BASINDA ABDULLAH HARUN:
28 Ocak-9 Şubat 1995, Akit gazetesi, yazı dizisi |
14 Mart 1996, Akit gazetesi, yazı |
24-28 Kasım 1996, Akit gazetesi, yazı dizisi |
27-28 Aralık 1996, Akit gazetesi, yazı dizisi |
31 Ocak 1998, Akit gazetesi, yazı |
2 Şubat 1998, Akit gazetesi, yazı |
15 Mart 1998, Akit gazetesi, yazı |
31 Ocak 2000, Akit gazetesi, yazı
SUSURLUK OLAYI NEREYE GİDİYOR ?
Akit, 2 Şubat 1998
3 Kasım 1996'da Susurlukta meydana gelen ve cumhuriyet tarihinin en büyük
skandalına dönüşen siyaset-mafya-polis birlikteliği ya da diğer adıyla
Susurluk çetesi olayı ve olayın perde gerisi bir seneden fazla bir zaman geçmesine
rağmen aydınlatılamadı, daha doğrusu resmen aydınlatılamadı. O günden
bugüne hemen hergün gündeme gelen Susurluk gelişmeleri, birçok kimsenin
tahmin ettiği gibi olayın sonuçsuz kalmaya gittiğini gösteriyor.
Kamuoyundaki hakim kanaate göre, Susurluk'ta ortaya çıkan karanlık ilişkiler
ağının yasadışı bir oluşum olduğu açıktır, buna şüphe yoktur.
Susurluk ekibinin isnat edilen kirli işlerden en azından bazılarına bulaştıklarına
inanılmaktadır. Ancak işin çok daha önemli
bir yönü vardır ki, asıl ilgiyi çeken bu yön de, Susurluk ekibinin devlet
gözetiminde, hatta devlet isteğiyle oluşturulmuş olduğudur, tıpkı daha önce
oluşturulan benzer bir çok ekipler gibi. Kamuoyu, devletin bu ekipleri oluşturan
ve yönlendiren bölümünü Kontrgerilla olarak tanımaktadır artık. Yıllardır
tartışılmaktan öteye geçemeyen, dar kapsamını aşamayan Kontrgerilla
konusu, 1990 yılında İtalya'da patlayan ve Türkiye'ye de sıçrayan
"Gladio" skandalı ve 1996 yılında patlayan Susurluk skandalıyla kamuoyuna
mal olmuştur. Yani kamuoyu, Susurluk olayının Susurluk ekibiyle sınırlı
olmadığı, işin Kontrgerilla adı verilen, hükümetlerüstü ve meclis
denetiminden geçmemiş, devleti bağlayıcı uluslararası gizli askeri anlaşmalarla
kurulmuş, başbakanlar dahil birçok üst düzey yetkilinin bile haberdar olmadığı
çok gizli bir iç savaş birimine veya diğer deyişle gizli devlete kadar
gittiği ve bu yüzden de örtbas edileceği inancındadır. Kamuoyunun bu inancını
doğrulayan, yani Susurluk olayının dar kapsamlı tutulmaya çalışılarak
örtbas edilmeye götürüldüğünü doğrulayan bazı gelişmeler vardır.
1.
Susurluk olayı MGK'da adeta geçiştirilmektedir:
Susurluk
olayı ve askerlerle bağlantısı çok kısa ele alınıp adeta geçiştirilmiştir,
ekseriyetini askerlerin teşkil ettiği MGK toplantılarında. Susurluk çetesine
dahil oldukları iddia edilen Fethullah Gülen'in de yer aldığı 50 civarında
isim konuşulmuş ve basına sızdırılmıştır. Susurluk olayında adı geçenler,
çete olarak vasıflandırılıp suçlanmıştır TC'nin en üst kurulu ve "gizli
devlet" olarak da vasıflandırılan MGK örgütü
tarafından. Oysa çete dedikleri o oluşumları kendileri oluşturup da yarı
resmi görevler vermemişler miydi? Birçok yetkili bunu açıkça ya da ima ile
belirttiler, örneğin Başbakan Yardımcısı Çiller, MİT üst düzey görevlisi
Mehmet Eymür ve Hanefi Avcı. Hem devlet olarak Çatlı'lara görev vereceksin,
hem de çete diye suçlayarak işin içinden sıyrılacaksın, işte bu yapılmak
isteniyor MGK olayında. Bu konu mümkün olduğunca dar kapsamlı tutulmaya ve
geçiştirilmeye çalışılıyor. Bu yüzden fazla konuşulmadı MGK'da. MGK'cıları
değil de eğitimcileri ilgilendiren 8 yıllık eğitim olayı bile neredeyse
her zirvede ele alınırken, milli maçların TRT'ce yayınlanacağı bir
emirle, pardon(!) bir tavsiye ile kararlaştırılırken, milli güvenliği en
fazla ilgilendiren Susurluk olayı ve askerlerle bağlantısı alelacele geçiştirilmekte.
