KONTRGERİLLA VAR MI?
KlasikİlkBölümDelilleri | AksiyonDergisi,4Mart2007 | BülentOrakoğluRöpörtajı,Y.Şafak,18Haziran2007 | AliBayramoğlu,Y.Şafak,20Haziran2007 | ErgenekonTüzüğü,Radikal,5Nisan2008 | İbrahimKaragül,Türkiye'ninNeresindeSilahDepolarıYapıldı?,Y.Şafak,8Nisan2008 | ErgunBabahan,TetikçilerVeDestekçileri,Sabah,9Nisan2008 | BülentOrakoğluRöpörtajı,27Mayıs'ınArefesiGibi,CafeSiyaset,9Nisan2008 | İsmetBerkan,Ergenekon'unYakınTarihiYazıDizisi,Radikal,4-11Nisan2008 | Ergenekon'daVeliKüçük'tenbüyük7kişivar,Sabah,22Nisan2008 | A'danZ'yeErgenekon,Milliyet,24Mart2008 | ErgenekonİddianamesiTamamlanmakUzere,Sabah,6haziran2008 | ErgenekonİddianamesiKabulEdildi!-TAMAMI,25temmuz2008 | ErgenekonİddianamesindeKontrgerilla,27temmuz2008 | GladioyuÇökertenSavcıdanTavsiyeler,3temmuz2008 |
Ecevit'in,ÖzelHarp'inSivilUzantısındanDuyduğKorku,10ocak2010
ERGENEKON'UN YAKIN TARİHİ
RADİKAL GAZETESİ, 4 - 11 NİSAN 2008:
İsmet Berkan
Bölüm: 1 (04/04/2008)
İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı, benim anladığım, bütün Cumhuriyet tarihinin en
önemli soruşturmalarından birini yürütüyor. Halen bu soruşturma çerçevesinde 47
kişi tutuklu olarak çeşitli cezaevlerinde. Savcının iddianamesini yazarak
davasını açması bekleniyor. Daha önce Ergenekon konusunu defalarca yazdım,
'Büyük' ve 'Küçük' Ergenekon'lardan söz ettim. Kendimi tekrarlamak pahasına
zaten sizin de bildiğinizi düşündüğüm birkaç konuyu hatırlatmak istiyorum.
Ergenekon denen örgütlenmenin geçmişini çok gerilere götürenler var, belki
haklılar belki haksız ama bana göre bugün konuştuğumuz manada Ergenekon'un
başladığı dönem 2001'in sonbaharı. O sırada ülke ekonomik krizle boğuşmakta,
Başbakan Bülent Ecevit yaşlılığı ve zaman zaman kelimeleri karıştırması
nedeniyle eleştirilmekte. Bir grup emekli asker, hem de daha o 30 Ağustos'ta
emekliye ayrılmış olan üst düzey asker, önce İstanbul iş dünyası ile temasa
geçiyor. Önerdikleri şey şu: 'Bülent Ecevit yaşını ve sağlığını gerekçe gösterip
çekilsin, yerini de yardımcısı Hüsamettin Özkan'a bıraksın.' İş dünyasının
temsilcileri bu öneriyi Bülent Ecevit'e değil, Hüsamettin Özkan'a iletiyorlar.
Özkan, 'Ben bu öneriyi duymamış olayım' diyor, olayın üstü kapatılıyor. Emekli
komutanlar bunun üzerine Hüsamettin Özkan'la doğrudan temas kuruyorlar.
Bodrum'daki orduevinde gerçekleşen görüşmede halen görevde olan bazı yüksek
rütbeli askerler de bulunuyor ve teklif tekrar ediliyor. Özkan yine, 'Ben bunu
duymamış olayım, ben böyle bir şeyi Sayın Ecevit'e söyleyemem, o önermedikçe
kabul de edemem' diyor. Bunun üzerine askerler, Çankaya Köşkü'nde yapılan bir
resepsiyon sırasında Radikal Ankara Temsilcisi Murat Yetkin'e bu temaslarını
ayrıntılı biçimde anlatıyorlar. Ertesi sabah Murat bunları bana aktarınca, ben
'Haberin iki kaynaktan teyidi' ilkesince Hüsamettin Özkan'a bunu sormasını
söylüyorum. Murat, Özkan'ın yanına gidiyor, haberi doğrulatıyor ve bu arada
fazlası oluyor, Özkan Murat'ı alıp Başbakan Ecevit'in yanına götürüyor ve Ecevit
de askerlerin bu temaslarını ve tekliflerini bu yolla Murat'tan öğreniyor.
O dönemin genelkurmay başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun haberdar olmaması ihtimalinin yok denecek kadar
az olduğu bu girişim, bana göre ilk 'darbe' girişimiydi.
Bu olay Ecevit'in çekilmek yerine daha çok koltuğu sahiplenmesini ve sonunda da
Hüsamettin Özkan'ın partiden 90 kadar milletvekiliyle kopmasını tetikledi. Yani
Ecevit ile Hüsamettin Özkan arasındaki mutlak güven ilişkisi orada bitti.
