük lehine çalışan bir adam
gibi konuşmuyor.
21 KASIM 2003
Yavuz Kayral'ı mahsus davet ettim, zira bundan önceki gelişinde DYP'nin her
zaman emrimize hazır olduğunu söylemişti. Ben de bundan önceki gün topluca
aldığımız karar gereğince kendisine DYP'nin seçimlerden önce bir miting
tertipleyerek Kıbrıs konusunu desteklemesini istedim. "Peki" dedi ve gitti.
24-30 KASIM 2003
Yavuz Kayral aradı ve DYP'nin Kıbrıs seçimlerinden bir hafta önce Mersin'de
bir miting yapacağını söyledi. Bekleyip göreceğiz.
25 ARALIK 2003
Kuvvet komutanları ile beraber toplanarak Onur Öymen ile Kıbrıs konusunda
görüşme yaptık. Diğerlerinde olduğu gibi onun da görüşlerini sorguladık. Katı
bir tutumları var. Kendisi ile Kıbrıs konusundan daha çok son siyasi durumu ve
bu noktadan öteye neler yapılabileceğini görüştük. Bize CHP'nin bir TV kanalı
vasıtası ile sesini duyurmaya başlayacağını ve bu konudaki hazırlıkların
sonuçlanmak üzere olduğunu anlattı.
14 ŞUBAT 2004
Dün akşam Jandarma Genel Komutanı bana Kara Kuvvetleri Komutanı'nın Salı
günü Onur Öymen ile toplantı yapacağını ve gelmemi istedi. Ben de gelemeyeceğimi
söyledim. Ama eve dönünce Kara Kuvvetleri Komutanı beni telefonla aradı ve
muhakkak gelmem gerektiğini anlatınca ben de "peki" dedim. Salı günü öğleyin
komutanlar toplantısı nedeni ile verilecek yemeğe katılmayıp oraya gideceğim.
17 ŞUBAT 2004
OÖ'den öğrendiğimiz bir ifade bizi bayağı şaşırttı. ABD'nin AKP'yi
desteklemek üzere Türk basınını yönlendirmek üzere 200 milyon dolara yakın bir
yatırım yaptığına dair bazı bilgiler varmış. Bu ABD'nin oyunu nasıl oynadığının
bir işaretiydi. OÖ ile yaptığımız diğer konular ile ilgili sohbet de çok
ilginçti. Mehmet Ağar'a işbirliği teklif edilmiş ama o "Ben tarikatlar ile
işbirliği çarelerini arıyorum" diyerek bunu kabul etmemiş. Kıbrıs sonrası
gündeme gelecek olan EGE sorunları ile ilgili de fikrini aldık. Bize doğrudan
"Bu adamlar EGE'de de vermeye hazırlar ve planlarını bu yol haritasına göre
kurmuşlar" dedi. Genelkurmay Başkanı'nı tenkid etti ve artık kimsenin ordudan
bir şey beklemediğini ve ordunun bir şey yapacağını da sanmadıklarını, ayrıca
Genelkurmay Başkanı'nın adeta partinin bir adamı gibi hareket ettiğinin çok
yaygın bir kanaat olduğunu belirtti. Dikkatimi çeken ve beni dehşete düşüren
diğer bir konu da OÖ gibi bir kişinin hala gerçeklerin farkında olamamasıydı.
Hala işçiler ve talebelerden medet umuyordu. Kendisine bazı sendikalar ile
konfederasyonların nasıl satıldıklarını anlattım, öğrenciler ile ilgili olarak
rektörlerin anlattıklarını ve öğrencilerin nasıl atıl ve maddeci olduklarını,
artık eskisi gibi sokaklara düşmeyeceklerini izah ettim. Anladığım kadarıyla CHP
de ne yapacağını ve ne yapılması gerektiğini bilmiyordu. Bendeki izlenim kimle
konuştuysak bugüne kadar kimsenin bir darbeyi arar veya ister olmadığını gördüm.
Darbe türkücüsü aranıyor 27 ARALIK 2003 Gündüz OHAL gazilerinin TSK
Rehabilitasyon Merkezi'nde açmış oldukları sergiye katıldık. Duygu ve hüzün dolu
bir gün geçirdik. Sergiyi gezdikten sonra gaziler sinema salonunda bir konser
verdiler. Fevkalade güzel bir konserdi, jnsanların isterlerse neler
başarabileceklerini gördük. Bir ara Ege bölgesinden türküler çalınıyordu.
Sahnede, TRT'den saz ve türküleri ile Tolga isimli bir sanatkar gazilere refakat
ediyordu. Sanatkarın sesi aynı Hasan Mutlucan'ın (12 Eylül darbesi sırasında
TRT'nin yayınladığı kahramanlık türküleriyle ünlenen türkücü -Taraf) sesi
gibiydi. Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur hemen kulağıma eğildi
ve bu sanatkarın adresini alalım, lazım olabilir, dedi. Güzel bir espriydi. YÖK
Rektörler temasları
7 KASIM 2003
İstanbul Üniversitesi Rektörü Kemal Alemdaroğlu ile görüşme... YÖK Başkanı
Kemal Gürüz ile birlikte bu tutucu ve dinci iktidara karşı tam bir kurtuluş
savaşı veriyorlar. Adamların bütün derdi iki Kemal'i halletmek. Kendisi ile bu
mevzuları konuştuk. Bana "Artık sizin de biraz sesinizin çıkması lazım. Çok
yalnız kalıyoruz" dedi. Kendisine "Öyle değil. Bizler sesimizi açamaz hale
getirildik. Açsak bir türlü, açmasak bir türlü. Ama sizlere el altından her
türlü desteği veriyoruz. Sıkılmadan ve çekinmeden devam edin, gerektiğinde
arkanızda bizlerin olduğunu daima hatırlayın. Biz lazım olduğumuzda sizlerin
yanınızda olacağız" dedim. İkimizin de hemfikir olduğu konu bu iktidarın yavaş
yavaş ülkeyi dini yönetime teslim etmekte olduğu idi. Her gün bir yeni
dinselleştirme teşebbüsü ile karşılaşıyoruz. Türban bir türlü gündemden inmiyor.
Şimdi de kamu yönetiminde reform tasarısı Meclis'e getirildi. Basın adeta
iktidarın borazanı olmuş. Demokrat olabilmek ve öyle gözükebilmek için ülkesini
adeta satışa çıkarmış bir sürü satılmış, adi, hırsız köşe yazarı bu tasarı
lehinde yazılar yazıyor. Halbuki bu tasarı başkanlık sistemine geçiş, ülkeyi
federal sisteme götürecek ve üniter devlet kalmayacak ve idarenin bütünlüğü
bozulacak. Bir sürü yerel hırsız türeyecek. Nasıl bu tasarıyı alkışlarlar
inanılması zor.
19 KASIM 2003
Karargaha döndüğümde Kocaeli Üniversitesi Rektörü'nü beni bekler buldum. 5
Aralık günü YÖK Başkanı seçimi yapılacak. Bu nedenle acaba ben de aday olsam mı
diye gelmişti. Kendisine diğer komutanlar ile bu konuyu konuştuğumu ve bu
aşamada yeterli desteği almayacağı için aday olmamasını telkin ettim ama bu
arada bir gelişme olursa bayram haftası içinde kendisini arayacağımı söyledim.
25 EKİM 2004
Akşam Bilkent müzik salonunda verilen bando konserine gittik. Konsere
Ankara'da bulunan tüm rektörler ve Cumhurbaşkanı da katıldı. JANGENKK ile
Cumhurbaşkanına giderek türban konusunda yaptığı uygulama nedeniyle kendisini
destekledik ve herkesinde kendisine destek verdiklerini söyledik. 29 Ekim
resepsiyonu için verilen davetiyelerde AKP'liler eşsiz çağrıldığı için kıyamet
kopmuş ve Cumhurbaşkanı'nı bütün gazeteciler tenkit etmişti. Rektörler de YÖK
tasarısının hazırlanması konusunda kendi aralarında çelişkiye düşmüşler ve
Kocaeli Üniv. Rektörü bana ne yapmaları gerektiğini sordu. Ben de "Hükümet ile
yaptığımız veya yapar gibi göründüğünüz uzlaşma toplantılarına devam edin dedim.
Çok hoşlarına gitti. Hepsini bir gün yemeğe davet ettim.
Özden Örnek'ten Ordu eleştirileri
27 Mayıs, Örnek'i şoke ediyor 27 Mayıs 1960'da yapılan darbeyi günlüklerinde "İhtilali
duyduğum anda; bende bir şok etkisi yapmıştı. Ülkemizde bir ihtilal
olabileceğine inanamamıştım. Sorunlarımızı Güney Amerikalılar gibi zorla değil
tartışarak çözeceğimize inanıyordum. Hele Cumhurbaşkanı ve Başbakan'ın
tutuklanmaları beni buz gibi yapmıştı. Daha 17 yaşındaydım ama demokrasinin her
şeyi halledebileceğine inanmıştım. Öyle eğitiliyorduk." şeklinde değerlendiren
Özden Örnek ordunun yapısı ve sivillere bakışı hakkında çok sert eleştiriler
yapıyor: "Komutan olan kendini Allah sanıyor" Kuvvetler daha sicil siteminde
anlaşamamışlarken hedefe doğru ilerlemek ve liyakata göre terfi etmek çok zordu.
Sicil sisteminde objektif bir ölçme olmadığı için siciliniz üstünüzün sizi nasıl
değerlendireceğine bağlıydı. Böyle bir durumda subay da doğal olanı yapıyor,
olması gereken şekilde bir yol tutmak yerine üstünün hoşuna gidecek bir yolu
kendisine seçiyordu. Eğer gerçeği söylemek üstün hoşuna gitmeyecekse gerçek
değil, üstün hoşuna giden söyleniyordu. Üste yaranmak için takip edilecek yolun
önemi yoktu. General rütbesindeki insanlar bahçelerini yaparken bile daha
kıdemli generallerin bahçelerine bakıyor ve onlarınkinden daha güzel bir
bahçeleri olmamasına özen gösteriyorlardı. Zira üst mahcup edilemez veya küçük
düşürülemezdi. Bu düşünce tarzıyla çok hatıram oldu. Bir gün bir albayın evine
gitmiştik, bana ne içersiniz diye sordu. Ben de "su içeceğim" dedim. Albay
şaşırdı, yutkundu, bir şeyler söylemek istedi ama söyleyemedi. Dayanamadım ve
kendisine sordum: "Ne oldu?" Cevap çok ilginçti: Bizde adettir, üst ne içerse
biz kendisine göre bir alt derecesinden içmeye çalışırız; üst kahve içerse biz
çay içeriz, eğer çay içerse biz açık çay içeriz. Şimdi siz su deyince ben ne
diyeceğimi şaşırdım diye cevap verdi. Aynı şekilde bir gün bir karacı albayın
özel arabası ile otobanda gidiyorduk ve üzerimizde oldukça fazla da sürat vardı.