Sarmusak olayıyla da açığa çıktığı üzere, insanları kuruyemişçi ve
kebapçılara varıncaya kadar hitlervari anlayışla düşman kamplara ayıran,
"Kim Allah'ın indirdikleriyle
hükmetmezse kafirlerin ta kendileridir!.." (Maide suresi: 44-46)
diyerek din işleriyle dünya işlerinin ayrılmasını asla kabul etmeyen İslam
dinini cesareti olmadığından açıkça değil de dolaylı olarak, PKK'dan
daha tehlikeli ve en düşman ilan etme küstahlığını gösterebilen Batı Çalışma
Grubu (BÇG) gibi anayasa dışı cuntasal bir gizli oluşumu konuşmayanlar,
milli maçların hangi TV kanalından yayınlanacağı, ezan seslerinin kısılması,
türkçe ibadet ve ruhban okulunun açılmasına izin verme gibi abuksubuk, üzerlerine
vazife olmayan işleri konuşmaktalar.
2.
Mesut Yılmaz Susurluk konusunda gerilemekte, Susurluk sanıkları beraate
gitmektedir:
Susurluk
olayı patladığında tüm gücüyle siyasi rakibi Çiller'e yüklenen Mesut Yılmaz,
son zamanlarda sürekli gerilemekte. MİT ve Emniyet'i bilgi vermemekle suçluyor
Başbakan olduğu halde. Kendisine gösterildiğini iddia ettiği Susurluk olayına
ait çok önemli bilgileri içeren video kasetini elde edememekten yakınıyor.
Sansasyonel açıklamalarıyla Susurluk konusunda gündem olmayı başaran Yılmaz,
adeta tükürdüklerini yalıyor. Susurluk konusunda suçlanıp tutuklanan tüm
sanıklar birer birer beraate gidiyor. 20 günde Susurluk olayını çözemezsem
başbakanlık bana haram olsun diyecek kadar bol keseden atan Yılmaz, günbegün
rezil olmakta. Halk tarafından değil cunta tarafından iktidara getirildiği için
rezil olduğunu düşünmüyor olabilir Yılmaz, çünkü halka değil cuntacılara
karşı sorumlu olduğunun farkındadır. Cuntacılar da, Susurluk olayının
temelindeki asıl rolün kendilerine ait
olduğunun ortaya çıkmasından çekinmekteler. Çünkü
rejimin dayandığı asıl payanda olan "gizli
devlet-kontrgerilla" olgusu korunmalıdır,
rejimin bir müddet daha ayakta kalabilmesi için. Bugünlerde Mehmet Ağar ve
Sedat Bucak'ın dokunulmazlıklarının kaldırılması ve yargılanabilmeleri için
yapılanlar da Susurluk olayını aydınlatmaya yaramayacaktır, çünkü aslında
Susurluk olayı karanlık değildir. Olayın perde gerisinde gizli
devlet-kontrgerilla vardır ve çete şeklinde nitelendirilen oluşumları o yapılandırmış
ve görevlendirmiştir. 70'li yılların başlarından günümüze değin halen
sürmekte olan faili meçhul siyasi terör ve toplumsal kışkırtma-bunalım çıkarma
olaylarının gerisinde gizli devlet/kontrgerillanın olduğu kamuoyunca artık
anlaşılmış bulunmaktadır. Devletin bunu ısrarla reddedip üstüne almaması
kamuoyunca ciddiye alınmamaktadır. Bu itibarla Susurluk olayı zaten aydınlık
bir olaydır, devlet içinde devlet şeklindeki çete yapılanmasına sadece en
son örneği teşkil etmiştir. O ana kadar gizli devleti net görememiş ya da
gördüğü halde inanmakta zorluk çekenler için yeterli delil olmuştur
Susurluk gelişmeleri.