Ardından, yani Özkan'ın ayrılıp Şükrü Sina Gürel'in Ecevit'in sağ kolu olmasıyla
Temmuz 2002'de, Başbakan Ecevit, Genelkurmay Başkanı Kıvrıkoğlu'na, 'ABD
önümüzdeki dönemde Irak'ta savaş yapacak, önemli olaylar yaşanacak, sizin
Genelkurmay Başkanlığı sürenizi uzatalım' teklifinde bulunuyor. Kıvrıkoğlu, bu
uzatmanın yasa gerektireceğini, hükümetin böyle bir yasayı çıkarmaya muktedir
olmadığını biliyor, teklifi kibarca reddediyor. Zaten Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet
Sezer de teklife sıcak bakmıyor. Bunlar olmuyor ama Kıvrıkoğlu, bir sonraki
dönemin komuta yapısını kendisi belirlemek istiyor ve Ecevit'e ve Cumhurbaşkanı
Sezer'e, o sırada Kara Kuvvetleri Komutanı olarak Genelkurmay Başkanlığına
hazırlanan Hilmi Özkök için 'Onu Genelkurmay Başkanı yapmayın' diyor. Sebebi
sorulduğunda da, 'İrticaya karşı yumuşaktır' cevabını veriyor. Cumhurbaşkanı
Sezer bu teklifi kabul etmiyor, Özkök'ün Genelkurmay Başkanlığı kesinleşiyor.
Ama Kıvrıkoğlu, kendi yasal yetkisini kimseye danışmadan ve onay aramadan
kullanıp boşalan Kara Kuvvetleri Komutanlığı'na teamül gereği 1. Ordu Komutanı
Edip Başer'i değil emekli olmaya hazırlanan, hatta odasını toplayıp lojmanını
boşaltan Jandarma Genel Komutanı Aytaç Yalman'ı, Jandarma komutanlığına da Şener
Eruygur'u öneriyor. Hükümet bu emrivakilerden çok hoşlanmıyor ama bir seri
emeklilik krizini engellemek için kararnameler son dakikada imzalanıyor.
Cumhurbaşkanı da imzasını son ana bırakıyor.
İkinci darbe girişimi de bu.
Bölüm: 2 (05/04/2008)
Diyorum ki, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı'nın yürüttüğü
Ergenekon soruşturması çok partili demokrasi tarihimizin en önemli suç
soruşturmalarından biri olmaya aday. Bu önemli soruşturmayı daha iyi
kavramamız için de dünden itibaren bir 'yakın tarih' yazmaya başladım, 2001 ve
2002'de yaşanan iki 'darbe'yi anlattım.
Bunlardan ikincisi, 30 Ağustos 2002 günü, Genelkurmay Başkanlığı'na gelen Hilmi
Özkök'ün çalışamaz hale getirilmesi amacıyla yapıldı, Kara Kuvvetleri'ne eski
Genelkurmay Başkanı Hüseyin Kıvrıkoğlu'nun teamül dışına çıkmasıyla Aytaç
Yalman, Jandarma'ya ise Şener Eruygur komutan oldu. Ve bu atamalardan kısa bir
süre sonra, Kasım 2002'de Adalet ve Kalkınma Partisi seçimi kazanıp tek başına
iktidar oldu. Sadece beş yıl önce Türkiye'yi askeri darbenin eşiğine getiren ve
'postmodern darbe'yle iktidardan indirilen siyasal islamcı akım, arada iki
siyasi partisi de kapatıldığı halde, tek başına iktidara gelmişti. Daha seçim
gecesi gözler askerdeydi, acaba asker bu işe ne diyecekti? Genelkurmay Başkanı
Özkök, 'Seçim sonuçlarına saygı göstermek gerektiği'ni söyleyerek tutumunu
açıkladı. Bu açıklamayla birlikte de alt kademelerde ve emekli askerler arasında
kazan kaynamaya başladı. Cumhuriyet gazetesinin meşhur 'Genç subaylar tedirgin'
manşeti bu ortamda geldi, Emin Çölaşan gibi yazarların Genelkurmay Başkanı'nı
'yumuşak' olmakla eleştiren yazıları bu ortamda geldi. Genelkurmay Başkanı, sırf
bu 'Genç subaylar tedirgin' manşeti için basın toplantısı düzenlemek zorunda
kaldı, 'Demokrat bir insanım, bu suç mu?' dedi!
Bu arada yıl 2003 olmuş, ABD Irak'ı işgal için Türkiye'den yardım istemiş,
hükümet de onlara yardım vaat etmişti. Bu amaçla hazırlanan izin tezkeresinin
Meclis'te oylanmasından bir gün önce Kara Kuvvetleri Komutanı Aytaç Yalman,
Milliyet'ten Fikret Bila'ya isminin kullanılmadığı bir demeç verdi ve tezkereyi
doğru bulmadığını söyledi. 3 Mart'ta tezkerenin reddinde bu demecin etkili olup
olmadığı o gün bugün tartışılıyor. Sadece bu da değil. O sırada Birleşmiş
Milletler Genel Sekreteri Kofi Annan, kendi adıyla anılan Kıbrıs çözüm planını
açıklamış, Kıbrıslı tarafları bu plan üzerinde konuşmak için Hollanda'ya Lahey'e
davet etmişti. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş Ankara'da Başbakan Abdullah
Gül'den, 'Sakın planı kategorik olarak reddetmeyin' diye talimat almış olmasına
rağmen daha Lahey'e iner inmez 'Ben buraya Annan'a hayır cevabı vermeye geldim'
dedi, görüşmeleri öldürdü. Denktaş bunu söylerken tek başına hareket etmiyordu,
Ankara'da güvendiği dağlar vardı, onu teşvik edenler vardı. Türkiye'nin seçilmiş
hükümeti, kendi politikasını uygulayamamış, uygulatama-mıştı. Ankara'da birileri
devreye girmiş, hükümetin açık talimatını uygulatmamıştı.