Birden frene hem de sonuna kadar bastı. Tabii biz ne olduğumuzu anlamamıştık,
önümüz boştu, acaba arabaya bir şey mi oldu diye düşünürken kendisi hemen cevabı
verdi: "Sağdaki araba komutanın sivil arabası, onu geçemezdim." Bu arada sizin
kaza yapmanız önemli değildir. Yeter ki komutanın arabası geçilmesin. Subayların
yetiştirilmeleri akademik olarak yeterliydi. Bilimsel yönden yeterli bilgi ile
donatılmış olarak yetiştiriliyorlardı. Ancak manevi yapı bakımından aynı yargıya
ulaşmak kolay değildi. Harp okulu talebesine öğretilen temel değerler çok
tutucuydu. Anayasa gereği belli bir sürede yapılması gereken vatani görev
yeterli eğitime fırsat vermemekteydi. Disiplin şekli olunca değerlendirmeler de
şekli görünümlerini koruyordu. Topuk vuran, esas duruşu uygun olan, çok bağıran,
her şeye baş üstüne diyen makbul kabul ediliyor. İyi çocuk imajı bu vasışar ile
çerçeveleniyordu. Karargah çalışmalarında subayların davranışları çok ilginçtir.
Genelde subaylarımız iyi yetiştirilmektedir. Birçok kurumda modern, güncel
yönetim veya yönetim araçları denen konular çok önceden TSK "bünyesine
tanıtılıp, kullanılmaya başlanır. Ancak bu kadar iyi yetişmelerine rağmen
subayların kurumun yönetimine katkıları çok azdır. İki senelik komutanlık
süremde bir belki iki subayın bir yenilik önerisiyle geldiğini gördüm. Aynı
şekilde kurmay başkanlığım dönemlerimde benim hemen akımdaki daire başkanı,
başkanlara yetkileri devretmek için ısrar etmeme rağmen bir türlü onlara bu
yetkiler devredemedim. Kimse ne yetki almak istiyordu ne de sorumluluk. Günlük
hayatlarını sıradan bir memur gibi önlerine gelirse onu yapmak şeklinde geçirmek
istiyorlardı. Araştırma, yenilik, yaratıcılık, böyle kavramların kendiliğinden
uygulanmasını beklemek boşunaydı. Ast makamlardan gelen yanlış bir öneri veya
bir işlem aynen olduğu gibi komutanın önüne çıkar, sonra aynı şekilde işleme
konursa "ne yapalım, komutan gördü ama bir emir vermedi" şeklinde bir sığınma
tercih edilirdi. Kimse kendi inisiyatifini kullanıp da bu yanlıştır,
düzeltilmelidir demez. Komutan olan kendini Allah sanıyor. Herkes komutanlık
yapamıyor. Gerçekten komutan olmak için birçok kriterleri karşılamanız gerekli.
Bu kriterlerin çoğu da özveri istiyor. Komutanlık makamına oturanların büyük bir
çoğunluğu, daha ertesi günü oraya gelinceye kadar yaşadıklarını ve karşılaştığı
yanlışlıkları, şikayet ettiği davranışları unutarak kendisi de bu yanlışlık
düzeninin bir parçası haline geliyor ve "Ben komutanım; istediğimi yaparım ve
personelim de istediklerimi yapmak zorundadır" tutumu içersine giriyor. Ordu,
milleti düşman görüyor TSK içersinde modaya uygun olarak Deniz Kuvvetleri'nde de
bu ilişkiler günah sayılıyordu. Terfi senesinde çektiğim sıkıntıyı çok iyi
hatırlıyorum, beni defalarca siviller ile ilişkide olmamam için uyarmışlardı.
Lojmanda yaşayıp, orduevlerinde eğlenen ve OYPA'lardan alışveriş yapan bir
toplum nasıl siviller ile ilişki kurabilir ki. Subayların sivil arkadaşları
olmadığı gibi sivillerin de subaylardan bilhassa üst rütbeli subaylardan
arkadaşları yoktu. Çocukluğumuzda her mahallede bir subay ailesi yaşar ve
hepimiz onlara imrenerek ve özenerek bakardık. Hele o zamanlar makam arabaları
yerine atların kullanıldığı hatırlanırsa, bizler için işine giden subayları
seyretmek ayn bir zevk olurdu. Sonraları nedense yukarıda çizdiğim tablonun
içersine giriverdik. Zaman geçince, 199O'lı yılların başında ilişkilerin böyle
gidemeyeceği ve şeffaf olunması ihtiyacı ortaya çıkınca, TSK içersinde bir
şeffaflık modası yayılmaya başladı. Siviller ile ilişkilerin bence iki ayrı
boyutu var. Birincisi, TSK sivilleri nasıl görüyor.
İkincisi, sivillerin TSK'ni tanıyabilmesi için silahlı kuvvetlerin sivil topluma
ne kadar açık olduğu. Akredite basın konusu Genelkurmay Başkanlığı tarafından
icat edildi. Derinlemesine düşünmeden görülebilir ki, bu tutum tüm yasalara ve
en sonunda da Anayasa'ya bile aykırıdır. Birincisinin sonucudur. Sivile bakış
açımız değişmedikçe tutumlarımızdaki değişme aldatmacadan başka bir şey olamaz.
AKP iktidarda iken onlar ile görüşmek günahtır. Hemen Atatürkçülüğe karşı
olmakla suçlanırsınız. Ama kimse size "Peki, biz bu insanlar ile aykırı
fikirdeyiz ama nasıl birbirimizle diyalog kuracağız, nasıl birbirimizi kendi
inandıklarımıza ikna edeceğiz" sorusuna cevap vermez. Sivillerin yurt sevgisi
eksiktir. Çoğunlukla onlar vatanlarını ve milletlerini düşünmeden şahsi
yararları için hareket ederler. Onlar tembeldirler, çalışmaz ve bedava olarak
para kazanmaya bakarlar. Bu nedenle TSK'daki herkes çok çalışır ve fedakar
oldukları için her şeye layıktırlar. Bu düşünceler ile nereye varılabilir. Yakın
zamana kadar bilimsel yönden bile sivil uzmanlara danışılmazdı. Sanki 1700'Iü
yıllarda yaşıyormuş gibi tepki verirdik. Her şeyin öncüsü TSK'dır. Bu fikir o
kadar yaygınlaşmış ve sivillere güven o kadar azalmıştır ki, TSK sonunda kendi
yüksek lisans eğitimi yapan enstitülerini kurdu ve ihtiyacı olan her şeyi özel
sektör veya devletin diğer kesimlerinden temin edecekken kendisi her şeye sahip
olmaya başladı. Bu nereye kadar gidebilir ki. Eğer arkadaşınız devlet memuru
değilse ya bir şirkette çalışıyor veya bir iş, ticaret sahibi kimsedir. İşte o
zaman yandınız, size hemen suçlu ve menfaat sağlıyorsunuz gözü ile
bakacaklardır. Siviller ile her temas muhakkak bir yarar karşılığında
yapılmaktadır. Bu genel kanıdır. Bu konuda çıkmış emirler mevcuttur. Karargaha,
sivilleri bırakın, mesleğinden emekli olmuş amiralleri bile davet edemezdiniz.
Hala, etmeyin diye de emirler mevcuttur. Böyle düşünen bir kuvvet komutanı acaba
ne düşünüyor olabilir ki. Mesai saatlerinden sonra insanların serbest yaşadığını
ve eğer niyetleri kötü ise bu kişilerin bu saatlerden sonra her şeyi
yapabileceğini acaba bilmiyor mu. Bu tip davranışlar ve düşünceler kapalı bir
toplum içine kendini kapatan, çevresinden etkilenmeyen ve kendisini çevresine
kapatmış insanlara özgüdür. İnsan içinden geldiği toplumu nasıl inkar edebilir.
Atatürk'ü bir idol haline getirmişiz
30 AĞUSTOS 2004
Meslek hayatımda son kez üniforma ile katılacağım 30 Ağustos törenlerine
iştirak ettim. Sabah 08:00'den gece yarısına kadar dur dinlenmesi olmayan bir
tören zinciri. Yapımızda ve anlayışımızda düzeltmemiz gereken çok konu var. En
başta Atatürk'ü bir idol haline getirmişiz. Kendisi bile "beni görmek önemli
değil benim fikirlerimi anlamak önemlidir" demişken, biz her yerde Atatürk'ü
heykel, resim, poster olarak anmayı sanki onu anlamak ile eş tutuyoruz. Bu böyle
devam edemez. Bir taraftan İslamiyet'in günün şartlarını karşılamadığını ve
reform geçirmesi gerektiğinden bahsederken, sanki Atatürkçülük ilelebet
yaşayacakmış gibi davranıp ilkelerini tartışmaya dahi açmıyoruz. Tabi o zaman bu
ilkeler bir yol gösterici olmaktan öteye, dogma haline geliyor. Sağ olsaydı
herhalde en fazla kendisi bu durumu tenkit ederdi. İkinci bir konu da bu toplumu
Kara Kuvvetlerinin etkisinden kurtarmak lazım. Devletin her kesiminde kendi
düşünceleri hakim olsun, herkes kendileri gibi düşünüp kendileri gibi hareket
etsin istiyorlar. Harbiye Marşı ile yatıp Harbiye Marşı ile kalkıyorlar.
29 EKİM 2004
Bugünkü törenleri, şöyle sabahtan akşama kadar yaşadım. Hepsi onuncu yıl
için planlanandan farklı değildi. O zaman devletin gücünün mesajını her köşeye
dağıtmak ve birlik beraberlik gösterisi yapmak birinci amaçtı. Aradan seneler
geçti. Amaç belki aynı ama yapılış şeklinin çok farklı olması gerekir, diye
düşündüm. Bir tribünde saatlerce oturarak geçenleri seyretmek pek bir fikir
vermiyor. Üstelik de bir başıbozukluğa şahit oluyorsunuz. Bir sürü şımarık ve
umursamaz genç önünüzden geçiyor. Ne kadar ve nasıl bir mesaj verildiği şüpheli.
Bu konuda biraz çalışmamız gerekli. Saatlerce konuşmalar, koca koca adamların
sıraya girip el sıkmaları, artık modası geçmiş kutlamalar.
"Hükümet özgür karar veremiyor"
Devletin karar süreci uzun süre Genelkurmay Başkanlığından etkilendi. İç ve dış
olaylara ait kararlar alınmadan önce Genelkurmay'a sormak adet halini almıştı.