3.
Topal davasında hakim, "tavsiye ve telkinlerden" bıkarak çekilmiştir:
Hakimi
yine de kutlamak gerekir, çünkü hiç birşey demeden ya da sağlığını
bahane ederek de çekilebilirdi, oysa yüreklilik göstererek cuntacıları suçlayıcı
imada bulunarak çekiliyor. Birileri Susurluk sanıklarının beraate gitmesini
istiyor, çünkü onlar mahkum olursa işin ucunun kendilerine dayanacağını düşünüyor.
Uzun bir süreçte olay unutturulmaya çalışılıyor. Gizli devlet birilerini
yarı resmi görevlerle görevlendirmiş, bu iddia edildi ve yetkili açıklamalarıyla
doğrulandı. Bazı işleri ise çete denilen kişilerin kendi menfaatleri için
gerçekleştirdiği ve gizli devletin kendisini de tehdit etmeye başlayan bu
oluşumu afişe edip
tasfiye etmeye çalıştığı iddiaları ileri sürüldü ve gelişmeler bu
iddialarla uyumlu oldu. Susurluk ekibi tasfiye edildi, ya da tırnakları söküldü.
Ama olası bir askeri darbeye potansiyel direniş kaynağı olan polis özel
kuvvetleri ise henüz tasfiye edilemedi.
4.
Ömer Lütfü Topal cinayetinde Çatlı'nın parmak izlerinin bulunmasının çok
önemli olmasına rağmen olay çözümsüzlüğe gitmektedir:
Ömer
Lütfü Topal cinayeti ve Susurluk ekibine izafe edilen cinayetler, ölmüş
bulunan Abdullah Çatlı'nın üzerine yıkılarak olay kapatılmak isteniyor.
Topal olayında Çatlı'nın parmak izlerinin bulunması faili meçhul terör
olaylarında bulunan ilk ve en önemli somut delildir. Buna rağmen Susurluk
olayı resmen çözümsüzlüğe gidiyor.
İşte kısaca vermeye çalıştığımız
bu gelişmeler ışığında Susurluk olayının, aydınlatılmaya çalışılıyor
görüntüsünün ardında aslında örtbas edilmeye çalışıldığı görünmektedir.
28 Şubat süreciyle somut biçimde ortaya çıkan gizli devlet, kendisine engel
gördüğü güçleri
tasfiye etmeye çalışmakta, faili meçhul cinayetleri ve eylemleri birkaç
tetikçinin üzerine yıkarak kendisini kurtarmaya çalışmaktadır. Kamuoyu
bunun farkına varmıştır, çünkü Susurluk gelişmeleri ister istemez bazı
soruları da beraberinde getirmektedir.
Susurluk
ekibinin siyasi cinayetlere girişmediği, Susurluk olayını adeta birbuçuk ay
önceden haber veren MİT raporunda bile belirtiliyor. O halde 12 Mart öncesinden
beri süregelen siyasi cinayetleri ve eylemleri kim gerçekleştirdi? Ecevit'in
(1)
dediği gibi, Kontrgerilla'nın 12 Eylül öncesi kullanımının mahzurlu olduğu
devlet yetkilileri tarafından görülüp, bu düzenlemeden 12 Eylül sonrası
vazgeçildiyse ya da Hasan Fehmi Güneş'in (2)
dediği gibi, devlet bu tür bir Kontrgerilla örgütlenmesi yerine Polis
Özel Harekat Dairesi vasıtasıyla yeni bir düzenlemeye
gittiyse 90'lı yıllar laiklik suikastlerini kim işledi? Oktay Ekşi'nin (3), Musa Anter cinayetinden sorumlu tuttuğu "devletin
o menhus gücü", Çiller
henüz ortalarda yokken kimdi? Özel Harp Dairesi brifinginde (4) dile
getirilen "...ÖHD, sadece komünizme değil
din devrimine de karşıdır..."