Üçüncü darbe buydu!
Bu darbe, Kıbrıs Rum kesiminin bütün adayı temsilen AB
üyesi olmasının önünü açtı. Darbeyi planlayıp uygulayanlar açısından Rum
kesiminin AB üyeliği bir 'kayıp' değil 'kazanç'tı, böylece Kıbrıs sorunu
çözümsüzlüğe mahkûm kalıyor, Türkiye'nin AB'ye tam üyeliği ise neredeyse
imkânsız kılınıyordu. Öyle ya, Rumlar Kıbrıs'ta Adanın geri kalanını anlaşarak
değil Türklere boyun eğdirerek geri alma, Türkleri azınlık haline getirme
hedefleri açısından büyük bir imkân elde edeceklerdi ve Türkiye'yi tavize
zorlamak için hep AB içinde veto kartını kullanacaklardı. Türkiye de Kıbrıs'ta
'taviz' veremeyeceği için AB üyeliğinden vazgeçecekti.
Ankara'da hükümet kendi derdine düştüğü, lideri Recep
Tayyip Erdoğan'ı Başbakan yapmaya kilitlendiği için ilk dönemde nasıl bir
darbeye maruz kaldığını, kendi geleceğine nasıl bir ipotek konduğunu anlayamadı,
kavrayamadı.
Sadece kendilerinin değil AB hedefini destekleyen bütün Türk milletinin bir
darbeye maruz kaldığını anladıklarında ise daha sonra da yapacakları gibi
'yumuşak' davrandılar, bırakın bir adli soruşturma açmayı siyasi anlamda bile
hesap sormadılar, Rauf Denktaş'a bu talimatı verip hükümetin arzusu hilafına
davranışında ona arka çıkanları sergilemeye bile kalkışmadılar.
İlginçtir, dördüncü darbe yine Kıbrıs konusunda gelecek veya gelmeye
kalkışacaktı. Üstelik bu, uzun yılların en ciddi darbe girişimi olacaktı. Ama
bugünlerde esip kükreyen hükümet yine hiçbir şey yapmayacak, demokrasi
mücadelesine falan kalkışmayacaktı bile.
Bölüm: 3 (06/04/2008)
Ergenekon
soruşturmasından ümitle anlatmaya başladığım yakın dönem.
'Ergenekon tarihi' dizisinin en heyecanlı bölümlerinden birini bugün yazacağım.
Düne kadar üç tane seçilmiş ve parlamentodan onay almış sivil yönetime direnme,
Türkiye'nin geleceğine kendi kendine karar verme örneği, 'darbe' anlattım, bugün
sıra dördüncü ve gerçekleşmeye en fazla yaklaşan darbeye sıra geldi.
2002 Aralık'ta Kopenhag'da yapılan Avrupa Birliği zirvesine büyük
umutlarla giden ama adaylık için 2004 sonuna tarih alan Adalet ve Kalkınma
Partisi iktidarı işin kilidinin içeride Kopenhag Kriterleri ile ilgili
demokratik reformları yapmak kadar Kıbrıs sorununu çözüm yoluna sokmakta
olduğunu görmüştü. Ve dün de anlattığım gibi 2003 Mart'ındaki büyük Kıbrıs
fırsatı, hükümete rağmen kaçırılmış, kaçırtılmıştı. Ocak 2004'te Başbakan Recep
Tayyip Erdoğan bizzat ipleri eline aldı, önce Davos'ta kendisiyle gönülsüzce
görüşen BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a, 'Kıbrıs çözüm planında sizin
hakemliğinizi kabul ediyoruz' diyerek büyük ümit verdi. Annan Planı mezardan
çıkmış, yeniden görüşme masasına gelmişti. Annan, Kıbrıs'ta tarafları New York'a
davet etti. KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş, Ankara'nın baskısıyla heyetine
seçimi kazanıp Başbakan olmuş olan Mehmet Ali Talat'ı da dahil etmek zorunda
kaldı. Ama heyetin geri kalanı bildik eski Denktaş takımıydı. Denktaş bu kez
havaalanında iner inmez 'Biz hayır cevabı vermeye geldik' diyemedi, çünkü
Ankara'da aradığı desteği bir türlü tam bulamıyordu. Onlar New York'tayken
Ankara'da da garip şeyler oluyordu. İki kuvvet komutanı başta olmak üzere
silahlı kuvvetlerin üst kademesi işadamlarından medya patronlarına kadar bir
dizi yarı gizli görüşme yürütüyor, neredeyse açık açık 28 Şubatvari bir
postmodern darbeye medya ve kamuoyu desteği aranıyordu. Hatta bazı politikacı
eskileri ortada 'İhtilalin başbakanı benim' diye dolaşıyor, daha da ilginci bu
iki kuvvet komutanı gerçekten o politikacıyla görüşmüş, ondan bazı taleplerde
bulunmuş oluyordu. New York'taki Denktaş heyeti açısından en kritik şey,
Annan'ın hakemliğini kabul etme meselesiydi. İş o noktaya gelene kadar
Ankara'dan bir 'bildiri' çıkacağına kesin gözüyle bakıyordu Denktaş ve yakın
çevresi. Ankara'dan beklenen bildiri ise bir türlü gelmiyordu. Sonunda Denktaş
Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü aradı, aldığı cevap, 'Benim Anayasal olarak
yapabileceğim bu kadar' şeklindeydi. Denktaş, iki kuvvet komutanının başarılı
olamadığını, Hilmi Özkök'ü aşamadığını anlamıştı, o da yelkenleri suya indirdi.