Hükümette olanlar özgür olarak karar veremiyorlardı. Bu nedenle de verilen bir
karar halk arasında beğenilmezse cevap kolaydı: "Asker öyle istedi". Bu
alışkanlık ihtilallerin bir sonucuydu. Askerin karışması, fikir beyan etmesi
gereken olaylar elbette vardı ama bu karışma bir çeşit yönetmeye dönüşmüştü.
Bunun için de özellikle dış politikada cesur adımlar atılamıyordu.
-NOKTA DERGİSİ'NİN YAYINLADIĞI ESKİ BÖLÜMLER BİTTİ -
YENİ BÖLÜMLER - 01 Mayıs 2009
Özden Örnek'e ait günlüklerin tamamı Nokta dergisince yayınlanmamıştı. Emekli
Oramiral Özden Örnek'e ait "Günlükler"in hiç yayınlanmayan bölümleri İkinci
Ergenekon iddianamesinin delil klasörlerinin avukatlara verilmesiyle birlikte
ortaya çıktı. Doğrulanan günlükleri Vatan gazetesi yayınlıyor.
İLK KEZ NOKTA'DA YAYINLANMIŞTI
İlk kez 2007'nin Mart ayında Nokta Dergisi'nde Alper Görmüş tarafından gündeme
taşınan "Günlükler" in, 2003 ve 2004'te tasarlandığı iddia edilen Ayışığı ve
Sarıkız darbe planları ile ilgili bölümleri yayınlanmıştı. Örnek'in, 1957'den
beri düzenli olarak tuttuğu 3 bin sayfalık günlüğün geri kalanı ise sır olarak
kaldı. Özden, kamuoyunda geniş yankı uyandıran ve Nokta'nın kapanmasına neden
olan bu "Günlükler"in kendisine ait olmadığını iddia etti ve Alper Görmüş
hakkında "hakaret" ve "iftira" davası açtı. Açılan davadan beraat eden Görmüş, 7
Mart 2008 tarihinde elektronik ortamdaki günlüklerin bir kopyasını CD halinde
Ergenekon soruşturmasını yürüten Savcı Zekeriya Öz'e verdi. Günlüklerin kime ait
olduğuna dair tartışma devam ederken Alper Görmüş, savcılığın (Zekeriya Öz)
yaptırdığı araştırma sonucunda günlüklerin Özden Örnek'in bilgisayarından
çıktığını tespit ettiğini açıkladı.
ERUYGUR VE BALBAY'DA ORTAYA ÇIKTI
2007'den beri "darbe" konulu her tartışmanın odağına oturan "Günlükler", 5
Temmuz 2008'deki 6. Dalga Operasyonu kapsamında gözaltına alınan eski Jandarma
Genel Komutanı Orgeneral Şener Eruygur ile Cumhuriyet Ankara Temsilcisi Mustafa
Balbay'da ele geçirildi.
Darbe Günlükleri ADD’den çıktı - 10 Temmuz 2008
Eski Jandarma Genel Komutanı ve Ergenekon tutuklusu Şener Eruygur’a ait olduğu
iddia edilen ‘Darbe Günlükleri’nin bir kopyası, derneğin Ankara şubesinde ele
geçirildi. Ergenekon Operasyonu kapsamında tutuklanan eski Jandarma Genel
Komutanı Şener Eruygur’un başkanlığını yaptığı Atatürkçü Düşünce Derneği’nin (ADD)
Ankara’daki Genel Merkezi’nde yapılan aramada Emekli Deniz Kuvvetleri Komutanı
Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlüklerin tamamının yer aldığı
CD ele geçirildi. Ele geçirilen CD içinde “Darbe Günlükleri”nin tamamı yer
alıyor. (Taraf)
48 YILLIK GÜNLÜK
Özden Örnek’in 1957’de henüz bir askeri lise öğrencisiyken tutmaya başladığı
günlükler, Örnek’in 2005 yılında Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’ndan emekli olduğu
tarihe kadar sürüyor. Örnek’in günlüklerinde 2003-2004 yıllarında hazırlanan
“Sarıkız“ ve “Ayışığı” adlı darbe girişimlerine ait ayrıntılı bilgiler de yer
alıyor.
GÖRMÜŞ BİLGİ VERMİŞTİ
Ergenekon soruşturmasını yürüten Cumhuriyet Savcısı Zekeriya Öz, daha önce Nokta
Dergisi Genel Yayın Yönetmeni Alper Görmüş’ün konuyla ilgili bilgisine
başvurmuştu. Görmüş’ün Öz’e bir kopyasını teslim ettiği CD’nin savcılığın
talimatıyla İstanbul Emniyeti’nde yapılan teknik incelemesinde, CD’deki
bilgilerin Deniz Kuvvetleri Komutanlığı’na ait bilgisayarda yazıldığı
kesinleşmişti. Ancak Alper Görmüş’ü konuyla ilgili olarak yargılayan mahkeme
talep etmediği için CD’yle ilgili resmi bir teknik rapor hazırlanmamıştı.
Savcı Zekeriya
Öz'ün talebi üzerine bilirkişi heyetince incelenen CD Örnek'e ait
ADD’nin Ankara’daki Genel Merkezi’ndeki ofiste aynı CD’nin ele geçirilmesi
üzerine Ergenekon soruşturmasına bakan Savcı Zekeriya Öz, CD’nin “adli
delil” kapsamında değerlendirilmesi için
bilirkişi raporunun alınmasını istedi. Gelen rapora göre “Darbe Günlükleri”
Ergenekon soruşturması kapsamında delil olarak iddianamede yer alacak.
Amiralin günlükleri artık resmi belge
Taraf'ın haberine göre 'Darbe Günlükleri' tartışmasına son noktayı bilirkişi
heyeti koydu: Günlüklerin kaynağı 'Donanma Komutanı'nın Bilgisayarı', yazarı
'Özden Örnek', son kaydedeni de 'Dz.K.K'
Sarıkız ve Ayışığı isimli darbe girişimlerinin anlatıldığı 'Darbe
Günlükleri'nin, eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral özden Örnek'in
bilgisayarından çıktığı kesinlik kazandı. Ergenekon sanığı eski Jandarma Genel
Komutanı emekli Orgeneral Şener Eruygur'un Atatürkçü Düşünce Derneği'ndeki (ADD)
genel başkanlık odasında bulunan yedi numaralı CD'den, Özden Örnek'in
bilgisayarındaki belgelerin kopyaları çıktı. CD'deki belgeler arasından,
Örnek'in Darbe Günlükleri de bulundu. Böylece Darbe Günlükleri 2. Ergenekon iddianamesi'nin ekleri arasına girmiş oldu.
Şener Eruygur'un ADD Genel Merkezi'ndeki genel başkanlık odasında bulunan
CD'ler, Bekir Peker, İsa Akyüz, Mustafa Katırcı ve Serhat Kılınç isimli dört
bilirkişi tarafından incelendi. CD'lerden çıkan belgeler, Ahmet Uğurlu ve Zafer
Ketenci isimli iki kişilik değerlendirme kurulu tarafından değerlendirdi. Dört
bilirkişi, Eruygur'un ADD'deki
odasında bulunan yedi numaralı CD'nin içinde, Örnek'in bilgisayarından
kopyalanan çok sayıda belgeye rastladı. Bu belgelerden birinin de Örnek'e ait
Darbe Günlükleri olduğu anlaşıldı. Darbe Günlükleri ve Örnek'in bilgisayarından
kopyalanan diğer belgeler ise 2. Ergenekon İddianamesi'nin ekleri arasında yer
alan 150. klasörde yer aldı. Yedi numaralı CD'yi teknik yönden inceleyen dört
bilirkişi, Darbe Günlükleri'nin kaynağını; 'Donanma Komutanının Bilgisayarı',
yazarını; 'Amiral Özden Örnek', son kaydedenini de; 'Dz.KK' (Deniz Kuvvetleri
Komutanı) olduğunu saptadı. Yedi numaralı CD'den yine Özden Örnek'in
bilgisayarından kopyalandığı belirlenen onlarca belge de çıktı. Bunlardan 'ankara.pdf
isimli belgenin şifreli olduğu ve şifresinin henüz çözülemediği belirtildi.
İŞTE GÜNLÜKLERİN YENİ BÖLÜMLERİ
İstanbul 13. Ağır Ceza Mahkemesi’nde duruşmaları devam eden ve adına “Ergenekon”
adı verilen davanın ek delil klasörleri arasında yer alan günlüklerin çarpıcı
bölümleri medya tarafından yayınlanmaya devam ediliyor.
Asker: Bize meydan okudunuz
Erdoğan: Bu tabir doğru değil
Özden Örnek’in ek klasörlerde yer alan günlüklerinin en çarpıcı bölümlerinden
biri 2003’teki YAŞ toplantısında askerlerle Başbakan Erdoğan arasında geçen sert
tartışma... Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, 2003’te katıldığı ilk Yüksek
Askeri Şura Toplantısı’nda 18 subay irticai faaliyette bulunduğu gerekçesi ile
ihraç edilmişti. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan ile Milli Savunma Bakanı Vecdi
Gönül bu kararlara şerh koymuştu. Toplantının gergin geçtiği kamuoyuna yansısa
da detaylar pek konuşulmamıştı. Daha ilk dakikasında tavırlı başlayan YAŞ’ta,
dönemin kuvvet komutanları ile Başbakan Erdoğan arasında geçen sert tartışmalar
ve gerilim dozu yüksek
toplantının atmosferine dair detaylar Özden Örnek’in
günlüklerinde en ince ayrıntısına kadar yer aldı. Şener Eruygur’dan ele
geçirilen 1 Ağustos başlıklı Özden Örnek’e ait günlüğe o günün gerilim dolu
atmosferi satırlara şöyle yansıdı:
SELAMLAMADIK
1 Ağustos 2003
RTE (Başbakan Recep Tayyip Erdoğan) Genelkurmay Başkanı (Orgeneral Hilmi Özkök)
ile beraber salona girdi. Salonda bulunan tüm orgeneraller ve amiraller
kendisine ne selam verdiler ne de ayağa kalktılar. Başbakan ilk olarak açılış
konuşmasını yaptı. Adamın bütün konuşması bir takiyye idi. Anayasa’nın
değiştirilemeyen maddelerine gönderme yaptı ve Atatürk’ten bahsetti. Bunun
üzerine ordudan ihraç edileceklerin görüşmesine geçildi. 18 kişinin durumu
görüşülmeye başlandı.”