cümlesindeki "devrim" kelimesi
neyi ifade ediyor? Örneğin, müslümanların başörtüsünde ısrar etmesi
onlara göre bir devrim süreci mi, halkın dinine gittikçe daha çok sarılması
bir devrim süreci mi? Eğer öyle kabul ediliyorsa ÖHD
devreye girdi mi şu halde? Laiklik cinayetleri bu süreci baltalamak için mi
yapıldı? Cinayetlerin failleri müslümanlardır yaygarasıyla toplumun İslam'a
yönelişi engellenmeye mi çalışılıyor? Gerçek
dergisinin 6 Şubat 1993 tarihli sayısından aktardığımız
aşağıdaki satırlarda yer alan, Mumcu
cinayeti üzerine Erbakan'ın söylediği sözler
buna mı işaret ediyor?:
"..İslamcılara yönelik hedef göstericiliğin
baskısı altında Erbakan, bilinen ama kolayca ve normal koşullarda söylenemeyen
gerçeği, onbinlerce kişi "Kahrolsun Kontrgerilla!" diye haykırırken
dile getiriyor: "Türkiye'de
Özel Harp Dairesi var. Bunların CIA'nın emrinde
olduğunu, birçok provokasyonda bulunduğunu biliyoruz. Uğur Mumcu'nun
öldürülmesine benzer birçok cinayet profesyonelce işlendi. Bu
cinayetlerin Özel Harp Dairesi'nin marifeti olduğunu biliyoruz."
"
Faili
meçhuller Çatlı gibi tetikçilerin
işi mi yoksa, "...gelin sizi Güneydoğu'ya gönderelim, devlet hesabına
çalışın, yakalanırsanız firarınızı veririz..." (5)
diyerek hapisteki tetikçileri organize eden, Başbakanların bile haberdar
olmadığı meclisten geçmemiş uluslararası gizli anlaşmalar imzalayıp
gizli daireler kuranların işi mi? Çatlı'ların
Genelkurmay'da dosyasının (6) olmasının anlamı ne? Apo'nun
bir zamanlar MİT elemanı (7)
olmasının anlamı ne?..
12 Eylül
öncesi eylemlerinin hesabı sorulmadan, Kontrgerilla 12 Eylül'le birlikte
tasfiye edilmiş olabilir denilerek konu kapatılmak isteniyor. Suç, Polis
Özel Harekat Dairesi'ne, Çiller-Ağar
ikilisine yıkılarak aradan sıyrılmaya çalışılıyor. Bir an, 12 Eylül öncesini
unuttuğumuzu ve Çiller-Ağar ikilisinin kurdukları örgütle kirli işlere
karıştıklarını kabul edelim. Peki ama ya laiklik suikastleri?.. Toplumu müslüman-laik
çatışmasının eşiğine getiren bu suikastleri kim işledi? Güneydoğu'da Kürtlerin
çok sevdiği Musa Anter
ve Vedat Aydın'ı kimler öldürdü?
Tam bir kışkırtma olan bu eylemleri yapanlar, Çiller
henüz o tarihlerde ortalarda olmadığından ve dolayısıyla bir örgüt
kuramayacağına göre kimlerdi?..
Sorular
bu şekilde uzatılabilir.. Ama cevabı bulmak önemli olan. Susurluk'ta birbuçuk
ay sonra olacak kazayı adeta(!) bilircesine MİT
raporu düzenleyenler, kaza geçirenlerden birinin Mehmet Özbay
ve asıl adının ise Abdullah Çatlı olduğunu, kazadan daha yarım
saat geçmeden basın organlarına haber verenler olmalı işte o kimseler!..
_________________________________
Dipnotlar:
1 Cumhuriyet, 12 Kasım 1996
2 Show TV-32. Gün, 9 Aralık 1996
3 Hürriyet, 21 Eylül 1992
4 Milliyet, 4 Aralık 1990
5 Milliyet, 13 Kasım 1996
6 Tempo, 5 Aralık 1996-sayı:50-Susurluk kitapçığı
7 Milliyet, 25 Ocak 1993
BASINDA ABDULLAH HARUN:
28 Ocak-9 Şubat 1995, Akit gazetesi, yazı dizisi |
14 Mart 1996, Akit gazetesi, yazı |
24-28 Kasım 1996, Akit gazetesi, yazı dizisi |
27-28 Aralık 1996, Akit gazetesi, yazı dizisi |
31 Ocak 1998, Akit gazetesi, yazı |
2 Şubat 1998, Akit gazetesi, yazı |
15 Mart 1998, Akit gazetesi, yazı |
31 Ocak 2000, Akit gazetesi, yazı
|