Bu sırada iki kuvvet komutanını teşvik eden, 28 Şubat gibi değil 12 Eylül gibi
doğrudan bir darbeye itekleyen çevreler de yok değildi. Daha önce hazırlanmış
olan ve AKP hükümetinin devrilmesini öngören Sarıkız planı yerine doğrudan darbe
isteniyordu şimdi. Bir komutanın bir ara hızını alamayıp etrafına 'Tarih beni
yazar' dediği de duyulmuştu.
Tam bu karışıklıkların arasında, New York'ta Kıbrıs görüşmeleri bitip
İsviçre'nin Bürgenstock kasabası için randevu tarihi beklenirken hükümetin çok
önemli bir üyesiyle özel bir görüşme yaptım. Görüştüğüm bakana askeri cepheden
gelen dedikoduları aktardığımda o bakan 'Hepsini biliyoruz' dedi, hatta
'Sarıkız' kod adını da kullandı. 'Peki ne yapıyorsunuz?' dediğimde, 'Bekleyin,
çok şey olacak' dedi, aradan dört yıl geçti, hâlâ bekliyoruz! Bugün AKP hakkında
açılan kapatma davasıyla Ergenekon soruşturması arasında bir ilişki kuruluyor,
hatta ilk günlerde bu ilişkiyi hükümetin bazı üyeleri açıkça telaffuz da etti.
Etti ama gerçekte bizim bildiğimiz kadarıyla Ergenekon soruşturması hâlâ daha
mesela 2004'teki hareketli günlerin sorumlularına uzanmış değil.
O günlerle ilgili olarak dönemin Deniz Kuvvetleri Komutanı Özden Örnek'e ait
olduğu öne sürülen ve önce bir internet sitesinde, sonra gazetelerde ve son
olarak da ayrıntılarıyla Nokta dergisinde yayımlanan günlüklerin gerçek
olduğunun Ergenekon savcısı tarafından saptandığı söyleniyor. Yani savcı en
azından günlüklere sahip ama o dönem bana bilgi veren önemli bakanın bilgilerine
hâlâ sahip değil, o yüzden soruşturmanın gerçek darbe girişimine uzanması
ihtimali çok yüksek değil. Kaldı ki yarından sonra da anlatacağım, başka şeyler
de oldu Türkiye'de ama hükümet elindeki soruşturma gücünü bu olanlar için hiç
kullanmadı bildiğimiz kadarıyla, resmi kurumların kapısından hiç girilmedi. Öyle
olunca da Ergenekon soruşturması bir vatansever görünümlü mafya ve kenardaki
bazı hevesli aktörler soruşturması olmanın ötesinde bir şey vaat etmiyor
şimdilik.
Yani, benim adlandırmamla 'Küçük' Ergenekon soruşturuluyor ama 'Büyük'
Ergenekon'a dokunulup dokunulmayacağı hâlâ büyük bir meçhul. Susurluk'u
hatırlayın, bazı tetikçi ve hırsızlar yargılandı, ceza da aldı ama 'büyük plan'ı
hazırlayan ve uygulayan, uygulatanlara kimse dokunmadı, dokunmaya teşebbüs dahi
edilmedi. Korkarım Ergenekon'da da aynı yoldayız.
Bölüm: 4 (08/04/2008)
Bir günlük aradan
sonra dizimize geri dönelim. Bugün 'Ergenekon' adıyla andığımız, benim zaman
zaman 'AKP gitsin de nasıl giderse gitsin örgütü' adını da kullandığım 'oluşum'
açısından Kıbrıs sorununun, daha doğrusu Annan Planı'nın referanduma kadar
gitmesi çok önemli bir dönüm noktası. Pazar günü çıkan yazıda da anlatmaya
çalıştım, dönemin iki kuvvet komutanı, Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Kofi
Annan'la görüşmek için New York'a giden KKTC Cumhurbaşkanı Rauf Denktaş'a önce
'Merak etme arkandayız' demişler ama sonra Genelkurmay Başkanı Hilmi Özkök'ü
aşamamış, bir anlamda yenilgiye uğramışlardı. Bu yenilmişlik duygusu, özellikle
bu komutanlardan birinde çok ciddi etkiler bıraktı. Bir yandan, yakın zamana
kadar birlikte hareket ettiğini düşündüğü dostunu 'korkaklık'la suçluyor, bir
yandan da artık son aylarını geçirdiği kritik mevkinin imkânlarıyla geleceğe
dönük planlamalar yapıyordu. Daha Ocak 2004'ten itibaren yapılan ilk
hareketlerin başında 'Vatan Haini Gazeteciler' listesi hazırlamak, Kıbrıs'ta
çözümü ve Türkiye'nin AB üyeliğini savunmayı vatana ihanetle bir tutmak
geliyordu. Bu, anlık bir duygusal tepkinin dışa vurumu değildi, özenle
hazırlanmış bir psikolojik savaş taktiğiydi.