İKİ MEKTUP
MSB. (Milli Savunma Bakanı Vecdi Gönül) Geçen şurada olduğu gibi bu Şura’da da
çekince koyacağını ve bu çekinceyi tüzüğün 24.inci maddesine göre doğal hakkı
olduğunu ifade etti.
Arkasından Başbakan da kendisinin de çekince koyacağını açıkladı. Bunun üzerine
üyelerden bazıları söz alarak konuşmak istediler.
Asporuk Paşa (Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Cumhur Asparuk) iki mektup
okudu. Genel teması irtica nedeni ile ihraç edilmiş olan iki astsubayın
pişmanlık duygularına dair olan mektuplardı. Hükümete mesaj ise bizim yaptığımız
iyidir, atılanlar bile bizi teyit ediyor.
DOĞAN ÇIKIŞTI
Çetin Doğan General ise “Siz Aralık Şurası’nda da çekince koydunuz (Abdullah Gül
Başbakan olarak katılmıştı 26 Aralık 2000’deki YAŞ toplantısına) ve o günden
bugüne hiçbir şey değişmedi. Bizim yaptığımız işlem tamamen yasaldır. Eğer
yapılan bu yasal ile işlemi beğenmiyorsanız bugüne kadar yasalı
değiştirseydiniz. Tabanınıza hitap edeceğim diye yaptığınız iş ülkeye değil
partinize yaramak ve yaranmak üzere yapılmaktadır. Bu nedenle de samimi olduğuna
inanmıyoruz ve bunu silahlı kuvvetler bir meydan okuma olarak kabul ediyoruz”
dedi.
GÜVEN SORUNU
Söz alan Kara Kuvvetleri Komutanı (Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç
Yalman) ise “Hükümet ile silahlı kuvvetler arasında büyük bir güven sorunu
vardır” dedi. Bilahare söz alan MGK Genel Sekreteri Tuncer Kılınç ise, “Atılan
askerlerin devlette veya bazı siyasi partilerin hakim olduğu belediyelerde iş
bulmaları bizi gücendirmektedir. Bir çeşit bizimle alay edilmekte ve siz
atarsanız bizde alırız denmek istenmektedir” dedi. Söz alan Jandarma Genel
Komutanı Şener Eruygur ise, “Biz çok dikkatli davranıyoruz ve çok esaslı bir
elemeden geçiyoruz hata yapma olasılığımız az” dedi ve bir örnek verdi.
TAVSİYE
Yansı ile Genelkurmay Başkanı (Orgeneral Hilmi Özkök) söz alarak, “Şerh koymak
yasal hakkınız ancak eğer koymazsanız bu dışarıya bizim bir bütün olduğumuz
şeklinde yansıyacaktır ve bu dönemde ihtiyacımız olan konuda budur” dedi.
SIRA ERDOĞAN’DA
Bunun üzerine RTE söz alarak “Bir güven bunalımı yoktur. Bu konuyu
abartıyorsunuz, din istismarına bizde karşıyız. Ama anlamadığımız şey güzide
silahlı kuvvetlerimiz acaba neden bu sorununu yargı yolu ile halletmiyor. Biz
diğer kararların örneği terfilerin yargıya kapalı olmasından yanayız ama
atılanlara da ses çıkarmıyoruz. Onların bunu hak ettiğine inanıyoruz ama atma
işleminin hukuk yoluyla ve yargıya açık olarak yapılmasını istiyoruz. Silahlı
kuvvetlerimiz acaba neden askeri yargıya güvenmiyor. Silahlı kuvvetlere meydan
okuma tabirini uygun bulmadım ve yanlış kullanıldığından eminim. Bazı kişilerin
atıldıktan sonra devlet bünyesinde iş bulmaları da yanlış bir şey değil. Zira
atarak kişiyi cezalandırıyorsunuz. Eğer devlette iş vermezseniz ailesini de
cezalandırırsınız” diye bir konuşma yaptı. (Vatan
, 30 Nisan 2009)
Genelkurmay’da türban restleşmesi
Özkök, rest çeken Hava Kuvvetleri Komutanı’nı istifaya davet etmiş... Ek
klasörlerinde yer alan Örnek’in günlüklerine göre Kayseri’deki cumhuriyet
balosuna türbanlı kadınların yer alması komuta kademesinde sert tartışmalar
yaşanmasına neden oldu. Özkök, rest çeken Hava Kuvvetleri Komutanı’nı istifaya
davet etti.
Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Özden Örnek’in Ergenekon İddianamesi’nin ek
delilleri arasında yer alan “Günlükleri”, 2003’te Genelkurmay Başkanı Hilmi
Özkök ile Hava Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına arasında yaşanan “istifa
restleşmesini” de ortaya çıkardı. O yıl AKP’li Niyazi Özcan ile Mustafa Elitaş,
Kayseri Valisi Nihat Canpolat’ın Kayseri Orduevi’ne düzenlediği Cumhuriyet
Balosu’na türbanlı eşleriyle katıldı.
Tahkikat başlatıldı
10’uncu Yıl Marşı eşliğinde Cumhuriyet pastasının da kesildiği baloda ev sahibi
konumunda olan Kayseri Garnizon Komutanı Tümgeneral Hindal Çekiç’in “türbanlı
katılıma” dönük bir açıklaması olmamıştı. Baloya ilişkin fotoğraflar ertesi gün
basında yayınlanınca büyük gürültü koptu. TSK’dan bazı Kuvvet Komutanları başta
olmak üzere birçok çevreden Kayseri Orduevi’ndeki “Türbanlı Cumhuriyet Balosu”
oldukça sert tepki çekti.
Olayla ilgili sessizliğini koruyan Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök, tepkilerin
yankısı devam ederken “29 Ekim Cumhuriyet Bayramı Resepsiyonu’nda Orduevleri,
Askeri Gazinolar ve Sosyal Tesisler Yönetmeliği’ne aykırı bazı uygulamaların
yapıldığı” gerekçesiyle idari tahkikat başlattı.
İstifa restleşmesi
Fakat bu olayın TSK içinde ne tür bir yankı oluşturduğu sır olarak kaldı. Altı
yıllık sır Deniz Kuvvetleri eski Komutanı Oramiral Özden Örnek’in, 13. Ağır Ceza
Mahkemesi’nin 2009/268 esas nolu dosyasının ekleri arasında yer alan
“Günlükleri” ile açığa çıktı.
Reste karşı rest
7 Kasım 2003
“Önce Hava Kuvvetleri Komutanı (Org. İbrahim Fırtına) ve sonra da Kara
Kuvvetleri Komutanı’na (Org. Aytaç Yalman) gittim. İbrahim (Org. Fırtına) bana
çok dertliydi. ’Arkadaşım seninle paylaşmak istediğim bazı şeyler var’dedi. Bir
gün önce gazetelerde Kayseri Orduevi’nde türbanlı olarak içeri alınan bazı
kişilerin ve valinin resimleri vardı. Bunun için Genelkurmay Başkanı’nı görmeye
gitmiş. ” Bu çok ciddi bir konu ben garnizon komutanı olan tümgenerali Ankara’ya
tayin etmeyi düşünüyorum “ demiş. Aslında olay tam anlamıyla valinin bir
tezgahı. Türbanlıları bir anda içeri sokup sonra da resimlerini çektirmiş ve
gazetelere dağıtmış. Sonradan türbanlılar çıkartılmışsa da bir işe yaramamış.
Genelkurmay Başkanı bu konuda ” Ama bu çok ciddi bir iş bir kısım halk buna
karşı tepki gösterebilir. Onun için bunu yapamayız. Sonra generale yazık olur “
demiş. Fırtına devamla ” generale bir şey olmayacak sadece buraya tayin edeceğiz
“ demesine rağmen kabul etmemiş ve ” O zaman seninde istifa etmen gerekir “
demiş. Fırtına da ” Hemen şimdi istifa ediyorum ve bu konuşmamızı da derhal bir
basın toplantısı yaparak açıklıyorum “ demiş. Genelkurmay Başkanı olay ciddiye
binince mayna ederek kıvırmaya başlamış ama bizim Fırtına bir kere çileden
çıkmış ve bu tehdit onun çok ağırına gitmiş. Kendisini teselli ettim ve her
türlü desteğimin ondan yana olduğunu söyledim.
VATAN’IN NOTU: Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral İbrahim Fırtına’nın Ankara’ya
çekmek istediği Kayseri Garnizon Komutanı Tümgeneral Hindal Çekiç, 2004’teki YAŞ
toplantısında emekliye sevkedildi.
Bülent Alpkaya inanılmaz cimri
22 Kasım 2003
“Bugün Sevil’in (Eşi Sevil Örnek) öğrendiği bir konu bizi hayrete düşürdü.
Ağustos 2004 ayında biz daha komutayı teslim almadan önce Bülent Alpkaya (BA)
(Deniz Kuvvetleri Komutanı Oramiral) etrafında çalışanların hepsini başka
yerlere atamıştı. Örneğin Astsb. Ali Osman benim eski astsubayım olmasına ve
benim istememe rağmen kendisine hayır demiş ve Ankara’daki Astsubay orduevine
atamıştı. Yanlarında çalışan temizlikçi kadınları da ” Sevil hanım sizleri
istemiyor, hem zaten o çok sinirlidir ve onunla geçinemezsiniz “ diye başka
yerlere göndermişlerdi. Bened onlar ayrıldıktan sonra hepsini tanıdığımız bu
kişileri geriye görevlerine aldım. Bu insanlar bir müddet sonra Sevil’e geçmişte
neler olduğunu anlatmaya başladılar. BA’lar evlerine aldıkları yiyecekleri 100
gr gibi az olarak alırlarmış ve burada çalışanlara katiyen bir şeyler ikram edip
yedirmezlermiş. Zaten cimri olduklarını anlamıştım... Karı koca ayrı katlarda
yatarlarmış ve hiçbir zaman beraber yemek yemezlermiş. Evde ne doğru dürüst bir
yemek takımı ne de bir tava bulabildik. Bunların nasıl yaşadığı tam bir sır.”
SEZER, ERDOĞAN’IN ELİNİ SIKMADI
1 Ağustos 2003
“Pazar akşamı Cumhurbaşkanı’nın (Ahmet Necdet Sezer) yemeğine gittik. Bizi
görünce seneye beraberiz dedi. Yemekte Başbakan, Cumhurbaşkanının elini sıkmak
istedi ama o elini geri çekti. Böyle bir devlet zirvesi olabilir mi? Tüm
generaller G.Kurmay Başkanı Başbakan ile konuşmaz ve ona yüklenir, Başbakan ile
G.Kurmay, Başbakan ile Cumhurbaşkanı dargın bizi kim darbe edecek acaba? Pazar
gün emekliye ayrılanlar veda konuşması yaptılar. Bu konuşma geleneksel bir
konuşmadır ve yine geleneksel olarak ayrılanlar ne duyduklarını dile getirirler.
Bu sefer durum farklı idi.”
Düğüne ahbap çavuşlar çağırıldı
11 Eylül 2004
“Akşam Cumhurbaşkanı’nın oğlunun düğününe gittik. Çok dedikodusu yapılan bir
düğün oldu. Dedikodunun esas amacı kamu alanını önleyen CN’na misilleme
yapmaktı. Sade ve güzel bir düğün oldu. Cumhurbaşkanı inandığından şaşmayan bir
kişi onun için aynı tutumunu bu konuda da devam ettirdi. Düğünde bizim ahbap
çavuşlar da davet edilmişlerdi. Utanmadan ve kendilerini insan yerine koyarak
gelmişler. Ne Sevil ne de ben yüzlerine bakmadık. Kendime hayret ediyorum. Ben
bu tip tepki verecek bir insan olmadığım gibi, insanları da seven bir kişiydim.
Bunlardan bu kadar nefret ettiğime göre herhalde kendime göre haklı nedenlerim
var. Utanmazlar.”
VATAN’ın notu: Dönemin Cumhurbaşkanı Sezer’in oğlu Levent Sezer, Evren
Altunay’la Eylül 2004’te evlendi. Çankaya Köşkü’nde sade bir törenle dünyaevine
giren çiftin düğününe Başbakan Erdoğan katılmadı. Nikah törenine arasında, 7.
Cumhurbaşkanı Kenan Evren, eski Başbakan Bülent Ecevit ve eşi Rahşan Ecevit, CHP
lideri Deniz Baykal ve çok sayıda davetli katılmıştı.
Her yerden Reysaş çıkıyor
02-09 Aralık 2002
4 Aralık günü müteahhit Feridun Toydemir beni görmeye geldi. İnternette
yayınlanan son haberden, yani benim Yaşar’a (Org. Yaşar Büyükanıt) yazdığım
mektubu sonra İlhami Paşa, Yalçın Kayatunç ile Tayfun Aksoy’u mahkemeye vermek
için gelmiş. Bende kendisine bence hiçbir mahsur olmadığını ama silahlı
kuvvetleri küçük düşürebileceğini bu nedenle dikkatli olmasını istedim. Konuşma
sırasında bana ilginç bir konu anlattı. Senelerdir İlhami Paşa (Deniz Kuvvetleri
eski Komutanı İlhami Erdil)bulunduğu bir iş toplantısında bir iş adamı Deniz
Kuvvetleri’nden şikayetle son olarak bir torpito işine girelim dedik, İlhami
Paşa’nın tanıdığı olan Bülent ” Ben bu işi hallederim diye bizden para aldı ama
bize kimse ihaleyi vermeyince oldukça yüklü bir para kaptırmış olduk “ demiş.
Anladığım kadarı ile bu bizim yaptığımız DM2A4 torpitolarının ihalesi idi ve bu
ihaleye İngiliz ve İtalyanlarda katılmışlardı. Silahlı Kuvvetlerde hangi büyük
ihaleyi kurcalarsanız altından REYSAŞ ve Ulusoy çıkar. Bunu herkes bilir ama
kimse tedbir almaz.”
VATAN’ın notu: Reysaş, Türkiye’nin en büyük uluslararası karayolu, deniz ve
demiryolu taşımacılık ağına sahip şirketlerinden biri. Yönetim Kurulu Başkanı
Durmuş Döven.
Büyükanıt’ın önü kesilecekti
28 Ekim 2004
“Akşam evde ise başka şeyler öğrendim ve ağzım açık kaldı:
- Aytaç Paşa’ya Genelkurmay Başkanı (Orgeneral Hilmi Özkök) iki kez uzama teklif
etmiş. Eğer uzasaydı Yaşar emekli olacaktı.
- Kara Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Aytaç Yalman, Yaşar’ın imar bankasında 1
milyon doları var dedikodusu üzerine TMSF Başkanı ile Yaşar’ı yüzleştirmiş.
Garibimin beş kuruş parası yok ama Aytaç Paşa’nın yaptığı da doğru değil.
- Genelkurmay Başkanı’nın Yaşar’ı sevmediğini ve onu Kıvrıkoğlu’nun adamı olarak
gördüğü, bu nedenle de genelkurmay başkanı olmasını istemediğini.
- Şener’in Genelkurmay Başkanı tarafından ikaz edildiğini artık herkesin
bildiğini. (Vatan
, 01 Mayıs 2009 )
Darbe hazırlığını Özkök biliyordu
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen
günlüklerde, dönemin Genelkurmay Başkanı Özkök’ün
Özden’e, ‘Öyle bir dinleme ağı
kurmuşlar ki her şeyi anı anına takip etmişler (Herhalde hükümeti ve MİT’i
kastetti) ve kuvvetlerde bazı hareketler olmuş, bunların hepsi ayrıntıları ile
biliniyor, sana teşekkür ederim, bu hareketlerin içinde yer almadın’ dediği
belirtiliyor.
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek’e ait olduğu iddia edilen günlükler
de Ergenekon iddianamesinin ek klasörlerinde yer aldı. Metinlerde, 2003 yılında
Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) içerisinde yaşananlar, dönemin Jandarma Genel
Komutanı Şener Eruygur’un hükümete ve Genelkurmay Başkanı’na yönelik
çalışmaları, kuvvet komutanlarının birbirleri arasında yaşadıkları tartışmalar
yer alıyor. İşte Eruygur’un Atatürkçü Düşünce Derneği’ndeki genel başkanlık
odasından ele geçirilen 7 numaralı CD’nin dökümlerinde yer alan metinlerden
bölümler:
Yalman ve Özkök’ün kavgası
20 Ocak 2004
“Denetlemem erken bitti ve helikopter ile Ankara’ya dönerek karargaha gittim.
Bir müddet kaldıktan sonra Hava Kuvvetleri Komutanlığı’nda yapılacak kuvvet
komutanları toplantısına katıldım. (...) Kara Kuvvetleri Komutanı, Hurşit Tolon’u desteklediği için Genelkurmay Başkanı ile oldukça sert bir şekilde kavga
etmişlerdi. Aramız çok bozuk, bunu bilin dedi. Genelkurmay Başkanı ve 2. Başkan
Hurşit’e destek vermemişlerdi. Esasen gazetelerde çok yüklendiği için...”
Terfilerle ilgili şüphesi...
4 Temmuz 2004
“(...)Eğer iddia edildiği gibi iyi tercihler zamanında yapılmış olsaydı bu
durumlara düşülmezdi. Bazılarının terfilerinde inanılmaz güçlerin etkili
olduğunu sonraları öğrendim. Nitekim bugünlerde soruşturması süren müteahhit Ali
Osman Özman’ın ele geçen bazı dokümanlarından kendisinin terfi atamalarda etkili
olduğuna dair şüpheler uyandırdı. Şahsi kinlerden ve duygulardan kurtulup
bilhassa terfileri yapmak oldukça zor.”
Özkök’ten teşekkür
“04 Ağustos 2004 YAŞ Değerlendirmeleri”
“Sabah oturumunda geri kalan terfiler görüşüldü. (...) Genelkurmay Başkanı bana
yaklaştı ve ‘Senin albay adaylarından birinin basına haber sızdırdığına dair bir
ihbar vardı, ama sesimi çıkarmadım’ dedi. Ben de kendisine, ‘Bakın bana da bir
sürü ihbar geldi ve hatta bunlardan biri hakkında son 15 gün içerisinde bir
ihbar geldiği için senelik izine gidemedim. (...) ‘Yok önemli değil, zaten
merkezi olarak öyle bir dinleme ağı kurmuşlar ki her şeyi anı anına takip
etmişler (Herhalde hükümeti ve MİT’i kastetti) ve kuvvetlerde bazı hareketler
olmuş, bunların hepsi ayrıntıları ile biliniyor, belki sen de biliyorsun, sana
teşekkür ederim, bu hareketlerin içinde yer almadın. Senin hakkındaki kanaatim
nötr’dür’ dedi...”
Eruygur’un hayal kırıklığı
18 Ağustos 2004
“Şener Eruygur veda etmek için geldi. Hüzün vardı. Oğlu 7 Ağustos 2004’te ağır
bir ameliyat geçirmişti. Bu ameliyatın meslekten ayrılmadan önce olduğu için
şükür ediyordu. Lafı hemen yarım kalan işine getirdi. Hala içinde sanki satılmış
gibi bir his vardı. (...) Kendisini defalarca ikaz etmeme rağmen beni
dinlemediğini, başının bu yüzden belaya girdiğini açıkça anlattım. ‘Ama hiç
değilse Genelkurmay Başkanı’nın değişmesinde rolümüz oldu’ dedi. (...)
Düşündükleri hareket, TSK’yı parçalayacağı gibi, başarı şansı da yoktu.”
‘Bizi de tasfiye edecekmiş’
18 Ağustos 2004
“Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman da ziyaretime geldi. Değerli bir dosttan
ayrılmanın sıkıntısı içime çökmüştü. Çok sıkıntılı bir yıl geçirdik ve bu uzun
yıl içerisinde birçok konuyu beraber paylaştık.(...) Eruygur’un bizim
bildiğimizin dışına çıkarak bazı işler yaptığını ondan öğrendim. Hatta iş o
kadar ile gitmişti ki, biz bile tasfiyeye tabiymişiz. Bunlar dehşet verici
bilgilerdi. Ama verdiğimiz kararda ne kadar isabetli olduğumuzun delili
oluyorlardı.” (Milliyet ,
03 Mayıs 2009)
‘Eruygur utanılacak senaryolar peşinde’
Emekli Orgeneral Özden Örnek, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç
Yalman’ın, Şener Eruygur’un başka işler peşinde olduğunu
anlattığını söylüyor: “Bilhassa Şener’in (Eruygur), Yaşar’ın?(Büyükanıt) önünü
kesmek için hükümet dahil her türlü angajmana girdiğini ve utanılacak senaryolar
peşinde olduğunu anlattı”
Eski Deniz Kuvvetleri Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek’e ait olduğu iddia
edilen günlükler Ergenekon’un ek klasörleri arasında önemli bir yer tutuyor.
Birden fazla klasörde yer alan metinlerde, 2002’den 2005’e kadar TSK içerisinde
yaşanan görüş ayrılıkları, çekişmeler, komutanlar ve ailelerinin özel hayatıyla
ilgili bilgiler de yer alıyor. Bazen günlük, bazen de haftalık periyotlar
halinde tutulduğu anlaşılan notlar, soruşturma kapsamında tutuklanan emekli
Orgeneral Şener Eruygur ve gazeteci Mustafa Balbay’ın bilgisayarlarında da
bulunmuştu.