Hem iktidardaki Adalet ve Kalkınma Partisi hem de Türkiye'nin Avrupa Birliği
üyesi olmasını savunan, dolayısıyla demokratik standartların yükselmesini, insan
haklarının hayata geçmesini, Batı yanlısı politikalar izlenmesini savunan başta
gazeteciler olmak üzere sivil toplum örgütleri, iş dünyası temsilcileri,
aydınlar vs. geniş bir kesim 'gayrı milli' veya 'vatan haini' ilan edilerek
karşıt bir milliyetçi cephe yaratılıyordu. Bizim Radikal'de 'Kızıl Elma
Koalisyonu' adını taktığımız (Bu ismi koalisyon mensupları da derhal benimsedi)
'oluşum' işte tepede yapılan bu dikkatli ve özenli planlamanın, psikolojik savaş
stratejisinin bir gereği olarak bir günde ortaya çıktı neredeyse. Hepsinin de
başında 2004 Ocak ayında darbe yapmayı çok istemiş bazı yüksek rütbeli cuntacı
emekli subayların bulunduğu 'sivil' toplum örgütleri bu komutanın emekli
olmazdan önce devlet imkânlarını kullanarak hazırladığı plan ve strateji
sayesinde pıtrak gibi ortaya çıktı daha sonra. Başta amaçlanan, 'Kızıl Elma
Koalisyonu'nun genişlemesi, bütün anti-AKP güçlerin bu koalisyonda yer
almasıydı. Zaten o sayede, özellikle taşrada mesela MHP'liler, CHP lideri Deniz
Baykal'ı karşılamaya veya tam tersi CHP'liler Devlet Bahçeli'yi karşılayıp
uğurlamaya vs. başladılar. Atatürkçü Düşünce Derneği her yerde aktifti.
Ama kısa zamanda çözülmeler yaşandı. CHP ve MHP, kendileri dışında yazılmış bir
senaryonun parçası olmak istemediler ve sessizce koalisyondan ayrıldılar.
Giderek koalisyon ADD ve etrafındaki bazı marjinal gençlik örgütlerinden ibaret
kaldı. Bugünse etkinlikleri neredeyse dibe vurmuş durumda. Yine de hareket belli
bir ivme almıştı ve Türkiye'nin en önemli güvenlik bürokratlarından birinin
deyimiyle 'vatan kurtaran aslan'lar hareketin içinde önemli görevler edinmeye,
legal görünümlü illegal örgütlenmelere gidilmeye başlanmıştı. 2004 Ağustosu'nda
emekli olan o komutanın karargâhında hazırlanan plan bazı aksaklıklarla da olsa
yürüyordu. Plan kabaca şuydu: 2004 Ocak ayında 'satılmış ve vatan haini medya'
işbirliği yapmadığı için 28 Şubat vari bir post-modern darbe yapılamamış, AKP
hükümeti devrilememişti ama bu kez medya dışarıdan kuşatılacak, komplekse
kapılıp AKP karşıtı havaya girmesi sağlanacak ve bu arada geniş kitle desteği
sağlanacak eylemler yapılarak önce medya, ardından hükümet üzerinde baskı
kurulacaktı. Psikolojik savaş böyle planlanmıştı.
Önce Danıştay saldırısı yaşandı. Alparslan Aslan adlı bir
saldırgan Danıştay binasında ölüm saçtı, sonra da yakalandı. Saldırgan, türbanı
yasaklayan kararları nedeniyle eline silah almıştı, yani eylem 'laiklik
karşıtı'ydı. Gerçi saldırgan son zamanlarda daha çok ulusalcı çevrelerle vakit
geçirmiş biriydi ama olsun, geniş kitleler inanmak istediği şeye inandı. Geniş
katılımlı cenaze töreni son yılların en büyük laiklik, yani hükümet karşıtı
gösterisi oldu. Oldu ama bundan daha büyüğü yoldaydı, Cumhuriyet Mitingleri
geliyordu. Mitinglerin başında ise, bütün bu planlamayı yapan eski komutan Şener
Eruygur vardı.
Bölüm: 5 (09/04/2008)
Geçen yıl bugünleri
hatırlayın... Önce Cumhuriyet gazetesinin bahçesine bomba atılmış, o
patlamayınca birkaç gün sonra yine atılmış. Sonra Danıştay saldırısı olmuş. Yüz
binler cenaze törenini hükümeti protesto gösterisine ve laiklik mitingine
çevirmiş, Başbakan yuhalanmış, Adalet Bakanı cami avlusunda saldırıya uğramış,
komutanlar büyük alkış almış... Bir süredir gündemden düşmüş gibi gözüken
laiklik konusu ansızın en çok konuşulan gündem maddesi haline gelmiş, herkes
gözünü nisan ortasında başlayacak Cumhurbaşkanı seçim sürecine dikmiş, Başbakan
Recep Tayyip Erdoğan, kendisinin aday olup olmayacağı konusunu hep müphem
bırakarak, kendi deyimiyle kamuoyuyla 'çelik çomak' oynamaya başlamış.
Şimdi yazarken düşündüm, sanki bütün bunlar uzak bir geçmişte yaşanmış gibi. Ama
hayır, sadece geçen yıl yaşandı bunlar!