Peker’in Aytaç Paşa’nın korumasıyla irtibatı var
Suç örgütü lideri olduğu iddiasıyla yargılanan Sedat Peker’in 2004’te
tutuklandığı süreçte basında, Peker’in adamlarının eski Kara Kuvvetleri Komutanı
Aytaç Yalman’ın emir subayıyla ilişkide olduğu iddiası yer almıştı. Örnek’in
günlüklerinde bu konuyla ilgili notların bir bölümü şöyle:
16 Ekim 2004
Fenerbahçe’ye, Aytaç Paşa’ya gittim.(...) Geçen hafta Sedat Peker ile ilgili
olarak yayımlanan haber konusunda görüştük. Bana ‘Her şeyi öğrendin mi?’ dedi.
Ben de ‘Bazı şeyler öğrendim, ama her şey mi bilmiyorum’ dedim. Sedat Peker’in
adamlarının aradığı kişi jandarma astsubayı ve Aytaç Paşa’nın korumasıymış. Adam
aynı zamanda Rasim Paşa’nın (emekli Jandarma Genel Komutanı Orgeneral Rasim
Betir) yeğeni. Sedat Peker’in adamları 2-3 yıldır bu kişiyle irtibattaymışlar.
Aytaç Paşa’yı çok üzgün gördüm. Anlamadığı ve izah edemediği konular vardı.
Hiçbir ilişkisi olmadığı halde neden bu işin içine çekilmişti? Sedat Peker ve
adamları neden Rasim Paşa’nın yeğeniyle temastaydılar? Bu ilişkinin derecesi
neydi ve nerelere kadar gidiyordu?
Özkök her şeyi biliyor
15 Mart 2004
Sabah bir ara beni Jandarma Genel Komutanı aradı. ‘Genelkurmay Başkanı her şeyi
biliyor, biraz önce beni aradı, ‘Hemen öğleyin bir araya gelmemiz lazım’ dedi.
Kendisine neleri bildiğini sordum, ‘Jandarma tesislerinde Ömer İzgi’yle yemek
yediğimizi biliyor, hemen hemen her şeyi biliyor’ dedi.
Özden’e takdirname
31 Mayıs 2005
Sabah özel sekreterim bana Genelkurmay Başkanlığı’ndan gelen özel bir zarfı
getirdi. Zarfın içerisinde Genelkurmay Başkanı’nın bana yazdığı çerçeveli bir
takdirname çıktı. Doğrusu böyle bir jesti beklemiyordum.
‘Eruygur, Büyükanıt’ın önünü kesmek istiyor’
29 Şubat 2004
İlginç bir toplantı yaptık. Jandarma’nın Beytepe’deki tesislerinde kuvvet
komutanları ve eski Meclis Başkanı Ömer İzgi’yle bir araya geldik. Oraya
gitmeden önce Kara Kuvvetleri Komutanı (Aytaç Yalman) beni telefonla arayarak
toplantıya gitmeden önce bir süre görüşmek istediğini söyledi. Gittim, dün
yapılan toplantıdan çok rahatsız olduğunu, Şener’in (dönemin Jandarma Genel
Komutanı Şener Eruygur) başka işler peşinde olduğunu, İbrahim’in (dönemin Hava
Kuvvetleri Komutanı İbrahim Fırtına) ise saf, ne istediğini bilmez halde
olduğunu anlattı.
Bilhassa Şener’in, Yaşar’ın (dönemin 1. Ordu Komutanı Yaşar Büyükanıt) önünü
kesmek için hükümet dahil her türlü angajmana girdiğini ve utanılacak senaryolar
peşinde olduğunu, sadece hükümetle değil diğer bazı yollardan da aynı
teşebbüsünü devam ettirdiğini anlattı.
Ömer İzgi: Darbeyi seçimden önce yapın
Beytepe’ye gittik. Amacımız 3 Mart günü yapılacak ‘Ulusal Hareket’ toplantısına
MHP’den bol destek sağlamaktı. Ama konu ‘darbeyi seçimden önce mi sonra mı
yapalım’a döndü. Ömer İzgi, ‘Gayet tabii, bir şey yapacaksanız hemen yapın,
seçimden sonraya kalırsanız bu iş olmaz, karşınızda diğer partileri de
bulabilirsiniz. Bu adamlar seçimden kuvvetlenmiş olarak çıkacaklar.
Ama ileriki senelerde kendilerini yıpratacaklar, bu nedenle o zaman hiçbir parti
sizi desteklemez ama başa kim gelirse gelsin ülkeyi de parçalanmaktan
kurtaramaz’ dedi. Kendisi aynı lafları 4 Kasım 2002 günü de Kara Kuvvetleri
Komutanı’na söylemiş. İşin zaman geçtikçe ne kadar karmaşık hale geldiğini
anlattı. Ben bu fikrin bu kadar açık, bir siville konuşulmasından çok rahatsız
oldum. Olayı da buraya getiren hep Şener ve İbrahim... Halbuki bizim evde ve dün
bir karar aldık. Üstelik de kimseye söylemeyecektik.
Komutanlar arasında ‘fişleme’ çatlağı
13 Mart 2004
Bugün sabah işlerimi toplayıp yoluna koyduktan sonra yokluğumda yayımlanan bazı
makaleleri okumaya başladım. Öğleden sonra Kara Kuvvetleri Komutanı beni aradı
ve ‘Konuşalım’ dedi. 15.30’da onların evine gittim. Çok sıkıntılıydı, önce
evvelce kararlaştırdığımız gibi yapmış olduğu gezi hakkında bilgi verdi.(...)
Diğer bir konu da gazetelerde yer alan fişleme konusuydu. Bu konuda çok
rahatsızdı. O da benim gibi Genelkurmay Başkanlığı’nın yapmış olduğu açıklamadan
son derece rahatsız olmuştu. Bu, açıklamadan ziyade saçmalamak gibiydi. Haberin
doğru olduğunu vurguluyordu. Zaten gazetede evrakın fotokopisi vardı. Sanki üst
yöneticilerin bundan haberi yokmuş da yeni öğrenip konuyu araştırıyorlarmış
gibi... Halbuki yapılması gereken açıklama bu yazının yasal olarak yazıldığnı ve
bazı maddelerde konunun amacının dışına çıktığını belirtip yapanlar hakkında
gerekli işlemlerin yapılacağını belirterek bu işi bitirebilirlerdi.
‘Hilmi Özkök korkak bir adam’
(...) Ama böyle yapacağına, Genelkurmay Başkanı, Kara Kuvvetleri Komutanı’na,
“Burada beni suçluyorlar. Ben halkımdan özür dileyeceğim” demiş. Tüm gazetelerde
son üç gündür bir kere dahi onun adı geçmedi. Adamın karakterini bu cümleler
ortaya koyuyor. Korkak bir adam, komutan olarak olayı göğüsleyeceğine korkak ve
pısırık davranıyor. Sanki kendini ipe çekecekler.”
İlhami Erdil: “Beni Heybeliada’ya gömün”
Görevli olduğu dönemde yaptığı iddia edilen yolsuzluklar nedeniyle yargılanan ve
ceza alan eski Deniz Kuvvetleri Komutanı İlhami Erdil’le yaptığı görüşmeyi de
günlüklerine alan Örnek, bütün rütbeleri alınan ve bir süre hapis yatan Erdil’in
psikolojik durumunu anlatıyor:
8 Nisan 2004
(...) Sonra Yaşar’ı aradım ve MGK toplantısının ayrıntıları ile gizli alınan
kararı söyledim. (...) O da bana İlhami Paşa ile görüştüğünü ve durumunu
hakikaten iyi görmediğini anlattı. Sonra ben de İlhami Paşa’yı aradım. Telefonda
sesi çok kötü geliyordu. Bana başına gelenleri anlattı. Bülent’e kızgınlığı
sonsuzdu, devamlı küfrediyordu. Kendisini mümkün olduğu derecede yatıştırmaya
çalıştım. Beni ziyaret etmek istediğini söyledi. Ben de ‘gelebilirsiniz’ dedim.
Atilla’yı terfi ettirmediği için son derece pişmandı.Hiç sokağa çıkmadığını ve
hatta tıraş bile olmadığını söyledi. Vasiyetini yazmış ve mezarını satın almış.
‘Sana vasiyet ediyorum’ dedi. ‘Beni mütevazı bir törenle Heybeliada’ya
gömersiniz’ dedi. (Milliyet ,
04 Mayıs 2009)
Özden Örnek ve diğer iki komutana Ergenekon sorgusu
Ergenekon davası ile ilgili olarak üç eski komutanın ifadesi alınacak.
İfadesi alınacak isimler şunlar: Özden Örnek Aytaç Yalman ve İbrahim
Fırtına.
12 Mayıs 2009 -
Bir zamanlar Veli Küçük ve Teoman Koman Susurluk komisyonuna
bilgi vermeye dahi gelmemişlerken şimdi Genelkurmay Başkanı'ndan sonra Deniz
Kuvvetleri, Kara Kuvvetleri ve Hava Kuvvetleri komutanları da Ergenekon
savcısına ifade verecek.
Org. Özkök Ergenekon savcılarına 8 saat ifade vermişti. Şimdi de dönemin
Deniz Kuvvetleri Komutanı ve Darbe Günlükleri'nin yazarı Oramiral Özden
Örnek, dönemin Kara Kuvvetleri Komutanı Org. Aytaç Yalman ve dönemin
Hava Kuvvetleri Komutanı Org. İbrahim Fırtına'nın ifadesi alınacak.
KİM NE DEDİ?
Alper Görmüş (Taraf): Nokta'da iddia olarak yayınladığımızda gerçek olup
olmadığının ancak yargı yoluyla tespit edilebileceğini söylemiştim. Yargı
gereğini yapmalı. Basın o dönemlerde diğer gazeteler bu olayı küçümsedi hatta
sahte belgeler olduğunu yazdılar. Geldiğimiz nokta itibarı ile memnunum. (Zaman)
'Darbe Günlükleri'nin
yeni bölümleri ortaya çıktı
Amirallere Suikast iddianamesinin ek klasörlerinden Deniz Kuvvetleri
eski Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek'in günlüklerine ait hiç
yayınlanmamış bölümler çıktı. Örnek, 4 Kasım 2004'te günlüğüne 'Bugün 4
Kasım 2002 şanssız ve uğursuz bir gün. Sabahleyin seçim sonuçlarını
öğrendik. AKP % 35.5 oy ve 363 milletvekili ile birinci parti oldu. Bu
durumda ezici bir çoğunlukla Anayasa'yı değiştirme yetenekleri oluyor'
notunu düşmüş.