Danıştay saldırısından hemen sonra Başbakan Yardımcısı sıfatıyla o zamanın
Dışişleri Bakanı Abdullah Gül, Emniyet Genel Müdürlüğü'nden ve MİT'ten bir
brifing ister. İki kurum da, saldırgan ve yakın çevresiyle ilgili kendi bilgi
hazinelerinde olanları Gül'ün önüne sererler. Polisin yaptığı sunumda bir de
şema vardır. Bu şemada, Danıştay saldırganı dahil bugün tutuklu olarak
cezaevinde bulunan bütün Ergenekon şüphelileri yer almaktadır. Sadece onlar mı,
daha fazlası da var şemada, Veli Küçük dışında başka emekli askerlerin isimleri
de var. Ama ilk ağızda Danıştay saldırısı ile çok sonra İstanbul'da başlayacak
olan Ergenekon soruşturması arasında somut bir bağlantı kurulamıyor, Emniyet ilk
gün getirip Abdullah Gül'e sunduğu istihbari bağlantıları savcıya sunamıyor,
delillendiremiyor. (Nitekim, henüz resmi olarak doğrulanmayan bir iddiaya göre
Danıştay saldırısı mahkûmlarından biri, İstanbul'daki Ergenekon savcısına
Danıştay saldırısı ile Ergenekon arasındaki direkt bağa ilişkin önemli bir ifade
verdi, yani bağlantı eğer kurulduysa daha yeni kuruldu, o da bir kişinin
ifadesiyle.)
Danıştay cenazesi sonrasında gözler 14 Nisan'da Ankara'da yapılacak olan
'Cumhuriyet Mitingi'ne çevrilmişti. Mitingi Atatürkçü Düşünce Derneği'nin başını
çektiği ve nasıl oluştuklarını dün bu köşede anlatmaya çalıştığım bazı 'sivil'
örgütler düzenliyordu. ADD'nin başında ise, adı eski Deniz Kuvvetleri Komutanı
Emekli Amiral Özden Örnek'e ait olduğu öne sürülen günlüklerde 'darbe lideri'
olarak geçen eski Jandarma Komutanı Şener Eruygur vardı. İddiaya göre, 2004 için
planlanan 'Sarıkız' kod adlı darbe planının başarısızlığa uğraması üzerine
yapılıp 'Ayışığı-Yakamoz' kod adı verilen ve 'sivil toplumun medya ve hükümet
üzerinde baskı uyandıracak kitle desteğini sağlaması' yoluyla Adalet ve Kalkınma
Partisi iktidarının devrilmesini öngören planlar bir kuvvet komutanının
karargâhında hazırlanmıştı. Ve yine iddiaya göre bu planlar Eruygur'un emekli
olduğu 2004 sonrası dönemi kapsıyordu esas olarak. Bütün bunları bilenler
açısından yüz binlerin bir araya geldiği Cumhuriyet mitingleri fazlasıyla
şüpheli organizasyonlardı. Mitinglerin katılımcıları son derece samimiydi ve
endişelerini gidermek için, hükümeti protesto haklarını kullanmak için vs.
bayraklarını alıp meydanlara gitmişlerdi. Zaten Danıştay saldırısı, onlara göre
laikliğin tehlikede olduğunun kanıtıydı.
Ama mitinglerde yapılan konuşmalar bu samimi hislerin çok ama çok ötesine
geçiyor, çok daha dar ve marjinal bir hedefe yöneliyordu: Hükümet 'gayrı
milli'ydi ve Türkiye'yi ABD'ye, AB'ye 'satıyor'du, medya da 'satılmış'tı,
gerçekleri yazmıyor, hükümetin dümen suyundan ayrılmıyordu. Ankara'daki miting
İstanbul'da ve İzmir'de de tekrar edildi ve hep kürsüden bu mesajlar verildi.
Yani hükümet ve onun destekçileri vatan hainiydi! CHP ve MHP'nin kurumsal olarak
uzak durduğu ama özellikle CHP teşkilatlarının yoğun biçimde katıldığı bu
mitinglerin en büyük amacı daha önce özel görüşmelerle 'yandaş' yapılamayan
medyanın üzerinde 'mahalle baskısı' yaratmaktı ve az kalsın bunda başarılı
olunuyordu. Ama yanlış zamanda yapılan bir 'darbe' mitinglerle
yaratılan havayı bir anda boşa çıkaracaktı.
Bölüm: 6 (10/04/2008)
Artık bu diziyi
bitirmek istiyorum ama çok kısaltmama, yazılabilecek pek çok detayı ayıklamama
rağmen laf uzadıkça uzuyor, bir türlü bugüne gelemiyoruz. Bugüne gelemediğimiz
yetmezmiş gibi, olayları aşağı yukarı oluş sırasıyla anlatırken araya girip bazı
ilave bilgileri de veremiyorum, sırf laf fazla uzamasın diye. Dün geçen yılki
Cumhuriyet Mitinglerine kadar gelmiştik. Mitingleri izleyen ve ona katılan pek
çok kişi için mitinglerin amacı Adalet ve Kalkınma Partisi'nin kendi içinden bir
Cumhurbaşkanı seçmesini engellemek, en azından bu girişimi protesto etmekti.
Ama miting tertipçileri açısından bu ana amaç değildi.
Mitinglerle esas amaçlanan şey, Türkiye'yi giderek 27 Mayıs darbesi öncesindeki
gibi bir ortama sokmak, toplumda kutuplaşmayı ve gerginliği artırmak, bu
gerginliğin sokak eylemlerine dönüşmesinin ardından da darbe yapılması için
elleri ovuşturup beklemeye başlamaktı. Mitingler bu yolun ilk adımıydı.
Mitingler yapılırken Anayasa'nın öngördüğü Cumhurbaşkanı seçim takvimi de
işlemeye başlamıştı. Adaylık için başvuru süresinin dolmasına bir gün kala
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, 'Abdullah kardeşimiz adayımızdır' dedi. İlk tur
oylama 27 Nisan Cuma günü yapıldı ve o günün gece yarısına doğru Genelkurmay
Başkanlığı'nın internet sitesine konan bir bildiri ile Türkiye birbirine girdi.
Beşinci darbe buydu.
Genelkurmay'ın 'Eğer Anayasa Mahkemesi bu seçimi iptal
etmezse darbe yaparım' diye de okunabilecek olan bildirisi, Türkiye'de bütün
hesapları bozacak olaylar zincirini başlattı. Bir kere hükümet kuyruğu
dik tuttu, ertesi gün sert sayılabilecek bir açıklama yaptı. Ama bununla da
yetinmedi ve hem erken genel seçimin hem de Cumhurbaşkanını halkın doğrudan
seçmesinin önünü açan düzenlemelere girişti. Bir anda seçim ortamına girilince
Ergenekon'un hesapları yattı; çünkü onlar seçimin Kasım 2007'de, normal
zamanında olacağını düşünüyor, eylem planlarını buna göre oluşturuyorlardı.
Genelkurmay bildirisi darbe tehlikesinin 'açık ve yakın' olduğunu gösterince,
Cumhuriyet Mitinglerine katılanların önemli bir bölümü dahil pek çok kişi fikir
değiştirdi: Evet laiklik önemliydi, bu hükümetten de hoşlanmıyorlardı ama darbe
de istemiyorlardı.
Yani, 27 Nisan bildirisi bilerek ya da bilmeyerek, Ergenekon'un hesaplarını da
bozdu, askeri darbenin meşruiyetini kaybetmesine neden oldu. Üstüne üstlük 22
Temmuz seçiminden AKP yüzde 47 oy alıp miting tertipçilerinin desteklediği CHP
ve MHP umulduğu kadar başarılı olmayınca Ergenekon'un planları baştan aşağı
sarsıldı. Zaten o sırada İstanbul Ümraniye'de bir evde bulunan el bombaları
yüzünden başla-yan bir soruşturma, Ergenekon'un silahlı eylem kanadını açığa
çıkarmaya başlamıştı. İşte bugün konuştuğumuz soruşturma bu. Soruşturmanın en
önemli bulgularından biri ise Cumhuriyet Mitingleri öncesi yapılan Cumhuriyet
gazetesi bombalaması- Danıştay saldırısı-Ümraniye bombaları ilişkisinin kurulmuş
olması. Çünkü, Cumhuriyet'i bombalayanlarla Danıştay'a saldıranların aynı
kişiler olduğunu biliyorduk, bilmediğimiz 'dinci-milliyetçi' çizgideki bu
saldırganların gerçekte 'ulusalcı' ve AKP'den ne pahasına olursa olsun
kurtulmayı hedefleyen bir başka çetenin emrinde olup olmadığıydı, şimdi onu da
biliyoruz.
Bölüm: 7 (11/04/2008)
Adalet ve Kalkınma
Partisi iktidarını beğenmemek, o iktidarın gidip yerine beğendiğiniz gibi bir
iktidarın veya sizin partinizin gelmesini istemek ayıp değil, yasak değil. Tam
tersine çoğulcu bir demokrasinin gerek şartı muhalefetin varlığı.
Ama bizim günlerdir bu köşede konuştuklarımızla, öyle yasal ve demokratik bir
muhalefetten değil; tam tersine devlet imkânlarını, tamamen farklı bir amaca
tahsis edilmiş olan kamu parasını ve devletin planlama kapasitesini kullanarak,
kapalı kapılar ardında gizli ve antidemokratik yollarla, hatta 'ne pahasına
olursa olsun' denilerek ve gerekirse kan dökmeyi göze alarak iktidarı devirmeyi
amaçlayan bir 'cunta'dan, bir çeşit yeraltı örgütünden söz ediyoruz. Bir
muhalefet partisi, iktidarın herhangi bir davranışını veya genel olarak bütün
varlığını 'Milli çıkarlara aykırı' bulabilir, bunun propagandasını yapabilir, bu
görüşü doğrultusunda kamuoyu oluşturmaya çalışabilir. Ama
aynı şeyi, devlet memuru olarak maaş alan birtakım kamu görevlileri yapmaya
başladığında hele hele kendi fikirlerinin egemen olması için devlet bütçesinden
para kullanmaya başladıklarında işler değişir. Demokratik bir ülkede hükümetleri
düşürmenin, iktidarları değiştirmenin meşru yolları vardır. Darbe düzenlemek
veya darbeye zemin oluşturmak için kışkırtıcı faaliyetlerde bulunmak bu meşru
yollardan biri değildir, olamaz, olmamalıdır. Siyasi muhalefetle 'Ergenekon'
arasındaki temel fark da budur işte.