17 Ağustos 2011 -
Deniz Kuvvetleri eski Komutanı emekli Oramiral Özden Örnek'e ait "Darbe
Günlükleri"nin bir bölümü medya organlarında yer alınca kamuoyunda büyük
yankı uyandırmıştı. Günlüklerde "Sarıkız" ve "Ayışığı" isimli iki darbe
girişiminden bahsediliyordu. Amirallere Suikast iddianamesi ek
klasörlerinden de Örnek'in günlüklerinin bugüne kadar hiç yayınlanmamış
bölümleri çıktı. Özden Örnek'in 2001-2003 yılları arasında Donanma
Komutanlığı yaptığı döneme ait 371 sayfalık notlarda son derece çarpıcı
olaylar anlatılıyor... İşte günlüklerde geçen bazı önemli bölümler:
ÖZKÖK İÇİN RAPOR (15-19 ağustos 2002)
MİT'ten bir şahsın ifadesine göre (ismi Fahir Öner). Bu kişiler
arasında: ben, Yaşar (Büyükanıt), Hilmi Özkök ve Edip Başer varmış.
Ayrıca bizim evin telefonları da dinleniyormuş. Bu şahıs emekli
Genelkurmay Başkanı Necdet Uruğ'un yeğeni ve tanıtma vakfından
çocukların istediği para için soruşturmaya gelmiş. İncelettireceğim...
Bir dosya da Hilmi Özkök için hazırlanmış ve albay bunu komutanına o da
Yaşar'a rapor etmiş ve konu genelkurmay başkanına intikal edince özel
kuvvetler komutanı da hemen emekli edildi.
ÖZKÖK'LE ALAY EDİYORDU (19-25 Mayıs 2002)
AKŞAM Kalender'de Genelkurmay Başkanı ve eşi onuruna Harp Akademileri
Komutanı tarafından verilen akşam yemeğine katıldık. Yemekte ilginç
sahneler Genelkurmay Başkanı Orgeneral Hüseyin ile Kara Kuvvetleri
Komutanı Orgeneral Hilmi Özkök arasındaki konuşmalar ve davranış
şekilleri idi. Orgeneral Kıvrıkoğlu, Hilmi Özkök'e onu hiçe sayar gibi
muamele ediyor, her fikrini tersliyor ve bazen de onunla alay ediyor.
Bence utanç verici davranışlardı.
CHP BAŞKANI SEVİLMEDİ (30 Ağustos 2002)
ÜLKE 3 Kasım 2002 günü yapılacak olan milletvekili seçimine
hazırlanıyor... Oy pusulasının boyu 97 cm, komik. Genelde halk kime oy
vereceğini bilmiyor. Solda CHP, sağda AKP en kuvvetli parti olarak
gözüküyor. Ama her ikisinin de başkanları sıkıntı yaratıyor. AKP
Başkanın yasal olarak seçimlere katılıp katılamayacağı henüz belli
değil. CHP Başkanı ise denendi ve sevilmedi.
BÜYÜKANIT HAKKINDA DOSYA (01 Eylül 2002)
BUGÜN Ankara'dan Filiz aradı. Laf arasında Sevil'e aldıkları bir
haberden Yaşar (Büyükanıt) hakkında da bir dosya tanzim edildiğini
öğrenmişler. Bu haber bize intikal eden haberleri doğrular mahiyette
olduğu için önemli.
MİT ARAŞTIRMASI (10-15 Eylül 2002)
BİRİNCİ Ordu komutanı Orgeneral Çetin Doğan'ın oğlunun düğünü için
Fenerbahçe Orduevi'ne gittik... Düğünden önce MİT'den bir arkadaşımdan
aldığım bilgiler aşağıda olduğu gibidir: İstanbul MİT Bölge
Başkanlığı'ndan benim için 2001 yılı haziran ayında bir rapor
hazırlanmış. Böyle bir rapor ancak genelkurmay başkanı izini ile
hazırlanabilir. MİT'deki bilgisayarda benim ismim ile beraber Tayyip
Erdoğan ve Peter Hunt isimleri varmış. Bu bilgilerin doğruluk derecesi
araştırılmaya muhtaç. Ancak vefat eden MİT mensubu bir diğer arkadaşım
hep bana bir şeyler söylemek istediğini belirtirdi ama ömrü vefa etmedi.
EN UĞURSUZ GÜN (04-10 Kasım 2002)
BUGÜN 4 Kasım 2002 şanssız ve uğursuz bir gün. Sabahleyin seçim
sonuçlarını öğrendik. AKP % 35.5 oy ve 363 milletvekili ile birinci
parti olarak, CHP % 19.5 oy ve ikinci parti olarak Meclis'e girmiş ve 9
da bağımsız milletvekili kazanmış. Bu durumda AKP ezici bir çoğunluk
sağlamış oluyor ve Anayasa'yı değiştirme yetenekleri oldu.
ERDOĞAN'I PAYLAMAK (25-29 Kasım 2002)
TÖRENDEN sonra hep beraber komutanın odasına gittik. 8 orgeneral/amiral
oturur oturmaz MGK Genel Sekreteri Tayyip Erdoğan'ı nasıl payladığını
anlatmaya başladı. Hemen konu AKP'ye karşı ne yapılması gerektiğine ve
onların neler yapabileceğine geldi. İnanılmaz bir konuşma seyrettim ve
dinledim. Sanki ilkokul birinci sınıfta çocuklar öğretmenlerinin gözüne
girmek için devamlı el kaldırıyorlarmış gibi herkes aynı anda konuşuyor,
kimse kimsenin söz hakkına riayet etmiyor, genelkurmay başkanı ise
ağzını açamıyordu. Herkes bir şahindi. Umarım başımız derde girmez.
RTE'DEN İKNA ZİYARETİ (02-09 Aralık 2002)
AVRUPA Birliği'ne girişimiz bir bilmece. Belki birileri gerçeği biliyor
ama kamuoyuna yansıtılan sanki durumun belirsiz olduğu şeklinde. 12
Aralık günü Kopenhag'da toplanacak olan AB zirvesi gelişme kapsamında
hangi ülkelerin kabul edileceğine karar ve bu ülkelere kabul
müzakereleri için birer tarih verecek. Bu bir nevi kabul edilmektir. Biz
bu zirvede bir tarih almaya çalışıyoruz. Yeni AK Parti iktidarı başa
geldiği günden beri bütün gayretiyle bu zirveden olumlu bir sonuç
alabilmek için uğraşıyor. Ama nasıl? Başbakan Abdullah Gül yurt dışına
gidip AB üyesi ülke başkanlarını ikna ziyaretleri yapacağına, bu
ziyaretleri parti genel başkanı RTE yapıyor. Dışarı yansıdığına göre
sadece Almanya bizim AB'ye girişimize karşı. Gerçeği 12 Aralık günü
göreceğiz.
ÜYELİK MÜZAKERELERİ (9-15 Aralık 2002)
GAZETELERDEN alınan Avrupa Birliği zirve toplantısı ve Kıbrıs'la ilgili
bazı haberler aşağıdaki gibidir: "AB liderleri, Türkiye için
Fransız-Alman teklifinden de daha geride bir karar aldılar. Müzakere
tarihi belirlemek yerine, bu tarihin saptanmasını 2004'ün Aralık ayına
bıraktılar. AB, bugün saat 16'ya kadar Kıbrıs'ta anlaşma olmazsa,
Kıbrıslı Rumları tek başına üyeliğe alacak. Olaya olumlu yandan
bakarsanız, Türkiye üyeliğe biraz daha yaklaştı. Eğer Kopenhag
Kriterleri'ni tam olarak gerçekleştirirsek, 2005'in başında tam üyelik
müzakereleri başlayacak.
KOMUTANIN EŞİNE HEDİYE (19 Aralık 2002)
GENELKURMAY Başkanı eşi tarafından hediye konusunda yapılan bir
tutarsızlık. Her şura toplantısında hanımefendiye bir hediye verilmesi
adettendi. Bizim haberimiz yok ama 19 Aralık tarihli bir emir ile
yılbaşında verilecek hediyelere bir düzen getirilmiş. Buna göre hediye
verilmemesi tavsiye ediliyor. Kendisine hanımlar ziyarete gittiği zaman
bir milyar liraya yakın bir hediye veriyorlar ve alıyor, kabul ediyor.
Sonra evinden Jandarma Genel Komutanı'nın verdiği öğle yemeğine
katılıyorlar. Yemekte hanım herkese küçük bir hediye hazırlamış. Hanım
bunu görünce kıyamet koparmış. Siz Genelkurmay Başkanınızın verdiği emre
karşı geliyorsunuz. Dinlemiyorsunuz. Ben bu hediyeyi kabul etmem diye
bağırmış. Jandarma Genel Komutanı'nın eşi de "Bizim o emirden haberimiz
yoktu. Hem siz kendinize verilen hediyeyi kabul ettiniz" deyince "Peki
ben hata ettim" demiş. Tabii herkes bayılma noktasında ve ve ne kadar
zevkli bir yemek yendiğini tahmin edersiniz.
TARİHİ BİR YAŞ OLDU (27 Aralık 2002)
YÜKSEK Askeri Şura (YAŞ) toplandı. 27 Aralık günü orgeneral ve
oramirallerin toplantısı devam etti. Kanaatimce bu toplantı bir tarihi
toplantı niteliğinde oldu. Birinci olarak Başbakan ve MSB Vecdi Gönül
irtica nedeniyle ordudan atılan subay ve astsubayların listesine imza
atmadılar ve şerh koydular. Belli ki planlı gelmişlerdi. Genelkurmay
Başkanı önce çok şaşırdı. Sonra kendini toplayıp karar sizin dedi. Bunun
üzerine şura üyelerinin bombardımanı başladı ama adamlar kararlıydılar
Nuh dediler peygamber demediler. Çok ağır laflar söylendi. "Siz böyle
yapmakla irticaya prim verdiğinizi ilan ediyorsunuz", "Siz imza
atmamakla Silahlı Kuvvetler ile olan bütün bağlarınızı koparıyorsunuz",
"Bu yetki bir anayasal haktır, ona karşı geliyorsunuz", "Bugüne kadar 93
kişi böyle ayrılanlardan, AİHM'e başvurdu ve hepsi kaybetti. Siz şimdi
hukuka da karşı geliyorsunuz" gibi sözler söylendi. Ama hiç tınmadılar.
Belli ki adamlar Tayyip Erdoğan'dan talimat almışlardı. Sonuçta defteri
ve kararları hepimiz imzaladık onlar da şerh koyarak imzaladılar.