Lafı fazla dolaştırmaya gerek yok, AKP iktidarı, Türkiye'de 'devlet iktidarı'
adı verilen iktidarı temelinden sarstı. Ve o 'devlet iktidarının' temsilcisi
olduğuna inanan bazı kamu görevlileri, programını halka anlatıp demokratik
yollarla seçilmiş hükümetin başta Avrupa Birliği reformları olmak üzere
uygulamalarını 'gayri milli' buldu, bunların gerçekleşmesini engellemek için
elinden geleni yaptı. Zaten o sebeple, her şeyin
başlangıcında Kıbrıs politikaları var. O sebeple, Ergenekon'u oluşturan veya o
fikri şemsiye altına giren tuhaf yatak arkadaşlarını birleştiren ana nokta AB'ye
karşı olmaları. Bir başka ortak nokta da, 'ne pahasına olursa olsun' AKP'den
kurtulmak istemeleri. İşin içine 'ne pahasına olursa olsun' gibi bir cümle
girince, doğal olarak yapılanın demokrasinin d'siyle bile bir ilişkisi kalmamaya
başlıyor. Askeri darbe planı hazırlamayı, sağa sola bomba atmayı, yüksek yargı
organlarına silahla saldırmayı, suikastlar planlamayı vs. demokrasiyle zaten
nasıl bağdaştırabiliriz ki? Amaç, 'AKP'den kurtulmak' olunca, kullanılan bütün
araçlar da gerçek anlamlarını ve yerlerini kaybetmeye başlıyorlar. Alın hukuku.
Cumhurbaşkanı seçimi sırasında 367 diye bir şey icat edildi. Neymiş,
Cumhurbaşkanı seçmek için 'uzlaşma' gerekliymiş. Peki ama böyle bir gereklilik
olsa Anayasa ikinci tur oylamadan sonra yeterli oy sayısını 276'ya düşürmezdi.
Hayır, maksat 'AKP'den kurtulmak' olunca, gözler bu amaçla bağlanınca,
birdenbire hukuk ve Anayasa Mahkemesi ARAÇ haline geldi, neticede Genelkurmay'ın
'Bu seçimi iptal etmezseniz darbe yaparım' diye okunması gereken bildirisinin
yarattığı baskı ortamıyla Anayasa Mahkemesi seçimi iptal etti, Türkiye'de
parlamentoya karşı bir hukuk darbesi yapıldı. Bu da altıncı darbeydi, 2001'den
beri yaşadığımız.
Şimdi günün sorusu şu: AKP hakkında açılan kapatma davası yedinci bir darbeye
dönüşecek mi? Anayasa Mahkemesi, 367 kararında olduğu gibi hukuku
araçsallaştırmak isteyenlerin yanında mı yer alacak, yoksa ancak hukuk yoluyla
özgür ve demokratik bir ülke olacağımızın bilinciyle mi hareket edecek? Çoğu
gözlemciye göre yakın geçmişinde 367 gibi bir karar bulunan Anayasa Mahkemesi bu
kez de aynı şekilde davranacak, demokrasi ve özgürlüklerin aleyhine, 'Ne
pahasına olursa olsun AKP'den kurtulmak lazım' diyenlerin lehine bir karar
alacak. Eğer Anayasa Mahkemesi öyle bir karar alır ve AKP'yi kapatırsa,
bu geçmişte yaşanan bütün ama bütün darbelerden çok farklı bir darbe olacaktır,
çünkü bu kez darbe hukuk yoluyla yapılmış olacak, hukuk özgürleşmenin değil
özgürlüklerin daraltılmasının bir aracı haline gelmiş olacaktır. Elbette 27
Mayıs da, 12 Mart da, 12 Eylül de, 28 Şubat da Türk demokrasisine zarar verdi.
Ama bu kez oluşacak zararı geçmiş darbelerle kıyaslamak mümkün olmayacaktır.
Çünkü geçmiş darbelerin her birinden sonra, belli bir zaman içinde bir çeşit
demokrasi geri geldi. Oysa bu sefer, Batı'daki anlamıyla demokrasi hiçbir zaman
gelmeyebilir veya bunun için ülkemizin çok büyük bir bedel ödemesi gerekebilir.
Beklenen son darbenin vahameti bu işte.
(Radikal)
KlasikİlkBölümDelilleri | AksiyonDergisi,4Mart2007 | BülentOrakoğluRöpörtajı,Y.Şafak,18Haziran2007 | AliBayramoğlu,Y.Şafak,20Haziran2007 | ErgenekonTüzüğü,Radikal,5Nisan2008 | İbrahimKaragül,Türkiye'ninNeresindeSilahDepolarıYapıldı?,Y.Şafak,8Nisan2008 | ErgunBabahan,TetikçilerVeDestekçileri,Sabah,9Nisan2008 | BülentOrakoğluRöpörtajı,27Mayıs'ınArefesiGibi,CafeSiyaset,9Nisan2008 | İsmetBerkan,Ergenekon'unYakınTarihiYazıDizisi,Radikal,4-11Nisan2008 | Ergenekon'daVeliKüçük'tenbüyük7kişivar,Sabah,22Nisan2008 | A'danZ'yeErgenekon,Milliyet,24Mart2008 | ErgenekonİddianamesiTamamlanmakUzere,Sabah,6haziran2008 | ErgenekonİddianamesiKabulEdildi!-TAMAMI,25temmuz2008 | ErgenekonİddianamesindeKontrgerilla,27temmuz2008 | GladioyuÇökertenSavcıdanTavsiyeler,3temmuz2008 |
Ecevit'in,ÖzelHarp'inSivilUzantısındanDuyduğKorku,10ocak2010
|