DOĞAN VE TOLON RAHATSIZ (24 Şubat - 02 Mart 2003)
GENELKURMAY denetlemesi için bölgeye gelen Tümgeneral Can Teller
ziyarete geldi. Oldukça ilginç bir görüşme yaptık. Genelkurmay
Başkanı'nın şahsına karşı bir tepkisi olduğunu, dinci kesimlere
kendisine yaraşır bir şekilde tepki vermediği gibi adeta onlarla
işbirliği yaptığını ve Çetin Doğan Paşa ile Hurşit Tolon Paşa'nın bu
konulardan çok rahatsız olduklarını ve kendi aralarında bir şeyler
yaptığını, benim de onlarla görüşmemi ima etti. Bir tümgeneralin böyle
konuşması beni şaşırttı.
KIVRIKOĞLU'NUN DAİRESİ (21 Mart 2003)
NECDET Timur Orgenerallere oturmaya gittik. Bol dedikodu yaptık. Bu
arada inanılması zor şeylerde öğrendim. Oturdukları daire Hüseyin
Kıvrıkoğlu'nun kendisi için yaptırdığı bloğun içinde 260 metrekare.
Kıvrıkoğlu bir kez gelip daireyi görmüş ve beğenmeyerek baştan inşa
ettirmiş. Hangi yetki ve hakla bu daireyi yaptırmış bilinmez. Bu kadar
büyük daireler olunca yakıt parası da fazla. Hele binanın yarısı boş
olunca daha da fazla 1 milyar lira olan yakıt parasının 400 milyonunu
kendileri ödüyor, geri kalan ise Genelkurmay tarafından kantin
parasından ödeniyormuş. Lojmanın boş kalması da ayrı bir yasal suç.
Kantin parasının buraya ödenmesi ise tam yargılık bir mesele.
GENELKURMAY RAHATSIZLIĞI (14-20 Nisan 2003)
22'NCİ Genelkurmay Başkanı emekli Org. İsmail Hakkı Karadayı beni, eşi
de Sevil'i ziyarete geldiler. Önce yarım saat odamda özel olarak
konuştuk. Bana oldukça "özel" konular anlattı. Özet olarak Genelkurmay
Başkanı'nın davranışlarından ve tutumundan memnun değiller. Makamını
ezdirdiği kanaatinde. Bu kanaatin, sadece kendi kanaati olmadığı ve
diğer emekli komutanların da aynı şekilde düşündüğünü belirtti. Bilhassa
AKP'nin Cumhuriyete karşı yaptığı eylemleri yadırgıyorlar ve kendisinin
buna ses çıkarmamasını daha çok yadırgıyorlar.
YOKSA İNSANA GİT DERLER (22 Mayıs 2003)
YILDIZ Harp Oyunu yemeğine gittik. Kara Kuvvetleri Komutanı beni bir
köşeye çekerek ne düşündüğümü sordu. Ben de düşüncelerimi aynen
söyledim. 'Peki Deniz Kuvvetleri Komutanı bu mevzuları senle konuşmuyor
mu?' dedi. Ben de hayır biz hiç konuşmayız. Ben sorarsam bir iki kelime
söyler dedim. Anladığım kadarıyla Genelkurmay Başkanı'na karşı bir tavır
var. Bana "Yaparsa yapar yoksa insana git derler" dedi. Havacı ile
bizimki anladığım kadarı ile bu tavır koymaya dahil değil. Onun için de
sevilmiyorlar. Onun içinde emekliler onları sevmiyor.
KAÇACAK DELİL BULAMAZ (23 Mayıs 2003)
SEVİL ile beraber Sarıyer'de 1. Ordu Komutanı ve eşi tarafından
Genelkurmay Başkanı ve komutanlar onuruna verilen akşam yemeğine gittik.
Bizimki ve havacı yoktu. Kara kuvvetleri ve Jandarma Genel Komutanı ile
yaptığımız görüşmelerden anladığım, Genelkurmay Başkanı'na karşı tam bir
tavır oluşmuş vaziyete. Kendisini yumuşak ve korkak buluyorlar. Ayrıca
AKP ile ilişki içinde olduğundan şüpheleniyorlar. Cumhuriyet gazetesi
yazarlarından Mustafa Balbay, Janadarma Genel Komutanı'na gelerek
"Bildiklerimi bir yazarsam kaçacak delik bulamaz" demiş. Bugün ayrıca
Cumhuriyet gazetesinde "Genç subaylar AKP'den tedirgin" başlıklı bir
haber yayınlandı.
IĞSIZ'I TAKİBE ALACAĞIM (23- 29 Haziran 2003)
CENGİZ beyler akşam yemeğine geldiler. Bizim konu ile ilgili her şeyi
biliyordu. Herhalde Erdal Şener kendisine söylemiş olsa gerek. Konuşma
arasında bana Genelkurmay Personel Daire Başkanı Tümgeneral Bahadır
isimli general ile Korgeneral Hasan Iğsız'ın benim aleyhimde soruşturma
açtırmak için çok ısrarcı olduklarını söyledi. Bu generalleri takip
altına alacağım.
KOMUTANDA 50 MİLYON $ (28 Temmuz 2003)
ALBAY Belgütay Varımlı emir subayımı arayarak benimle özel bir konu
görüşmek istediğini söyledi. Öğleden sonra kendisini Kabul ettim.
Belgütay daha önce benim anımda çalışmış bir deniz piyade subayı...
Belgütay devamlı olarak TSK'da bir çok yerde hırsızlık yapıldığını bir
generalin yut dışında 50 milyon doları olduğunu, bir albayın 52 dairesi
bulunduğunu ve bunların hepsinin belgelerinin kendisinde olduğunu
tekrarladı durdu. Ayrıca Erdal Şener'in de kasasında olan 535 bin dolar
devlet özel ödeneği ile Zirvekent'te kendisine iki daire aldığını
belirtti. Genelkurmay başkanı bütün bunları biliyormuş. Ama işlem
yapmıyormuş.
YAŞ'TA GERGİNLİK (01 Ağustos 2003)
YAŞ toplantısı başladı. Başbakan Tayyip Erdoğan ve Milli Savunma Bakanı
Vecdi Gönül ayrı ayrı salona geldiler. RTE, Genelkurmay Başkanı ile
beraber salona girdi. Tüm orgeneral ve amiraller kendisine ne selam
verdiler ne de ayağa kalktılar... Asparuk Paşa iki mektup okudu. Çetin
Doğan ise "Siz Aralık şurasında da çekince koydunuz ve o günden bugüne
hiçbir şey değişmedi. Eğer yapılan bu yasal işlemi beğenmiyorsanız
bugüne kadar yasayı değiştirseydiniz. Tabanınıza hitap edeceğim diye
yaptığınız iş ülkeye değil partinize yaramak ve yaranmak üzere
yapılmaktadır. Bunu Silahlı Kuvvetler bir meydan okuma olarak kabul
ediyoruz" dedi... RTE söz alarak "Bir güven bunalımı yok. Bu konuyu
abartıyorsunuz, din istismarına biz de karşıyız. Ama Silahlı
Kuvvetlerimiz neden bu sorununu yargı yolu ile halletmiyor. Biz diğer
kararların örneği terfilerin yargıya kapalı olmasından yanayız ama
atılanlara da ses çıkarmıyoruz. Onların bunu hakkettiğine inanıyoruz ama
işleminin yargıya açık olmasını istiyoruz" diye bir konuşma yaptı. Bunun
üzerine oylamaya geçildi ve 18 kişi askeri oyların tümü ile ordudan
ihraç edildi.
SEZER ELİNİ SIKMADI (01 Ağustos 2003)
YEMEKTE Başbakan. Cumhurbaşkanı'nın elini sıkmak istedi ama o elini geri
çekti. Böyle bir devlet zirvesi olabilir mi? Tüm generaller, genelkurmay
başkanı, başbakan ile konuşmaz ve ona yüklenir, Başbakan ile
Genelkurmay, Başbakanı ile Cumhurbaşkanı birbiri ile dargın. Bizi kim
idare edecek acaba. Böyle bir devlet zirvesi olabilir mi?
ERUYGUR BİLGİ SIZDIRIYOR (4-10 Ağustos 2003)
AYRILMADAN önce Başbakan'ın gelmesini beklerken Yaşar Paşa ile bir saate
yakın konuştuk. Daha doğrusu o konuşmak istedi. Bana Ankara'daki
orgeneraller arasındaki çekişmeyi anlattı ve "Lafla pehlivanlık yapmaya
çalışıyorlar" dedi. Jandarma Genel Komutanı Şener'in bütün bilgileri
Cumhuriyet gazetesine sızdırdığını ve bunu bildiklerini anlattı.
GENELKURMAY BAŞKANINDAN ŞÜPHELENİYORLAR (12 Haziran 2003)
ŞENER Paşa devamlı olarak Genelkurmay Başkanı'nın (Hilmi Özkök) zayıf
karakterli bir kişi olduğunu, hükümetin bu tutumlarına karşı daha sert
tavır koyması gerektiğini ve bunu o yapmadığı takdirde bizim ona
yaptırmamız gerektiğini söyledi. Aytaç (Yalman) Paşa da aynı fikirde ve
hep benim fikrimi öğrenmeye çalıştılar. (İbrahim) Fırtına Paşa'nın da
aynı fikirde olduğunu söylediler. Genelkurmay Başkanı'na ne söylerlerse
yaptıramadıklarını ve onu birazcık hükümet yanlısı olduğunu ifade
ettiler. Sonunda Aytaç Paşa "Sen Ankara'ya gel de ondan sonra bir
davranış tespit edeceğiz" dedi. Cumhurbaşkanı'nın da aynı fikirde
olduğunu ve biz desteklersek sertleşeceğini söylediler. Bana açıkça
söylemediler ama kendilerinin Genelkurmay Başkanı'nın bir şekilde
hükümeti desteklediğinden ve bir dini tarikat ile ilişkili olduğundan
şüphelendiklerini zannediyorum. (Vatan)
FLAŞ!!! Darbe Günlükleri İstanbul'da: Gerekçe; Balyoz ve Ergenekon irtibatı
Örnek'in yalanladığı 'Darbe Günlükleri'ni Gölcük doğruladı
Darbe Günlükleri soruşturması örtbas mı ediliyor?
Darbe Günlükleri ve Komutanlarla ilgili manşetlerimiz
Deniz Kuv. Komutanı Özden Örnek'in darbe günlükleri (tam metin)
Darbe Günlükleri (Nokta Dergisi ve Taraf Gazetesi'nin orjinal
nüshaları - 56.01 MB - Rapidshare)
Diğer alternatif link (Hotfile)
|